Emsal Mahkeme Kararı İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 44. Hukuk Dairesi 2020/97 E. 2020/264 K. 05.11.2020 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı henüz kesinleşmemiştir. Yararlı olması amacıyla eklenmiştir.

T.C.
İSTANBUL
BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ
44. HUKUK DAİRESİ
T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
İ S T İ N A F M A H K E M E S İ K A R A R I
DOSYA NO: 2020/97 Esas
KARAR NO: 2020/264
İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ: İstanbul Anadolu 2. Fikrî ve Sınaî Haklar Hukuk Mahkemesi
TARİHİ: 22/06/2017
NUMARASI: 2016/51E. 2017/141 K.
DAVANIN KONUSU: Marka (Marka Hükümsüzlüğünden Kaynaklanan)
İSTİNAF KARAR TARİHİ: 05/11/2020
Yukarıda yazılı ilk derece mahkemesi kararına karşı, istinaf yasa yoluna başvurulması üzerine yapılan inceleme sonucunda;
GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ: Davacı vekili dava dilekçesinde; müvekkilinin 1996 yılında kurulan, Amerikan merkezli bir şirket olduğunu, “…” markasının dünyanın birçok yerinde tanınan bir marka olduğunu ve yine dünyanın birçok yerinde tescil edildiğini, Türkiye’de de TPE nezdinde tescilli olduğunu, davalı adına kayıtlı … sayılı “…” marka başvurusundan 22.11.2012 tarih ve 214 sayılı Resmi Marka Bülteni’nde yayınlanması sonucunda haberdar olduğunu, bunun üzerine marka başvurusuna itiraz ettiğini, ancak itirazının reddedildiğini, ardından itirazının TPE Yeniden İnceleme ve Değerlendirme Kurulunca kısmen kabul edilerek davaya konu markanın kapsamından belirli bazı malların çıkarılmasına karar verildiğini, ancak müvekkili markasının tanınmış marka olduğunu, tescili talep edilen davalı markasının önceki tarihli markanın tanınmışlığından haksız bir yarar sağlayabileceğini ve markanın itibarına zarar verebileceğini veya tescili için başvurusu yapılmış markanın ayırt edici karakterini zedeleyici sonuçlar doğabileceğini, müvekkilinin son yılların en popüler spor giyim markası olduğunu ve önemli sponsorluk çalışmalarında bulunduğunu, davalının … sayılı “…” markası için de tescil başvurusunda bulunduğunu, ünlü çanta ve aksesuar markası “…” markasının bu başvuruya itiraz ettiğini ve Markalar Dairesi Başkanlığı’nın yapılan itirazı kabul ettiğini, yine atkı ve bere gibi ürünler ve kozmetik ürünlerde kullanılan “…” markasını da kötü niyetli olarak … tescil numarası ile tescil ettirdiğini, davalının bunun gibi başka kötüniyetli başvuru ve tescilleri bulunduğunu belirterek, müvekkilinin tanınmış markası ile iltibas ve benzerlik yaratacak şekilde haksız olarak tescil edilmiş bulunan 2012/97280 sayılı “…” markasının hükümsüzlüğüne karar verilmesini talep etmiştir. Davalı vekili cevap dilekçesinde; davaya konu markanın ülkemiz sınırlarında tanınmış marka olmadığını, ilk mağazasını 18.03.2016 tarihinde açtığını, davacı markası ile müvekkiline ait markanın farklı tüketici kitlelerine seslendiğini, orta düzeyde alıcılarca karıştırılma olasılığının bulunmadığını, aralarında benzerlik görülse de farklı mal ve hizmetlerde tescilli olduklarından iltibas ve karıştırılma olasılığının bulunmadığını, müvekkilinin marka tescil başvurusunun ilk olarak 22/11/2012 tarihinde yapıldığını, ayrıca müvekkili başvurusunun 9. ve 14. sınıflar için olduğunu, oysa davacının müvekkilinden önceki tek başvurusunun 19/07/2010 tarihinde 18, 25 ve 28. sınıflarda olduğunu, müvekkilinin iyiniyetli olduğunu, davanın ikame tarihinin 2016 olduğunu, davacının geçen bu uzun süre zarfında yasal yollara müracaat etmemesinin kötü niyetini gösterdiğini belirterek, davanın reddini talep etmiştir. Mahkemece, davacı adına tescilli “…” markasının dünyada geniş bir coğrafi alanda kullanıldığı, davacının 22/11/2012 tarihinde davacının markalarının tescilli olduğu sınıftaki ürünler de dahil olmak üzere tescil ettirmek için TPMK’na başvurduğu, davacının itirazı üzerine bir kısım mallar için marka başvurusunun reddedildiği, davacı şirketin başvuru tarihinde