Emsal Mahkeme Kararı İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 44. Hukuk Dairesi 2021/959 E. 2021/1007 K. 30.09.2021 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı kesinleşmiş bir karardır.

T.C.
İSTANBUL
BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ
44. HUKUK DAİRESİ
T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
İ S T İ N A F M A H K E M E S İ K A R A R I
DOSYA NO: 2021/959 Esas
KARAR NO: 2021/1007
İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ: İSTANBUL 8. ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ
TARİHİ: 08/04/2021
NUMARASI: 2014/372 E., 2021/281 K.
DAVANIN KONUSU: Menfi Tespit
İSTİNAF KARAR TARİHİ: 30/09/2021
Yukarıda yazılı ilk derece mahkemesi kararına karşı, istinaf yasa yoluna başvurulması üzerine yapılan inceleme sonucunda;
GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ: Davacı vekili dava dilekçesinde özetle; Müvekkili … Ltd. Şti.’nin ısıtma ve soğutma sistemlerinde dünyanın ve Türkiye’nin önde gelen saygın firmalarından biri olduğunu, müvekkili şirketin Türkiye Genel Müdürünün İtalyan vatandaşı olan … olduğunu, davalı …’nun ise müvekkili şirket bünyesinde 4 yıl çalıştığını ve müvekkili şirketteki işinden ayrıldığı tarih olan 09/01/2012 itibariyle aylık tüm prim ve ek ödemeleri dahil 3.150,00-TL maaş alan Ankara Bölgesinde bir satış elemanı olduğunu, davalı …’nun 2011 yılının ilk aylarında müvekkili şirket genel müdürü …’ye gönderdiği e-mail mesajlarıyla şirketin maaş, ücret ve prim gibi bazı çalışma şartlarından memnun olmadığını, başka kurumlardan teklifler aldığını, bazılarıyla anlaşmış olduğunu belirttiğini, bu beyanlarına rağmen müvekkili şirkette çalışmaya devam etmiş olduğunu, kendisinin yakınmaları karşısında kendisine yaklaşık % 15-20 oranında zam yapıldığını, davalının, müvekkili şirkette çalışmaya devam ederken vekili aracılığıyla Kadıköy … Noterliği’nin 05/01/2012 tarihli ve … yevmiye numaralı ihtarnamesini göndererek “02/01/2012 vadeli alacağının” 2 iş günü içerisinde ödenmesini talep ettiğini, bu ihtarnamenin; “Müvekkilim … 10/01/2007 tarihinden beri Ankara Bölgesi satış sorumlusu olarak bünyenizde çalışmaktadır. (Müvekkilimin) 23/02/2011 tarihinde işten ayrılacağını beyan etmesi üzerine Ankara’da 25/02/2011 tarihinde şirket çalışanları ve şirket imza yetkilisi … ile yapılan toplantıda müvekkile çalışmasına devam etmesi telkininde bulunulmuş ve şirket imza yetkilisi tarafından muhatap adına verilen 02/01/2012 vadeli alacağın müvekkile 2 iş günü içerisinde ödenmesi için gereğinin yapılmasını talep eder aksi takdirde üzülerek de olsa yasal takibe geçmek zorunda kalacağımızı ihtaren bildiririz.” şeklinde keşide edilmiş olduğunu, söz konusu ihtarnamede ödenmesi talep edilen alacağın miktarı ve dayanağının belirtilmediğini, davalıya müvekkili tarafından ödenmesi gereken herhangi bir borcun var olmaması nedeniyle söz konusu ihtarnameye Beyoğlu … Noterliği’nin 11/01/2012 tarih ve … yevmiye numaralı ihtarnamesi ile cevap verildiğini ve alacağa itiraz edildiğini, davalının, vekili aracılığıyla Kadıköy … Noterliği’nin 10/01/2012 tarihli vc … yevmiye numaralı ihtarnamesi yeni bir ihtarname göndererek ihtarnameyle alacağını talep etmiş olması nedeniyle iş akdine Beyoğlu … Noterliği’nin 11.01.2012 tarih ve … yevmiye numaralı ihtarnamesi ile son verildiğini, davalının bu ihtarnamenin ardından İstanbul … İcra Müdürlüğü’nün … E. sayılı dosyası ile müvekkil şirket aleyhine 2.500.000 TL’lik bir bonoya istinaden kambiyo takibi başlatmış olduğunu, müvekkili