Emsal Mahkeme Kararı İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 44. Hukuk Dairesi 2022/1324 E. 2022/1392 K. 13.10.2022 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı henüz kesinleşmemiştir. Yararlı olması amacıyla eklenmiştir.

T.C.
İSTANBUL
BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ
44. HUKUK DAİRESİ
T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
İ S T İ N A F M A H K E M E S İ K A R A R I
DOSYA NO: 2022/1324
KARAR NO: 2022/1392
İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ: İSTANBUL 7. ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ
TARİHİ: 03/06/2022
NUMARASI: 2016/1047 E. – 2022/350 K.
DAVANIN KONUSU: Menfi Tespit(Kambiyo Senetlerinden Kaynaklanan)-İstirdat
İSTİNAF KARAR TARİHİ: 13/10/2022
Yukarıda yazılı ilk derece Mahkemesi’nin kararına karşı, istinaf yasa yoluna başvurulması üzerine yapılan inceleme sonucunda;
GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ: Davacılar vekili dava dilekçesinde özetle; Müvekkili … şirketinin Silivri İlçesi, … Köyü … ada, … parselde yer alan gayrimenkulü 22.01.2014 tarihinde … San. ve Tic. Ltd. Şti’den 400.000,00 TL karşılığında satın aldığını, davalı tarafın 10.01.2015 vade tarihli 8.583,00 TL bedelli çeke istinaden İstanbul … İcra Dairesi’nin … Esas sayılı takip dosyası ile … San. Ve tic. Ltd.Şti’nin ortağı olan … ve … aleyhine icra takibi başlattığını, müvekkili firmaya ait olan akaryakıt istasyonuna 09.09.2016 tarihinde hacze gelindiğini ve müvekkili davacı firmaya ait olan menkul malların haczedildiğini, alacaklı/ davalı tarafından “… San. Ve Tic. Ltd.Şti” isimli firmanın internet üzerinde buldukları eski kayıtlarını göstererek müvekkiline ait istasyonun aslında …’e ait olduğunu iddia edildiğini, haciz tatbik edildiğini, somut olayda 03.10.2016 tarihinde haciz tutanağı ve taraflarca imzalanan protokol içeriğine göre davacı üçüncü kişi konumundaki müvekkillerinin haciz baskısı altında ve muhafaza işleminin yapılmasını önlemek amacı ile belirtilen icra takip dosya borçlarına karşılık gelmek üzere senet tevdii ettiğini ve 10.000,00 TL miktarında kısmi ödemede bulunduğunun sabit olduğunu, iş yerinin borçluya ait olduğu iddiasına kanıt oluşturabilecek hiçbir delilin söz konusu olmadığını, gayrimenkul satış işleminden öncesine dayanan ve güncel olmayan kayıtları içeren bir internet sayfasındaki telefon numarasının, müvekkiline ait iş yerinin telefonu olmasının hiçbir anlam ifade etmeyeceğini, delil niteliği taşınmadığını, müvekkili şirkete ait olduğunu, haciz baskısı altında söz konusu ödemeleri yapmak zorunda kaldığını ve işbu dava konusu senedi tevdi ettiğini, davalıya haciz mahallinde verilen senedin iptali ile borçlu olmadığına dair menfi tespite hükmedilmesini, 10.000,00 TL miktarındaki ödemenin istirdatına karar verilmesini talep etmiştir. Davalı vekili cevap dilekçesinde özetle; Müvekkili şirketin kambiyo senedine dayanan alacağının tahsili amacıyla borçlular … ve … aleyhine icra takibine geçildiğini, İstanbul … İcra Dairesi’nin … Esas sayılı dosyasından borçlu … ve onun ortağı olduğu aynı zamanda belirtilen diğer dosyalarda borçlu olan … San. ve Tic. Ltd. Şti. ‘nin menkul, gayrimenkul malları ile üçüncü kişilerdeki hak ve alacaklarının haczi ve muhafazası için Silivri İcra Dairesi’nin … Tal. Sayılı dosyasına haciz talimatı gönderildiğini, 09.09.2016 tarihinde “… Cad. No:… … Benzin İstasyonu Silivri/İSTANBUL” adresine hacze gidildiğini, haczedilen mallara ilişkin olarak … şirketi adına istihkak iddiasında bulunduğunu, takibin devamı kararı ile haczedilen malların muhafazası için 03.10.2016 tarihinde aynı adrese hacze gidildiğini ve davacılar tarafından … ve … şirketinin borçlu olduklarını, dosya numaraları belirtilen dosya borçlarına istinaden 03.10.2016 tanzim, 04.10.2016 vade tarihli, 115.000-TL bedelli senet ile 10.000-TL para verilmiş olduğunu, bu hususta protokol imzalandığını, bu bononun 100.000-TL’lik kısmının vadesinde ödenmemesi üzerine davacılar aleyhine İstanbul 12. Asliye Ticaret Mahkemesinin 2016/1642 D.