Emsal Mahkeme Kararı İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 44. Hukuk Dairesi 2021/114 E. 2021/151 K. 18.02.2021 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı kesinleşmiş bir karardır.

T.C.
İSTANBUL
BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ
44. HUKUK DAİRESİ
T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
İ S T İ N A F M A H K E M E S İ K A R A R I
DOSYA NO: 2021/114 Esas
KARAR NO: 2021/151
İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ: İstanbul 2. Fikrî ve Sınaî Haklar Hukuk Mahkemesi
TARİHİ: 24/11/2020 (Ara Karar)
NUMARASI: 2020/303 E.,
DAVANIN KONUSU: Marka (Marka Hükümsüzlüğünden Kaynaklanan)
İSTİNAF KARAR TARİHİ: 18/02/2021
Yukarıda yazılı ilk derece mahkemesi kararına karşı, istinaf yasa yoluna başvurulması üzerine yapılan inceleme sonucunda;
GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ: Davacı vekili ihtiyati tedbir talepli dilekçesinde özetle; Davacının İsveç menşeli bir şirket olduğunu, uzun yıllardır, deniz ürünlerinin satış ve pazarlaması faaliyetlerini gerçekleştiren sektöründe lider bir firma olduğunu, dünyanın her yerinde tanındığını, … markasının sahibi olduğunu ve İsvenç Patent Ofisinde … sayı ile kendi adına tescilli olduğunu, 1996 yılında tescil edilen https://www…se/ alan adının davacıya ait olduğunu, davalının davacının hak sahibi olduğu ve tanınmış hale getirilmiş “…” ibaresini kötü niyetli olarak kendi adına marka olarak tescil ettirdiğini belirterek, davalıya ait “… sayı ile tescilli “…” markasının üçüncü kişilere devrinin önlenmesine, davalının markasından kaynaklanan haklarının davacıya ve 3.kişilere karşı ileri sürülebilmesinin, dava sonuna kadar durdurulması suretiyle ihtiyati tedbir kararı verilmesini, dava sonucunda dava konusu markanın müvekkiline devredilmesini aksi kanaatte markanın hükümsüz kılınmasına ve sicilden terkin edilmesine karar verilmesini talep ve dava etmiştir. Davalı vekili davaya cevap ve ihtiyati tedbir kararına itiraz dilekçesinde özetle; Davacının … markasının sadece İsveç’te tescilli olduğunu, Türkiye’de ise davalı adına tescilli olduğunu, marka hukukunda ülkesellik ilkesi gereğince tescilin hangi ülkede ise o ülkede kullanılabileceğini, davacının Türkiye’de marka üzerinde herhangi bir hakkının bulunmadığını, mahkememizce verilen tedbir kararlarının yargılamayı gerektirdiğini de belirterek, tedbirin kaldırılması talebinin murafaalı olarak değerlendirilmesi ve sonrasında kaldırılmasını, davanın esastan da reddini talep etmiştir. İlk derece mahkemesinin 05/10/2020 tarihli ara kararı ile; “Tüm dosya kapsamı yaklaşık ispat şartı dikkate alınarak talebe konu tedbir yönünden yasal şartların oluştuğuna kanaat getirilmekle davacının tedbir talebinin kabulü yönünde, ihtiyati tedbir talebinin takdiren 20.000,00 TL (yirmibintürklirası) nakdi teminat veya aynı miktarda kesin ve süresiz banka teminat mektubu ibrazı şartıyla kabulü ile, davalının … tescil numaralı “…” ibareli markasından kaynaklı haklarının yargılama sonuçlanıncaya kadar davacıya ve 3. kişilere karşı kullanımının ve ileri sürülebilmesinin ihtiyati tedbiren önlenmesine,” karar verilmiştir. İtiraz üzerine 24/11/2020 tarihli ara kararıyla; “Dava ve cevap dilekçesi, TPMK kayıtları ve tüm dosya kapsamı birlikte değerlendirildiğinde itirazın kısmen kabulü ile, davalının … tescil numaralı … İbareli markasından kaynaklı