Emsal Mahkeme Kararı İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 44. Hukuk Dairesi 2020/916 E. 2022/424 K. 17.03.2022 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı henüz kesinleşmemiştir. Yararlı olması amacıyla eklenmiştir.

T.C.
İSTANBUL
BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ
44. HUKUK DAİRESİ
T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
İ S T İ N A F M A H K E M E S İ K A R A R I
DOSYA NO: 2020/916
KARAR NO: 2022/424
İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ: Bakırköy 1. Fikri ve Sınaî Haklar Hukuk Mahkemesi
TARİHİ: 01/02/2018
NUMARASI: 2016/121 E. – 2018/14 K.
DAVANIN KONUSU: Marka (Marka Hükümsüzlüğünden Kaynaklanan)
İSTİNAF KARAR TARİHİ: 17/03/2022
Yukarıda yazılı ilk derece mahkemesi kararına karşı, istinaf yasa yoluna başvurulması üzerine yapılan inceleme sonucunda;
GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ: Davacı vekili dava dilekçesinde özetle; Müvekkilinin 08.05.2001 tarihinde ticaret odasına … Sigorta Aracılık Hizmetleri tescil ettirdiğini ticaret unvanı olarak kullandığını, … ibaresinin müvekkili şirket yetkilisinin soyadı olduğunu yaptığı görsel ve işitsel tanıtım materyallerinde … markasını kullandığını, TPE tescil için müracaata bulunduklarını ancak davalı şirketin 36.sınıfta tescilli markası sebebiyle başvurularının reddedildiğini, müvekkilinin … markasını davalıdan çok daha önce kullandığını, öncelik hakkı sahibi olduğunu, davalının faaliyeti bulunmadığı halde 36.sınıfta “sigorta hizmetleri” hizmet kolunda da tescil ettirdiğini, … tescil numarası ile davalı yan adına tescilli bulunan “… Ltd. Şti.” ibareli markanın 36. emtia sınıfı bakımından hükümsüzlüğüne karar verilmek sureti ile sicilden terkinine, mahkeme ilamının Türkiye’de tirajı en yüksek 3 gazetede yayın ve ilanına, masrafların davalı yandan alınmasına karar verilmesini talep etmiştir. Davalı vekili cevap dilekçesinde özetle; Müvekkilinin … MÜŞAVİRLİĞİ markasını mevcut gümrük müşavirliği faaliyetleri öncelikli olmak üzere sigortacılık, aracılık vb.faaliyetlerde kullandığını, müvekkilinin … markasını sadece 36. ve 39.sınıflarda sadece faaliyette bulunduğu sınıflarda tescil ettirdiğini, markanın tescili ile dava tarihi arasında fiilen yaklaşık 2,5 yıllık süre geçtiğini, müvekkilinin kendisine mevzuatla tanınan kullanma zorunluluğu süresinin henüz dolmadığını bu sebeple davanın reddine karar verilmesini talep etmiştir. İlk derece mahkemesince; “Somut olayda, davalı tarafa ait marka ve ticaret unvanından daha önce davacı tarafın … ibaresini sigortacılık alanında ticari amaçla ve markasal olarak kullandığı, söz konusu sigortacılık ve aracılık hizmetleri yönünden davalı tarafın tescilinden daha önceye dayalı davacı tarafın üstün hak sahibi olduğu, bu hizmetler yönünden markayı ilk kullanan davacı taraf olduğundan hükümsüzlük talep edilen hizmetler yönünden davalı taraf markasının kısmen hükümsüzlüğüne, kayıtlardan terkinine, hükmün TPMK tarafından tescili ve ilanı söz konusu olup, ayrıca ilan edilmesine yer olmadığına” karar verilmiştir. Davalı vekili istinaf dilekçesinde özetle; -Müvekkili şirketin 07/08/2007 tarihi itibariyle ticaret siciline kaydolduğunu, ticaret unvanının aynı zamanda şirket yöneticisi olan …’un soyadı olduğunu, karara konu … markasının müvekkili tarafından 01.11.2011 tarihinden itibaren geçerli olmak üzere 36. Ve 39. Sınıflarda tescil edildiğini ve ticari faaliyetlerinde