Emsal Mahkeme Kararı İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 44. Hukuk Dairesi 2020/963 E. 2022/696 K. 21.04.2022 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı henüz kesinleşmemiştir. Yararlı olması amacıyla eklenmiştir.

T.C.
İSTANBUL
BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ
44. HUKUK DAİRESİ
T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
İ S T İ N A F M A H K E M E S İ K A R A R I
DOSYA NO: 2020/963
KARAR NO: 2022/696
İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ: İstanbul 1. Fikrî ve Sınaî Haklar Hukuk Mahkemesi
TARİHİ: 24/05/2018
NUMARASI: 2015/1 E. 2018/232 K.
DAVANIN KONUSU: Marka (Maddi Tazminat İstemli) Marka (Manevi Tazminat İstemli)|Marka (Tecavüzün Tespiti İstemli)
İSTİNAF KARAR TARİHİ: 21/04/2022
Yukarıda yazılı ilk derece mahkemesi kararına karşı, istinaf yasa yoluna başvurulması üzerine yapılan inceleme sonucunda;
GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ: Davacı vekili dava dilekçesinde özetle; Davacının Türk Patent Enstitüsü nezdinde … tescil numarasıyla “…” ibareli markasını davalının izinsiz olarak kullandığı, bu suretle davalı eylemlerinin davacıya ait marka hakkına tecavüz oluşturduğunun tespiti ile bu tecavüzün internet üzerindeki kullanım dahil olmak üzere durdurulmasına ve giderilmesine, davalıya ait ticaret unvanının çekirdek unsuru olan “…” ibaresinin unvandan silinmesi ile ticaret sicilinden terkinine, şimdilik l.000,00 TL maddî tazminata ve 10,000,00 TL manevî tazminata hükmedilmesine ve ihtiyatî tedbir kararı verilmesini talep etmiştir. Davalı vekili cevap dilekçesinde özetle; Müvekkiline ait marka ile davacı adına tescilli marka arasında KHK anlamında benzerlik bulunmadığını, her iki marka şekil, yazılış ve karakter unsurları olarak birbirinden farklı olduğunu, davacı markasının tescilli olduğu mal ve hizmet grupları ile davalının markasının kullanıldığı hizmet grubunun farklı olduğunu, davalının markasının, yurt dışı eğitim danışmanlığı alanında kullanıldığını, davacının ise markasını kullanmadığını, dolayısı ile davacının, kullanılmayan markası sebebi ile tazminat talebinde bulunmasınında mesnetsiz olduğunu, davaya konu tazminat taleplerinin talep edilebilirlik koşulları oluşmadığını, davacının, maddi zararını ispat etmesi gerektiğini, davacı markasında olmayan hizmet gruplarındaki faaliyetlerini engelleyecek şekilde müvekkili aleyhine tedbir kararı verilmesininde usule aykırı olduğunu, davanın reddine, tedbirin kaldırılmasına karar verilmesini talep etmiştir. İlk derece mahkemesince; “Taraflarca hazırlama ilkesine göre sunulu deliller incelenmiş ve taraf iddia ve savunmaları, marka tescil belgesi, ticari sicil kayıtları, 6769 sayılı SMK mevzuatı bir arada incelendiğinde; davacı markasının bir şekil markası olması, davalının ise davacı markasını tescil edildiği şekil ile kullanmadığı gibi, davalının ticaret unvanının tescil tarihinin davacının marka tescil tarihinden daha önce olması, davalı yanca davacı markasının dava tarihinde kullanılmadığını ileri sürmesi, davacı vekilininde bu hususu duruşmadaki beyanı ile ikrar etmesi , somut olayda marka hakkına tecavüz söz konusu olmadığı gibi, davacının markasını kullanmadığı için ne tür bir zarar olgusu içinde olduğunu ispat edemediği, bu hususun teknik yönden alınan raporlar ile de sabit olduğu, 6769 sayılı SMK 29/2. maddesi ile toplanan tüm deliller incelendiğinde marka hakkına