şirketin takibe dayanak yapılan sözde bono veya başka herhangi bir sebeple davalıya herhangi bir borcu bulunmadığını, davalının haksız ve kötüniyetli olduğunu, müvekkilinin sıradan bir personeli olan davalı …’na böyle bir borcunın hiçbir zaman ve hiçbir surette olmadığını, yabancı sermayeli müvekkili şirketin satış personeli olarak çalıştırdığı bir kişiye bu kadar büyük miktarda borcunun olması düşünülemeyeceği gibi müvekkilinin başka hiçbir kurum ya da kişiye verilmiş bir bonosu da bulunmadığını, şirket kuralları gereği şirketin bono düzenlemesinin yasak olduğunu, herhangi bir şirketin 3.150,00-TL brüt maaşla istihdam ettiği sıradan bir satış personeline 2.500.000 TL borçlu olmasının hayatın olağan akışına aykırı olduğunu, takibe dayanak sözde bononun tanzim tarihi olarak görünen 25/02/2011 tarihinden beş gün ve iki gün önce davalının, müvekkili şirketin yetkilisine gönderdiği e-mail mesajlarında işten çıkarılacaksa yasal haklarının verilmesini talep ettiğini, sunulan e-mail mesajlarında da görüldüğü üzere davalının Ankara’ya başka satış elemanı alınacaksa tazminatlarını alarak işten çıkarılmasını istediğini, yani davalının müvekkili şirketten talep ettiği şeyin yasal tazminatlarını alıp işten ayrılmak olduğunu, bu taleplerini ilettiği dönemde aldığı maaş ve ikramiyeler dikkate alındığında davalının yasal tazminatları toplam tutarının yaklaşık 20.000,00 TL olduğunu, işten ayrılmak çin sadece 20.000,00 TL’lik tazminatını almayı şart koşan bir personele bu talebinden birkaç gün sonra bir servet büyüklüğünde olan 2.500.000,00 TL ödeme yapılacağının vaat edilmesi ve bu tutarda bir bono verilmiş olduğunun düşünülemeyeceğini, müvekkili tarafından davalı lehine herhangi bir bono da tanzim edilmediğini, davalının kendisini işten çıkarmak istediğini düşündüğü …’ye ve şirkete düşmanca duygularla zarar vermek kastıyla sahte belge tanzim etmeyi planladığı ve bunu gerçekleştirdiğinin anlaşıldığını, zira takip dayanağı belgenin müvekkili şirket yetkilisi tarafından düzenlenmediğini, böyle bir bononun sahte olarak tanzim edilmiş ya da hileyle alınmış olmasının muhtemel olduğunu, davalı tarafından takip konusu yapılan bononun … Türkiye Müdürü … tarafından kesinlikle imzalanmadığını, takibe konu edilen belge çıplak gözle incelendiğinde görüleceği üzere günlük hayatta kullanılan matbu bono olmayıp bilgisayar ortamında hazırlanarak bono görünümü kazandırılmak istenmiş olduğunu, takibe dayanak yapılan belgenin başka amaçla imzalanmış bir kâğıdın hukuka aykırı yollarla ele geçirilip sonradan bono haline dönüştürüldüğünü veya belgedeki imzanın taşıma olduğu ya da belgenin sonradan doldurulmuş olmasının muhtemel olduğunu, metin incelendiğinde, bono metninin word dosyasında “iki yana yasla” şeklinde olduğunu, ancak, borçlu kısmının sola dayalı olarak adeta imza ve kaşe kısmına tecavüz etmesinin engellenmesine gayret edildiğinin görüleceğini, taraflarınca İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’nın 2012/11015 Soruşturma sayılı dosyası ile ilgililer hakkında Resmi Evrakta Sahtecilik, Güveni Suistimal vc Dolandırıcılık suçlarından dolayı suç duyurusunda bulunulduğunu, davalı …’nun, müvekkili şirket yetkilisini takip konusu senedi veya senetleri imzalattırmak için kasten hatalı bir kanaat oluşturmuş ya da müvekkili şirket yetkilisinde esasen mevcut olan hatalı bir kanaati devam ettirerek hile yoluna başvurmuş olabileceğini, müvekkili şirket yetkilisi İtalyan vatandaşı …’nin Türkçe bilmediğini, bu nedenle imzalamak zorunda olduğu Türkçe