Emsal Mahkeme Kararı İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 44. Hukuk Dairesi 2020/764 E. 2021/1689 K. 30.12.2021 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı henüz kesinleşmemiştir. Yararlı olması amacıyla eklenmiştir.

T.C.
İSTANBUL
BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ
44. HUKUK DAİRESİ
T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
İ S T İ N A F M A H K E M E S İ K A R A R I
DOSYA NO: 2020/764
KARAR NO: 2021/1689
İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ: İstanbul 1.Fikrî ve Sınaî Haklar Hukuk Mahkemesi
TARİHİ: 14/12/2017
NUMARASI: 2016/250 E. – 2017/280 K.
DAVANIN KONUSU: Marka (Marka Hükümsüzlüğünden Kaynaklanan)
İSTİNAF KARAR TARİHİ: 30/12/2021
Yukarıda yazılı ilk derece mahkemesi kararına karşı, istinaf yasa yoluna başvurulması üzerine yapılan inceleme sonucunda;
GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ: Davacı vekili dava dilekçesinde özetle; Davalı adına tescilli … başvuru numaralı ve 15/07/2016 tescil tarihli “…” markasın 36. sınıf bakımından hükümsüz bırakılmasına karar verilmesi gerektiğini, Müvekkili …’ın kurulduğu 1995 yılından beri ilk günden itibaren emlakçılık sektöründe faaliyet gösterdiğini, “…” markasını ise Türkiye’de TPE nezdinde … başvuru no ile markanın tescil edildiğini, “…” ibareli markalarının tanınmış olduğunu, markanın ilişkide olduğu emlakçılık ve gayrimenkul sektöründe Türkiye genelinde standartlaşmış kalitede hizmet verdiklerini, markanın tek başına bir ticari değer haline geldiğini, davalının markasının ise “…” olup, müvekkili şirketin tescilli markası ile ayırt edilemeyecek derecede benzer olduğunu, markalardaki asıl unsurun “…” ibaresi olduğunu, iltibas yaratabilecek nitelikte olduğunu, davalının kötüniyetli olduğunu, davalı …adına 15.07.2016 gün ve … no ile tescil edilmiş oian “…” markasının hükümsüzlüğüne ve markanın sicilden terkinine, davalı eylemenin müvekkilinin marka hakkına tecavüz ve haksız rekabetinin men ve refine, marka hakkına tecavüz ve haksız rekabet teşkil eden fiillerin durdurulmasına ve tecavüzün giderilmesine, bu amaçla “…” adının iş evrakı ve reklamlarda kullanmasının önlenmesine, maddi durumun ortadan kaldırılmasına, yargılama gideri ile ücreti vekaletin karşı tarafa yüklenmesine, karar verilmesini talep ve dava etmişlerdir. Davalı vekili cevap dilekçesinde özetle; Davalı müvekkilinin ticaret ünvanının … Anonim Şirketi, markasının da “…” olduğunu, davacının dilekçesinde belirtmiş olduğundan farklı olarak davacının “…” markasını tescil ettirmemiş olduğunu, davacının tescil ettirdiği markasının “… Limited Şirketi olduğunu, …’ın davacının markası olmadığını, “…” kelimesinin “…”, “…”, “…” gibi başlı başına evrensel bir isim olduğunu, birçok markanın “…” ismini kullandığını, davalı müvekkilinin markası … olup, emlakçılık faaliyetleriyle uzaktan yakından ilgisi olmayan bir alanda, finansal danışmanlık alanında, istanbul’da hizmet verdiğini, Müvekkilinin şirket müşterileriyle imzaladığı matbu Halka Arz faaliyetine ilişkin danışmanlık sözleşmesi ve ilgili belgeleri sunduklarını, davalı müvekkilinin …, ticari faaliyeti sırasında hiçbir surette … ibaresini, yahut davacının markası olan “… Limited Şirketi” ibaresini