tecavüz ve tazminat istemlerinin reddi gerektiği, davacının davalının unvanının da terkini talep ettiği ancak davalının incelenen mali kayıtlarına göre bu unvan adı altında ticari faaliyetini gerçekleştirdiği, davalının ticari unvan tescilinin daha önceki tarihte olması, marka korumasının ise tescil ile hüküm ifade edecek olması, markanın tescilinin ve ilanının sonraki bir tarih olması, öte yandan TPMK nezdinde … ibaresinin tescilli olduğu birçok firma bulunması, davacının kullanmadığı bir marka için ticari saha içinde bulanan bir firmanın unvanının terkinini talep etmesinin MK 2. madde ile de bağdaşmadığı, toplanan delillere göre davanın esastan reddine” karar verilmiştir. Davacı vekili istinaf dilekçesinde özetle; 1-Kanunların geriye yürümezliği ilkesinin ihlal edildiği, mülga 556 sayılı KHK’da markanın tescilli olması yeterli kabul edilmişken, olayda uygulanma imkânı bulunmayan 6769 sayılı yasanın 19 ve 29/2. maddelerine atıfla, tecavüze konu müvekkil markasının kullanılmadığının ikrar edildiğinden bahisle marka hakkına tecavüz iddialarının ve tazminat taleplerinin reddedilmesinin hukuka aykırı olduğunu, 2-Davaya konu edilen olayların, mülga 556 sayılı KHK zamanında, gerçekleştiğini, bu kapsamda, tecavüz edilen … nolu müvekkili markasının tescili için 18,12.2012 tarihinde başvurulduğunu ve 16.12.2014 tarihinde tescil edildiğini, davalının tnüvekkili markasına tecavüz teşkil eden eylemlerinin 18.12.2012-06 01.2015 tarihleri arasında cereyan ettiğini, keza huzurdaki davanın da 06.01.2015 tarihinde ikame edildiğini, dava açılmasından iki yılı aşkın bir süre geçtikten sonra, 10.01.2017 tarihinde 6769 sayılı Sınai Mülkiyet Kanununun yürürlüğe girdiğini, 3-Bilindiği gibi aksine bir hüküm yoksa kanunların, kural olarak geriye yürümeyeceğini, kamu yaran ve kamu düzeninin gerektirdiği kimi istisnalar dışında ilke olarak yürürlük tarihlerinden sonraki olay, işlem ve eylemlere uygulanmak üzere çıkarıldıklarını, yürürlüğe giren kanunların geçmişe ve kesin nitelik kazanmış hukuksal durumlara etkili olmamasının, hukukun genel ilkelerinden olduğunu, keza belirlilik ilkesi gereği, yükümlülüğün hem kişiler hem de idare yönünden belli ve kesin olması, yasa kuralının, ilgili kişilerin mevcut şartlar altında belirli bir işlemin ne tür sonuçlar doğurabileceğini makul bir düzeyde öngörmelerini mümkün kılacak şekilde düzenlenmesi gerektiğini, 4-Bir an için davaya konu olaya 6769 sayılı SMK hükümlerinin uygulanacağı kabul edilse dahi, Mahkemenin kararının yine hatalı olduğunu, nitekim 6769 sayılı yasanın 19/2. maddesine göre itiraz gerekçesi markanın, Türkiye’de en az beş yıldır tescilli olması şartıyla markanın itiraza dayanak mal ve hizmetler bakımından Türkiye’de ciddi biçimde kullanıldığını ispat etmesi şartı arandığını, dosya kapsamından da kolaylıkla anlaşıldığı üzere müvekkili markasının 16.12,2014 tarihinde tescil edildiğini, buna karşılık davanın tescilden 21 gün sonra, 06.01.2015 tarihinde açıldığını, 5-Bilindiği gibi 6769 sayılı yasanın 29/2. maddesi hükmünce, tescilli markanın kullanılmadı- ğına ilişkin defi söz konusu olduğunda kullanıma ilişkin beş yıllık sürenin belirlenmesinde dava tarihinin esas alınması gerektiğini, huzurdaki davada tescil tarihiyle dava tarihi arasında 21 gün olduğu gözetildiğinde markanın kullanılmadığı yönündeki davalı iddiasının incelemeye değer olmadığını, 6-Mahkemece, davanın açılmasından iki ay