metinleri tercüman yardımıyla imzalamakla olduğunu, bu belgenin müvekkili şirket yetkilisine imzalatıldığı kabul edilse dahi kendisine ne imzalatıldığı izah edilmediğinden gerçek bir borçlanma iradesinden de bahsedilemeyeceğini, şayet bu belge imzalanmışsa da okunmadan imzalanmış belge hükmünde olduğunu, davalı vekilinin göndermiş olduğu ihtarnameyle belgenin şarta bağlı olduğunu ikrar ettiğini, alacaklı vekilinin takip konusu sözde bononun müvekkiline şirkette çalışmaya devam etmesi için verildiğini beyan ettiğini, bir işçiye işten çıkmaması için yaklaşık 60 yıllık maaşına tekabül eden bir borç belgesi verilmesinin hayatın olağan akışına aykırı olmakla beraber bir an için böyle bir şey yapılmış olduğu kabul edilse dahi alacaklı vekilinin beyanından belgenin şarta bağlanmış olduğu çıkarıldığına göre bu belge bono vasfında olmadığını, sözde bononun metninden başka bonoların da olabileceğinin anlaşılmakta olduğunu, müvekkilinin ne davalı …’na ne de başka gerçek veya tüzel kişiye vermiş olduğu bir bono bulunmadığını, şirket kuralları gereği bono kullanılmadığını, müvekkili şirketin davalıya böyle bir borcunun olmaması ve olma ihtimali dahi bulunmaması nedeniyle müvekkili bakımından davalı lehine bono veya bir borçlanma belgesi tanzim etme gereği ve iradesinin de hiçbir zaman olmadığını belirterek; İstanbul … İcra Müdürlüğü’nün … E. sayılı icra takibinin HMK m. 209/1 gereği işbu dava kesinleşene kadar durdurulmasına, İİK 72/3. maddesi uyarınca icra veznesine yatacak paranın alacaklıya ödemesinin durdurulmasına ve ileride açılacak takipler açısından İİK 72/3. maddesi uyarınca takibin durdurulması yönünde tedbir kararı verilmesine, takibe konu bononun sahteliğinin tespitine ve bononun iptaline, takip konusu bono sahte olmasa dahi müvekkilinin davalı …’na takip dayanağı bonodan ve/veya başka herhangi bir sebepten dolayı borçlu bulunmadığının tespitine, davalı aleyhine %40’tan aşağı olmamak üzere kötü niyet tazminatı hükmedilmesine, karar verilmesini talep etmiştir. Davalı vekili cevap dilekçesinde özetle; Açılan davanın haksız olduğunu, İstanbul … İcra Müdürlüğü’nün … E. sayılı dosyası ile Kambiyo Senetlerine Mahsus Haciz Yoluyla başlatılan icra takibine karşı İstanbul 11. İcra Hukuk Mahkemesi’nin 2012/85 E. sayılı dosyası ile takibin iptali talebiyle dava açıldığını, İstanbul 11. İcra Hukuk Mahkemesi’nin tensip zaptı ile takibin durdurulması yönünde tedbir kararı verildiğini, imza inkarı talebiyle İcra Hukuk Mahkemesinde açılan dava üzerine takibin durmuş olması nedeniyle davacının davanın açıldığı tarihte menfî tespit davası açmada hukuki yararı bulunmadığını, davacı tarafın önce bono altındaki imzanın davacı şirket yetkilisine ait olmadığını ileri sürdüğünü, sonrasında imzanın şirket yetkilisine ait olabileceğini, ancak bu yönde bir iradesi olmadan imzalamış olabileceğini ileri sürdüğünü, davacının iddialarının kendi içinde çelişkili olduğunu, davalının davacı şirkette sıradan bir çalışan olmadığını, şirket yetkilisi …’nin davalının işten ayrılmakta kararlı olduğunu anlayınca kendisini ikna etmek için hemen Ankara’ya geldiğini, takip dayanağı bononun 25/02/2011 tarihli görüşmede davalıya şirket çalışanları huzurunda teslim edilmiş olduğunu, müvekkili …’nun, … Ltd. Şti.’nde, Ankara bölgesi satış elemanı olarak işe başladığı tarihlerde davacı şirketin Ankara bölgesi satışlarının tarihinin en düşük seviyesinde olduğunu, müvekkilinin, kişisel çabalarıyla ve sektördeki deneyimiyle davacının pazardaki payını eksilerden alarak 4-5 sene