Emsal Mahkeme Kararı İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 44. Hukuk Dairesi 2020/793 E. 2022/95 K. 11.01.2022 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı henüz kesinleşmemiştir. Yararlı olması amacıyla eklenmiştir.

T.C.
İSTANBUL
BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ
44. HUKUK DAİRESİ
T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
İ S T İ N A F M A H K E M E S İ K A R A R I
DOSYA NO: 2020/793
KARAR NO: 2022/95
İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ: İstanbul 1. Fikrî ve Sınaî Haklar Hukuk Mahkemesi
TARİHİ: 20/02/2018
NUMARASI: 2017/345 E. – 2018/50 K.
DAVANIN KONUSU: Marka (Marka Hükümsüzlüğünden Kaynaklanan)
İSTİNAF KARAR TARİHİ: 11/01/2022
Yukarıda yazılı ilk derece mahkemesi kararına karşı, istinaf yasa yoluna başvurulması üzerine yapılan inceleme sonucunda;
GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ: Davacı vekili dava dilekçesinde ve özetle; Davalı yana ait … sayılı … ibareli markanın tescil edildiği tüm sınıflar yönünden hükümsüzlüğüne karar verilmesi gerektiğini, zira davacının İstanbul Eğitim ve Külttür Vakfı tarafından kurulan idari özerkliğe sahip bir vakıf üniversitesi olduğunu, …ne ait … markalarının Türkiye’de 20 seneye yakın bir süredir bilinen tanınan markalardan olduğunu davalı yanın müvekkillerinin tanınmış … markaları ile aynı ibareyi seçmelerinin tesadüf olmadığını, bugün … markasının özellikle eğitim ve sağlık sektöründe gayet iyi bilinen ve tanınan markalardan olduğunu markaların 556 sayılı KHK’nın 7/1-b ve 9/1-b maddeleri anlamında benzer olduğunu, davalı tescilinin kötüniyetli bir tescil olduğunu, 2015/34961 sayılı … ibareli markanın tescilli olduğu tüm sınıflar yönünden hükümsüzlüğüne karar verilmesini talep ve dava ettiği anlaşılmıştır. Davalı vekili cevap dilekçesinde özetle; Müvekkillerinin 2003 yılında İstanbul’da … olarak faaliyetine başladığı, 2014-2015 eğitim öğretim yılı itibari ile M.E.B. tarafından özel okul statüsüne geçmeye uygun görüldüğünü, … ibaresinin halk tarafından İstanbul olarak algılandığını, bu ibarenin bir şahsın ya da kurumun inhisarına bırakılmasının mümkün olmadığını, davacı markaları ile davalı markaları arasında benzerlik olmadığını, davanın reddine karar verilmesi gerektiğini beyan etmişlerdir. İlk Derece Mahkemesince; ” 556 sayılı KHK’de yer alan karıştırma ilgili düzenlemelerin aynen 6769 sayılı SMK’da da düzenlendiği ve bu bağlamda 6769 sayılı SMK’nun 6/1, 7/b,madderi gözetilerek 25. madde gereğince davalı markasının karıştırma ihtimali gözetilerek davanın kabulüne ve davalının markasının hükümsüzlüğüne ,”karar verilmiştir. Davalı vekili istinaf dilekçesinde özetle; 1- Müvekkiline ait 2003 yılında İstanbul’da … olarak faaliyetine başlamış olan eğitim kurumunun, kısa sürede yakaladığı başarı sayesinde İstanbul’un seçkin eğitim kurumları arasında yer aldığını, 2014-2015 Eğitim – Öğretim yılı itibariyle de Milli Eğitim Bakanlığı tarafından “Özel Okul” statüsüne geçmeye uygun görüldüğünü, bu nedenle “…” olarak yaklaşık 13 yıl eğitim hizmeti vermeye devam ettiğini, müvekkilinin “…” ibareli marka tescil talebinin yapılan işlemlerden sonra Türk Patent Enstitüsü sicili … Marka No ile kayıt altına alındığını, 2- Müvekkili tarafından yapılan marka tescil başvurusunun, şekli yönde yapılan inceleme sonrası 556 sayılı KHK’nın 7. maddesinde düzenlenen “mutlak red nedenleri” açısından