sonra, kanun değişikliğinden iki yıl ve karardan ise üç yıl önceki bir beyana dayanarak müvekkilinin tescilli markasını kullanmadığını kabul ettiğini, konuyla ilgili beyanda bulunmalarına, delil sunmalarına, kısacası kendilerini savunmalarına engel olduğunu, kaldı ki müvekkil adına “…” markasnını tescil edildikten sonra, yine müvekkili eşinin hakim ortağı olduğu Etkin Patent tarafından işletilen www…com.tr ve www…com alan adları altına halen kullanıldığını,7-Yine yukarıdaki BTK alan adı sorgulama sonuçlarında da görüldüğü üzere dava tarihinden sonra müvekkili adına, davalıyla aynı olan 39. sınıf hizmetlerde kullanılmak üzere “…com.tr” alan adı 25.05,2015 tarihinde tahsis/tescil edildiğni, tur vc rezervasyon hizmetleri kapsamında web sayfası da hazırlandığını, ancak tüm iyi niyetli girişimlerine rağmen davalının “… tur” şeklinde kullanımlarını sonlandırmaması ve bir şekilde projenin yayına verilmesi halinde olası karışıklık endişesiyle projenin bir türlü hayata geçirilemediğini, dahası davalı şirketin % 50’sini alan yeni ortak, müvekkille telefonla görüşerek “…” markasının kendilerini satılmasını istediğini, ancak bu talebini müvekkilinin kabul etmediğini, 8-Sonuç olarak tamamen davalının kötüniyetli engellemeleri sebebiyle bugüne kadar müvekkilinin kendi adına kayıt/tescilli olmasına rağmen markasıyla ilgili projesini tam olarak hayata geçiremediğini, dolayısıyla uzun süredir davalının engellemeleri sebebiyle müvekkilinin telafisi güç maddi ve manevi zararlar yüklenmek zorunda kaldığını üstelik Markalar Dairesi ve YİDK nezdinde yapılan itirazlar, açılan hukuk ve ceza davaları sebebiyle müvekkilin ciddi emek, zaman ve maddi kayıpları oluştuğunu, hal böyle olup savunma hakkı kısıtlandığından, bu hususları dava dosyasına bildirme imkânlarının olmadığını, 9-Davalının, müvekkilinin tcscilli markasına tccavüz ettiğinin dosyadaki belgeler ve bilirkişi raporlarıyla sabit olmasına rağmen, davalının haksız kullanımının sadece ticaret unvanıyla sınırlı kabul edilerek tecavüzün yok sayıldığını, 10-Sadece bir örneğini sundukları görselde görüldüğü üzere davalının işlettiği www…com web sayfasının sadece ana sayfasında bile verilen hizmet ve niteliklerinin çekişmeye konu 39. sınıf kapsamındaki hizmetler (taşıma ve tur hizmetleri) olduğunu, dahası bu hususun uzman bilirkişiler tarafından da tespit edildiğini, dolayısıyla davalının “…” ibaresini markasal biçimde kullandığını ve bunun marka tecavüzü niteliğinde olduğunu, öle yandan davalının, huzurdaki davanın açılıp markanın kullanılmaması yönünde tedbir kararı verilmesi üzerine bu seler “www,…com” web sayfasını kurmuş ve tecavüzlerine devam ettiğini, 11-Dava dosyasına sundukları ve ayrıca yukarıda yer verdikleri TPMK sicil kayıtlarında da görüldüğü üzere, davalının 08.2.2013 tarihli başvurusunun, müvekkili adına … numarayla kayıtlı “…” markası sebebiyle re’sen reddedildiğini, yani bu tarihten itibaren “…” markasının müvekkili adına tescilli olduğunun davalı tarafından bilindiğinin açık ve net ortada olduğunu, 12-Müvekkilinin markayla ilgili başvurusunun, davalının unvan tescilinden önce olduğunun dikkate alınmadığını,, marka sahibi olan müvekkilinin, yasadan doğan hukuki korumadan mahrum bırakıldığını, dosyadaki belgelerden de anlaşıldığı üzere, müvekkil “…” markasının tescili için 18.12.2012 tarihinde TPMK nezdinde başvuruda bulunduğunu, davalının unvanının ise 16.01.2013 tarihinde tescil