İş sayılı dosyası ile ihtiyati haciz kararı alındığını, borçlu …’ın sahibi olduğu …’ün kurucu ortakları … ile …’ün aynı zamanda işbu haciz işlemi sırasında istihkak iddia eden davacı …’ün ortakları ve yetkilileri olduğunu, borçlu şirketin ortağı olduğu …’ün kurucularının aynı zamanda davacı şirketin de kurucu ortakları olduklarını, istihkak iddia eden davacı tarafından sunulan vergi levhası ile internet sitelerindeki ve EPDK’nın sitesindeki bilgilerin örtüşmekte olduğunu, 3. kişinin adresinin haciz adresi olmadığını, istihkak iddia edenin İTO’da ilan edilen adresinin haciz adresi olmadığını, borçlunun sahibi olduğunu ve diğer dosyaların borçlusu …’ün 2014 yılında kayden değiştirilmiş görünen adresi haciz adresi olduğunu, tüm bu sebeplerle borçlu … ve … kurucuları tarafından muvazaalı işlemler yapıldığının açık olduğunu, haciz adresinin borçlunun ortağı ve aynı zamanda belirtilen diğer dosyaların borçlusu … şirketinin kayden değiştirilmiş adresi olduğunu, resmi denetleme kurumları tarafından adresin hala borçluya ait olduğuna kayıtlarının bulunduğunu, borçluya ait telefonun kullanıldığını, sebeplerle adresin 3. kişi elinde olduğunu kabul etmemekle birlikte aksi kabul edildiğinde dahi örtülü devir işleminin bulunduğunu, tarafınca borçlular ile davacılar arasında organik bağ olduğunu, alacaklılardan mal kaçırmak amacı ile muvazaalı işlemlerde bulunduklarını, davacıların istihkak iddiasına itiraz edildiğini ve nitekim icra müdürlüğünce dosyanın İİK m.97. mucibinde İcra Hukuk Mahkemesine gönderildiğini, bu defa takibin devamı kararına istinaden 03.10.2016 tarihinde gidilen hacizde davacılar dosya borçlarını kabul etmiş ve kendi hür iradeleri ile tarafımızla protokol imzalamış olduğunu, belirtilen icra dosyaları borcuna yönelik dava konusu bonoyu verdiklerini beyanla davanın reddini savunmuştur. İlk Derece Mahkemesi tarafından ” … Haciz baskısı altında protokol imzalandığı ve senet düzenlettirildiği iddiasıyla senetten dolayı borçlu olunmadığının tespiti ile haciz baskısı altında ödenen bedelin istirdadı istemine ilişkindir. … Davalı taraf vekili, davacı tarafından istihkak iddiası üzerine istihkak iddiasına itiraz edilmiş, İcra müdürlüğünce dosya İİK m.97. mucibinde İcra Hukuk Mahkemesine gönderilmiş ve İstanbul 2. İcra Hukuk Mahkemesi 2016/575 E. ,2016/698 K. Sayılı kararı ile takibin devamına karar verildiği, Takibin devamı kararı ile haczedilen malların muhafazası için 03.10.2016 tarihinde aynı adrese hacze gidilmiş ve davacılar tarafından , … ve … San. ve Tic. Ltd. Şti’nin borçlu oldukları yukarıda müdürlükleri ve dosya numaraları belirtilen dosya borçlarına istinaden 03.10.2016 tanzim, 04.10.2016 vade tarihli, 115.000,00-TL bedelli senet ile 10.000-TL para verilmiş olup bu hususta protokol imzalandığı, bononun 100.000,00-TL’lik kısmının vadesinde ödenmemesi üzerine davacılar aleyhine İstanbul 12. Asliye Ticaret Mahkemesinin 2016/1642 D.İş sayılı dosyası ile ihtiyati haciz kararı alınmış olup bu karar İstanbul … İcra Müdürlüğü … E. sayılı dosyası ile (İş bu takip İstanbul … İcra Müdürlüğü’nün … E. – … E. – … – … -… – … -İstanbul … İcra Müdürlüğü’nün … … – İstanbul … İcra Müdürlüğü’nün … E. Sayılı dosyası ile takip edilen alacağı kapsamakta olduğu için mezkur dosya ile tahsilde tekerrür olmamak üzere açılmıştır.) infaz edildiğini, Borçlunun sahibi olduğu ve diğer dosyaların borçlusu …’ün 2014 yılında kayden değiştirilmiş görünen adresi haciz adresi olduğunu,borçlular ile davacılar arasında organik bağ olduğu ,alacaklılardan mal kaçırmak amacı ile muvazaalı işlemlerde bulundukları ileri sürülmektedir. … 09.09.2016 tarihli haciz zaptında ” İnternet üzerinde … sayfasında verilen numara arandığında … ürünleri olarak cevap verilmektedir. Mahalde … numaralı telefon arandığında … olarak açıldığı görülmüştür.” şeklinde ifade edilmiş olduğu görülmektedir. … Taraflar arasındaki protokol incelendiğinde, 03/10/2016 tarihli olduğu, “…protokolle alınan bono miktarınca borcun kabul edildiği, borçlu tarafça dosya borçlarının kabul edildiği, , protokol gereği 03/10/2016 tanzim, 04/10/2016 vade tarihli 115.000,00 TL bedelli bononun davacılar tarafından davalıya verildiği, yapılan protokolde ” Bu protokol ile alınan bononun kayıtsız ve şartsız bir ödeme aracı olduğunu ve bononun alınması ile bu protokolün düzenlenmesinin amacının dosya borcunun ödeme şeklini belirlemek olduğunu taraflar sözleşme serbestisi ilkesi kapsamında kabul beyan ve taahhüt ederler .” şeklinde ki hususların yer aldığı, tarafların karşılıklı iradeleri ile protokolun imzalandığı ve yukarıda belirtilen icra dosyasına istinaden davaya konu bononun verildiği anlaşılmaktadır.söz konusu protokolün düzenlendiği ve bononun davalıya verildiği, artık bu aşamada protokolün ve bononun haciz baskısı altında düzenlendiğinin söylenemeyeceği, davacıların tarafı oldukları protokole göre İstanbul … İcra Müdürlüğü … E. sayılı dosyası ile (İş bu takip İstanbul … İcra Müdürlüğü’nün … – … – … – … -… – … -İstanbul … İcra Müdürlüğü’nün … … – İstanbul … İcra Müdürlüğü’nün … E. Sayılı dosyası ile takip edilen alacağı kapsamında borcu üstlendiklerinin kabulü gerektiği, davaya konu bononun vadesi geldiği halde ödenmediği anlaşılmaktadır. … Protokolde açıkça kayıtsız şartsız bono miktarınca borcun kabul edildiği belirtildiğinden, imza