haklarının yargılama sonuçlanıncaya kadar davacıya ve üçüncü kişilere karşı kullanımı ve ileri sürülebilmesine ilişkin mahkememizce verilen 05/10/2020 tarihli ihtiyati tedbir kararının kaldırılmasına, 24/09/2020 tarihli tensiben verilen üçüncü kişilere devir ve temlikin önlenmesine ilişkin tedbir kararının aynen devamına,” karar verilmiştir. Davacı vekili istinaf dilekçesinde özetle; Huzurdaki davanın, davalıya ait … numaralı … markasının 6769 sayılı SMK 10. maddesi gereği davacıya devri bu talep kabul görmez ise, davacının eskiye dayalı kullanımı nedeniyle gerçek hak sahipliği (SMK Madde: 6/3) ve Marka sahibinin açık kötü niyeti (SMK Madde: 6/9) Dava konusu markanın hükümsüz kılınması ve sicilden terkini talebini içerdiğini ve dava konusu markadan kaynaklanan hakların davacıya ve 3. Kişilere karşı ileri sürülebilmesinin dava sonuna kadar tedbiren durdurulmasını talebine ilişkin olduğunu, Davalı tarafın, davacının Ticari Temsilcisi Konumunda Olmasına Rağmen “…” Markasını, önce 3. Bir kardeş şirketi üzerine tescil ettirdiğini, 2016 yılında ise markayı kendi üzerine devraldığını, davalının da ikrar ettiği üzere, 2000 yılından beri taraflar arası “kerevit” satışına ilişkin ilişkinin devam ettiğini, bu tarihlerde kesilen faturalardan görüleceği üzere davacının ticaret unvanı “…” olduğunu ve Müvekkil ürünlerinde de “…” markasını kullandığını, 2008 yılından itibaren ise davalının, davacı adına “…” markası altında fason üretim yapmaya başladığını ve bu tarihten itibaren “…” markalı ve satışa hazır şekilde paketlenmiş ürünleri davacı adına üreterek İsveç’e göndermeye başladığını, davacı adına paketlenmiş ve satışa hazır şekilde üretim yapan davalının, Marka Hukuku anlamında ticari temsilci sayılacağını ve bu durumda markanın davacıya devrinin gerekeceğini, davalının “ticari temsilci” olarak kabul edilmediği düşünülse dahi, davalının kötü niyetli olduğunu, Taraflar arası e-posta yazışmalarından, davalının markayı devredeceğinden bahisle davacıyı oyaladığı, akabinde ise devri gerçekleştirmediği, kendisine gönderilen ihtarnameye ise “Benim hiçbir zaman öyle bir taahhüdüm olmadı” şeklinde cevap verdiğini, “…” Markası üzerinde eskiye dayalı kullanım ile gerçek hak sahibinin davacı olduğunu,Davalı taraf, fason üretici konumunda olduğundan, ihraç amacıyla yapılan fason üretim, Yargıtay tarafından “kullanım” olarak dahi kabul edilmediğini, ancak bu üretim ve malların İsveç’e müvekkile ihraç edildiği gerçeği karşısında, davacı tarafından “Markanın sadece ihracat amacıyla mal veya ambalajlarında kullanılması” şartının gerçekleştirildiği ve markanın kullanılarak “…” markası üzerinde davacının gerçek hak sahibi olduğunu, -davalı tarafın “ülkesellik prensibi” üzerinden kötüniyetli marka tescilini savunabilmesi için … örneğinin yerinde olmadığını, davalı tarafın, itiraz dilekçesinde “ülkesellik prensibinin” istisnası olarak “tanınmış Marka” kavramını gösterdiğini, diğer istisnaların ise, Sınai Mülkiyet Kanunu 6. ve 10.maddesindeki kötüniyet olgusu olduğunu, davalının açıkça kötü niyetli olması karşısında, sessiz kalma yolu ile hak kaybından bahsedilemeyeceğini, ilgili markanın davalıya 2016 yılında devir olduğunu, davacının haberdar olur olmaz davalıdan markanın devrini talep ettiğini, davalı, dava açılmadan önceki 1 yıl içerisinde devrin yapılacağından bahisle davacıyı sürekli oyaladığını, buna