edildiğini, bilindiği gibi gerek mülga 556 Sayılı KHK md. 40 ve gerekse sonradan yürürlüğe giren 6769 sayılı yasanın 23. maddesinin, koruma süresini başvuru tarihinden itibaren başlattığını, bu bakımdan 18.12.2012 tarihli müvekkilinin başvurusuna üstünlük tanınıp davalının unvanının da müvekkil markasına tecavüz ettiğinin kabulü gerekirken, başvuru ve tescil tarihlerinde hataya düşüldüğünü ve davacının unvan tescilinin daha önce olduğunun kabul edildiğini, 13-Dosyadaki deliller ve bilirkişi raporlarına rağmen davalının kullanımlarının “unvan kullanımı” olduğu ve ayrıca kullanımların müvekkil markasıyla benzer olmadığı, karışıklık yaratmadı- ğının kabul edilmesinin dosya içeriğine ve marka hukukunun ilkelerine aykırı olduğunu, davalının kayıtlı ticaret unvanı ”…” şeklinde olduğunu, ancak davalının dava dosyasına sundukları yukarıdaki www…,com ve www….com alan adlarının bizatihi ismi ve bu alan adları altında yayınlanan web sayfaları, fatura, kartvizit, sosyal medya hesaplarındaki kullanımlar şeklindeki kullanımlar olup bu kullanımların salt “ticaret unvanı” kullanımı olarak görülemeyeceğini, aksine müvekkilinin tescilli “…” markasının kullanıldığını, 14-Bilindiği üzere Harçlar Kanununun eki (l) sayılı tarifeye göre davanın reddi halinde maktu red harcına hükmedilmesinin gerektiğini, Harçlar Kanunu m.31’in ise “peşin alınan karar ve ilam harcı için ilamında, ödenmesi gerekenden fazla olduğu anlaşılırsa fazlalık istek üzerine geri verilir” hükmünü amir olduğunu, somut durumda 06.01.2015 tarihinde 27,70 TL başvurma harcı ve 187,86 TL peşin harç; 19.12.2017 tarihinde ise 324,47 TL tamamlama harcı yatırıldığını, davanın reddi yönünde karar verildiğinden maktu harcın mahsubuyla bakiye harcın iadesine karar verilmesi gerekirken “eksik kalan 151,96 TL harcın davacıdan tahsiline” karar verildiğini, yerel mahkeme kararının bu yönüyle de usul ve yasaya aykırı olduğunu belirterek bu re’sen belirlenecek sebeplerle istinaf başvurusunun kabulüyle, davanın reddi yönündeki usul ve yasaya aykırı yerel mahkeme kararının kaldırılmasına, davanın kabulüne, yargılama giderleri ve vekâlet ücretinin davalıya yükletilmesine karar verilmesini talep etmiştir.İnceleme, 6100 Sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (HMK)355. maddesi hükmü uyarınca istinaf dilekçesinde belirtilen sebeplerle sınırlı olarak kamu düzenine aykırı hususların olup olmadığı gözetilerek yapılmıştır. Dava, 556 sayılı KHK kapsamında marka hakkına tecavüz, terkin, maddi ve manevi tazminat talebine ilişkindir. Davacı TPE nezdinde tescilli markasına, davalının kullandığı tescilli ticari ünvanıyla tecavüz edildiğini ileri sürmüş, davalı ise davalının ticari unvanını kullandığını ve kendi markasını oluşturduğunu, bu kullanımın davalının markasına tecavüz oluşturmadığını, davacının markasını da kullanmadığından bir tecavüz ve tazminat sorumluluğunun doğmadığını savunmuş, mahkemece davanın reddine karar verilmiş, iş bu karar yukarıdaki sebeplerle istinaf edilmiştir. Mahkemece 01.04.2016 tarihli heyet raporu, 02.05.2017 tarihli farklı bir heyetten rapor ve aynı heyetten 07.12.2017 tarihli ek rapor alınmış, raporların dosya kapsamına uygun olmadığı görülmüş, mahkemece HMK 266. madde kapsamında yeni rapor alınmayarak tüm deliller hukuki açıdan resen değerlendirilmiştir. TPE kayıtlarına göre, davacının tescilli markası … şekil ibaresinden oluşmakta olup,…no ile 