değerlendi- rildiğini ve reddini gerektirir bir neden bulunmadığını, keza Resmi Marka Bülteninde yayınlanan başvuruya yayın tarihinden itibaren 3 ay içerisinde 7. ve 8. Madde hükümlerine göre tescil edilmemesi gerektiğine ve/veya başvurunun kötüniyetli yapıldığına dair itirazda bulunulmadığını, davacı tarafından da itiraz yapılmadığını, “Nispi red nedenleri ” ile de marka tescil başvurusunun reddedilmediğini, bu nedenle davacının açmış olduğu davanın, haksız ve mesnetsiz olup aynı zamanda da dürüstlük ilkesine de aykırılık teşkil ettiğini, 3- Yerel mahkemenin kararında; bir yandan, “her iki taraf markasında … ibaresinin esas unsur olarak kullanıldığı, davacının mavi renkli üçgen kombin logosu ile altında markalarının yer aldığı markalara ait logo ile davalının lale figürüne benzeyen 7 tepeyi simgeleyen 7 adet farklı renkte lale kombini ile iki adet şeritli logosu görsel olarak birbirinden farklıdır, ancak markaların kelime ibareleri yani markada asıl unsur olan tüketici zihninde kalan esaslı unsur … ibaresidir, söz konusu ibarenin yazılış okunuş telaffuz ve kavramsal bakımdan birbirinin aynısı ve/veya ayırt edilemeyecek kadar benzer olduğu, markaların bu haliyle kullanılması halinde tüketicilerin markalar ile ilgili bağlantı kuracağı, her iki markanın birbirinin devamı yanılgısına düşebileceği anlaşılmaktadır.” denilirken kararın devamında; “Markalar arasında sözcük, harf karakteri, şekil, grafik gibi renk unsurlarında hiçbir fark yok ise markalar arasında ayniyetten söz edilir. Eğer bu unsurlardan birinde küçük fark var ise benzer markalardan söz edilir. Markalar arasında karıştırma ihtimali incelenirken her bir unsura göre değil bir bütün olarak iki markanın bıraktığı genel global izlenimin markanın bütünüyle bıraktığı etki dikkate alınır.” denilmek suretiyle gerekçeli kararın, kendi içerisinde çeliştiğini, yerel mahkemenin kararında, bir yandan … sözcüğünün esaslı unsur olduğu, bu nedenle her iki markanın birbirinin devamı algısı oluşturabileceği hükümsüzlük için gerekçe gösterilirken, diğer yanda markaların sözcükler dışında ihtiva ettiği şekil, harf karakteri, renk unsurları bakımından da bir bütünlük arz ettiği ve bir bütün olarak bıraktığı izlenimin değerlendirilmesi gerektiğinin ifade edildiğini, bu durumun yerel mahkemenin kararının gerekçesinde çelişkiler oluşturduğunu, Marka Hukuku bakımından doğru olanın ise yerel mahkeme tarafından da belirtildiği üzere markanın bütünlük ilkesi gereği tüm unsurları ile birlikte değerlendirilmesi gerektiği, 4- Markaların benzerliği değerlendirilirken, birden fazla kelime unsuru veya kelime ile birlikte şekil de içeren markalarda, sadece kelime unsurlarından birinin değerlendirilmesi ile markaların ayırt edilemeyecek derecede benzer olduğu ve ortalama tüketici nezdinde iltibasa yol açabileceği tespitinin yapılayacağı, bu durumun marka hukuku temel ilkelerinden olan bütünlük ilkesine aykırılık teşkil ettiğini, 5-Somut olayda; müvekkillinin tescil ettirdiği markanın “…”‘den oluştuğunu, … kelimesi, … ibaresinin ve şeklin altında oldukça küçük puntolarla kısaltmanın uzun görünümü içerisinde yer almakta olup tek başına markanın esaslı unsuru olarak değerlendirilemeyeceğini, davacının markasının ise, “… ” olduğunu, her iki markada da birden fazla kelime ve birbirinden çok farklı şekillerin, marka olarak tescil edilmiş olup sadece “…” kelimesinin ortak olması nedeni ile her