Emsal Mahkeme Kararı İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 44. Hukuk Dairesi 2021/289 E. 2023/757 K. 06.07.2023 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı kesinleşmiş bir karardır.

T.C.
İSTANBUL
BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ
44. HUKUK DAİRESİ
T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
İ S T İ N A F M A H K E M E S İ K A R A R I
DOSYA NO: 2021/289
KARAR NO: 2023/757
İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ: İstanbul 5. Asliye Ticaret Mahkemesi
TARİHİ: 27/10/2020
NUMARASI: 2017/419 E. – 2020/617 K.
DAVANIN KONUSU: Menfi Tespit (Kıymetli Evraktan Kaynaklanan)
İSTİNAF KARAR TARİHİ: 06/07/2023
Yukarıda yazılı ilk derece mahkemesi kararına karşı, istinaf yasa yoluna başvurulması üzerine yapılan inceleme sonucunda;
GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ: Davacı vekili dava dilekçesinde özetle; alacaklı olduğunu iddia eden davalı şirket tarafından İstanbul Anadolu … İcra Mdürlüğünün … esas sayılı dosyası ile davacı şirket aleyhine icra takibi başlatıldığını davalı şirketin icra takibine dayanak olarak takipten önce İstanbul Anadolu 4. ATM’nin 2014/806 D.iş sayılı dosyası ile aldığı ihtiyati haciz kararına dayanarak davacı şirketin menkul gayrimenkul mallarına ihtiyati haciz şerhi uygulandığını yine banka hesaplarına ve üçüncü kişilerdeki hak ve alacaklarına ihtiyati haciz miktarı üzerinden bloke konulduğunu çek üzerindeki imzanın davacı şirket yetkilisine ait olmadığının ve davalı şirkete borcunun olmadığının tespitini talep ve dava etmiştir. Davalı vekili cevap dilekçesinde özetle; davalı şirketin adresinin Şişli/İstanbul olduğundan ve akdedilen sözleşme uyarınca yetkiye itiraz ederek davanın reddine karar verilmesi gerektiğini, dava konusu çekin davalı şirketin … ile aralarındaki faktoring sözleşmesine göre ciro ile davalı şirkete teslim edildiğini taraflar arasında herhangi bir ticari ilişkinin olmadığını ciro yolu ile çekin kendilerine geçtiğini savunarak haksız davanın reddine karar verilmesini talep etmiştir.İlk Derece Mahkemesince; “Her ne kadar davalı tarafça geçerli bir hukuki ilişkiye istinaden dava konusu çek alınmış ise de çekteki imzanın davacı şirket yetkililerine ait olmadığı grafolog bilirkişi raporuyla tespit edilmekle davacı şirketin çek bedelinden sorumlu olmadığı anlaşılmış olup ihtirazi kayıtla icra dosyasına borçlu olunmadığı halde ödeme yapılması nedeniyle davacı şirketin 09/02/2015 tarihinde yapmış olduğu 15.188,63 TL ödeme bedelini davalı … şirketinden talep edebileceği kanaatine varılarak davanın kabulüne, 15.188,63 TL’nin ödeme tarihi olan 09/02/2015 tarihinden itibaren işleyecek avans faiziyle birlikte davalıdan alınarak davacıya verilmesine, davacının geçerli bir faktoring ilişkisi kapsamında çeki teslim alması nedeniyle son hamil olarak lehtarın imzasının ona ait olup olmadığını bilmesi mümkün olmadığından” Davanın kabulüne, 15.188,63 TL’nin ödeme tarihi olan 09/02/2015 tarihinden itibaren işleyecek avans faiziyle birlikte davalıdan alınarak davacıya verilmesine, davacının kötüniyet tazminatı talebinin reddine karar verilmiştir.Davalı vekili istinaf dilekçesinde özetle; müvekkil şirketin dava konusu çeki hukuken geçerli bir