kullanıldığını, dosyada yer alan 05.03.2014 tarihli … Ltd. Şti. ile müvekkili şirket arasındaki sözleşmede bu durumun açıkça belirtilmiş olduğunu, -Kabul anlamına gelmemek kaydıyla, davacının hükümsüzlüğe konu unvanı önceden kullanıyor oluşunun müvekkili tarafından tescillenmiş ve bu haliyle hukuk düzeni tarafından korumaya alınmış markanın hükümsüzlüğü sonucunu doğurmayacağını, öncelikli kullanıma dayalı hükümsüzlük talebinde bulunulması için markayı salt daha önceki bir tarihte kullanmanın yeterli olmayacağını, ayrıca belirli bir bölgede maruf ve meşhur da olduğunun ispatı gerekeceğini, -Davacı, kendi markasını tescil ettirmek talebi ile TPE’ye 20.12.2012 tarihi itibariyle başvurduğunda … markasının müvekkil tarafından tescil edildiğini öğrendiğini beyan ettiğinden, talebi konusunda sessiz kalma yoluyla hak kaybı ilkesinin uygulanması gerekeceğini, somut olay dahilinde müvekkilinin kötü niyetinden de asla söz edilemeyeceğini bu sebeplerle istinaf taleplerinin kabulüne karar verilmesini talep etmiştir. Davacı vekili istinafa cevap dilekçesinde özetle; -Müvekkili şirketin yaklaşık 17 yıllık süreçte müvekkil ticaret unvanını duyurarak tanınırlığını sağladığını özellikle faaliyette bulunduğu sigortacılık sektöründe herkes tarafından bilinir bir marka haline geldiğini, davalı şirketin ticaret sicil kayıtlarının incelenmesinde, gümrük müşavirliği ve lojistik işleri ile iştigal edildiği ve fakat kesinlikle sigortacılık ya da sigorta acenteliği hizmetlerinde faaliyetlerinin bulunmadığının görüldüğünü, sigorta hizmetleri ile hiçbir ilgisi olmayan ve sigorta hizmet kollarında herhangi bir faaliyeti bulunmayan davalı şirkete ait markanın 36. sınıfta “Sigorta Hizmetleri” hizmet kolunda gördüğü tescil hukuka ve yasaya aykırı olduğunu davalı tarafın istinaf talebinin reddi ile kararın onanmasını talep etmiştir. İnceleme, 6100 Sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun(HMK) 355. maddesi hükmü uyarınca istinaf dilekçelerinde belirtilen sebeplerle sınırlı olarak ve kamu düzenine aykırı hususların olup olmadığı gözetilerek yapılmıştır. Dava, markanın hükümsüzlüğü istemine ilişkindir. Davalı adına tescilli “… Ltd. Şti.” markasının hükümsüzlüğü talebi yönünden değerlendirmede, Eldeki dava 01.06.2016 tarihinde açılmış olup, mülga 556 Sayılı Markaların Korunması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname’nin somut olayda uygulanması yerindedir. İşbu marka hükümsüzlüğü istemli davada uyuşmazlık, davacının kullanım sebebiyle hükümsüzlüğü istenen davalı markalarının esas unsurunu oluşturan ibare üzerinde öncelik hakkı bulunup bulunmadığı ve dava konusu markaların hükümsüzlükleri koşullarının oluşup oluşmadığı noktalarında toplanmaktadır. Eskiye dayalı kullanım iddiasına dair hükümsüzlük sebepleri bakımından da mezkur KHK’nın (8/3) maddesinde yer alan; “Tescilsiz bir markanın veya ticaret sırasında kullanılan bir başka işaretin sahibinin itiraz etmesi üzerine, tescili istenilen marka, aşağıdaki hallerde tescil edilmez. a)Markanın tescili için yapılan başvuru tarihinden önce veya markanın tescili için yapılan başvuruda belirtilen rüçhan tarihinden önce bu işaret için hak elde edilmiş ise, b)Belirtilen işaret, sahibine daha sonraki bir markanın kullanımını yasaklama hakkını veriyorsa,” şeklideki düzenleme bulunmaktadır.”