Emsal Mahkeme Kararı İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 44. Hukuk Dairesi 2020/788 E. 2021/1657 K. 30.12.2021 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı henüz kesinleşmemiştir. Yararlı olması amacıyla eklenmiştir.

T.C.
İSTANBUL
BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ
44. HUKUK DAİRESİ
T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
İ S T İ N A F M A H K E M E S İ K A R A R I
DOSYA NO: 2020/788
KARAR NO: 2021/1657
İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ: İstanbul Anadolu 1. Fikrî ve Sınaî Haklar Hukuk Mahkemesi
TARİHİ: 15/02/2018
NUMARASI: 2016/131 E. – 2018/40 K.
DAVANIN KONUSU: Marka (Marka Hükümsüzlüğünden Kaynaklanan)
İSTİNAF KARAR TARİHİ: 30/12/2021
Yukarıda yazılı ilk derece mahkemesi kararına karşı, istinaf yasa yoluna başvurulması üzerine yapılan inceleme sonucunda;
GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ: Davacı vekili dava dilekçesinde özetle; Müvekkilinin Yurt içinde Fuar Düzenleme yetki Belgesine sahip bir Anonim Şirket olduğunu ,İlk kez 1987 yılında olmak üzere bu güne kadar 28 Kez Seramik Banyo Mutfak Fuarı düzenlediğini ,Bu fuarların 2-7 Nisan 2002 tarihinde düzenlenen 14.sinden itibaren ve fuarın hazırlanmaya başlandığı 2001 yılının ortalarından bu yana fuar tanıtımlarında “…” ad ve markasını kullanmaya başladığını, “Uluslararası Seramik,Banyo Mutfak Fuarı”nın sahibinin müvekkili şirket olduğunu ,29 ,Uluslararası Seramik Banyo Mutfak Dekorasyon Fuarı 21-25Şubat 2017 tarihlerinde … FUAR VE KONGRE Merkezinde müvekkili tarafından düzenleneceğini ,davalı derneğin haksız ve kötü niyetli olarak “…” Markasını kendi adına tescil ettirdiğini, ve 18-22 Nisan 2017 tarihlerinde ilk kez yapacakları Seramik Banyo Mutfak Fuarını ,müvekkili … A.ş nin 28 yıldır yapa geldiği fuarın bir devamı imişçesine ve üstelik sanki Uluslararası nitelikteymiş gibi 29 ULUSLARARASI SERAMİK BANYO MUTFAK FUARI olduğuna dair gerçeğe aykırı duyurulara başladığını, davalı derniğin haksız rekabet fiilleri İstanbul Anadolu 4 Asliye Ticaret Mahkemesinin 2016/1764 D.iş sayılıdosyası ile tespit edildiğini ve ihtiyati tedbir kararı verildiğini, Ayrıca İstanbul Anadolu 7 Asliye Ticaret Mahkemesinin 2016/783 E sayılı dosyası ile tazminat davası açtıklarını, Davalı derneğin haksız rekabet fiillerinde kendi adına tescili mümkün olmayan fakat kötü niyetle tescil edilmiş olan dava konusu markayı kullandığını, davalının herhangi bir fuar düzenlemesi veya bir fuarın sahibi olması mümkün olmadığını, bugüne kadar herhangi bir fuarda düzenlemediğini, bu nedenle de dava konusu markayı kullanamadığını, markanın bugüne kadar yapılan fuarlarda müvekkili tarafından kullanıldığından bahisle Dava konusu markanın 556 sayılı Markaların Korunması Hakkındaki kanun hükmünde Kararnamenin 3.maddesi gereğince korumadan yararlanamayacağı ve 14.maddesi gereğince Markanın kullanılmaması ve davalının markayı Fuarcılık alanında kullanmasının mevzuat gereğince imkansız olması bakımlarının tespitine, markanın hükümsüzlüğüne karar verilmesini,mahkeme ilanının gazetede yayın ve ilanına masraf ve ücreti vekaletin davalıdan tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiştir. Davalı vekili cevap dilekçesinde özetle; Müvekkilinin dava konusu “…” markasını TPE nezdinde /01/2003 tarihinde tescil ettirdiğini 556 sayılı