Türkiye’de tanındığına dair delil sunulamamışsa da, davacı şirketin aynı ibareden oluşan markasının 2005 yılından bu yana Türkiye’de tescilli olduğu, davacı şirketin dünyanın pek çok ülkesinde “…” markası ve aynı ibareyi içeren ticaret unvanı ile faaliyet gösterdiği, … numaralı “…” markasının 09. sınıfta topluluk markası olarak 04/07/2007 tarihinde tescil edildiği, davacıya ait “…” markasının yüksek ayırt edicilik özelliğine sahip olduğu, davalının bu markayı kendiliğinden yaratma ihtimalinin bulunmadığı, bu durumda davalının davacıya ait markanın bilinirliğinden yararlanmak amacıyla kötü niyetli olarak tescil yaptırdığı, Türkiye’de tanınmış olmasa da, tanınmış olma potansiyelinin çok yüksek olduğu markanın ayniyet düzeyinde tescili nedeniyle tescilin kötü niyetli olduğu, zaten davalının “…” ve “…” gibi tanınmış markaları da benzer şekilde tescil ettirdiğinin iddia edildiği, bu markalar için de başvuruda bulunmasının dünyada bilinen markaları kötü niyetli olarak tescil ettirmeye çalıştığının göstergesi olduğu, davalının tescil başvurusunda yer alan ürünlerin bir kısmının, davacının markası kapsamında ürünlerle aynı olup, davacının itirazı üzerine bu ürünler için tescil başvurusunun reddedildiği, davacıya ait markanın davalının tescil ettirdiği sınıfta yer alan ürünlerde de kullanılmasının markanın itibarına ve ayırt edici karakterine zarar verebileceği, MK’nun 2. maddesi uyarınca kötü niyetin hukuk tarafından korunamayacağı gerekçesiyle davanın kabulüne karar verilmiştir. Davalı vekili istinaf dilekçesinde; davacıya ait markanın tanınır nitelikte olmadığını, Bilirkişi heyet raporu ile bu durumun sabit olduğunu, mezkur bilirkişi raporuna rağmen mahkemece hatalı tespit yapıldığını, Müvekkilinin hitap ettiği tüketici kitlesi ile markanın tescil sınıflarının birbirinden farklı olduğunu, Hükümsüzlük koşullarının gerçekleşmediğinin bilirkişi heyeti tarafından tespit edildiğini, Gerekçeli kararda yerel mahkeme, davacı adına tescilli bulunan ”…” isimli markanın ”Türkiye’de tanınmış olmasa da, tanınmış olma potansiyelinin çok yüksek olduğu” tespitini, bilirkişi heyet raporunda böyle bir tespit olmamasına rağmen yaptığını, Yerel mahkemenin ”…” ve ”…” markalarıyla ilgili değerlendirmelerinin hatalı olduğunu belirterek kararın kaldırılmasına karar verilmesini talep etmiştir. İnceleme, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun(HMK) 355. maddesi hükmü uyarınca istinaf dilekçelerinde belirtilen sebeplerle sınırlı olarak ve kamu düzenine aykırı hususların olup olmadığı gözetilerek yapılmıştır. Dava, markanın hükümsüzlüğü ile sicilden terkinine karar verilmesi istemli davadır. Davacı, davalıya ait … tescil sayılı “…” markasının, davacının “…” ibareli markası ile iltibas yaratacak derecede benzer olduğunu ve davacının markasının tanınmış marka olduğunu, davalı tescilinin kötüniyetli olduğunu iddia etmiş, davalı ise markanın farklı mal ve hizmet sınıflarında tescilli olduğunu, aralarında iltibas bulunmadığını, kötüniyetli tescil iddiasının doğru olmadığını savunmuştur. Taraflara ait markalarla ilgili tescil kayıtları incelendiğinde, davacının … numaralı ve 23/02/2005 tescil tarihli “…” markasının 25. sınıfta, davalının … numaralı ve 22.11.2012 tescil başvuru tarihli “…” markasının 09. sınıfta tescilli olduğu tespit edilmiştir. 03.05.2017 tarihli bilirkişi raporunda; davacının “…” markasının davalın markasının tescil başvuru tarihi olan 22.11.2012 tarihi itibariyle tanınmışlığının tespit edilemediği, bu sebeple 556 sayılı KHK’nin 8/IV. maddesine dayalı hükümsüzlük koşullarının gerçekleşmediği, davacının faaliyet alanı (spor alet edevatları, spor kıyafetleri, akıllı kol saatleri) ile davalının markasının tescilli olduğu emtialar arasında benzerlik bulunmadığı, davalı tarafın kötüniyetli olduğu tespit edilirse, … no’lu “…” markasının kötüniyetli tescil nedeniyle hükümsüzlüğüne karar verilebileceği yönünde tespitte bulunulmuştur. Kötüniyetli tescile