içerisinde toplam 35 milyon TL ciroya çıkardığını, davalı müvekkilin yüksek satış ve ciro potansiyelinin farkında olduğundan bunu kaybetmeyi göze alamayan davacı şirket yetkilisi … tarafından imzalanmış ve müvekkilin işten ayrılmasını engellemek, yaşananlardan etkilenmeden çalışma hayatına kaldığı yerden devam etmesini sağlamak, onu teşvik etmek adına kısacası şirkette kaldığı için takip konusu senedi düzenleyip vermiş olduğunu, bunun yaratmış olduğu motivasyon ve teşvikle müvekkilinin, bonodan sonra 2011 yılında 13 milyon TL’yi aşkın ciro yaptığını, 2010 yılı cirosunu ikiye katlamış olduğunu, bononun icra takibine konulmasıyla, müvekkilinin işten çıkarılmasını müteakip davacı şirketin yaklaşık 4 ayda hayli satış kaybına uğramış olduğunu, bu durumun müvekkilinin sıradan bir çalışan olmadığını, satışlarının tamamının kendi çabasının ürünü olduğunu, davalı müvekkilin milyonları bulan satışları sebebiyle kendisine davacı şirketçe verilen bononun ne kadar haklı ve hukuka uygun olduğunu ortaya koyduğunu, takibe konu bononun davacı şirket yetkilisi tarafından düzenlendiğini, bonodaki imzaların davacı şirket yetkilisine ait olduğunu, başka amaçla imzalanmış bir kâğıdın hukuka aykırı yollarla ele geçirilip doldurulmuş olabileceği iddiasının gerçek dışı olduğunu, bononun şarta bağlı verildiği iddiasının gerçek dışı ve zorlama bir yorumdan ibaret olduğunu, …’nin Türkçe bilmemesinin bono düzenleyemeyeceği anlamına gelmemekte olduğunu belirterek, davanın reddine karar verilmesini talep etmiştir. İlk derece mahkemesince yapılan yargılama sonunda; “Takibe konu senedin davalı … tarafından sahte olarak üretilmiş olduğunun sabit olması, bu hususun Yargıtay 15. Ceza Dairesi’nin de kabulünde olması, sanığın resmi belgede sahtecilik ve dolandırıcılık suçları nedeniyle cezalandırılmasına karar verilmesi, ayrıca temin edilen bilirkişi raporu ile de davacı tarafın defler kayıtları itibariyle davacının davalıya borçlu olduğuna ilişkin bir kaydın bulunmadığının tespit edilmesi karşısında, … İcra Müdürlüğü’nün … E. sayılı takip dosyasına konu 25/02/2011 tanzim, 02/01/2012 vadeli 2.500.000,00 TL bedelli bono nedeniyle davacı tarafın davalıya borçlu olmadığının tespitine karar verilmesi gerektiği sonucuna varılmıştır. Davacı tarafça, varlığı muhtemel diğer bonolar nedeniyle de 10.000,00 TL dava değeri gösterilmek suretiyle menfi tespit talebinde bulunulmuşsa da, dosya kapsamında davalının başka bonolara istinaden alacak talep ettiğine yönelik herhangi bir delil bulunmaması nedeniyle davacı tarafın bu yöndeki talebinin reddine karar verilmiştir. 2004 Sayılı İİK 72/5. maddesi “Dava borçlu lehine hükme bağlanırsa derhal takip durur. İlamın kesinleşmesi üzerine münderecatına göre ve ayrıca hükme hacet kalmadan icra kısmen veya tamamen eski hale iade edilir. Borçluyu menfi tespit davası açmaya zorlayan takibin haksız ve kötü niyetli olduğu anlaşılırşa, talebi üzerine, borçlunun dava sebebi ile uğradığı zararın da alacaklıdan tahsiline karar verilir. Takdir edilecek zarar, haksızlığı anlaşılan takip konusu alacağın yüzde yirmisinden aşağı olamaz.” hükmünü içermektedir. Davalı tarafından takibe konu bononun sahte olarak üretildiği, sahte olarak üretilen bu bonoya dayalı olarak takip başlatıldığı dikkate alınarak takibin haksız ve kötü niyetli olduğu anlaşıldığından İİK 72/5. maddesi gereğince davalı aleyhine takibe konu bononun bedeli üzerinden % 20 oranında kötü niyet tazminatına da” hükmedilmiştir. İlk derece mahkemesince verilen 18/06/2021 tarihli ek kararda; İlk