Markaların Korunması Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin 40.maddesi gereğince tescil süresi 10/01/2013 tarihine kadar uzatıldığını davacı tarafın 28 kez ” Seramik ,Banyo ve Fuarı ” adı altında daha önce 28 defa fuar düzenlediği iddiasının tamamı gerçek dışı olduğunu , müvekkilinin “…” markasını 2001 yılı ortalarından bu yana fuar tanıtımlarında kullandıklarını iddia ettiklerini davacı tarafın tamamen çarpıtarak ve gerçekleri gizleyerek ifade ettiğini bu markanın kullanımı davalı yan ile müvekkil şirket arasında akdedilen fuar organizasyonu sözleşmelerine istinaden müvekkil adına kullanıldığını, davacı tarafın müvekkilinin dernek olduğunu ve amacına aykırı marka kullanamayacağını iddia ettiğini, aslında bu iddiasının tamamen hukuka aykırı olduğunu, zira müvekkilinin bu markayı alması ve kullanmasında hiç bir hukuki engel bulunmadığını, müvekkilinin bu markayı Türkiye Seramik Federasyonu İktisadi İşletmesi olarak kullandığını davacı ile müvekkil federasyon arasında akdedilen fuar organizasyonu sözleşmesi 1/Nisan /2016 tarihinde fesh edildiğini, müvekkilinin yasal hakkı olarak dava dışı … Aş ile bsöyle bir organizasyon düzenlemek üzere sözleşme imzaladıklarını, hatta böyle bir fuar düzenlemesi için bu işle ilgili kuruluşlardan teklifler aldıığını bu arada davacı …’ ın da teklif verdiğini, ancak davacının teklifi uygun bulunmadığını ,davacının 10 yıldan fazla bir süre işbirliği içerisinde olduğu müvekkilinin yeni fuarlar iç in kendisinin teklifinin kabul görmemesini ve de 10 yıldan fazla sürdürülen işbirliğinin sona erdirilmiş olmasını kabullenemediğini, ayrıca birlikte gerçekleştirilmiş önceki fuar organizasyonundan müvekkiline ödemesi gereken toplam 2.141.232,46 TL yi bakiye alacağını ödememek için iş bu davayı açtığını beyanla açılan davanın reddine karar verilmesini savunmuştur. İlk Derece Mahkemesince; “Kullanmamaya dayalı iptal davasının hukuki dayanağı olan 556 sayılı KHK 14.maddesinin Anayasa Mahkemesi’nin kararı ile iptal edilmesi nedeniyle konusuz kalan davanın esası hakkında karar verilmesine yer olmadığına, Davacı derneğin tüzüğünde, fuar düzenleme ve fuarlara katılma amaç – faaliyet konusunun bulunduğu, davalı tarafça sunulan belgelerden, davalı …nun kendisinin fuar düzenlemediği, davacı ile seramik banyo fuarı düzenleme konusunda işbirliği yapıldığı, sözleşmenin feshi üzerine de başka bir şirket ile işbirliğine gittiği, dava tarihinde yürürlükte olan 556 sayılı KHK 3.madde gereğince; idari merkezinin Türkiye Cumhuriyeti sınırları içerisinde bulunan tüzel kişilerin adlarına marka tescil ettirebilecekleri, bu kişilerin Türkiye’de ticari işletme sahibi olmalarının yada ticaretle uğraşıyor olmalarının zorunlu bulunmadığı, davalının doğrudan fuar düzenlememesinin de marka tescil engeli olmadığı, davalının hükümsüzlüğü istenen markasının tescil tarihinin 10.01.2003 tarihli olduğu, davacı ile uzun süredir ticari ilişki içerisinde bulunduğu, davacının davalının marka tescilinden haberdar olmadığının düşünülemeyeceği, marka tescilini bilmesi gerektiği, davanın marka tescil kaydından 13 yıl sonra açıldığı gözönüne alınarak, davacının hükümsüzlük davası açma hakkının sessiz kalmak suretiyle de yitirdiği gerekçeleriyle marka hükümsüzlüğüne ilişkin davanın reddine,” karar verilmiştir. Davacı vekili 19.03.2018 tarihli istinaf