iki markanın benzer olduğu sonucuna ulaşılamayacağını, “…” kelimesinin İstanbul’a mal olmuş bir tanımlama olup insan zihninde sadece coğrafi alan adı olarak çağrışım uyandırdığını, bu nedenle her iki marka arasında sırf bir kelimenin aynı olması nedeniyle benzerliğin mevcut olduğu sonucuna ulaşılamayacağını, 6-Yerel mahkeme dosyasında yapılan bilirkişi incelemesi sonucu düzenlenen ve yerel mahkeme kararının dayanağını oluşturan bilirkişi raporunda ve kararda, esaslı unsur olarak her iki markada ortak olan … unsurunun kabul edilmesinin ve tek başına değerlendirilmesinin hatalı olduğunu, çünkü; “Marka sadece kelimelerden değil de sayı, harf, şekil vs.’den oluşuyorsa, sadece kelimelerin birbirinden ayırt edici olup olmadığına bakılmaz; esas unsur vasfı, markanın bütün itibariyle bıraktığı izlenim, tümüne hakim olan görünüş ve ayırt ediciliği sağlayan imajda aranılır. Yoksa, markanın içerisinde yer alan unsurlardan sadece birisine bakılarak ve diğer unsurlar ihmal edilerek ayırt ediciliğin varlığına ve yokluğuna hükmedilemez.” (Doç. Dr. Sami Karahan Marka Hukukunda Hükümsüzlük Davaları kitabı sf 20) espititnin geçerli olduğunu, 7-Yine Yargıtay içtihatlarında da belirtildiği üzere; Markalar arasındaki benzerlik ve tüketicilerde oluşturacağı iltibas konusunda markadaki işaretlerin tertip tarzı, içerdikleri kelime, şekil unsurları ve görselliği hep birlikte bir bütün olarak değerlendirilmesi gerektiğini, 8-İşbu davaya konu ve taraf olan eğitim kurumlarından eğitim hizmeti alacak tüketicinin, sırf tescilli iki markada aynı kelimenin bulunması nedeni ile yanılgıya düşerek, iltibasa maruz bırakılarak veya sadece iddia edilen çağrışım gereği eğitim kurumları arasında bağlantı kurmayacağı, satın alınan eğitim hizmeti olduğundan ve direkt olarak insanların geleceğini etkileyeceği açık olduğundan, bu hizmeti satın alan tüketici grubunun makul seviyenin üzerinde dikkatli ve seçici olacağını, uzun bir araştırma yaptıktan sonra karar vereceğinı, bu nedenle de markalar arasında iltibasa sebebiyet verecek benzerlik olmadığını, 9- Kabul manasına gelmemekle birlikte bir an için aksi düşünülse bile; her iki markada tek ortak unsur olan “…” ibaresi denilince ilk akla gelenin İstanbul ili olduğunu, … isminini, İstanbul iline coğrafi olarak üzerine kurulmuş olduğu yedi tepe nedeni ile verildiğini, müvekkilinin de,iddia edildiği üzere davacıdan kaynaklanan bir nedenle değil, bu betimlemeyi İstanbul ili ile özdeşleşmesi nedeni ile 2003 yılından itibaren kullandığını, …’nin, İstanbul ili için kullanılan bir betimleme olduğunu, herkes tarafından serbestçe kullanılabileceğini, bazı tanıtma işaretlerinin, başlangıçtan itibaren büyük bir ayırt edici güce sahip olduğunu, (kuvvetli markalar) bazılarının ise çok az orjinallik içerdiğini,(zayıf markalar) kural olarak bir markanın ayırt edici gücü ne kadar fazla ise, ona bahşedilen korumanın da o kadar kapsamlı ve geniş olacağını, 10-TPE Marka Kılavuzunda, markalarda ortak kullanılan ibarenin ayırt edicilik gücünün zayıf olması halinde, kural olarak markaların ayırt edilemeyecek derecede benzer olmadığını, zayıf olsa dahi ayırt edici nitelikte olmakla birlikte, ilgili sektörde çok sayıda firma tarafından farklı eklerle birlikte ibarelerin ayırt edicilik gücünün zayıf olduğunun kabul edildiğinin belirtildiğini, 11- Müvekkili markanın “…” şeklinde kullanılmak suretiyle “…” ibaresinin içeren ve