kullanmadığını, emlakçılık veya gayrimenkul alım-satımı alanında da herhangi bir faaliyette bulunmadığını, davacının kötüniyetli olduğunu, farklı sektörlerde faaliyet gösteren iki ayrı markanın, aynı sınıfta tescil edilmiş olmasının, marka ihlalini doğurmayacağını, davalı müvekkilinin markasından da anlaşılacağı gibi, fınansal konularda faaliyet göstermekte, halka arz ve sermaye piyasası danışmanlığı olduğunu, bu hususta delillerini sunduklarını, davacı markasının tanınmış olmadığını, haksız rekabetin hiçbir şartının oluşmadığını, davanın reddi gerektiğini beyan etmiştir. İlk Derece Mahkemesince; “Toplanan deliller taraf iddia ve savunmaları, TPE belgeleri, Ticaret Sicil Gazetesi, danışmanlık sözleşmeleri kapsamları incelendiğinde subut bulmayan davanın esastan reddine,” karar verilmiştir. Davacı vekili istinaf dilekçesinde özetle; 1-Müvekkilinin yıllardır kullanmakta olduğu, yoğun emek ve çabalarının sonucunda ayırt edicilik kazandırılan müvekkili şirkete ait “…” markası için, Türkiye’de TPE nezdinde 16.11.2007 tarihinde … başvuru no ile markanın korunması amacıyla başvuruda bulunulduğu ve ilgili markanın, “Sigorta hizmetleri, Finansal ve parasal hizmetler, Gayrimenkul komisyonculuğu, müşavirliği ve idaresi hizmetleri, Gümrük müşavirliği hizmetleri.” kapsamındaki 36. sınıftan tescil edilerek 556 sayılı Markaların Korunması Hakkında Kanun uyarınca 10 yıllık korumaya alınmış olup, koruma süresininde halen devam ettiği,, müvekkiline ait ”…” ibareli markanın tanınmışlığının, yalnızca internet üzerinden yapılabilecek olan ufak bir araştırmada dahi ortaya çıkabilecek nitelikte olduğu, müvekkiline ait “…” markasının özünü, faaliyet göstermeye başladığı yıldan bu yana sürekli olarak geliştirerek daha önceki hizmetlerinden elde ettiği olumlu bilgileri ve izlenimleri garanti etmesi, markaya duyulan güveni yanılgıya uğratmaması ve markanın ilişkide olduğu emlakçılık ve gayrimenkul sektöründe Türkiye genelinde standartlaşmış kalitede verilmesinin oluşturduğu, 2-Yerel mahkemenin “…” markasının tanınmış bir marka olmadığı ve davacının dava dilekçesi ekinde sunduğu belgelerin sıradan bir emlak satış işlemlerine ilişkin ilan, tanıtım ve görselleri olmasına dayanarak bu belgelerin tanınmışlık için elverişli belgeler olmadığı yönündeki kararının gerçeklikten uzak ve hukuki dayanaktan yoksun olduğu, müvekkilinin faaliyet gösterdiği iş sektörü dikkate alındığında, markanın tanıtımı ve yaygınlaştırılması için gün içerisinde en çok ziyaret edilen …com, …com, …com, …com gibi web sitelerinde yer alan ilanları ile … gibi günlük tirajı yüksek gazetelerde yer alan “…” başlıklarının markanın tanınmışlığı açısından yeterli olduğunu, zira müvekkilinin hizmet verdiği emlak ve gayrimenkul sektöründeki faaliyetlerine ilişkin ilanların “…” ibaresi ile internet siteleri ve gazetelerde yer alması haricinde tanıtımının yapılabileceği ayrı bir sosyal mecra bulunmadığından, dosyaya sunulan delillerimizin sıradan olmasının mümkün olmadığı, takdir edilmelidir ki; bugün bile birçok alanda insanların çoğunun, müvekkil markasının yer aldığı internet sitelerinde dolaşmakta ve kiralama, satın alma gibi konularda ilan sahipleriyle iletişime geçtikleri, reklam, tanıtım