… gerçek hak sahipliği ilkesi gereği, yurt içinde, marka başvurusundan önce ve markaya konu işaretin tescil kapsamındaki mal ve hizmetler yönünden yoğun ve sıkı kullanım sonucu işaret üzerinde önceye dayalı hak elde edilmiş olması halinde, o işaret üzerinde gerçek hak sahibi olan kişiye öncelik hakkı tanınır ve itirazı üzerine başvurunun reddine karar verilir. Şayet marka tescil edilmiş ise bu defa KHK’nın 42/b maddesi yollamasıyla aynı ilkeler uyarınca, markanın hükümsüzlüğüne karar verilebilir. Ancak söz konusu işaret üzerindeki kullanımın, yurt içinde ve yerelden daha geniş bir coğrafyada, nizasız, fasılasız ve yoğun bir şekilde kullanılmış olması gerekir. İşaretin yurtdışındaki kullanımları, işareti kullanan kişiye yurtiçinde herhangi bir öncelik hakkı vermez. Keza işareti taşıyan mal ve hizmetlerin, yurtdışına çıkan Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarına pazarlanmış olması da, yurtdışındaki internet sitesine Türkiye’den alıcıların ulaşabiliyor olması da işaret sahibine KHK’nın 8/3 maddesi uyarınca yurtiçinde her hangi bir öncelik hakkı bahşetmeyecektir” (Yargıtay 11. Hukuk Dairesi, 2017/3943 Esas- 2019/1154 Karar). Böyle bir hükümsüzlük davası açabilmek için, markanın tescil başvurusundan önce, o işaretin kendisi tarafından uzun süredir, kesintisiz olarak kullanılması ve işarete belirli marufiyet/bilinirlik kazandırılması gerekir. Somut olayda davacı tarafın “…” markasını yerelden daha geniş bir çevrede sigortacılık alanında markasal olarak kullandığının alınan bilirkişi raporları ve sunulan deliller ile sabit olduğu, acentelik sözleşmelerinin bulunduğu, bu hususun da yerelden daha geniş kullanım olduğunun delili olduğu, davalının bu konudaki istinaf isteminin yerinde olmadığı anlaşılmıştır. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 26/02/2020 tarihli 2017/11-27 Esas-2020/225 Karar sayılı kararında; ” Sessiz kalma yoluyla hak kaybı, önceki hak sahibinin, hakka konu ticari ad ve işareti iyi niyetli bir şekilde kullanan kişiye karşı dava açma hakkını uzun süre kullanmaması ve ihlallere sessiz kalarak ticari ad ve işareti koruma hakkını yitirmesi demektir. Sessiz kalma yoluyla hak kaybı ilkesinin temeli 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun (TMK) 2. maddesine dayanmaktadır. Anılan madde; “Herkes, haklarını kullanırken ve borçlarını yerine getirirken dürüstlük kurallarına uymak zorundadır. Bir hakkın açıkça kötüye kullanılmasını hukuk düzeni korumaz.” hükmünü haizdir. Buna göre, anılan madde ile hukuk düzeninin kişilere tanıdığı bütün hakların kullanılmasında göz önünde tutulması ve uyulması gereken iki temel ilkeye yer verilmiş olup, öncelikle hakların dürüstlük kuralına uygun kullanılması gerektiği ifade edilmiş, ardından hakların açıkça kötüye kullanılmasını hukuk düzeninin korumayacağı belirtilmiştir…. Ancak dikkat edilmesi gereken husus, uzun süre boyunca, belirli aralıklarla sadece ihtarname gönderen, fakat dava açmayan ve ihtarname dışında unvanın kullanılmaması için herhangi bir girişimde de bulunmayan önceki hak sahibinin sessiz kalmadığını ileri sürmesi, hakkın kötüye kullanılması olarak değerlendirilebilir. O hâlde kullanımın daha fazla devamını istemeyen önceki hak sahibi, bu arzusunu açıklayan bir ihtarname göndermiş ise de makul bir süre içinde bu iradesini dava yoluyla da göstermelidir…” denilerek kullanıma razı gelinmediğine dair iradenin dava yoluyla da gösterilmesi gerektiği açıklanmıştır. Yargıtay 11. Hukuk Dairesi’nin 18/09/2019 tarihli, 2018/3792 Esas-2019/5561 Karar numaralı kararında; ” Dairemiz’in 