isteyen herkesçe İstanbul’a mal olmuş bu ismi kullanabilmesi görüşü ile bir bütün olarak tescilinin sağlandığını, bu tür sözcüklerin marka olarak tescil edilmişse, böyle zayıf bir marka seçen kimsenin, bunun sonuçlarına katlanmak, yani o markanın, hatta normalde karıştırılma ve iltibas tehlikesi yaratabilecek benzerlerinin dahi başkaları tarafından kullanılmasına tahammül etmek zorunda olduğunu, … betimlemesinin orjinallikten uzak ve ayırt edicilik gücünün zayıf olduğunu, bu durumu yerel mahkeme dosyasına sundukları TPE kayıtlarında halihazırda salt “…” ibaresini işletmesinde kullanmak için tescil ettirmiş 14 adet markanın bulunduğuna dair kayıtlarla ispat etmiş bulunduklarını, TPE tarafından Marka Kılavuzunda belirlenen kurallar gözetilerek müvekkili firmaya ait marka tescil edildiğinden, davacı tarafın davasının haksız ve mesnetsiz olduğunu, 12- Davacı tarafından TPE’ye tanınmış marka başvurusunda bulunulmuş ise de davacıya ait markanın Tanınmış Marka olarak tescil edilmediğini, her ne kadar bilirkişiler tarafından, davacıya ait markanın bilinen bir marka olduğu tespiti yapılmış ise de bu durumun davacıya ait markaya Tanınmış Marka statüsü kazandırmadığını, bu nedenlerle İstanbul 1. Fikri ve Sınai Haklar Mahkemesinin 2017/345E., 2018/50K. Sayılı ve 20.02.2018 tarihli yerel mahkeme kararının istinaf incelemesi neticesinde ‘kaldırılması’ ve yeniden yargılama yapılarak talebimiz gibi davanın reddine karar verilmesi, yeniden görülmesi mümkün değilse hükmün bozularak dosyanın yeniden karar verilmek üzere yerel mahkemeye gönderilmesine karar verilmesini talep etmiştir. İnceleme, 6100 Sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun(HMK) 355. maddesi hükmü uyarınca istinaf dilekçelerinde belirtilen sebeplerle sınırlı olarak ve kamu düzenine aykırı hususların olup olmadığı gözetilerek yapılmıştır. Dava, markanın hükümsüzlüğü davasıdır. Davacı tarafça,…ne ait … markalarının Türkiye’de 20 seneye yakın bir süredir bilinen tanınan markalardan olduğunu davalı yanın müvekkillerinin tanınmış … markaları ile aynı ibareyi seçmelerinin tesadüf olmadığını, bunedenle davalıya ait ve TPE nezdinde tescilli … sayılı … ibareli markanın hükümüsüzlüğüne karar verilmesi talep edilmiş, davalı taraf, 2003 yılında İstanbul’da … olarak faaliyetine başladığını ve dava konusunu markasını bu tarihten itibaren kullandığını,, 2014-2015 eğitim öğretim yılı itibari ile M.E.B. tarafından özel okul statüsüne geçmeye uygun görüldüğünü, … ibaresinin halk tarafından İstanbul olarak algılandığını, bu ibarenin bir şahsın ya da kurumun inhisarına bırakılmasının mümkün olmadığını, davacı markaları ile davalı markaları arasında benzerlik olmadığını, davanın reddine karar verilmesini talep etmiş, mahkemece davanın kabulüne karar verilmiş, iş bu karar davalı tarafça istinaf edilmiştir. Türk Patent ve Marka kurumu belgeleri, taraflara ait marka tescil belgeleri, davacının eskiye dayalı kullanımlarına dayanak olarak sunulan belgelere göre, davacının eğitim ve öğretim hizmetleri alanında … ve … esas unsurlu birden çok marka tescilinin bulunduğu, markalarından en eskisinin tarihinin 2004 yılı olduğu, markaların çoğunun, diğer sınıfların yanı sıra 41. sınıftada tescilli olduğu, davalının, 26.02.2015 tarih ve … no ile 41. sınıfta yer alan hizmetlerde tescilli markasının bulunduğu anlaşılmaktadır. Mahkemece, bilirkişi incelemesi yaptırılmış, bilirkişiler …, …, … tarafından düzenlenen 12.10.2017 tarihli raporda, her iki taraf markasında … ibaresinin esas unsur olduğunu söz konusu ibarenin yazılış okunuş telafuz ve kavramsal bakımdan birbirinin aynısı ve/veya ayırt edilemeyecek kadar benzer olduğunu, markaların bu haliyle kullanılması halinde tüketiciler nezdinde markalar ile ilgili bağlantı kurulabilmesi ve her iki markanın birbirinin devamı algısı oluşturacağı, bu sebeple hükümsüzlük şartlarının oluştuğunu, davacı markasının … ibareli markanın kullanıldığı eğitim-öğretim hizmetlerinde bilinen bir marka olduğu tespiti yapılmış,raporun denetim ve hüküm kurmaya elverişli, dosya kapsamına uygun olduğu görülmüştür. Dava tarihi itibarıyla yürürlükte bulunan 556 sayılı KHK m. 8/1-b hükmü, “….Tescil için başvurusu yapılan marka, tescil edilmiş veya tescil için daha önce başvurusu yapılmış bir marka ile aynı veya benzer ise ve tescil edilmiş veya tescil için başvurusu yapılmış bir markanın kapsadığı mal veya hizmetlerle aynı veya benzer ise, tescil edilmiş veya tescil için başvurusu yapılmış markanın halk tarafından karıştırılma ihtimali varsa ve bu karıştırılma ihtimali tescil edilmiş veya tescil için başvurusu yapılmış bir marka ile ilişkili olduğu ihtimalini de kapsıyorsa…” şeklinde düzenlenmiştir. Bu maddede düzenlenen nisbi tescil engeli esasen, marka hukukuna hâkim olan öncelik ilkesine vurgu yapmakta olup, markayı önce tescil ettiren veya başvuru konusu yapan kişinin korumadan öncelikli olarak yararlanacak olmasını ifade eder. Söz konusu nisbi tescil engelinin uygulanabilmesi için her şeyden önce marka başvurusuna konu işaretin daha önce tescil ettirilmiş bir marka veya tescil başvurusuna konu edilmiş bir işaret ile aynı veya benzer olması gerekir. Markaların benzerliğinin değerlendirilmesi, markada yer alan kelime veya şekil unsurlarının birlikte yarattığı bütüncül izlenime göre yapılmalıdır. İki marka arasındaki benzerlik araştırması yapılırken, ortalama tüketicide görsel, işitsel ve kavramsal olarak karışıklığa yol açılıp açılmadığına bakılır. 556 sayılı KHK’nın nispi ret sebeplerini içeren m. 8/1-b uyarınca, tescil edilemeyecek bir marka tescil edilmişse, m. 42/1-b uyarınca markanın hükümsüzlüğü talep edilebilir. Dolayısıyla KHK m.8/l-b ve m. 42/1-b maddesinin uygulanabilmesi için markalar ve mal/hizmetler arasında ayniyet veya benzerlik ile halk nezdinde karıştırılma olasılığının bulunması gerekmektedir. Yargıtay HGK’nın 2017/11-139 Esas 2020/765 Karar sayılı kararında belirtildiği üzere markalar arasında karıştırılma ihtimalinin varlığı incelenirken, inceleme konusu markaların “benzerlik derecesi, mal ve hizmetlerin benzerlik derecesi, inceleme konusu mal ve hizmetlerin tüketicilerinden oluşan ortalama tüketici kitlesinin bilinç ve dikkat düzeyi” gibi hususlar dikkate alınmalı, halkın iki marka arasında herhangi bir şekilde ve herhangi bir sebeple bağlantı kurma ihtimalinin, görsel, biçimsel, anlamsal, işitsel benzerlikler, çağrıştırma, bir bütün olarak uyandırdığı toplu kanaat, malın veya hizmetin hitap ettiği alıcı grubunun toplumsal düzeyi ve durumu, markayı taşıyan malın değeri ve alıcının bu malı almaya ayırdığı zaman, markanın asıl unsurları ve tamamlayıcı unsurları, karşılaştırılan işaretler arasındaki benzerlik, telaffuz, anlam veya biçimden, işaretlerin toplu olarak bıraktığı izlenimden, seri içine girmekten veya başka bir çağrışımdan kaynaklanabileceği