ilişkin yazışma örneklerinin olduğunu, Davalının ticari defterleri incelendiğinde davacıya ne kadar … markalı fason ürettiği, … markasını ne kadar tanıttığı, ne kadar yatırım yaptığı anlaşılacak nitelikte olduğunu, davalının internet sitesinde dahi davacı ürünlerini lanse ettiğini, -Türk Patent ve Marka Kurumunun resmi kayıtları da incelendiğinde, dava konusu markanın aslında tasfiye sürecinde davalı … firmasına devir olunduğu, davalı firma ortaklarının, davacının ‘gerçek hak sahibi’ sahibi olduğu “…” markasının resmi bir başkası adına tescil edilmesine izni olmamasına rağmen, “…” ibaresini TÜRKPATENT nezdinde kendi adlarına tescil ettirdiğini, -İlk derece mahkemesi, 24.11.2020 tarihli ihtiyati tedbirin kaldırıldığına ilişkin ara kararında, “ayrıntısı yukarıda açıklandığı üzere” şeklinde bir ifade ile gerekçelendirme yaptığına işaret etse de söz konusu kararda tedbir kararının kaldırılmasına ilişkin hiçbir hukuki gerekçe belirtilmediğini, dava dilekçesi ve delilleri ile sunulan bilgi ve belgeler ile davalının dosyaya sunduğu mesnetsiz ifadeler incelendiğinde de davalının kötü niyeti ve davacının “…” markası üzerindeki gerçek hak sahipliği açıkça anlaşılabileceğini, bu sebeple, dosyaya sunulan açıklamalı deliller ile dosya kapsamı nazara alınarak, İstanbul 2. Fikri ve Sınai Haklar Hukuk Mahkemesi’nin 24.11.2020 tarihli ara kararı gereğince kaldırılan ihtiyati tedbir kararının, … tescil sayılı … markasından kaynaklanan hakların salt davacı aleyhine kullanımının engellenmesi yoluyla yeniden tesisine, bu talebimiz kabul görmezse; davacının makul tutarda teminat yatırması karşılığında verilmiş ihtiyati tedbir kararının yeniden tesisine, eğer davalı aleyhine ihtiyati tedbir kararının yeniden tesis edilmesi kabul görmezse; davacının ileride doğabilecek hak kayıplarının önüne geçmek maksadıyla davalının Sayın mahkemenin takdir edeceği tutarda teminatı mahkeme veznesine depo etmesine ilişkin karar verilmesini talep etmişlerdir. Davalı vekili istinafa cevap dilekçesinde özetle, Davacı tarafın, davalıya ait … Sayılı markanın hükümsüzlüğünü istediğini, hükümsüzlüğe gerekçe olarak ticari temsilci, gerçek hak sahipliği, tanınmışlık ve kötü niyet gibi gerekçeler ileri sürdüğünü, karşı tarafın, ısrarla 2 ticari temsilci olduğu iddiasında bulunduğunu, …, başta İsveç olmak üzere değişik ülkelere Türk Kereviti adıyla 1969 yılında kerevit ihraç etmeye başladığını, …’nin çocuklarının 2000 yılında kurduğu davalı … ile Türk Kerevitinde ikinci bir ivme yaşandığını ve su ürünleri alanında ihracat yapan ikinci kuşak sektörün lider firmaları içinde yerini aldığını, davalı …, kerevit üretiminde Türkiye’nin tek … Sertifikası almış işletme tesisine sahip olduğunu, dava dilekçesinin 9. sayfasında iddia edilenin aksine davalı firmanın “varlık amacı davacı şirkete ürün üretmekten ibaret” olmadığını, davacının ise, bir ofis şirketi niteliğinde olduğunu, Davacının … markasının sadece İsveç’te tescilli olduğunu, … markasının başka ülkelerde farklı firmalar adına tescilli olduğunu, Türkiye’de ise davalı … adına tescilli olduğunu, Marka hukukunda ülkesellik ilkesinin geçerli olduğunu, bu kuralın istisnasının tanınmış markalarda görüldüğünü, Davacının, Paris sözleşmesi anlamında tanınmış marka iddiası ise gerçeklerle alakası olmadığını, Davacı firmanın, sadece İsveç’te tescil ettirdiği markasını yine sadece