3,6,7,11,12,14,21,24,35,37,38,39,40,42,43,44, 45. sınıflar için markanın tescilinin 16.12.2014 tarihinde yapıldığı, ilanın ise 31.1.2015 tarihinde yapıldığı, davalının ise ticaret ünvanı için ticari sicile başvuru tarihi 16.1.2013 tarihi olup, firma faaliyet konusunun yurt içi ve yurt dışına seyahatler düzenlemek, üniversiteleri tanıtmak, dil okulları tanıtmak, pazarlamak,okul turları düzenlemek,rezervasyon işlemleri yapmak gibi konular için … LTD ŞTİ olarak kurulduğu anlaşılmaktadır. Somut olayda davalının tescilli ticaret unvanını ve alan adını kullandığı ve tüm kullanımlarının ticari iştigal sahasına ilişkin olduğu,20.04.2017 tarihli bilirkişi raporunda da değinildiği üzere, davalının dosyada mübrez internet sitesinden alınan görsellerde “…” ibaresinin, tacirleri birbirinden ayırmaya yarayan addan ziyade, hizmetin kaynak gösterme yani mal ve hizmetin hangi işletmeden geldiğine işaret edecek şekilde kullanıldığı, nitekim ticaret unvanının çekirdek ve eklerden oluştuğu, çekirdek unvanın kapsamına işletme konusu ile şirketin türü girdiği, ek ise ihtiyari olup işletmenin niteliğini gösteren hayali ya da gerçek adlardan oluştuğu, davalının kullanımında, çekirdek unsura yer vermeden sadece “…” ibaresini kullandığı, buna göre davalı yanın … ibaresini markasal olarak kullandığı, bu kullanımın davacı markasının tescilli olduğu yurt dışı, yurt içi turları ve gemi turları tanıtımlarında da bulunduğu anlaşılmaktadır. 556 sayılı KHK’nın 6. maddesindeki “Bu Kanun Hükmünde Kararname ile sağlanan marka koruması tescil yoluyla elde edilir.” hükmü uyarınca markanın sahibine sağladığı haklar kural olarak tescil ile oluşur ve üçüncü kişilere karşı marka tescilinin yayını tarihinden itibaren hüküm ifade eder Marka hakkına tecavüz yönündeki yapılan incelemede ise, tescilli marka koruması 556. Sayılı KHK ile sağlanmakta olup buna ilişkin hükümler aşağıdaki gibidir; 556 Sayılı Markaların Korunması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname’nin (“556 Sayılı KHK) 61. Maddesinde; “Aşağıda sayılan fiiller marka hakkına tecavüz sayılır: a) Marka sahibinin izni olmaksızın, markayı 9. maddede belirtilen biçimlerde kullanmak, b) Marka sahibinin izni olmaksızın, markayı veya ayırt edilmeyecek derecede benzerini kullanmak suretiyle markayı taklit etmek…” Marka sahibinin tescil sebebiyle sahip olduğu haklar KHK’nın 9. Maddesinde: “Marka tescilinden doğan haklar münhasıran marka sahibine aittir. Marka sahihi, aşağıda belirtilen fiillerin önlenmesini talep edebilir: a) Markanın tescil kapsamına giren aynı mal ve/veya hizmetlerle ilgili olarak, tescilli marka ile aynı olan herhangi bir işaretin kullanılması. b) Tescilli marka ile aynı veya benzer olan ve tescilli markanın kapsadığı mal ve/veya hizmetlerin aynı veya benzeri mal ve/veya hizmetleri kapsayan ve bu sebeple halk tarafından, işaret ile tescilli marka arasında ilişkilendirilme ihtimali de dahil karıştırılma ihtimali bulunan herhangi bir işaretin kullanılması. Aşağıda belirtilen durumlar, birinci fıkra hükmü uyarınca yasaklanabilir: a) İşaretin mal veya ambalajı üzerine konulması,
B) İşareti taşıyan malın piyasaya sürülmesi veya bu amaçla stoklanması, teslim edilebileceğinin teklif edilmesi veya o işaret altında hizmetlerin sunulması veya sağlanması,