21/12/2017 tarih 2016/6803-2017/7532 sayılı kararında da belirtildiği üzere, “uzun süreli sessiz kalma suretiyle hak kaybı müessesi” TTK’da düzenlenmemiş olup bu uygulamanın yasal dayanağı TMK’nin 2. maddesidir. Buna göre, bir hak ihlali karşısında, hak sahibinin bu ihlali bildiği veya bilebilecek durumda olduğu halde bu hususta karşı tarafta dava açılmayacağı yolunda güven oluşturulduktan sonra, oluşturulan bu güvene aykırı olarak, ihlal konusu hakka önemli yatırım yapan kişilere karşı ihlali sona erdirmek amacıyla dava açılması çelişkili davranış yasağı teşkil edecek olup, böyle bir davranış MK 2. maddesi uyarınca dürüstlük kuralına aykırı olacak ve bu davranış hukuk tarafından himaye edilmeyecektir. Bu sürenin belirlenmesinde de esas alınacak olan dürüstlük kuralıdır. Bununla birlikte bu süre Dairemiz uygulamalarında Dairemiz’in 18.12.2013 tarih 2012/17220 -2013/23188, 04.11.2013 tarih 2012/5906 -2013/19523, 28/11/2018 tarih 2017/1405 – 2018/7443 sayılı kararlarında da belirtildiği üzere, kural olarak beş yıl olarak kabul edilmektedir. ” denilmiştir. Yukarıda yer verilen yargı kararları doğrultusunda, davacının öncelik hakkı olduğu değerlendirilse dahi sessiz kalma suretiyle hak kaybının oluşup oluşmadığına yönelik istinaf isteminin tespiti gerekmiştir.Davalının marka tescil başvurusunun 01/11/2011 tarihinde yapıldığı, tescilinin 21/02/2013 tarihi olduğu, davanın 01/06/2016 tarihinde açıldığı, tescil tarihinden 3 yıl sonra açılan işbu davada, davacının sessiz kalma yoluyla hak kaybına uğradığının söylenemeyeceği bu sebeple davalının bu konudaki istinaf isteminin de reddinin gerektiği anlaşılmıştır. İlk derece mahkemesince açıklanan ve benimsenen sebeplerle dosya içeriğine, tarafların karşılıklı iddia ve savunmalarına, dayandıkları belgelere, hukuki ilişkinin nitelendirilmesine, dosyadaki tespitlere ve uyuşmazlığa uygulanması gereken hukuk kurallarına göre, 6100 Sayılı HMK’nın 355. maddesi gereğince istinaf sebepleriyle sınırlı olarak yapılan inceleme sonucunda ilk derece mahkemesi kararında esas yönünden yasaya aykırılık bulunmadığı anlaşılmakla, davalı vekilinin istinaf talebinin, 6100 Sayılı HMK’nın 353/1-b/1. maddesi gereğince esastan reddine karar verilmesi gerektiği kanaat ve sonucuna varılarak aşağıdaki hüküm kurulmuştur.
HÜKÜM: Gerekçesi yukarıda açıklandığı üzere; 1- Usûl ve yasaya uygun Bakırköy 1. Fikri ve Sınaî Haklar Hukuk Mahkemesi’nin 01/02/2018 tarih ve 2016/121 E., 2018/14 K. sayılı kararına karşı davalı vekili tarafından yapılan istinaf talebinin 6100 Sayılı HMK’nın 353/1-b/1. maddesi gereğince ESASTAN REDDİNE, 2- 492 Sayılı Harçlar Kanunu gereğince alınması gereken 80,70 TL maktu istinaf karar ve ilam harcından peşin yatırılan 35,90 TL harcın mahsubu ile bakiye 44,80 TL harcın davalıdan tahsiliyle Hazineye gelir kaydedilmesine, 3- Davalı tarafça istinaf aşamasında yapılan yargılama giderlerinin üzerinde bırakılmasına, 4- İncelemenin duruşmasız olarak yapılması sebebiyle taraflar yararına vekalet ücreti takdirine yer olmadığına, 5- Taraflarca yatırılan gider avansından harcanmayan kısmın karar kesinleştiğinde iadesine, Dosya üzerinde yapılan inceleme sonucunda, 20/07/2017 tarih ve 7035 Sayılı Kanunun 31. maddesiyle değişik 6100 Sayılı HMK’nın 361/1. maddesi gereğince, kararın tebliğinden itibaren 2 hafta içerisinde Yargıtay’a temyiz başvurusunda bulunma yolu açık olmak üzere, oy birliğiyle karar verildi. 17/03/2022