dilekçesinde özetle; Dava dilekçesinin sonuç bölümünde, markanın hükümsüzlüğünün talep edildiğini, davanın konusunu aşan karar verilmemesi gerekirken yerel mahkemece usul ve yasaya aykırı olarak hem hükümsüzlük hem de iptal yönünden iki ayrı vekalet ücretine hükmedildiğini, Dava açıldıktan sonra 556 Sayılı KHK’nın 14. maddesi Anayasa Mahkemesi’nin 14.12.2016 tarih 2016/148 E., 2016/189 K. sayılı ilamı ile iptal edildiğinden konusuz kalan davada vekalet ücretine hükmedilemeyeceğini, Davalı derneğin yasa gereği sınai ve ticari faaliyette bulunması yasaklanmış bir tüzel kişi olduğunu, derneğin tüzüğünde yazılı gayesinin fuar düzenlemek olamayacağını, iktisadi işletme amacını aşacak biçimde davaya konu ibareyi marka olarak tescil ettirmesinin kötü niyetli tescil olduğunu, dernek tüzüğünde fuar düzenlemek amacı yer alsa dahi fuarcılık mevzuatına göre derneklerin fuar düzenleyemeyeceğini, dolayısıyla adlarına marka tescil ettiremeyeceğini, Yurt İçinde Fuar Düzenlenmesine Dair Usul ve Esasların Yetki Belgesi Başvurusu Yapan Firmalarda Aranacak Şartlar kenar başlıklı 8. maddesine göre; bu yetki belgesi anonim veya limited şirket şeklinde kurulmuş olan ve ana sözleşmelerinde münhasıran fuarcılık faaliyetinin ve bu faaliyetin tanıtımı amacıyla her türlü yayıncılık, reklamcılık ve organizasyon işleriyle, fuar konusuyla ilgili olması kaydıyla kongre, seminer, sempozyum ve benzeri faaliyetlerde bulunacaklarının belirtildiği, bu faaliyetler dışında kalan iş konuları ana sözleşmelerinde yer almayan ayrıca en az iki yüz elli bin Türk Lirası ödenmiş sermayeye sahip bulunan ve bu sermayeyi özvarlığı içinde koruyan şirketlere başvuruda bulunmaları üzerine verilebileceğini, yurt İçinde Fuar Düzenleme Yetki Belgesi verilen şirketlerin TOBB’nin resmi internet sitesinde (www.tobb.org.tr) firma unvanı ve iletişim bilgileri ile birlikte liste halinde ilan edildiğini, söz konusu internet sitesinde yapılan incelemede, Türkiye Seramik Federasyonunun Fuar Düzenleme Yetki Belgesine sahip olmadığının görüleceğini,
Türkiye Seramik Federasyonunun fuar düzenlemesinin ilgili mevzuat uyarınca mümkün olmadığı gibi anonim veya limited şirket hüviyetine sahip olmayan …nun Yurt içinde Fuar Düzenleme Yetki Belgesi için başvuruda bulunabilmesinin dahi mümkün olmadığını, buna rağmen fuarcılık alanında faaliyet gösteremeyecek derneğin fuar alanında marka da tescil edemeyeceği hususu göz ardı edilerek yerel mahkemece hatalı olarak davanın reddine karar verildiğini beyan ederek Mahkemece verilen kararın kaldırılmasına karar verilmesini talep etmiştir. Davacı vekili 04.04.2018 tarihli istinaf dilekçesinde özetle; Sınai Mülkiyet Kanunu’nun 26.maddesinde 9.maddenin 1.fıkrasında yer alan şartlara göre, tescil tarihinden itibaren 5 yıl içinde kullanılmayan markanın Kurum tarafından iptaline karar verileceğini, Kanunun Geçici 4. maddesinde de 26. madde hükmü yürürlüğe girene kadar, iptal yetkisinin, anılan maddedeki usul ve esaslara göre mahkemeler tarafından kullanılacağının belirtildiğini, Mahkemece işin esasına girilmesi gerekirken, Anayasa Mahkemesince verilen iptal kararı üzerine talep hakkında karar verilmesine yer olmadığına karar verilmiş olmasının hatalı olduğunu beyan ederek Mahkemece verilen kararın kaldırılmasına karar verilemesini talep etmiştir. İnceleme, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun(HMK) 