derece mahkemesinin 08/04/2021 tarihli kararına karşı davalı vekilinin istinaf kanun yoluna başvurduğu, Davalı tarafça istinaf harç ve giderlerinin yatırılmadığı anlaşıldığından, davalı vekiline 42.615,00-TL İstinaf Karar Harcı, 150,00-TL İstinaf Avansının yatırılması gerektiğine ilişkin 04/06/2021 tarihlinde hazırlanan Harç- Masraf tamamlama muhtırasının 09/06/2021 tarihinde tebliğ edildiği, davalı tarafça kendilerine verilen 1 haftalık kesin süre geçtikten sonra 17/06/2021 tarihinde istinaf harcının yatırıldığı anlaşılmakla; yasal süreden sonra eksik harcın ikmal edilmesi sebebiyle 6100 Sayılı HMK’nun 344. maddesi gereğince davalı tarafın istinaf kanun yoluna başvurmaktan vazgeçmiş sayılmasına karar verilmiştir. Davalı vekili ek karara karşı istinaf dilekçesinde özetle; -İstanbul 8. Asliye Ticaret Mahkemesi’nin gerekçeli kararının müvekkilin diğer avukatı, meslektaşımız Av. …’a 11.05.2021 tarihinde tebliğ edildiğini, harcın adalete erişim hakkını ihlal edecek kadar yüksek olması nedeniyle iki haftalık süre içerisinde harcın yatırılamadığını, taraflarınca maktu harçlar ile nispi harcın sembolik bir miktarı yatırılarak vekil sıfatıyla süresi içinde istinaf başvurusunda bulunulduğunu, Muhtıranın tetkik edildiğinde bu muhtıranın Yargıtay’ın ve Bölge Adliye Mahkemelerinin yerleşik kararları uyarınca geçersiz olduğunun görüleceğini, Çünkü istinaf eden davalının harcı nereye yatıracağı konusunda eksik ve yanıltıcı bilgi içerdiğini, Muhtırada harcın “Mahkeme veznesine veya en yakın mahkemeler veznesine” yatırılmasının yazılması gerekir iken “dosyamıza yatırılması” ibaresi yazıldığını, muhtıra geçersiz olduğu için verilen süre de başlamadığını, harcın müvekkili …’nun kendisi tarafından yatırıldığını, geçersiz muhtıradaki süre başlamış kabul edilemeyeceğinden, harcın süresinde yatırıldığı sonucuna ulaşılması gerektiğini, -E-tebligat tarihinin 04.06.2021 olduğunu, kararın tebliğ edilmiş sayılacağı tarihin, 09.06.2021 Çarşamba günü sonu olduğunu, bu sebeple 1 hafta sonraki Perşembe gününe denk gelen 17.06.2021 tarihi, 1 haftalık sürenin son günü olarak değerlendirilmesi gerektiğini, Aksi takdirde kararın tebliğ edilmiş sayıldığı 09.06.2021 Çarşamba gününün iki kere sayılmış olacağını, İstinaf başvurusunda bulunmaktan vazgeçmiş sayılmaya ilişkin ek kararın kaldırılmasını ve İstinaf başvurularının kabulüne karar verilmesini talep etmiştir. Davalı vekili 08/04/2021 tarihli gerekçeli karara karşı istinaf dilekçesinde özetle; -Mahkemenin hükmün açıklanmasının geri bırakılması üzerinden kurulan kararının hukuka aykırı olduğunu, Mahkemenin hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararını değil, ceza dosyasında toplanmış olan delilleri HMK hükümleri çerçevesinde takdir etmek durumunda olduğunu, -Dosyaya kazandırılan ticari defterlerin delil değerinin olmadığını, defterlerin usulsüz tutulduğunu, -Bononun, geçerlilik şartlarını taşıdığını, davacının, davalıya borçlu olduğunu, Davacının ceza davasındaki iddiasının, davalının, şirketin sözleşmeler klasöründen imzalı ve kaşeli bir sayfa çektiği, yazı kısmını kestiği, imza ile yazı kısmı arasında kalan boşluğa borç senedi yazdığı olup, imza ve kaşenin, yazının bittiği yere atılıp ve basıldığını, basiretli hiçbir tacirin, bir A-4 kâğıdına herhangi bir yazı yazdıktan sonra, araya başka yazılar girecek şekilde imza-kaşe ile son satır arasına mesafe bırakmayacağını, borç senedinin illetten mücerret olup, davacının bir yazılı delil sunamadığını, -Davacı şirketin temsilcisi …’nin, TTK