dikkate alınmalı, ortama tüketici nezdinde markaların aynı işletmeye ait ancak farklı markalar olduğu ve bu işletmeler arasında ekonomik ve organik bağlantı bulunduğu düşüncesine de yol açması karıştırılma ihtimali olarak değerlendirilmeli, markaları taşıyan ürünlerin ortalama tüketicilerinin dikkat düzeyleri yüksek olmalarına rağmen markaları ilişkilendirme ihtimali gözetilerek, karıştırılma ihtimali tespit edilmelidir. Ayrıca, karıştırılma tehlikesinin değerlendirilmesinde malların ve hizmetlerin benzerlik derecesi ile markaların benzerlik derecesi arasında karşılıklı bir bağlantı mevcut olup, buna göre örneğin markaların kullanıldığı mal ve hizmetler arasında düşük benzerlik derecesi, markalar arasındaki benzerlik derecesinin yüksek olmasıyla dengelenebilir. Bu değerlendirmede özellikle, tescilli markanın tanınmışlık derecesi arttıkça mal veya hizmetler arasındaki benzerlik derecesi az olabilir. Bunun yanı sıra tescilli marka ile kullanılan işaret arasında görsel ve fonetik yönden benzerlik vb olmasa hatta genel görünüş bakımından benzerlik olamasa da halk bunlar arasında herhangi |bir şekilde bağlantı kuruyorsa karıştırma ihtimalinden bahsedilecektir. Dolayısıyla markalar arasını bütün olarak yapılan değerlendirmede görsel, fonetik, kavramsal yönden benzerlik aranmaktadır. Markanın bütünü olarak bıraktığı izlenim hedef kitlenin ortalaması bakımından tescilli bir marka veya başvurusu yapılmış işaret ile ilk bakışta ayırt edilemeyecek bir benzerliği ortaya koyuyorsa karıştırılma ihtimali var demektir. Markaya yön veren, diğer markalardan ayırt edilmesine sağlayan klavuz ibareye marka hukukunda esas unsur denir. Dolayısıyla benzerlik Incelemesi yapılırkeri markada kullanılan esas unsurların dikkate alınması gerekmektedir. Somut olaya bakıldığında, gerek davacı, gerekse davalının sunduğu belgeler incelendiğinde davacının … ibaresi üzerinde önceye dayalı kullanımı ve marka tescilinin bulunduğu, davacının … ibareli ilk markasının, 31.03.2004 tarih ve … no ile … olarak tescil edildiği, davalının ise 26.02.2015 tarih ve … no ile 41. sınıfta yer alan hizmetlerde tescilli markasının bulunduğu, 2003 yılında … şeklinde faaliyete başladığını belirtmişse de … ibaresinin eskiye dair kullanımına ilişkin belge sunmadığı, buna karşın davacının marka tescilinden önceye dair vakıf belgeleri, ilamlar vb birçok belge sunduğu görülmüştür. Bu durumda davacının … ibareli markayı eğitim ve öğretim hizmetlerinde tescile dayalı olarak 2004 yılından bu yana kullandığı ve söz konusu marka üzerinde tescil tarihinden öncesine dayalı olarak da kullanım redeniyle marka üzerinde öncelik hakkı bulunmaktadır. Öte yandan, taraf markaları incelendiğinde, davacı adına tescilli …, …, … markalarda … ibaresinin markalarının bulunduğu ve markalarında … ibaresinin esas unsur olarak kullanıldığı, hükümsüzlüğü istenen davalı markasında ise tescilin, … ve şekil unsuru şeklinde olduğu, …, ibaresinin … kelime grubunun baş harfleri olduğu, davalı yanın faaliyet gösterdiği eğitim sektörü itibariyle … ibaresinin ayırt ediciliğinin bulunmadığı, bu nedenle markada yer alan asli unsurunun … ibaresi olduğu anlaşılmaktadır. Davalı vekili istinaf dilekçesinde, … ibaresinin zayıf bir ibare olduğu, davacı markasının tanınmış marka olmadığı yönünde itirazda bulunmuştur. … ibaresi baskın olarak edebiyat ve sanat alanında kullanılan ve İstanbul’u niteleyen bir