inkarında bulunulmadığından, protokol irade sakatlığı sebebiyle iptal edilmediği sürece davacı tarafı bağlayacaktır. … TBK 38/2. maddesindeki; Bir hakkın veya kanundan doğan bir yetkinin kullanılacağı korkutması ile sözleşme yapıldığında, bu hakkı veya yetkiyi kullanacağını açıklayanın, diğer tarafın zor durumda kalmasından aşırı bir menfaat sağlamış olması halinde korkutmanın varlığı kabul edilir hükmü uyarınca, belge veya senedin, bir hakkın veya kanundan doğan bir yetkinin kullanılacağı korkutması altında düzenlenmesi dışında aşırı yararlanmanın bulunması gerekir. … Mahkememizce tarafların ticari defter ve kayıtlarının incelenmesine karar verilmiş olup davacı vekilinin bilirkişiye sadece mavin defterlerini sunduğu, incelemenin yapılması için gerekli olan kayıtların tümünü sunmadığı buna göre takipteki alacağın protokol tarihi itibariyle ulaştığı miktar belirlenerek aşırı yararlanmanın varlığı yönünden değerlendirme yapılmasına engel olunmuş olduğu iddiasını ispat edemediği, davalı tarafın Mahcuzların borcun doğumundan önce davacı tarafa aidiyeti ve şirketler arasındaki organik bağ iddiasının, istihkak davasında nazara alınması gerektiğinden, İstanbul … İcra Dairesi … E sayılı dosyada davacının istihkak iddiası yönünden borçlu …’ın ortağı olduğu … San. Ve Tic. Ltd. Şti nin … Ürünleri San. Ve Tic. Ltd. Şti ye devredildiği, haciz yapılan adresin … Cad. No. … Silivri/İstanbul adresi olduğu, istihkak iddiasında bulunan … adresinin dosyaya sunulan vergi levhasına göre … Cad. No. … Silivri/İstanbul adresi olduğundan, dosyanın takibin devamı yönünden karar verilmek üzere İstanbul 2. İcra Hukuk Mahkemesi’ne gönderildiği, İstanbul 2. İcra Hukuk Mahkemesi 2016/575 Esas 2016/698 Karar, 28/09/2016 tarihli ilamı ile takibin devamına karar verildiği, davacının İstanbul 2. İcra Hukuk Mahkemesi 2016/601E 2018/279 dosyasında , istihkak iddiası ile dava açtığı , davanın açılmamış sayılmasına karar verildiği, davacının ciddi baskı ve tehdit oluşturulmak sureti ile davaya konu ödemenin yaptırıldığı, senedin ve protokol başlıklı bir metnin imzalattırıldığı ve ödemenin yersizliği ile belgenin geçersizliği ispat edemediği …” gerekçesi ile davanın reddine karar vermiştir. Davacılar vekili istinaf dilekçesinde özetle; müvekkillerinin dava dışı … ile hiçbir alakası olmamasına karşın, bu hususun nazara alınmaksızın ilk derece Mahkemesince hüküm kurulmasının haksız ve hukuka aykırı olduğunu, müvekkilinin İstanbul … İcra Dairesi’nin … Esas sayılı dosyası kapsamında haciz uygulanan … Akaryakıt İstasyonuna 2014 yılından bu yana malik olduğunu, müvekkili şirketin işletme ve yatırım potansiyelini bildiği Silivri İlçesi, … köyü … ada, … parselde yer alan gayrimenkulü 22.01.2014 tarihinde … San. ve Tic. Ltd.Şti’den 400.000-TL karşılığında satın aldığını, bu satım işlemi sebebiyle satım bedeline karşılık yapılan ödemeyi gösterir … Bankası EFT dekontunu dava dilekçesi ekinde ilk derece Mahkemesi dosyasına sunduklarını, fatura ve dekontun da gerçek bir satış işlemi olduğunu gösterdiğini, davalı tarafın 10.01.2015 vade tarihli 8583-TL bedelli çeke istinaden İstanbul … İcra Dairesi’nin …Esas sayılı dosya ile … şirketinin ortağı olan … ve … aleyhine icra takibi başlatıldığını, hiçbir aşamasını bilmediklerini ve tarafı olmadıklarını, söz konusu takip dosyasından gönderilen Silivri İcra Dairesinin … Talimat sayılı talimat dosyası ile üçüncü şahıs konumundaki davacı müvekkili firmaya ait olan akaryakıt istasyonuna, 09.09.2016 tarihinde hacze gelindiğini, müvekkili davacı firmaya ait olan menkul malların haczedildiğini, haczin yapıldığı adres ile borçlunun hiçbir ilgisi bulunmadığını, bu adresin borçlunun iş yeri ya da ikamet adresi olmadığını, ancak 3. kişi konumundaki müvekkili tarafından haciz esnasında icra dosyasında belirtilen borçlularla hiçbir şekilde ilgilerinin olunmadığını ve borçlular hakkında malumata sahip bulunulmadığını ancak alacaklı/ davalı tarafından “… San. ve Tic. Ltd.Şti” isimli firmanın internet üzerinde buldukları eski kayıtlarını göstererek müvekkiline ait istasyonun aslında …’e ait olduğu iddia edilerek haciz tatbik edildiğini, müvekkilin hacze konu takip ve borç ile hiçbir ilgisi bulunmadığını, söz konusu haciz işlemlerinden sonra taraflarca istihkak iddiası ile hacizlerin kaldırılmasının talep edildiğini, davalı tarafın istihkak iddiası kapsamında İstanbul 2. İcra Hukuk Mahkemesinin 2016/601 Esas sayılı dosyasından tedbir kararı verilmemiş olmasından da yararlanarak, alelacele tekrar müvekkiline ait akaryakıt istasyonuna gelindiğini, bu sefer yine dava dışı borçlu …’ın borçlu olarak göründüğü İstanbul … İcra Dairesi’nin … , …, … , … , … ve … ., İstanbul … İcra Dairesi’nin …, …, İstanbul … İcra Dairesi’nin … sayılı icra takip dosyalarından haciz tatbik etmeye çalıştıklarını, söz konusu haciz işlemleri ile akaryakıt istasyonunu çalışamaz hale getirmek maksadıyla zarureten ihtiyaç duyulan tüm demirbaşlar, akaryakıt pompalarının dahi sökülerek götürülmeye çalışıldığını, bu istasyonun müvekkili şirkete ait olduğuna ilişkin EPDK tarafından tanzim edilen 27.03.2014 tarihli ve …sayılı bayilik lisansının dosyada mübrez olduğunu ayrıca çeşitli kuruluşlardan alınan ruhsatların, iş yerinin 25.02.2014 tarihinde açılışı yapıldığına dair evrakların, vergi levhası ve ilgili sair resmi belgelerin de daha önce dosyaya sunulduğunu, dolayısıyla iş yerinin davalının borçlusuna ait olduğu iddiasına kanıt oluşturabilecek hiçbir delil söz konusu değil iken müvekkiline ait iş yerinin …’e ait olduğu iddiasına binaen haciz uygulanması hukuka aykırı olduğunu, iş yerinin borçluya ait olduğu iddiasına kanıt oluşturabilecek hiçbir delilin söz konusu olmadığını, ilk derece Mahkemesinin gerekçeli kararında da bahsi geçen ancak hiçbir güvenilirliği olmayan ve gayrimenkul satış işleminden öncesine dayanan ve güncel olmayan kayıtları içeren bir internet sayfasındaki telefon numarasının, müvekkiline ait iş yerinin telefonunun olmasının hiçbir anlam ifade etmediğini delil niteliği taşımadığını, mevcut resmi kayıtlar esas alınmaksızın güvenilir olmayan sitelerden elde edilen verilerin gerekçeli karara konu edilmesinin kabul edilebilir olmadığını, borçlunun ortağı olduğu …’ ün İstanbul Ticaret Odasındaki kayıtları sorgulandığında ne telefon numarası ne de adresi itibariyle bir ayniyet taşımadığının ortada olduğunu, buna göre söz konusu şirketin şubesinin olmadığını ve şirket adresinin Esenyurt’ta bulunduğunu, kimin hazırladığı belli olmayan bir web sayfasındaki asılsız bilgiler yerine resmi kayıtların nazara alınması gerektiğini, müvekkili ile alakası bulunmayan icra takibine konu borç sebebi ile yapılan hacizde, baskı altında yaptırılan ödemenin istirdatına, davalıya haciz mahallinde verilen senedin iptaline ve borçlu olunmadığına dair menfi tespite karar verilmesinin gerektiğini bu sebepler ile kararın kaldırılmasına karar verilmesini, ödemelerin ve imzalanan senedin haciz esnasında baskı altında verildiğinin sabit olmasına karşın, hatalı değerlendirme yapıldığını, müvekkilleri ile hacze konu icra takibinin borçluları arasında hukuki ve ticari hiçbir bağın bulunmadığını, müvekkili şirketin taşınmazı satın aldıktan sonra … Akaryakıt İstasyonunu 2014 yılından bu yana işlettiğini, İstanbul … İcra Dairesi’nin … Esas sayılı dosyası kapsamındaki borçlunun ortağı olduğu …’ün İstanbul Ticaret Odasındaki kaydı da incelendiğinde adresinin Esenyurt olduğu ve başka şubesinin de olmadığını, bu noktada şüphe bulunmadığını, tüm bunlarla birlikte ilk derece Mahkemesince ödemelerin haciz esnasında baskı altında yapıldığının göz ardı edildiğini, bu hususta hatalı değerlendirmeler yapıldığını, müvekkili şirketin istasyonuna dava dışı 3. kişilerin borçlu oldukları icra dosyaları kapsamında hacze gelindiğini, müvekkillerinin haciz esnasında borçlu olmadıklarını, dosya ile alakaları olmadıklarını beyan etmelerine karşın hacze devam edilmesi üzerine; istasyonun iş göremez halde kalması, ticari itibarının ve geleceğinin tehlikeye girmesi gibi ağır sonuçları ihtiva eden haciz baskısı altında, mecburen hacze son verilmesi karşılığında 115.000-TL miktarında 04.10.2016 vade tarihli senet verildiğini ve akabinde yine bu baskı altında protokol imzalandığını, söz konusu protokol ile mevzu bahis senedin, hangi tarihlerde kaç taksit halinde ödeneceğini, hangi icra dosyalarına mahsup edileceğini vs hususlarının düzenlenip daha doğru ifade ile müvekkiline dayatıldığını, haciz esnasında … şirketinin hesabından davalı vekili hesabına 10.000-TL havale yapıldığını, söz konusu ödemenin de ticari hayatının mahvı ile karşı karşıya kalan müvekkilinin haciz baskısı altında ifa edildiğinin sabit olduğunu, nitekim haczedilmek istenen malların tamamının ticari işleyişi aksatacak nitelikte olduğunu, müvekkillerinin tek isteklerinin işlemekte olan akaryakıt istasyonunun faaliyetini sürdürebilmesi olduğunu, bu durumun dahi haciz baskısını ortaya çıkardığını, nitekim haciz esnasından davalı taraf vekilinin hesabına gönderilen kısmi ödemenin de bu baskıyı ortaya koyduğunu, müvekkillerinin tek bir malda dahi muhafaza yapılmasını göze alamayarak haciz esnasında derhal 10.000-TL ödeme yaptıklarını, Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 2013/770 E. 2014/505 K. sayılı içtihadı ile de sabit olduğunu, öyleki; söz konusu genel kurul kararına göre “haciz baskısı altında