m.18’deki basiretli tacir gibi davranma yükümlülüğüne aykırı hareket ettiğini, imzanın Sayın Sgarbi’ye ait olduğunun ortaya çıktığını (Ek: İstanbul … İcra Mahkemesi’nin 11/04/2013 tarihli ve …, … sayılı kararı.) tüm nedenlerle kararın kaldırılarak davanın reddine karar verilmesini talep etmiştir. İnceleme, 6100 Sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (HMK)355. maddesi hükmü uyarınca istinaf dilekçesinde belirtilen sebeplerle sınırlı olarak kamu düzenine aykırı hususların olup olmadığı gözetilerek yapılmıştır. 6100 Sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 344. maddesinde “İstinaf dilekçesi verilirken, istinaf kanun yoluna başvuru için gerekli harçlar ve tebliğ giderleri de dâhil olmak üzere tüm giderler ödenir. Bunların hiç ödenmediği veya eksik ödenmiş olduğu sonradan anlaşılırsa, kararı veren mahkeme tarafından verilecek bir haftalık kesin süre içinde tamamlanması, aksi hâlde başvurudan vazgeçmiş sayılacağı hususu başvurana yazılı olarak bildirilir. Verilen kesin süre içinde harç ve giderler tamamlanmadığı takdirde, mahkeme başvurunun yapılmamış sayılmasına karar verir. Bu karara karşı istinaf yoluna başvurulması hâlinde, 346 ncı maddenin ikinci fıkrası hükmü kıyas yoluyla uygulanır.” hükmü yer alırken, Aynı kanunun 346. maddesinde “İstinaf dilekçesi, kanuni süre geçtikten sonra verilir veya kesin olan bir karara ilişkin olursa, kararı veren mahkeme istinaf dilekçesinin reddine karar verir ve 344 üncü maddeye göre yatırılan giderden karşılanmak suretiyle ret kararını kendiliğinden ilgiliye tebliğ eder. Bu ret kararına karşı tebliği tarihinden itibaren bir hafta içinde istinaf yoluna başvurulabilir. İstinaf yoluna başvurulduğu ve gerekli giderler de yatırıldığı takdirde dosya, kararı veren mahkemece yetkili bölge adliye mahkemesine gönderilir. Bölge adliye mahkemesi ilgili dairesi istinaf dilekçesinin reddine ilişkin kararı yerinde görmezse, ilk istinaf dilekçesine göre gerekli incelemeyi yapar.” denilmektedir. Hemen belirtmek gerekir ki, ister kanun ve isterse Hâkim tarafından tayin edilmiş olsun kesin süre içerisinde yerine getirilmeyen bir işlemin bu süre geçtikten sonra yerine getirilmesine yasal olanak yoktur. Öncelikle, kesin süreye ilişkin kararların her türlü yanlış anlaşılmayı önleyecek biçimde açık ve eksiksiz yazılması, yapılacak işlerin teker teker belirtilmesi gereklidir. Bunun yanında verilen süre yeterli, emredilen işler, gerekli ve yapılabilir nitelik taşımalı, ayrıca Hâkim süreye uyulmamanın sonuçlarını açıkça anlatmalı, tarafları uyarmalıdır. Anılan hususlar 6100 sayılı HMK’nun 27. maddesinde yer alan “Hukuki Dinlenilme Hakkı” nın bir gereğidir. Yukarıda açıklanan ilkeler ışığında, somut olaya incelendiğinde; Mahkemece davalı vekiline gönderilen muhtırada “istinaf harçlarının ve istinaf posta masrafının muhtıranın tebliğ tarihinden itibaren bir haftalık kesin süre içinde dosyamıza yatırılması, aksi halde istinaf isteminizden vazgeçme sayılacağına dair ibarelerin mevcut olduğu anlaşılmış olup, Yargıtay 2 HD.nin 05.02.2018 tarih ve 2016/22622 E-2018/1399 K.sayılı yine 22.HD.nin 2017/10657 E-2017/7979 K.sayılı 06.04.2017 tarihli ,Yargıtay 22.HD., 16.05.2017, 2017/32203E. – 2017/11249K. kararlarında da kabul edildiği üzere “Yargıtayın kararlılık kazanmış uygulamasına göre, muhtırada yapılması gereken işlemin ne olduğu açıkça ve ilgili tarafın yanılmasına neden olmayacak biçimde gösterilmeli; bu açıdan ikmal edilecek harç ya da giderin miktarı ve yatırılma merci ve süresi, bunun yapılmamasının