anılan ülkede kullandığını, …’un anlamsız ve hiç bilinmeyen özgün bir kelime olmadığını, özellikle su ürünleri faaliyeti gösteren firmaların yaygın olarak kullandığı bir markadır olduğunu, Davacı tarafın da belirttiği üzere taraflar arasındaki ticari ilişkinin uzunca bir geçmişi olduğunu, bu ilişkide davalı … firmasının, davacı firmaya kerevit tedarik ederek satışını yaptığını, taraflar arasında 2011-2013 yıllarında konsorsiyum adı altında bir anlaşma da yapıldığını ve bu anlaşmaya göre davalı firmanın, İsveç pazarında davacı firmanın yanında … firmasına da kerevit satacak ve satıştan elde edilecek gelirden davacı firmaya pay vereceğini, Rekabeti bozucu nitelikteki söz konusu sözleşmenin, üç yıllığına yapıldığını, taraflar arasında kerevit alış-verişi, müvekkilimin kuruluş tarihi olan 2000 yılında başlamış ve 2020 yılına kadar sürdüğünü, anılan sözleşmenin ise sadece üç yıllığına yapıldığını, Davacının, 3 yıl süren sözleşmeye dayanarak taraflar arasında ticari temsilcilik/ticari vekillik ilişkisi kurmakta ve oradan da 6769 sayılı Sınai Mülkiyet Kanunu 10. maddedeki ticari vekil markasına konuyu bağladığını, eğer bir temsilcilik ilişkisi olsaydı davacı firma,davalı firmanın İsveç temsilcisi olacağını, taraflar arasındaki konsorsiyum sözleşmesinin 1 Temmuz 2011 tarihli olduğunu, oysa davalının markası 16.9.2010 tarihli olduğunu; yani anılan sözleşmeden daha önceki bir tarihi taşıdığını, davalı firmanın, davacı firmanın bayisi, fasoncusu ya da başka bir şeyi olmadığını, davacı tarafın gerçek hak sahibi olmadığını, davacının, markasını sadece İsveç’te tescil ettirdiğini ve kullandığını, davacının anılan markayı Türkiye’de kullanımına ilişkin hiçbir delil dosyaya ibraz edilmediğini, somut uyuşmazlıkta sessiz kalma nedeniyle hak kaybı olduğunu, davalı markasının 2010 yılında tescil edildiğini, yani davalı markasının tescilinin üzerinden on yıl geçtiğini, dava konusu marka 2010 tarihini taşıdığını, önceki firmanın tasfiyeye girmesi nedeniyle markanın, davalı tüzel kişiliğe devredildiğini, somut olayda sessiz kalma süresi 2010 tarihinden hesaplanacağını, Davacının kötü niyet iddiasında bulunmakta ise bunu ispat etmesi gerektiğini, davacı tarafın tedbir taleplerinin reddine karar verilmesinin yerinde olduğunu, istinaf isteminin reddine karar verilmesini talep etmiştir. İnceleme, 6100 Sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun(HMK) 355. maddesi hükmü uyarınca istinaf dilekçelerinde belirtilen sebeplerle sınırlı olarak ve kamu düzenine aykırı hususların olup olmadığı gözetilerek yapılmıştır. 10/01/2017 tarih ve 29944 Sayılı Resmi Gazete yayınlanıp aynı gün yürürlüğe giren 6769 Sayılı Sınai Mülkiyet Kanunu’nun “İhtiyati tedbir talebi ve ihtiyati tedbirin niteliği” başlıklı 159. maddesinde; “(1) Bu Kanun uyarınca; dava açma hakkı olan kişiler, dava konusu kullanımın, ülke içinde kendi sınai mülkiyet haklarına tecavüz teşkil edecek şekilde gerçekleşmekte olduğunu veya gerçekleşmesi için ciddi ve etkin çalışmalar yapıldığını ispat etmek şartıyla, verilecek hükmün etkinliğini temin etmek üzere, ihtiyati tedbire karar verilmesini mahkemeden talep edebilir. (2) İhtiyati tedbirler özellikle aşağıda belirtilen tedbirleri kapsamalıdır: a) Davacının sınai mülkiyet hakkına tecavüz teşkil eden fiillerin önlenmesi ve durdurulması. b) Sınai mülkiyet hakkına tecavüz edilerek üretilen veya