355. maddesi hükmü uyarınca istinaf dilekçelerinde belirtilen sebeplerle sınırlı olarak ve kamu düzenine aykırı hususların olup olmadığı gözetilerek yapılmıştır. Davacı vekili 19.03.2018 tarihli istinaf dilekçesinde, somut davada marka hükümsüzlüğünün talep edildiğini, Mahkemece talebi aşar mahiyette kullanmama nedeniyle iptal konusunda da bir karar verildiğini beyan etmiş, 04.04.2018 tarihli istinaf dilekçesinde ise, kullanmama nedeniyle iptal yönünden Mahkemece işin esasına girilmesi gerektiğini savunarak çelişkili açıklamalarda bulunmuş ise de, dava dilekçesindeki açıklamalar ve talep kısmı bir bütün olarak değerlendirildiğinde; davanın dava tarihinde yürürlükte olan 556 sayılı KHK’nın 14.maddesi uyarınca markanın kullanmama nedeniyle iptali ve markanın hükümsüzlüğü talepli dava olduğu, dolayısıyla Mahkemece her bir talep yönünden ayrı ayrı hüküm kurulmasında şeklen bir isabetsizlik bulunmadığı kanaatine varılmıştır. Somut davada yargılama devam ederken, Anayasa Mahkemesi’nin 14.12.2016 tarihli, 2016/148 Esas- 2016/189 Karar sayılı ilamı ile; davanın hukuki dayanağı olan 556 sayılı KHK’nın 14.maddesinin, Anayasa’nın 35.maddesinin birinci fıkrasında düzenlenen “herkesin, mülkiyet ve miras haklarına sahip olduğu”, ikinci fıkrasında düzenlenen ” bu hakların, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabileceği”, üçüncü fıkrasında “mülkiyet hakkının kullanılmasının toplum yararına aykırı olamayacağına” ilişkin düzenleme ile Anayasa’nın 91.maddesinin birinci fıkrasında düzenlenen “…sıkıyönetim ve olağanüstü haller saklı kalmak üzere, Anayasa’nın ikinci kısmının birinci ve ikinci bölümlerinde yer alan temel haklar, kişi hakları ve ödevleri ile dördüncü bölümünde yer alan siyasi haklar ve ödevler kanun hükmünde kararnamelerle düzenlenemeyeceğine” ilişkin düzenleme nedeniyle, iptal edildiği ve Anayasa Mahkemesi’nin kararının 06.01.2017 tarihli resmi gazetede yayınlandığı görülmüştür. Anayasa Mahkemesinin iptal kararları Anayasanın 153./6. bendinde belirtildiği üzere, geriye yürümez ise de; H.G.K’nun 31/03/2004 tarihli ve 156/194 sayılı kararında benimsenen görüşe göre, iptal kararının kesinleşen işlem ve kararlara etkili olmayacağı, görülmekte olan davalarda ise, geriye yürümeme kuralının uygulanmayacağı, dolayısıyla Anayasa Mahkemesinin iptal kararının derdest dosyalar ve kesinleşmemiş dosyalar yönünden de uygulanacağı sonucuna varıldığından, somut uyuşmazlıkta da dava dosyasının henüz derdest olması sebebiyle 556 Sayılı KHK’nın 14. maddesinin iptalinden dolayı davanın yasal dayanağının kalmadığı kanaatine varılmıştır. Zira, marka hakkının korunması amacıyla markanın kullanılmamasına bağlanan sonuçları da içinde barındıran 6769 sayılı Sınaî Mülkiyet Kanunu, 556 sayılı KHK’nin 14. maddesinin iptalinin yürürlüğe girmesinden dört gün sonra 10.01.2017 tarihinde yürürlüğe girmiştir. SMK’nin yürürlüğe girme tarihinden dört gün önce 06.01.2017 tarihinde Anayasa Mahkemesinin 556 Sayılı KHK’nin 14. maddesini iptal etmesiyle birlikte kullanılmayan markaların iptal edilmesi noktasında uygulanabilecek hüküm ortadan kalkmış ve ulusal mevzuatta bu hususta hukuk boşluğu ortaya çıkmıştır. Anayasa’nın 90/5 maddesinde usulüne göre yürürlüğe konulmuş milletlerarası antlaşmaların kanun hükmünde olduğu düzenlendiğinden, markanın