anlamı olup, dava konusu markaların kullanıldığı hizmet sektörünün karakteristik özelliğini fada eden bir anlamı bulunmamakta, davacı yan markasının tanınmışlığı yönünde değerlendirildiğinde dosya içeriğinde yer alan yazılı ve görsel basında yer alan haberler, ulusal ve uluslararası kalite belgeleri, reklam harcamaları vs. belge dikkate alındığında … ibareli markanın kullanıldığı eğitim-öğretim hizmetlerinde, “tanınmış marka” olmasa bile bilinen bir marka olduğu görülmektedir. Sonuç olarak, markalar arasında görsel yönde karşılaştırma yapıldığında, davacı yan markaları ile davalı yan markalarının yazılış, okunuş ve anlam itibariyle 556 sayılı KHK anlamında 7/1-b maddesi anlamında aynı olmamakla birlikte, her iki markanın eğitim sektöründe faaliyet gösterdiği ve aynı tüketici kitlesine hitap ettiği, her iki markadaki esas unusurun şekilden çok … ibaresi olduğu, baskın unsuru bu olan davacı markasının, davalı markasına göre tescilinin ve kullanımının çok daha önceye dayalı olduğu, davalının markasının tescilden önce kullanımının kanıtlanamadığı, davalı markasının 556 sayılı 556 sayılı KHK 8/1-b maddesi anlamında ortalama tüketici nezdinde iltibasa yol açacak kadar benzer olduğu, markaların zihinde bıraktıkları genel izlenim açısından da, her iki marka açısından ortak hedef kitledeki orta seviyedeki bir tüketicinin davacıya ait markaları ile davalı yana ait markasını gören tüketicilerin markaların birbirinin devamı olduğu, firmalar arasında ekonomik ve filli bağlantı olduğunu düşünerek hareket edebileceği, bu sebeplerle davalı markası yönünden hükümsüzlük koşullarının oluştuğu, ilk derece mahkemesince açıklanan ve benimsenen nedenlerle dosya içeriğine, tarafların karşılıklı iddia ve savunmalarına, dayandıkları belgelere, hukuki ilişkinin nitelendirilmesine, dosyadaki tespitlere ve uyuşmazlığa uygulanması gereken hukuk kurallarına göre, 6100 Sayılı HMK’nın 355. maddesi gereğince istinaf sebepleriyle sınırlı olarak yapılan inceleme sonucunda ilk derece mahkemesi kararında esas yönünden yasaya aykırılık bulunmadığı anlaşılmakla, davalı vekilinin istinaf talebinin, 6100 Sayılı HMK’nın 353/1-b/1. maddesi gereğince esastan reddine karar verilmesi gerektiği kanaat ve sonucuna varılarak aşağıdaki hüküm kurulmuştur.
HÜKÜM: Gerekçesi yukarıda açıklandığı üzere; 1- Usûl ve yasaya uygun İstanbul 1.fikrî Ve Sınaî Haklar Hukuk Mahkemesi’nin 20/02/2018 tarih ve 2017/345 E., 2018/50 K. sayılı kararına karşı davalı vekili tarafından yapılan istinaf talebinin 6100 Sayılı HMK’nın 353/1-b/. maddesi gereğince ESASTAN REDDİNE, 2- 492 Sayılı Harçlar Kanunu gereğince alınması gereken 80,70 TL maktu istinaf karar ve ilam harcından peşin yatırılan 35,90 TL harcın mahsubu ile bakiye 44,80 TL harcın davalıdan tahsiliyle Hazineye gelir kaydedilmesine, 3- Davalı tarafça istinaf aşamasında yapılan yargılama giderlerinin üzerinde bırakılmasına, 4- İncelemenin duruşmasız olarak yapılması sebebiyle taraflar yararına vekalet ücreti takdirine yer olmadığına, 5- Davalı tarafça yatırılan gider avansından harcanmayan kısmın karar kesinleştiğinde iadesine, Dosya üzerinde yapılan inceleme sonucunda, 20/07/2017 tarih ve 7035 Sayılı Kanunun 31. maddesiyle değişik 6100 Sayılı HMK’nın 361/1. maddesi gereğince, kararın tebliğinden itibaren 2 hafta içerisinde Yargıtay’a temyiz başvurusunda bulunma yolu açık olmak üzere, oy birliğiyle karar verildi. 11/01/2022