fakroing işlemine dayanarak dava dışı …’dan alacağın devrine istinaden ciro yoluyla devraldığını, müvekkil faktoring şirketinin devraldığı alacaklardan dolayı tüm hukuki sorumluluğunu yerine getirdiğini, müvekkilin 63661 sayılı Kanun hükümlerine, BDDK’nın 08/07/2010 tarihli Faktoring İşlemleri konulu genelge esaslarına uygun bir şekilde faaliyetlerini sürdürdüğünü, dava konusu çekin yasal süre içinde muhatap bankaya ibraz edildiğinde T.C. Erzurum 1. AHM’nin 2014/937 Esas sayılı dosyasından verilen tedbir kararı nedeniyle işlem yapılamadığına dair şerh düşüldüğünü, keşideci ve cirantalar tarafından müvekkil şirkete herhangi bir ödeme yapılmayıp çek bedelinin tahsili kabil olmayınca davacı çek keşidecisi ve ciranta borçlular hakkında icra takibi başlatıldığını, imzaların sıhhatinin iyi niyetli müvekkili tarafından bilinmesinin mümkün olmadığını, davacının borçlu olmadığının tespitine yönelik davada müvekkili şirket açısından davanın reddine dair karar verilmesi gerekirken davanın kabulüne dair verilen kararın usul ve yasaya aykırı olması nedeniyle istinaf başvurularının kabulü ile ilk derece mahkemesi kararının kaldırılmasını talep etmiştir. İnceleme, 6100 Sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 355. maddesi hükmü uyarınca istinaf dilekçesinde belirtilen sebeplerle sınırlı olarak kamu düzenine aykırı hususların olup olmadığı gözetilerek yapılmıştır. Davanın konusu; takibe konu çekteki imzanın davacıya ait olmadığı iddiasıyla çek nedeniyle borçlu olmadığına ilişkin menfi tespit davası olup yargılama aşamasında davacı tarafça haciz baskısı altında ödenen bedelin davalıdan istirdatı davasıdır. Davalı son hamilin 6102 sayılı TTK’nın 792. maddesi uyarınca iyi niyetli üçüncü kişi olup olmadığı, eş söyleyişle çekin bankaya ibraz tarihinden önce iktisap anında çekin keşidecisinin elinden rızası dışında çıktığını bilebilecek durumda olup olmadığı ve kötü niyetli olarak kabul edilip edilemeyeceğinin tartışılması gerekir. Uyuşmazlığın çözümü açısından öncelikle konuyla ilgili yasal düzenleme ve kavramların açıklanmasında yarar vardır. Bilindiği üzere, 6762 sayılı mülga Türk Ticaret Kanunu’nun (6762 sayılı eTTK) kambiyo senetlerine ilişkin hükümleri poliçe esası üzerine kurulmuştur. Kanun, kambiyo senetlerinin ortak olan hükümlerine poliçe başlığı altında yer vermiş; bono ve çek hakkında ise ortak hükümlere yollama yapmakla yetinmiştir. 6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu’nda da aynı esas benimsenmiştir. Çek, 6102 sayılı TTK’nın üçüncü kitabı ile 5941 sayılı Çek Kanunu ve bu Kanun uyarınca çıkarılan tebliğlerle düzenlenen bir kıymetli evraktır. 6102 sayılı TTK’nın 670 vd. düzenlemelerine göre çek de poliçe ve bono gibi bir kambiyo senedidir. 6102 sayılı TTK’nın üçüncü kitabında 780-823. maddeleri arasında düzenlenen çeke 818. maddenin yaptığı atıflar çerçevesinde poliçeye ilişkin hükümlerin uygulanması kabul edilmiştir (Bozer, Ali /Göle, Celal: Kıymetli Evrak Hukuku, Ankara, 2018, s:221, 6102 sayılı TTK’nın 778. ve 6762 sayılı eTTK’nın 690, 730. maddeleri).