D) İşaretin, teşebbüsün iş evrakı ve reklamlarında kullanılması.” Şeklinde düzenlemeler yapılmıştır. Karışıklığa sebep olan kullanım şayet tescile dayalı bir kullanım ise, bu halde unvanın, işletme adının veya markanın sicilden terkini veya hükümsüzlüğü istenmeden doğrudan doğruya haksız rekabetin tespiti, önlenmesi gibi taleplerde bulunulması mümkün değildir. Ancak, tescilsiz kullanım veya tescil edildiği şekilden farklı kullanım söz konusu ise, bu taleplerin ileri sürülmesi söz konusudur. Kayıtlara göre, davacının tescilli markası, bir şekil markası olup, … ibaresinin başında altıgen geometrik şeklinin bir bölümü, yazının başına taç olarak gelecek şekilde kesik çızgilerle a harfinin üzerinde bir imla çizgisi şeklinde, yine P harfinin altında, yatık bir çizgi ile tanımlanmış logo ile kombin edilmiş bir şekil markası olduğu, davalının başvurusuna esas ve internet sitesinde tescilsiz kullandığı markanın italik olarak, imza görüntüsü ile … ibaresinin daire içinde alınmış şeklinde olduğu, bu halleriyle markaların şekilsel ve görsel olarak benzer olmadıkları, işitsel bir benzerliğin ise söz konusu olduğu anlaşılmaktadır. Dava konusu markanın ayırt ediciliği yönünde incelendiğinde, bileşke markaların ayırt ediciliğinin tespitinde, markayı oluşturan her bir kelime ya da bileşenin tek tek değerlendirilmesi değil, bileşke markanın ihtiva ettiği kelimelerin tamamı itibariyle bir bütün olarak ilgili tüketici kesimi üzerinde bıraktığı izlenim dikkate alınır. Ayrıca kelime markalarının sonuna eklenen tanımlayıcı ibarenin, markanın anlamsal olarak farklılaşmasına sebep olduğu ve ortalama tüketicinin bütünsel algısında tamamen farklı bir izlenim yaratan markalar, mal ve hizmetlerin niteliğine bakılmaksızın benzer kabul edilmemektedir. Ayırt edici gücü zayıf ve tanımlayıcı ibare içeren kelime markalarında, ortalama tüketicinin bütünsel algısı çerçevesinde asli ve tali unsur kolaylıkla ayrıştırılamamakta, tanımlayıcı unsurun markanın ayırt edici gücünü arttırdığı durumlarda benzerlik incelemesinin asli ve tali unsur ayrıştırılmaksızın “bütünlük ilkesi” çerçevesinde yapılması gerekmektedir. Bu açıklamalar ışığında, her iki tarafın kullandığı “…” markasına ayırt edicilik sağlayacak bir unsur katılmadığından markanın zayıf marka olduğu, tescilli marka olsa da, ayırt edici gücü zayıf bir markanın yararlanacağı koruma düzeyinin, ayırt edici gücü yüksek bir markanın yararlanacağı koruma düzeyiyle eşit olmayacağı, davacının … ibareli markası ile davalının … turizm ibareleri arasında karıştırılma ihtimali bulunmadığı, kaldıki “…” ibaresinin, davacının marka başvurusuna konu ettiği tarihten daha önce de, farklı şahıs ve firmalarca farklı mal ve hizmet gruplarında yaygın olarak kullanıldığı, bu yöndende ayıredicilik unsurunun zayıf olduğu anlaşılmaktadır. Öte yandan, mülga 556 sayılı Marka KHK’nın 42/1-b maddesinin yollamasıyla, KHK’nın 8/3 maddesi uyarınca, bir kimse markaya konu işaret üzerinde tescilden önce ve haksız rekabet sebebiyle bir başkasının o işareti kullanmasına karşı çıkabilecek ölçüde bir hak sahibi olmuşsa veya KHK’nın 8/5 maddesi uyarınca sınai mülkiyet hakkı sahibi olmuş ise, o işaretin marka başvurusuna itirazda bulunabileceği gibi, tescil edilmiş olsa bile markanın hükümsüzlüğünü talep edebileceği, ancak böyle bir hükümsüzlük davası açabilmek için, markanın tescil başvurusundan önce, o işaretin kendisi tarafından uzun süredir, kesintisiz olarak kullanılması ve işarete belirli marufiyet/bilinirlik kazandırılması gerektiği, bu yönden bakıldığında, davacının tescil başvurusunun 