sonuçları net biçimde açıklanmalıdır. Örneğin, “dosyaya yatırılması” şeklindeki ifade tarafın yanılmasına neden olabileceğinden, bu ifadeyi taşıyan muhtıra geçersiz olacaktır. Yatırma yerinin tereddüte yol açmayacak şekilde mahkeme veznesi olarak gösterilmesi gerekir. Bu yönü ile muhtıranın geçerli şartları taşımaktan uzak olduğu anlaşılmıştır. Ayrıca her ne kadar süreden reddedilmiş ise de, usulüne uygun bir muhtıra olmadığından süre başlamayacağından, muhtıranın bu şekilde usulüne uygun olmadığının tespiti karşısında mahkemece “istinaf kanun yoluna başvurma talebinin, yapılmamış sayılmasına” şeklinde verilen ek karara karşı istinaf başvurusunun kabulüne ve ek kararın kaldırılmasına karar verilmesi gerekmiştir. Davanın esasına yönelik istinaf başvurusunun incelenmesine gelince; Ceza mahkemesi kararlarının hukuk davasına etkisi, başka bir anlatımla ceza mahkemesinin hangi kararlarının hukuk mahkemelerini bağlayacağı konusu üzerinde durulmasında yarar vardır: Ceza mahkemesi kararlarının hukuk mahkemesine (davasına) etkisi, hukukumuzda (mülga) 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun 53. maddesinde (6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu m.74) düzenlenmiş olup; hukuk hâkimi ceza mahkemesinin kesinleşmiş kararları karşısında ilke olarak bağımsız kılınmıştır. Bu ilke, ceza kurallarının kamu yararı yönünden bir yasağın yaptırımını; aynı uyuşmazlığı kapsamına alan hukuk kurallarının ise, kişi ilişkilerinin Medeni Hukuk alanında düzenlenmesi ve özellikle tazmin koşullarını öngörmesi esasına dayanmaktadır. 818 sayılı Borçlar Kanunu (BK)’nun “Ceza hukuku ile medeni hukuk arasında münasebet” başlıklı 53. maddesinde: “Hakim, kusur olup olmadığına yahut haksız fiilin faili temyiz kudretini haiz bulunup bulunmadığına karar vermek için ceza hukukunun mesuliyete dair ahkâmıyla bağlı olmadığı gibi, ceza mahkemesinde verilen beraat karariyle de mukayyet değildir. Bundan başka ceza mahkemesi kararı, kusurun takdiri ve zararın miktarını tayin hususunda dahi hukuk hâkimini takyit etmez.” hükmü yer almaktadır (6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 74. maddesi hükmü de aynı yönde bir düzenlemeyi içermektedir.). Bu açık hüküm karşısında, ceza mahkemesince verilen; beraat kararı, kusur ve derecesi, zarar tutarı, temyiz gücü ve yükletilme yeterliği, illiyet gibi esasların hukuk hâkimini bağlamayacağı konusunda duraksama bulunmamaktadır. Hemen belirtilmelidir ki, hukuk hâkiminin yukarıda açıklanan bu bağımsızlığı sınırsız değildir. Gerek öğretide ve gerekse Yargıtay’ın yerleşmiş içtihatlarında, ceza hâkiminin tespit ettiği maddi olaylarla ve özellikle “fiilin hukuka aykırılığı” konusu ile hukuk hâkiminin tamamen bağlı olacağı kabul edilmektedir. Diğer bir anlatımla, maddi olayları ve yasak eylemlerin varlığını saptayan ceza mahkemesi kararı, taraflar yönünden kesin delil niteliğini taşır (Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 10.1.975 tarihli ve 1971/T-406 E., 1975/1 K. sayılı kararı). Vurgulamakta yarar vardır ki, hukuk usulü bir şekil hukukudur. Davanın açılması, itirazların ileri sürülmesi, tanıkların ve diğer delillerin bildirilmesi belirli süre koşullarına bağlı kılındığı gibi, ikinci tanık listesi verilememesi, iddia ve savunmanın genişletilmesi yasağı gibi yargılamanın süratle sonuçlandırılması gayesi ile belirli kısıtlamalar getirilmiştir. Bunun sonucunda, hukuk hâkimi şekli gerçeği arayacak, maddi gerçek öncelikli hedef olmayacaktır. Ancak ceza hâkimi bunun tersine öncelikli