Çek, TTK’da tanımlanmamıştır. Çeke ait hükümler göz önüne tutularak çek şöyle tarif edilebilir: Çek, kanunun öngördüğü belirli şekil şartlarına bağlı, soyut ve kayıtsız şartsız bir bedelin ödenmesi konusunda sadece bankalar üzerine düzenlenebilen, kıymetli evraktan sayılan özel bir havaledir (Tuna, Ergun/ Göç Gürbüz, Diğdem: Ticaret Hukuku Prensipleri Kıymetli Evrak, Ankara 2018, s.268).Türk Hukuk Lûgatında çek; 6102 sayılı TTK’nın 780. maddesi esas alınarak, senet metninde “çek” sözcüğünün ve eğer senet Türkçe’den başka bir dilde yazılmış ise o dilde “çek” karşılığı kullanılan sözcüğü, kayıtsız ve şartsız belirli bir bedelin ödenmesi için havaleyi, ödenecek kişinin ve “muhatabın” ticaret unvanını, ödeme yerini, düzenleme tarihinin ve yerini, düzenleyen imzasını içeren; ödeme aracı niteliğinde emre yazılı senettir şeklinde tanımlanmıştır. Bu havalenin yazılı şekilde yapılması, belli şekil şartlarını içermesi ve kayıtsız şartsız bir ödeme yetkisi biçiminde olması gerekir. Diğer kambiyo senetlerinde olduğu gibi çekte de sıkı sıkıya şekle bağlılık esası geçerlidir. Zorunlu unsurlardan birinin bile eksikliği çekin bu niteliğini ortadan kaldırır. Çekin zorunlu unsurları, mülga 6762 sayılı eTTK’nın 692-693. maddelerinde gösterilmiştir (6102 sayılı TTK m.780, 781). 6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu’nun “Elden çıkan çek” başlıklı 792. maddesi (eTTK’nın 704. maddesi) ise; “(1) Çek, herhangi bir suretle hamilin elinden çıkmış bulunursa, ister hamile yazılı, ister ciro yoluyla devredilebilen bir çek söz konusu olup da hamil hakkını 790 ıncı maddeye göre ispat etsin, çek eline geçmiş bulunan yeni hamil ancak çeki kötüniyetle iktisap etmiş olduğu veya iktisapta ağır bir kusuru bulunduğu takdirde o çeki geri vermekle yükümlüdür” hükmünü içermektedir. İstirdat davası olarak nitelenen bu dava özü itibariyle menkullerin iadesini sağlamak için açılan menkul davası niteliğindedir. Medeni hukukta bu dava gasp, çalınma veya ziya hâllerinde sadece kötü niyetli değil, iyi niyetli hamile karşı da açılmakta ise de, kambiyo senetleri yönünden bir sınırlama getirilmiş ve aynî haklardaki genel prensipten ayrılmak suretiyle, söz konusu davanın yalnızca kötü niyetli veya senedi iktisabında ağır kusuru bulunan kimselere karşı açılabileceği esası benimsenmiştir. Bu tür davalarda, davacının senedin rızası hilafına elinden çıktığını ve senedi elinde bulunduran şahsın kötü niyetli veya iktisabında ağır kusurlu olduğunu ispat etmesi gerekir (Öztan, Fırat: Kıymetli Evrak Hukuku, Ankara 2000, s. 294).Bu noktada, “Faktoring (Factoring)” kavramı üzerinde durulması ve kurum olarak nasıl islediğinin açıklanmasında fayda bulunmaktadır. Türkiye’de faktoringin gelişmesi 1980 sonrası dışa açık ekonomi politikaları ve ihracata dayalı sanayileşme stratejileriyle paralellik göstermektedir. Ülkemizde kısa bir geçmişi olduğu hâlde hızlı bir gelişme gösteren faktoring hakkında 13.12.2012 tarihine kadar müstakil bir yasa yürürlüğe konmamış, faktoring işlemleri, önceleri 90 sayılı Ödünç Para Verme İşleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararnameye dayanılarak 1994 yılında yayımlanan “Faktoring Şirketlerinin Kuruluş ve Esasları Hakkında Yönetmelik”, daha sonra da 5411 sayılı Bankacılık Kanunu ile faktoring şirketlerinin kuruluş ve faaliyet izni ve denetim yetkisinin BDDK’ya verilmesi üzerine BDDK tarafından çıkarılan ve 