ve muhafaza işleminin yapılmasını önlemek amacı ile icra dosyasına yapılan ödemeyi iradi ödeme olarak kabul etmemiş hatta hacizin yatırılan paraya ilişkin olduğu ve istihkak davasının açılabileceğine” hükmettiğini, Yargıtay 19. HD’nin 1997/6187 E., 1997/10317 K. sayılı kararında; “davacının çeki, ihtiyaten haczedilen malların muhafazası sırasında verdiği gözetildiğinde çekin, haciz tehditi altında düzenlendiğinin ve rızaen yapılmış bir ödemenin mevcut olmadığının kabulü gerekir.” şeklinde hüküm vererek senetten sebepli borçlu olunmadığına karar verildiğini, Yargıtay Hukuk Genel Kurulu ve 19. Hukuk Dairesi kararlarının da haciz baskısı altında yapılan ödemelerin muhafazayı önlemek amacı ile yapıldığını, bu ödemelerin iradi olarak ve rıza ile yapılmadığını, yapılan ödemelere ilişkin istirdat davası açılabileceğini kabul ettiğini, ilk derece Mahkemesince bu hususta hatalı değerlendirme yapılarak, aşırı yararlanmanın söz konusu olmadığının tespit edilmesi ile yetindiğini, davanın esasına ilişkin bu itirazlarının nazara alınmadığını, oysa burada itiraz ettikleri hususun; sözleşmenin tarafları arasında aşırı yararlanmanın mevcudiyeti veya yokluğuna ilişkin değil, doğrudan yapılan haciz sırasında oluşan baskı unsuru dolayısıyla yapılan ödeme ve imza edilen senede ilişkin olduğunu, Yargıtay ilamları ile sabit olduğu üzere haciz baskısı altında muhafazayı önlemek amacı ile yapılan ödemenin rızai olmayıp istirdatı talep edilebileceğini, somut olayda da, haciz baskısı ve muhafazayı önleme arzusunun sabit olduğundan, müvekkilleri ile alakası olmayan borç yönünden yapılan ödemenin istirdatına, haciz mahallinde verilen senedin iptaline ve borçlu olunmadığına dair menfi tespite karar verilmesi gerektiğini, icra takibinin borçlusu … isimli şirket dahi olmamasına karşın, limited şirket ortaklarının borcu sebebi ile …’ e ait olduğu iddia edilen mahale hacze gelinmesinin hatalı olduğunu beyanla açıklanan sebepler ile İstanbul 7. Asliye Ticaret Mahkemesi’nin 2016/1047 E., 2022/350 K. sayılı kararının yapılacak istinaf incelemesi neticesinde kaldırılmasına, açmış oldukları davanın kabulüne, istinaf incelemesi sonuçlanıncaya kadar icranın geri bırakılmasına, senet ve icra takipleri sebebi ile müvekkillerinin mağdur olmaması için tedbire karar verilmesi talep edilmiştir. Davalı vekili istinafa cevap dilekçesinde beyan ettiği sebeplerle davacıların istinaf taleplerinin reddine karar verilmesini talep etmiştir. İnceleme, 6100 Sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 355. maddesi hükmü uyarınca istinaf dilekçesinde belirtilen sebeplerle sınırlı olarak kamu düzenine aykırı hususların olup olmadığı gözetilerek yapılmıştır. Dava; Dava dışı 3. kişilerin borçları sebebiyle haciz baskısı altında protokol imzalandığı ve senet düzenlettirildiği iddiasıyla senetten dolayı borçlu olunmadığının tespiti ile haciz baskısı altında ödendiği iddia olunan bedelin istirdadı istemine ilişkindir. Davacıların, dava dışı kişilerin borçları sebebiyle mallarının haczedilemeyeceğine ilişkin haciz esnasındaki istihkak iddiası icra hukuk mahkemesi tarafından karara bağlanarak takibin devamı ile haczedilen malların muhafazasına karar verildiği, bunun üzerine davacılar tarafından davalıya dava konusu senedin verildiği ayrıca bir kısım meblağ ödendiği, senedin vadesinde ödenmemesi sebebiyle de ihtiyati haciz kararı alındığı ve davacılar aleyhine takibe başlandığı, kararın infaz edildiği tespit edilmiştir. Davacılar senedin haciz baskısı altında imzalandığını ve yine bu baskı altında bir miktar ödemede bulunduğu iddia ile menfi tespit ve ödenen bedelin iadesini talep etmektedir. Davalı ise, davacılar ile dava dışı 3. kişi borçlular arasında organik bağ olduğundan bahisle ve bu durumun davacıların kabulünde olması ile baskı olmaksızın icra dairesi huzurunda protokol yapıldığından, senet verildiğinden ve ödemede bulunulduğundan bahisle davanın reddini savunmaktadır. Öncelikle tüzel kişilik perdesinin aralanması teorisine değinmek gerekirse; bu teori ancak istisnai ve sınırlı durumlarda titizlikle uygulanması gereken bir teoridir. Bu teoriye ihtiyatlı bir biçimde yaklaşılmalı; istisnai bir teori olduğundan mümkün olduğunca dar yorumlanmalı ve bu teorinin uygulanmasına ancak tüzel kişilik kavramının arkasına saklanılarak dürüstlük kuralına aykırı davranıldığı, kendisine tanınan hakkın kötüye kullanılarak üçüncü kişilerin zarara uğratıldığı, zarara yol açan tüzel kişinin sorumluluğuna hükmedebilmek için ise başka bir yasal sebeple dayanılmasının mümkün olmadığı durumlarda başvurulmalıdır. Zira tüzel kişilik perdesinin aralanması, tüzel kişilerin borçlarından dolayı başkalarının sorumlu