hedef olarak maddi gerçeğe ulaşmaya çalışacaktır. O hâlde ceza mahkemesinin maddi nedensellik bağını (illiyet ilişkisi) tespit eden kesinleşmiş hükmünün hukuk hâkimini bağlamasına, Borçlar Kanunu’nun 53. maddesi bir engel oluşturmaz (HGK’nın 16.09.1981 tarihli ve 1979/1-131 E., 1981/587 K. sayılı kararı; Çenberci, M.: Hukuk Davalarında Kesin Hüküm, 1965, s.22 vd.). Yargıtay’ın yerleşik uygulamasına ve öğretideki genel kabule göre, maddi olgunun tespitine ilişkin ceza mahkemesi kararı hukuk hâkimini bağlar. Ceza mahkemesinde bir maddi olayın varlığı ya da yokluğu konusundaki kesinleşmiş kabule rağmen, aynı konunun hukuk mahkemesinde yeniden tartışılması olanaklı değildir (Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 11.10.1989 tarihli ve 1989/11-373 E., 1989/472 K. sayılı kararı). Tüm bu açıklamalar ışığında somut durum değerlendirildiğinde; Her ne kadar sanık (davalı) hakkında hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına (HAGB) karar verilmiş ise de, sanığın (davalının) başka bir suçtan ceza alması halinde hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına (HAGB) dair kararın açıklanacağı, HAGB kararında tespit edilen maddi olguya yönelik Mahkemece yapılan hukuki değerlendirmenin yerinde olduğu, Ceza mahkemesindeki bir maddi olayın varlığı ya da yokluğu konusundaki kesinleşmiş kabule rağmen, aynı konunun hukuk mahkemesinde yeniden tartışılması mümkün olmadığı, takibe konu bononun davalı tarafından sahte olarak üretilmiş olduğu hususunun ceza mahkemesi kararı ile sabit olmasına ve aynı konunun hukuk mahkemesinde yeniden tartışılmasının olanaklı bulunmamasına göre, İlk Derece Mahkemesi kararının gerekçesinde dayanılan delillerle, delillerin tartışılması sonucu maddi olay ve hukuki değerlendirmede usul ve yasaya aykırı bir yön bulunmamasına, 6100 Sayılı HMK’nın 355. maddesi gereğince istinaf sebepleriyle sınırlı olarak yapılan inceleme sonucunda ilk derece mahkemesince verilen kararın usul ve esas yönünden hukuka uygun olduğu anlaşıldığından, 6100 Sayılı HMK.’nın 353/(1)-b/1. maddesi gereğince davalı vekilinin istinaf başvurusunun esastan reddine karar verilmesi gerekmiştir.
HÜKÜM: Gerekçesi yukarıda açıklandığı üzere; 1- Usûl ve yasaya uygun İstanbul 8. Asliye Ticaret Mahkemesi’nin 08/04/2021 tarih ve 2014/372 E., 2021/281 K. sayılı kararı ile 18/06/2021 tarihli ek kararına karşı davalı vekili tarafından yapılan istinaf talebinin 6100 Sayılı HMK’nın 353/1-b/1. maddesi gereğince ayrı ayrı ESASTAN REDDİNE, 2- 492 Sayılı Harçlar Kanunu gereğince alınması gerekli 170.775,00 TL nispi istinaf karar ve ilam harcından peşin yatırılan 42.694,30 TL harcın mahsubu ile bakiye 128.080,70 TL harcın davalıdan tahsiliyle Hazineye GELİR KAYDINA, 3- 492 Sayılı Harçlar Kanunu gereğince ek karar için alınması gereken 59,30 TL maktu istinaf karar harcı davalı tarafından peşin yatırıldığından yeniden harç alınmasına YER OLMADIĞINA, 4- Davalı tarafça istinaf aşamasında yapılan yargılama giderinin üzerinde BIRAKILMASINA, 5- İncelemenin duruşmasız olarak yapılması sebebiyle taraflar yararına vekalet ücreti takdirine YER OLMADIĞINA, 6- Davalı tarafça yatırılan gider avansından harcanmayan kısmın karar kesinleştiğinde İADESİNE, Dosya üzerinde yapılan inceleme sonucunda, 20/07/2017 tarih ve 7035 Sayılı Kanunun 31. maddesiyle değişik 6100 Sayılı HMK’nın 361/1. maddesi gereğince, kararın tebliğinden itibaren 2 hafta içerisinde Yargıtay’a temyiz başvurusunda bulunma yolu açık olmak üzere, oy birliğiyle karar verildi. 30/09/2021