10.10.2006 tarih ve 26315 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan “Finansal Kiralama Faktoring ve Finansman Şirketlerinin Kuruluş ve Faaliyet Esasları Hakkında Yönetmelik” hükümleri çerçevesinde düzenlenmiştir. Ancak, anılan yönetmelik hükümleri ihtiyaçları karşılamaktan uzak olduğu için 23.11.2012 tarihinde 6361 sayılı Finansal Kiralama, Faktoring ve Finansman Şirketleri Kanunu (FKFFŞK) kabul edilmiş ve 13.12.2012 tarihli Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir (Saraç, Şükrü: Yargıtay Kararları Işığında Faktoring, Ankara, 2013, s.43). Bu Kanun’un yürürlüğe girmesinden sonra ise, 24.04.2013 tarihli “Finansal Kiralama, Faktoring ve Finansman Şirketlerinin Kuruluş ve Çalışma Esasları Hakkında Yönetmelik” yayımlanmıştır. Şu anda ülkemizde faktoring işlemleri, FKFFŞK ve bu Kanun’a dayalı olarak çıkartılan Yönetmelik ve diğer mevzuat hükümlerine göre yapılmaktadır.Factoring (mevzuatta kullanılan şekliyle Faktoring) Latince “Factor” kelimesinden türetilmiştir. Faktoring; “Müşterinin üçüncü şahıs olan borçlu karşısındaki mal tesliminden veya iş görme/hizmet ediminden ileri gelen alacaklarının karşılığını, alacağın tahsilinden önce avans olarak ödeyerek alacağın tahsil edilmemesi riskinin ve müşteri için borçlunun muhasebesinin tutulması, ihtar işlemleri gibi iş görme/hizmet edimlerinin üstlenilmesi suretiyle devir ve satın alınması” olarak tanımlanmaktadır (Kocaman, Arif: Faktoring İşlemlerinin Hukuki Niteliği, Ankara 1992, s.21). Türk Hukuk Lûgatında da vadeli mal satışı yapan işletmelerin bu satışlardan doğan alacaklarının finans kurumunca satın alınması olarak tanımlanmış ve böylece tahsil rizikosunun satın alan firmaca yüklenildiği dile getirilmiştir. Konuyu düzenleyen Finansal Kiralama, Faktoring ve Finansman Şirketlerinin Kuruluş ve Faaliyet Esasları Hakkında Yönetmeliğe göre Türkiye’de bu işlemler ancak Faktoring Şirketleri tarafından yapılabilir. Faktoring’in amacı, firmalara satışlarının ve kârlarının artması konusunda yardımcı olmaktır. Kapsam olarak faktoring; bir mali kuruluş (factor/faktor) ile ticarî borçlular (müşteriler) ve mal satan veya hizmet arz eden bir ticarî işletme arasında (satıcı) üç taraflı bir sözleşme olup, genelde rücu hakkı olmaksızın alıcının borçluların hesap hasılalarını factor satın alır ve bu suretle müşterilere tanınan kredileri kontrol altında tuttuğu kadar, muhasebe ve tahsilatını da yürütür. Faktoring işleminin üç tarafı vardır. Bunlar; a) Müşteri (firma):Faktoring hizmetlerini talep eden ve alacaklarını faktoring şirketine devreden (satan) işletme, b) Faktoring Şirketi (Factor): Müşterinin alacaklarını devir ve satın alarak karşılığında nakit olarak ödeyen şirket, c) Borçlu: Müşterinin alacaklı olduğu kişi veya işletmedir. Faktoring şirketlerinin yapamayacakları iş ve işlemler Finansal Kiralama, Faktoring ve Finansman Şirketlerinin Kuruluş ve Faaliyet Esasları Hakkında Yönetmeliğin 19 ve 22/2. maddelerinde düzenlenerek; 19. madde ile;“Bu Yönetmelik hükümlerine göre kendilerine faaliyet izni verilen şirketlerin, müşterileri ile yapacakları işlemler için yazılı sözleşme düzenlemeleri zorunludur.” şeklinde düzenleme yapılarak yazılı sözleşme yapma zorunluluğu getirilmiş, 22. maddenin 2. fıkrasında ise; “Faktoring şirketleri kambiyo senetlerine dayalı olsa bile, bir mal veya hizmet satışından doğmuş veya doğacak fatura veya benzeri belgelerle tevsik edilmeyen alacakları satın alamazlar veya tahsilini üstlenemezler” hükmüne yer verilmiştir. 