kullanılması kavramını düzenleyen Türkiye’nin taraf olduğu uluslararası antlaşmalar olan Paris Sözleşmesi’ne ve Ticaretle Bağlantılı Fikri Mülkiyet Antlaşması’na (TRİPS) bakılması gerekmektedir. Paris Sözleşmesi’nin 5/C-1 maddesi “Bir ülkede tescilli markanın kullanılması zorunlu ise, bu tescil ancak makul bir süre sonra ve ilgili kişinin faaliyete geçmemesi hususunda haklı gerekçe göstermesi durumunda iptal edilebilir.” şeklinde düzenleme içermektedir. TRİPS’in 19. maddesinde yer alan düzenleme ise; “Tescilin idame ettirilmesi için markanın kullanılması gerekli ise, tescil sahibi tarafından markanın kullanılmasını önleyen engellerin varlığına dayalı olarak geçerli nedenler ileri sürülmedikçe, tescil ancak markanın kullanılmadığı kesintisiz en az üç yıllık bir süre geçtikten sonra iptal edilebilir…” şeklindedir. Her iki uluslararası antlaşmada da markayı kullanma doğrudan bir zorunluluk olarak öngörülmemiş, iç hukukta bu hususta bir düzenleme olması koşuluyla doğacak sonuçlar düzenlenmiştir. 556 sayılı KHK’nin 14. maddesinin iptal edilmesiyle birlikte iç hukukumuzda uygulanabilecek bir düzenleme mevcut olmadığı için uluslararası antlaşmalar da hukukumuz açısından uygulanabilecek nitelikte değildir. Anayasa Mahkemesinin iptal kararının yayımlandığı 06/01/2017 tarihinden önce açılan ve henüz kesinleşmemiş olan kullanmama sebebine dayalı markanın iptali davalarında uygulanacak, ulusal mevzuatta ve uluslararası sözleşmelerde yaptırım hükmü bulunmadığından eldeki davanın konusu kalmamıştır. Marka hakkının, temel haklardan olan mülkiyet hakkı kapsamında olduğu ve Anayasa’nın 13. maddesi gereğince temel hakların ancak kanun ile sınırlandırılabileceği gözetildiğinde, hâkimin hukuk yaratma yoluyla kullanmama sebebiyle iptal kararı vermesi de mümkün değildir. Yargıtay 11. Hukuk Dairesi, 17.02.2021 tarih ve 2019/3425 Esas – 2021/1332 Karar sayılı, 31/03/2021 tarih ve 2020/2055 Esas – 2021/3131 Karar sayılı, 11/03/2021 tarih ve 2020/2212 Esas-2021/2358 Karar sayılı kararında ve birçok kararında 556 Sayılı KHK’nın 14. maddesinin iptalinden dolayı davanın konusu kalmadığından bir karar verilmesine yer olmadığına ilişkin ilk derece mahkemesi kararları ile bölge adliye mahkemelerinin kararlarını onamak suretiyle bu yöndeki tutumunu devam ettirmiştir. Sınai Mülkiyet Kanunu’nun 26.maddesinde, markanın iptaline karar verme yetkisinin Kurum tarafından kullanılacağının belirtildiği, geçici 4. maddesinde de 26. madde hükmü yürürlüğe girinceye kadar, iptal yetkisinin, kurum tarafından değil anılan maddedeki usul ve esaslara göre mahkemeler tarafından kullanılacağının belirtildiği, anılan hükmün, Anayasa Mahkemesinin iptali hükmü nedeniyle oluşturulan bit geçiş hükmü değil, Sınai Mülkiyet Kanunu’na ilişkin bir geçiş hükmü olduğu, bu hükmün, Sınai Mülkiyet Kanunu döneminde açılmış ancak 2024 yılında halen görülmekte olan davalarda, iptal yetkisinin, mahkemeler tarafından kullanılmaya devam edileceği şeklinde yorumlanması gerektiği anlaşılmıştır. Tüm dosya kapsamı toplanan deliller ile anayasa mahkemesinin iptal kararı gereğince davanın dayanağı kalmadığından, açılan davanın konusu kalmamış olup, konusu kalmayan dava hakkında karar verilemeyeceğinden, mahkemece konusu kalmayan dava hakkında karar verilmesine yer olmadığına karar verilmesinde bir isabetsizlik