dayalı açılan hükümsüzlük davalarında, marka tescilinin kötüniyetli olup olmadığının incelenmesinde, kötüniyetli olarak tescil ettirildiği iddia edilen markanın, kötüniyet iddiasında bulunan tarafa ait marka ile birebir aynı olup olmadığı, markanın ne derece yaratıcı ve ayırt edici olduğu, diğer markadan habersiz olarak tesadüfen tescil ettirilmiş olmasının hayatın olağan akışına uygun olup olmadığı, tescilin diğer markanın tanınmışlığından ve ayırt edicilik gücünden, reklam değerinden haksız yararlanmaya yönelik olup olmadığı hususlarının dikkate alınması gerekmektedir. Bir marka tanınmış olmasa bile, sırf başkasına ait markadan bir şekilde yararlanmaya dönük olan ve marka sahibinden habersiz olarak gerçekleştirilen tescillerin, kötüniyetli olarak yapıldığı kabul edilmelidir. Somut davada, davalı adına tescilli marka ile davacı markasının işitsel ve görsel anlamda birebir aynı olduğu, farklı mal ve hizmet sınıflarında tescilli olsalar dahi, davalının davaya konu marka için yaptığı tescil başvurusunun itiraz üzerine kısmen kabul edilip kısmen reddedildiği, reddedilen mal ve hizmet sınıflarının davacı markasının tescil edildiği mal ve hizmet sınıfına benzer nitelikte olduğu, bilirkişi heyetince Türk Patent ve Marka Kurumu nezdinde yapılan araştırmada, davalının dava dışı, bilinen ”…” markası için tescil başvurusuna karşı … firması tarafından itirazda bulunulduğu, itiraz neticesinde Markalar Dairesi Başkanlığının 29/05/2014 tarihinde, 556 Sayılı KHK’nın 8. maddesi hükümlerine göre davalı başvurusunun reddedilmesine karar verildiğinin tespit edildiği, davalının davacı markası ile işitsel ve görsel anlamda aynı olan markayı birebir tescil ettirmesinde haklı sebebi olmadığı, ingilizcede ”…” anlamına gelen “… markasının davalı tarafça oluşturulmuş olmasının tesadüfi olamayacağı ve hayatın olağan akışına da uygun olmadığı, dolayısıyla dava konusu markanın kötüniyetli tescili nedeniyle MK’nun 2.maddesi gereğince ve Yargıtay HGK’nun 16/07/2008 tarihli ve 2008/11-501 Esas, 2008/507 Karar sayılı kararı uyarınca hükümsüzlüğüne karar verilmiş olmasında bir hukuka aykırılık bulunmadığı, somut olayda kötüniyetli tescil nedeniyle hükümsüzlük şartlarının oluştuğu anlaşılmakla davalı vekilinin istinaf başvurusunun esastan reddine karar verilmesi gerekmiştir. Dosyadaki belgelere, duruşma sürecini yansıtan tutanaklar ve gerekçe içeriğine göre, ilk derece mahkemesi kararında davanın esasıyla ilgili tarafların gösterdiği hükme etki edecek tüm delillerin toplandığı, kanunun olaya uygulanmasında ve gerekçede hata edilmediği, ihtilafın doğru olarak tanımlandığı, kararın usul ve yasaya uygun olduğu anlaşıldığından davalı vekilinin yerinde bulunmayan istinaf başvurusunun, 6100 Sayılı HMK’nın 353/1-b.1 maddesi gereğince esastan reddine karar vermek gerekmiştir.
HÜKÜM: Gerekçesi yukarıda açıklandığı üzere; 1- Usûl ve yasaya uygun İstanbul Anadolu 2. Fikrî ve Sınaî Haklar Hukuk Mahkemesi’nin 22/06/2017 tarih ve 2016/51 E., 2017/141 K. sayılı kararına karşı davalı vekili tarafından yapılan istinaf talebinin 6100 Sayılı HMK.’nın 353/1-b/1 maddesi gereğince ESASTAN REDDİNE, 2- Davalıdan alınması gerekli 54,40 TL istinaf karar ve ilam harcından davalı tarafından yatırılan 31,40 TL harcın mahsubu ile bakiye kalan 23,00 TL harcın davalıdan tahsiliyle Hazineye gelir kaydedilmesine, 3- İncelemenin duruşmasız olarak yapılması nedeniyle taraflar yararına avukatlık ücreti takdirine yer olmadığına, 4- Davalı tarafça istinaf aşamasında yapılan yargılama giderlerinin üzerilerinde bırakılmasına, 5- Davalı tarafça yatırılan gider avansından harcanmayan kısmın karar kesinleştiğinde iadesine,Dosya üzerinde yapılan inceleme sonucunda, 20/07/2017 tarih ve 7035 sayılı Kanunun 31 inci maddesiyle değişik 6100 Sayılı HMK’nın 361/1. hükmü gereğince, kararın tebliğinden itibaren 2 hafta içerisinde Yargıtay’a temyiz başvurusunda bulunma yolu açık olmak üzere, oy birliğiyle karar verildi. 05/11/2020