tutulamayacağı ilkesinin, özellikle şirketlerin sadece sermayeleri ile sorumlu olacakları ve tüzel kişilerin borçlarından dolayı ortakların sorumlu tutulamayacağı kuralının önemli bir istisnasını teşkil etmektedir (Çamoğlu, Ersin: Ticaret Ortaklıkları Bağlamında Perdenin Kaldırılması Kuramı ve Yargıtay Uygulaması, BATİDER, C. 32, S. 2, 2016, s. 12). Anlaşılacağı üzere tüzel kişilik perdesinin aralanması teorisi her somut olayın özelliği gözetilerek değerlendirilmeli ve TMK’nın 2. maddesi gereğince dürüstlük kuralı ve hakkın kötüye kullanılması yasağı gözetilerek tüzel kişiliğin alacaklılardan mal kaçırmak amacıyla kullanılıp kullanılmadığı, tüzel kişiliği düzenleyen normların dışına çıkılıp çıkılmadığı incelenmelidir. Borçlu şirketin yanında aynı ana şirkete bağlı bir kardeş şirketin sorumluluğuna gidilebilmesi tüzel kişilik perdesinin aralanması suretiyle mümkün olabilmektedir. Bu durum sadece ana ve kardeş şirket için değil, aynı zamanda grup veya holding sistemi içinde yer alan kardeş şirketler arasında da söz konusu olabilmektedir. Tüzel kişilik perdesinin aralanması genellikle kardeş şirketler arasında söz konusu olduğundan, ana şirket ile kardeş şirket ve ortaklar arasındaki karmaşık ilişkiler zinciri net bir şekilde ortaya konulmalıdır. Bu noktada bu  şirketlerin   ekonomik anlamda bağımsız  şirket  vasfında olup olmadığının araştırılması büyük önem taşımaktadır. Çünkü kardeş  şirketler arasında perdenin aralanması teorisine başvurabilmek için tek bir iktisadi işletmenin yürütüldüğü farklı faaliyetler için birbirinden bağımsız tüzel kişiliklerin kurulmuş olması gerekmektedir. Hukuken iki farklı tüzel kişilik gibi görünen bu şirketler aslında özdeştir, alacaklılardan mal kaçırmak ya da sorumluluktan kurtulmak amacıyla kötü niyetli olarak iki farklı tüzel kişilik gibi kurulmuştur. Ayrıca bunların üretim, pazarlama ve ihracat faaliyetleri birbirini tamamlayıcı nitelikte olup, şirketler aslında tek ve aynı iktisadi işletmeye vücut vermektedir(Öztek, Selçuk/Memiş, Tekin: Şirketler Hukuku ve İcra İflas Hukuku İlkeleri Karşısında Borçlu Şirketin Alacaklılarının Hakim Ortağa Karşı Korunması, E. Ulusoy (Editör), I. Uluslararası Ticaret Hukuku Sempozyumu, Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi, İstanbul 2008, s. 209). Tüzel kişilik perdesinin çapraz aralanmasına benzeyen bir başka kavram organik bağ kavramıdır. Tüzel kişilik perdesinin aralanmasında olduğu gibi organik bağ kavramında da bir tüzel kişinin borçlarından bir başka tüzel kişinin sorumluluğuna gidilmektedir. Bu hâliyle organik bağ kavramının da kaynağını TMK’nın 2. maddesinde yer alan dürüstlük kuralı ve hakkın kötüye kullanılması yasağı oluşturmaktadır (Öztek/ Memiş, s. 210). Ancak organik bağ kavramı, tüzel kişilik perdesinin aralanmasına göre daha geniş bir anlama sahip olsa da organik bağın varlığı, tek başına tüzel kişilik perdesinin aralanmasını gerektirmemektedir. Başka bir deyişle şirketler arasında organik bağ tespit edilse dâhi tüzel kişilik perdesinin aralanması ve alacağın perdenin arkasındakinden de istenebilmesi için sırf alacaklıdan mal kaçırmak ve onu zarara uğratmak amacıyla kötü niyetli işlemler yapıldığının da somut verilerle ispatlanması gerekmektedir. Şirketler arasında ortakların akraba olması tek başına organik bağ veya tüzel kişilik perdesinin kaldırılması için yeterli değildir olmadığı gibi şirketlerin aynı faaliyeti yürütüyor olması da organik bağ için yeterli değildir (Baycık, Gaye: İşverenin Tespitinde Birlikte İstihdam ve Tüzel Kişilik Perdesinin Kaldırılması Kurumları, İş Uyuşmazlıklarında Yargıtay ve Bölge Adliye Mahkemeleri Kararları Değerlendirme Toplantısı (Seminer Bolu/Abant – 06 Nisan 2019), Türkiye İnşaat Sanayicileri İşveren Sendikası, Ankara 2019, s. 20). Şirketler arasında organik bağ olup olmadığı; şirketlerin adreslerinin aynı olması, ortaklık yapılarının ve yönetim kurullarının benzer olması veya temsilcilerinin aynı olması, faaliyet alanları, hisse devirleri, muvazaalı işlemler gibi hususlar ve somut olayın özellikleri de gözetilerek tespit edilebilir. Ancak tüzel kişilik perdesinin çapraz aralanmasında her iki şirketin faaliyet alanı, ortaklık yapısı, ortakları gibi konularda öyle büyük ve derin bir kesişme vardır ki; bu şirketlerle iş yapan kişiler nezdinde iktisadi bir bütünlük içerisinde tek bir şirketle iş yapılıyor algısı oluşmaktadır. Ayrıca üçüncü kişiler nezdinde uyandırılan bu algı neticesinde, ticaret yaparken güçlü bir yapıya sahip görüntüsü oluşturularak, şirketlerden birinin borca batırılması ya da içinin boşaltılıp iş alanının diğerine kaydırılması işlemleri tipik bir hakkın kötüye kullanılması olarak