ithal edilen tecavüze konu ürünlere, bunların üretiminde münhasıran kullanılan vasıtalara ya da patenti verilmiş usulün icrasında kullanılan vasıtalara, tecavüze konu ürünler dışındaki diğer ürünlerin üretimini engellemeyecek şekilde, Türkiye sınırları içinde veya gümrük ve serbest liman veya bölge gibi alanlar dâhil, bulundukları her yerde elkonulması ve bunların saklanması. c) Herhangi bir zararın tazmini bakımından teminat verilmesi. (3) İhtiyati tedbirlerle ilgili bu Kanunda hüküm bulunmayan hususlarda 12/1/2011 tarihli ve 6100 Sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu hükümleri uygulanır.” düzenlemesi yer almaktadır. 6100 Sayılı HMK’nın 389/1. Maddesinde ise, “Mevcut durumda meydana gelebilecek bir değişme nedeniyle hakkın elde edilmesinin önemli ölçüde zorlaşacağından ya da tamamen imkânsız hâle geleceğinden veya gecikme sebebiyle bir sakıncanın yahut ciddi bir zararın doğacağından endişe edilmesi hallerinde, uyuşmazlık konusu hakkında ihtiyati tedbir kararı verilebilir.” düzenlemesinin yer aldığı, düzenlemeye göre, tedbir kararına hükmedilebilmesi için; şartlara uygun tedbir kararı verilmemesi halinde mevcut durumda olabilecek değişiklik nedeniyle hakkın elde edilmesinin zor hatta imkansız hale gelmesine yönelik kuvvetli endişenin bulunması gerektiği, ayrıca HMK’nın 390/3. maddesinde, “Tedbir talep eden taraf, dilekçesinde dayandığı ihtiyati tedbir sebebini ve türünü açıkça belirtmek ve davanın esası yönünden kendisinin haklılığını yaklaşık olarak ispat etmek zorundadır.” şeklinde düzenleme yer aldığı, düzenleme gereği, ihtiyati tedbir kararının verilmesi için tam bir ispat aranmadığı, talebin yeterliliği hususunda mahkemeye kanaat verecek delilerin varlığının yeterli olduğu, yukarıda içeriği açıklanan deliller dikkate alındığında, somut olayda, davacı tarafça ileri sürülen hususların yargılamayı gerektirdiği ve tedbir koşullarının mevcut durumda oluşmadığı yönündeki mahkeme kararında bir isabetsizlik bulunmadığı, ilerde değişen koşullara göre yeniden tedbir talebinin değerlendirilebileceği anlaşılmış olmakla, tedbir talep edenin istinaf başvurusunun 6100 Sayılı HMK’nın 353/1-b/1 maddesi gereğince esastan reddine karar verilmesi gerekmiştir.
HÜKÜM: Gerekçesi yukarıda açıklandığı üzere; 1- Usûl ve yasaya uygun İstanbul 2. Fikrî ve Sınaî Haklar Hukuk Mahkemesi’nin 2020/303 E. ve 24/11/2020 tarihi ara kararına karşı davacı vekili tarafından yapılan istinaf talebinin 6100 Sayılı HMK’nın 353/1-b/1 maddesi gereğince ESASTAN REDDİNE, 2- Davacıdan alınması gerekli 59,30 TL maktu istinaf karar ve ilam harcından peşin yatırılan 54,40 TL harcın mahsubu ile bakiye 4,90 TL harcın davacıdan alınarak Hazineye GELİR KAYDINA, 3- İncelemenin duruşmasız olarak yapılması sebebiyle taraflar yararına vekalet ücreti takdirine YER OLMADIĞINA, 4- Davacı tarafça istinaf aşamasında yapılan yargılama giderlerinin üzerilerinde BIRAKILMASINA, 5- Davacı tarafça yatırılan gider avansından harcanmayan kısmın karar kesinleştiğinde İADESİNE, 6- Karar tebliği, harç tahsil müzekkeresi düzenlenmesi, harç ve avans iadesi işlemlerinin İlk derece Mahkemesince yerine GETİRİLMESİNE, 6100 Sayılı HMK’nın 353/1-b/1. maddesi hükmü gereğince dosya üzerinde yapılan inceleme sonucunda ve 6100 Sayılı HMK’nın 362/1-f ve 394/(5). maddeleri gereğince, kesin olmak üzere oy birliğiyle karar verildi. 18/02/2021