görülmemiştir. Diğer yandan, Türk Patent ve Marka Kurumu’ndan celp edilen kayıtlara göre, hükümsüzlüğü istenen markanın, 10.01.2003 başvuru tarihli … başvuru numaralı 19, 35 ve 41.sınıflarda tescilli ”…” şekil markası olduğu ve davalı …adına tescil edildiği anlaşılmıştır. Hükümsüzlük davası yönünden, dosyadaki belgelere, duruşma sürecini yansıtan tutanaklar ve Dairemizce benimsenen gerekçe içeriğine göre; davacı derneğin tüzüğünde, fuar düzenleme ve fuarlara katılma amaç faaliyet konusunun bulunduğu, davalı tarafça sunulan belgelerden, davalı …nun kendisinin fuar düzenlemediği, davacı ile seramik banyo fuarı düzenleme konusunda işbirliği yapıldığı, dava tarihinde yürürlükte olan 556 sayılı KHK 3.madde gereğince; idari merkezinin Türkiye Cumhuriyeti sınırları içerisinde bulunan tüzel kişilerin adlarına marka tescil ettirebilecekleri, bu kişilerin Türkiye’de ticari işletme sahibi olmalarının yada ticaretle uğraşıyor olmalarının zorunlu bulunmadığı, davalının doğrudan fuar düzenlememesinin de marka tescil engeli olmadığı, davalının hükümsüzlüğü istenen markasının tescil tarihinin 10.01.2003 tarihli olduğu, davacı ile uzun süredir ticari ilişki içerisinde bulunan davacının, davalının marka tescilinden haberdar olmamasının hayatın olağan akışına uygun olmadığı, davanın marka tescil kaydından 13 yıl sonra açıldığı, mevcut delillere göre kötüniyet iddiasının da ispatlanamadığı, böylelikle, davacının sessiz kalma yoluyla hak kaybına uğradığı anlaşılmakla Mahkemece marka hükümsüzlüğüne karar verilmesinde bir isabetsizlik görülmemiş olup, davacının haklılık durumuna göre, konusuz kalan iptal davası yönünden davalı lehine vekâlet ücretine hükmedilmesinde de bir hata bulunmadığı, hale göre, ilk derece mahkemesi kararında davanın esasıyla ilgili tarafların gösterdiği hükme etki edecek tüm delillerin toplandığı, kanunun olaya uygulanmasında ve gerekçede hata edilmediği, ihtilafın doğru olarak tanımlandığı, kararın usul ve yasaya uygun olduğu anlaşıldığından davacı vekilinin yerinde bulunmayan istinaf başvurusunun 6100 Sayılı HMK’nın 353/1-b/1. maddesi gereğince esastan reddine karar verilmesi gerektiği kanaat ve sonucuna varılarak aşağıdaki hüküm kurulmuştur.
HÜKÜM: Gerekçesi yukarıda açıklandığı üzere; 1- Usûl ve yasaya uygun İstanbul Anadolu 1. Fikrî Ve Sınaî Haklar Hukuk Mahkemesi’nin 15/02/2018 tarih ve 2016/131 E.- 2018/40 K. sayılı kararına karşı davacı vekili tarafından yapılan istinaf talebinin 6100 Sayılı HMK’nın 353/1-b/1. maddesi gereğince ESASTAN REDDİNE, 2- 492 Sayılı Harçlar Kanunu gereğince alınması gereken 59,30 TL maktu istinaf karar ve ilam harcından peşin yatırılan 35,90 TL harcın mahsubu ile bakiye 23,40 TL harcın davacıdan tahsiliyle Hazineye gelir kaydına, 3- Davacı tarafça istinaf aşamasında yapılan yargılama giderlerinin üzerinde bırakılmasına, 4- İncelemenin duruşmasız olarak yapılması sebebiyle taraflar yararına vekalet ücreti takdirine yer olmadığına, 5- Davacı tarafça yatırılan gider avansından harcanmayan kısmın karar kesinleştiğinde iadesine, Dosya üzerinde yapılan inceleme sonucunda, 20/07/2017 tarih ve 7035 Sayılı Kanunun 31. maddesiyle değişik 6100 Sayılı HMK’nın 361/1. maddesi gereğince, kararın tebliğinden itibaren 2 hafta içerisinde Yargıtay’a temyiz başvurusunda bulunma yolu açık olmak üzere, oy birliğiyle karar verildi. 30/12/2021