değerlendirilmelidir. Dava konusu protokolün imzalandığı tarihte yürürlükte olan TBK’nın m. 133 maddesi ile düzenleme altına alınan “tecdit-yenileme” kavramı ve şartları üzerinde durmakta yarar vardır. Yenileme, dar anlamda borcu sona erdiren sebeplerden biridir. Borcun yenilenmesi alacaklı ile borçlu arasında yapılacak bir sözleşme ile gerçekleşir. Bir borcun yerine yenisinin geçerek eski borcun sona erdirilmesi sözleşmesine yenileme sözleşmesi denir. Bu sözleşme tarafların önceki borç yerine yeni bir borcu geçirme iradelerinden oluşur. Borcun yenilenmesi için her şeyden önce taraflar arasında mevcut ve geçerli eski bir borç bulunması, borçlunun sözleşme ile yeni bir edim üstlenmesi (böylece yeni bir borcun doğması) ve tarafların eski borç yerine geçecek yeni bir borç kurma iradesine sahip olmaları gerekmektedir. Bahsedilen bu irade, yeni bir borç kurmak suretiyle eski borcu ortadan kaldırma, onu sona erdirme iradesidir. Borcun yenilenmesi karine olarak kabul edilemez. Yenileme, tarafların açık iradesine dayanmalıdır (Eren, F.: Borçlar Hukuku Genel Hükümler, Ankara 2018, s. 1293 vd.). Bu kuralı teyit eden TBK’nın m. 133/2 göre; mevcut borç için kambiyo taahhüdünde bulunulması veya yeni bir alacak senedi ya da yeni bir kefalet senedi düzenlenmesi, tarafların açık yenileme iradeleri olmadıkça yenileme sayılmaz. Buna karşılık, tarafların kambiyo taahhüdünde bulunmak suretiyle eski borcun (asıl borç ilişkisinin) sona erdiği ve yenilemenin olduğu hususunda anlaşmış olmaları hâlinde kambiyo taahhüdü ifa yerine yapılmış sayılır ve borç yenilenmiş sayılır. Bu yenilemenin sonucu olarak da asıl borç ilişkisi ile ona bağlı teminatlar ortadan kalkar ve asıl borç ilişkinin yerine kambiyo ilişkisinden doğan borç geçer. Kural olarak, bu nitelikte bir anlaşma bulunmadığı veya durum şüpheli olduğu sürece yenilemeden söz edilemez (Bozer/Göle, s. 68). Yalnızca kambiyo taahhüdünde bulunmak, yenilemeye karine teşkil etmese de, tarafların kambiyo taahhüdünün yenilemeyi gerektireceği hususunda anlaşmalarının mümkün olduğu belirtilmiştir. Böyle bir durumda kural olarak, yenilemeyi iddia eden kimse, bu yoldaki anlaşmayı ispatlamalıdır. Çekte düzenleyen ile lehtar arasındaki ilişki, eş söyleyişle bedel ilişkisi tahsil amaçlıdır, yani tahsil şartına bağlı bir ödeme teşebbüsüdür (Poroy/Tekinalp, s. 141, 332). Borcun yenilenmesinden söz edilebilmesi için, eski borç ile yeni borcun hukukî sebepleri birbirinden farklı olması gerekmektedir. Buna karşılık her iki borcun hukukî sebebi aynı ise burada ancak bir borç ikrarından söz edilebilir. Tarafların sadece borç miktarını veya ifa şartlarını değiştirmeleri yenileme için yeterli olmamakta, ayrıca mevcut borç ilişkisinin hukukî sebebinde de bir değişiklik yapılması gerekmektedir (Tekinay, Sulhi Selahattin/Akman, Sermet/Burcuoğlu, Hâluk/Alzop, Atilla: Tekinay Borçlar Hukuku Genel Hükümler, İstanbul 1993, s. 989). Borcun yenilenmesi bir hukukî ilişkinin doğması, değiştirilmesi veya ortadan kaldırılması (fesih) sonuçlarının bir veya bir kaçını içerebilir. Bu sebeple, yenileme sözleşmesi sadece bu sonuçlardan birini içerecek şekilde değerlendirilmemelidir. Bu itibarla yenileme sözleşmesi, taraflar arasında süregelen hukukî ilişkileri yok ederek yerine bağımsız ilişkiler kuran geniş kapsamlı bir sözleşmedir. Yenileme işleminin geçerliliği için taraflar yeni bir borç meydana getirirken eskisini ortadan kaldırmak iradesine sahip olmalılardır. Yenileme sözleşmesi için gerekli olan irade beyanının açık bir irade beyanı olabileceği gibi örtülü bir irade beyanı da olabilir. Bu itibarla tarafların yeni bir borç kurulurken eskisini ortadan kaldırmak amacıyla hareket edip etmediklerinin yapılan işlemin muhtevasından ya da işin özelliklerinden çıkarılması gerekmektedir. Hemen belirtilmelidir ki, yenilemenin önemli sonuçlarından biri, eski borcun sona ermesi ve yeni bir borcun doğması ile birlikte eski borca bağlı olan fer’î hakların da aksi kararlaştırılmadığı takdirde sona ermesidir. Başka bir deyişle fer’î hakların sona ermeyeceği hususu yenileme sözleşmesi ile kararlaştırılmadığı sürece fer’î haklar eski borç ile birlikte sona erecektir. Fer’î haklar kavramından, alacağın dar anlamda unsurları dışında kalan ve alacağın amacına hizmet eden haklar anlaşılmalıdır. Bu haklar, faiz ve cezai şart gibi alacağın genişlemesine, rehin hakkı, hapis hakkı, teminat ve kefâlet gibi alacağın garanti altına alınmasına hizmet eden haklardır. Ayrıca, yenilik doğuran haklar, temsil hakları ve eski borca bağlı olan zamanaşımı def’î, ödemezlik def’î gibi def’î hakları da fer’î haklar içinde değerlendirilir ve bu haklar da eski borcun sona ermesi ile