23/12/2019 tarihli Adli Bilimler ve Adli Grafoloji Uzmanı tarafından düzenlenen raporda takibe konu çekin arka yüzünde davacı şirkete atfen atılmış imzanın mevcut mukayese imza asıllarına kıyasla davacı şirket yetkilileri … ‘nun eli ürünü olmadığı belirtilmiştir. İstanbul Anadolu … İcra Müdürlüğü’nün … E. sayılı dosyasında alacaklı davalı tarafından borçlular aleyhine çeke istinaden kambiyo senedine dayalı icra takibi başlatıldığı, takibe konu senette davacının lehtar davalının son hamil olduğuİstanbul Anadolu 3. İcra Mahkemesi’nin 2015/2 E. 2016/240 K. sayılı kararı ile davanın kabulüne, takibin davacı borçlu yönünden durdurulmasına, tazminat takdirine yer olmadığına karar verilmiş olup, davacı borçlu tarafından icra dosyasına 15.188,63 TL 09/02/2015 tarihinde ödenmiştir. Davalı … ile dava dışı … Asansör-… arasında 12/04/2013 tarihinde faktoring sözleşmesi tanzim edildiği, çekin düzenleme tarihinin 30/11/2014 tarihi olduğu, 14/08/2014 tarihli çek tevdii bordrosuna göre dava dışı … tarafından takibe konu 12.451,54 TL bedelli çekin davalı … şirketine verildiği, 15/07/2014 tarihli fatura düzenlendiği, fatura bedelinin 25.960,00 TL olduğu görülmüştür. Saptanan ve hukuksal durum bu olunca; tarafların dayandıkları belgelere, hukuki ilişkinin nitelendirilmesine, dosyadaki tespitlere ve uyuşmazlığa uygulanması gereken hukuk kurallarına göre, 6100 Sayılı HMK’nın 355. maddesi gereğince istinaf sebepleriyle sınırlı olarak yapılan inceleme sonucunda ilk derece mahkemesi kararında usul ve esas yönünden hukuka aykırılık bulunmadığı anlaşılmakla yapılan inceleme neticesinde davalı vekilinin istinaf başvurusunun 6100 Sayılı HMK’nın 353/1-b/1. maddesi gereğince esastan reddine karar verilmesi gerektiği kanaat ve sonucuna varılarak aşağıdaki hüküm kurulmuştur.
HÜKÜM: Gerekçesi yukarıda açıklandığı üzere; 1-Usûl ve yasaya uygun İstanbul 5. Asliye Ticaret Mahkemesi’nin 27/10/2020 tarih ve 2017/419 E., 2020/617 K. sayılı kararına karşı davalı vekili tarafından yapılan istinaf talebinin 6100 Sayılı HMK’nın 353/1-b/1. maddesi gereğince ESASTAN REDDİNE, 2-492 Sayılı Harçlar Kanunu gereğince alınması gereken 1.037,54 TL nispi istinaf karar ve ilam harcından peşin yatırılan 259,18 TL harcın mahsubu ile bakiye 778,36 TL harcın davalıdan tahsiliyle Hazineye gelir kaydedilmesine, 3-Davalı tarafça istinaf aşamasında yapılan yargılama giderlerinin üzerinde bırakılmasına,4-İncelemenin duruşmasız olarak yapılması sebebiyle taraflar yararına vekalet ücreti tayinine yer olmadığına, 5-Taraflarca yatırılan gider avansından harcanmayan kısmın karar kesinleştiğinde iadesine, 6-Karar tebliği, harç tahsil müzekkeresi düzenlenmesi, harç ve avans iadesi işlemlerinin İlk derece Mahkemesince yerine getirilmesine, 6100 Sayılı HMK’nın 353/1-b/1. maddesi gereğince, dosya üzerinde yapılan inceleme sonucunda ve 6100 Sayılı HMK’nın 362/1-a maddesi gereğince, miktar itibariyle kesin olmak üzere oy birliğiyle karar verildi. 06/07/2023