2012 yılında gerçekleştiği, 16.12.204 tarihinde tescil edildiği, ilanın 31.01.2015 tarihinde yapıldığı, dava tarihinde de davacının itiraz gerekçesi markasını henüz kullanmaya başlamadığı, davalının terkini istenen ticaret ünvanı için 16.01.2013 tarihinde başvurusunu yaptığı, davacının markasını, başvuru tarihinden itibaren marka koruma kapsamında değerlendirilmiş olsa bile, marka kullanımının hiç başlamadığı, davalının başvurusunun ise 16.01.2013 tarihinde gerçekleştiği, ve bu tarihten sonra kullanımının başladığı, davalının ticari ünvanının tescilinin, davacı markasının tescilinden önce olduğu, bu tarihler içerisinde davacının marka üzerinde haksız rekabet sebebiyle bir başkasının o işareti kullanmasına karşı çıkabilecek ölçüde yasa gereği bir hak sahibi olmadığı anlaşılmaktadır. (…) Sonuç olarak, davacı markası ile davalının kullandığı markanın görsel yönden farklı olduğu, her ne kadar kavramsal ve işitsel benzerlik bulunsada, davacı markasının ayırt edicilik vasfının zayıf olduğu ve davacı tescilinden önce de başkaları tarafından kullanıldığı, bu sebeple her iki marka arasında iltibastan bahsedilemeyeceği, kaldıki dava tarihi itibarıyla davacının markasıyla ilgili bir kullanımının bulunmadığı, davalı kullanımının ve ticaret ünvanı tescilinin önceye dayalı olduğu, bu sebeplerle davacının markasına yönelik her hangi bir marka tecavüzü ya da haksız rekabetten söz edilemeyeceği, ek olarak davanın ticaret ünvanının tescil tarihinin davalının markasının tescil tarihinden daha eski olduğu da gözetildiğinde ticaret ünvanındaki “…” ibaresinin terkini şartlarının oluşmadığı anlaşıldığından davacı vekilinin istinaf talebinin reddine karar verilmesi gerekmiştir. Dosya içeriğine, tarafların karşılıklı iddia ve savunmalarına, dayandıkları belgelere, hukuki ilişkinin nitelendirilmesine, dosyadaki tespitlere ve uyuşmazlığa uygulanması gereken hukuk kurallarına göre, 6100 Sayılı HMK’nın 355. maddesi gereğince istinaf sebepleriyle sınırlı olarak yapılan inceleme sonucunda ilk derece mahkemesi kararında esas yönünden yasaya aykırılık bulunmadığı anlaşılmakla, davacı vekilinin istinaf talebinin, 6100 Sayılı HMK’nın 353/1-b/1. maddesi gereğince esastan reddine karar verilmesi gerektiği kanaat ve sonucuna varılarak aşağıdaki hüküm kurulmuştur.
HÜKÜM: Gerekçesi yukarıda açıklandığı üzere; 1- Usûl ve yasaya uygun İstanbul 1. Fikrî ve Sınaî Haklar Hukuk Mahkemesi’nin 24/05/2018 tarih ve 2015/1 E. 2018/232 K. Sayılı kararına karşı davacı vekili tarafından yapılan istinaf talebinin 6100 Sayılı HMK’nın 353/1-b/1. maddesi gereğince ESASTAN REDDİNE, 2- Davacıdan alınması gerekli 80,70 TL maktu istinaf karar ve ilam harcından davacı tarafından yatırılan, 35,90 TL harcın mahsubu ile bakiye 44,80 TL harcın davacıdan tahsiliyle Hazineye gelir kaydedilmesine, 3- Davacı tarafça istinaf aşamasında yapılan yargılama giderlerinin üzerinde bırakılmasına, 4- İncelemenin duruşmasız olarak yapılması sebebiyle taraflar yararına vekalet ücreti tayinine yer olmadığına, 5- Taraflarca yatırılan gider avansından harcanmayan kısmın karar kesinleştiğinde iadesine, Dosya üzerinde yapılan inceleme sonucunda, 20/07/2017 tarih ve 7035 Sayılı Kanunun 31. maddesiyle değişik 6100 Sayılı HMK’nın 361/1. maddesi gereğince, kararın tebliğinden itibaren 2 hafta içerisinde Yargıtay’a temyiz başvurusunda bulunma yolu açık olmak üzere, oy birliğiyle karar verildi. 21/04/2022