kendiliğinden ortadan kalkar (Von Tuhr, Andreas: Borçlar Hukuku I-II, Çeviren: Cevat Edege, Ankara 1983, s. 656-657). Bu sonucun tek istisnasını BK’nın 115. (TBK m. 134) maddesinde hüküm altına alınan cari hesaptaki yenileme karinesi oluşturur. Eş söyleyişle; yenileme ile temel borç, aynî ve şahsî teminatları ile sona erer. Yenileme ile sona eren eski borçtan bağımsız, yeni bir borç doğar ki bu yeni borç, kambiyo senedinden doğan soyut bir borçtur. Eski borca ilişkin def’îler, yenileme ile doğan yeni borç için ileri sürülemez (Reisoğlu, Safa: Türk Borçlar Hukuku, İstanbul 2012, s. 406- 407). Burada önemle belirtmek gerekir ki, kambiyo taahhüdünün açıkça yenileme olarak kabul edilebilmesi ve temel borcun sona erdirilebilmesi için, yeni borç geçerli olarak doğmalıdır (Reisoğlu, 406). TBK’nın m. 133/2 fıkrasında düzenlenen karinenin aksine, kambiyo senedinin düzenlenmesinin yenileme sonucunu doğuracağı konusunda anlaşmanın olduğunu iddia eden taraf iddiasını ispatla yükümlü olacaktır (Von Tuhr, s. 655). Neticeten bu açıklamalar ışığında, davacılar ile dava dışı 3. kişiler arasında gerçekten organik bağ bulunup bulunmadığı hususu sunulan deliller bağlamında değerlendirilmelidir. Davalı; davacılar …, … şirketi ile dava dışı … şirketi, …, …, … arasında organik bağ bulunduğunu savunmuş olup; ticaret sicil kayıtlarında mevcut mevcut adres bilgileri, iletişim bilgileri, şirketleri oluşturan unsurlar- organlar- ortaklar- kişiler, vergi levhaları/ kayıtları, internet üzerindeki iletişim bilgilerine dair kayıtlar, hacze gidilen adresteki taşınmazın önceki sonraki maliklik bilgileri ile taşınmazın kullanım durumuna ilişkin mevcut kayıtlar dikkate alındığında sıkı bir bağ bulunduğu belirlenmiştir. Davacı şirketin ortağı ve yetkilisi olan gerçek kişinin dava dışı …’ün de kurucu ortağı olduğu sabittir. Malî ve teknik tespitler bağlamında davacılar ile dava dışı 3. kişiler arasında organik bağın olduğuna kanaat getirilmiştir. TTK’nın 18/II maddesinde bahsedilen basiretli tacir ilkesi TMK’nın 2. maddesinde düzenlenen dürüstlük ilkesinin bir yansıması ve özel ağırlaştırılmış sorumluluk halidir. Davacı şirket yasa gereği tüzel kişi tacir olup basiretli tacir olarak, davacı gerçek kişi de herkes gibi haklarını kullanırken ve borçlarını yerine getirirken dürüst davranmak zorundadır. Davacılar haciz baskısının varlığı ileri sürmekte ise de; haczedilen mallar üzerinde istihkak iddialarını ispatlayamamışlar, dava dışı davalıya borçlu olan üçüncü kişiler ile aralarındaki organik bağın tespit edilmesi karşısında senedin ve ödemenin kendilerinden zorla alındığından, protokolün zor altında imzalandığından dürüstlük ilkesi de göze alınarak bahsedilemeyecektir. Dosya kapsamına alınan özel ve teknik bilgiyi içeren bilirkişi raporları da denetime elverişli, hükme esas alınabilir bulunmuştur. Saptanan ve hukuksal durum bu olunca; Tarafların dayandığı belgelere, delillere, hukuki ilişkinin nitelendirilmesine, dosyadaki tespitlere ve uyuşmazlığa uygulanması gereken hukuk kurallarına göre, ilk derece Mahkemesinin yerinde değerlendirmesi ile davanın reddi kararına ilişkin davacılar vekilinin istinaf sebepleri yerinde görülmemiş, ilk derece Mahkemesi tarafından isabetli değerlendirme yapıldığı tespit edilmiş, yapılan inceleme sonucunda ilk derece Mahkemesinin ara kararlarında usul ve esas yönünden hukuka aykırılık bulunmadığı anlaşılmakla davacılar vekilinin istinaf taleplerinin 6100 Sayılı HMK’nın 353/1-b/1. maddesi gereğince esastan reddine karar verilmesi gerektiği kanaat ve sonucuna varılarak aşağıdaki hüküm kurulmuştur.
HÜKÜM: Gerekçesi yukarıda açıklandığı üzere; 1- Usûl ve yasaya uygun İstanbul 7. Asliye Ticaret Mahkemesi’nin 03/06/2022 tarih ve 2016/1047 E., 2022/350 K. sayılı kararına karşı davacılar vekili tarafından yapılan istinaf talebinin 6100 Sayılı HMK’nın 353/1-b/1. maddesi gereğince ESASTAN REDDİNE, 2- 492 Sayılı Harçlar Kanunu gereğince alınması gereken 80,70 TL istinaf karar harcı davacı tarafından peşin yatırıldığından yeniden harç alınmasına yer olmadığına, 3- Davacı tarafça istinaf aşamasında yapılan yargılama giderlerinin üzerinde bırakılmasına, 4- İncelemenin duruşmasız olarak yapılması sebebiyle taraflar yararına vekalet ücreti tayinine yer olmadığına, 5- Taraflarca yatırılan gider avansından harcanmayan kısmın karar kesinleştiğinde iadesine, Dosya üzerinde yapılan inceleme sonucunda, 20/07/2017 tarih ve 7035 Sayılı Kanunun 31. maddesiyle değişik 6100 Sayılı HMK’nın 361/1. maddesi gereğince, kararın tebliğinden itibaren 2 haftalık kesin süre içerisinde Yargıtay’a temyiz başvurusunda bulunma kanun yolu açık olmak üzere, oy birliğiyle karar verildi. 13/10/2022