ve promosyon çalışmaları ile bu çalışmalara ilişkin harcamalar markaya yapılan yatırımın bir göstergesidir. Bu nedenle reklam faaliyetlerinin markasal kullanımın önemli bir göstergesi olduğu dikkate alındığında, özellikle birçok web sitesinde ve yazılı basında yer verilmiş olmasının, müvekkilinin kendisine ait olan ve ülke genelinde de tanınan “…” markası için bugüne kadar yapılan yatırımlar ve harcamalar bile markanın tek başına bir ticari değer haline geldiği, bu nedenle tarafımızca dosyaya sunulan delillerin markanın tanınmışlığına ilişkin yeterli olmadığı yönündeki yerel mahkeme kararının açıkça hukuka aykırı olduğu, 3-Davalının tescilli markasının, müvekkilin tescilli markası ile aynı sınıf ürün ve hizmetlere ilişkin olup, 556 sayılı KHK’nın 42. maddesi kapsamında değerlendirildiğinde davalının markasının hükümsüzlüğüne karar verilmesi gerektiği, 4-Markada yer alan ayırt edici unsur olan bir kelimeye, ayırt edicilik niteliği bulunmayan başka bir ibare veya kelime eklenmesi halinde tüketiciler nezdinde karıştırılma ihtimalinin bulunduğunun Yargıtay’ın yerleşik içtihadı olduğu, 4. Yerel mahkemenin, davalı tarafından kullanılan … ibaresinin markaya ayırt edicilik imkanı sağladığı ve karıştırılmaya yer vermeyeceği hususunda karar verdiği, oysa “…” markasında markaya ayırt edicilik kazandıran ibarenin, müvekkilin markasında da esaslı unsur niteliğinde olan “…” ibaresi olduğu, yani, söz konusu benzer kullanımlarda da müvekkiline ait markanın ayırt edici ibaresi olan “…” kelimesinin vurgulandığı, nitekim söz konusu marka adının, müvekkilinin, uzun yıllardır yoğun emek ve zaman sarf ederek edindiği itibarının bir yansıması olan “…” kelimesinin kullanılmasının dahi iltibas yaratabilecek nitelikte olduğu, kaldı ki, … kelimesinin yanına bazı başka ifadeler eklenmesinin de tüketiciler açısından müvekkili şirkete ait … markasının tüketiciler açısından karıştırılmasını önlemeyeceği, Yargıtay’ın yerleşmiş içtihatlarına göre tescil edilmiş veya tescil için başvurusu yapılmış markanın, halk tarafından karıştırılma ihtimali varsa ve bu karıştırılma ihtimali tescil edilmiş veya tescil için başvurusu yapılmış bir marka ile ilişkili olduğu ihtimalini kapsıyorsa ya da işaret ile tescilli marka arasında bağlantı olduğu ihtimali de dahil karıştırılma ihtimali olan herhangi bir işaretin kullanılması hallerinde markaya tecavüzün söz konusu olduğu, 5-Her iki marka arasında illiyet bağının bulunduğu, müvekkilinin tescilli ve yıllar boyu süren emek ve çabasının sonucunda ayırt edici hale getirdiği tanınmış markasının davalı tarafça hukuka aykırı bir şekilde kullanımının kötü niyetli olduğu, dolayısıyla, her şeyden önce söz konusu ibarenin, müvekkile ait marka ile aynı veya büyük oranda benzer olmasının, Türk Medeni Kanunu’nun 2. maddesinde yer alan, “Herkes, haklarını kullanırken ve borçlarını yerine getirirken dürüstlük kuralına uymak zorundadır. Bir hakkın açıkça kötüye kullanılmasını hukuk düzeni korumaz.” hükmündeki iyi niyet kuralıyla açıkça bağdaşmadığı, 6-Bilindiği gibi, 556 sayılı KHK, markaların haksız rekabete karşı özel olarak korunması amacını taşıdığı, bu itibarla, “…” markasının aynı ya da, benzer kullanım biçiminin, Türk Ticaret Kanunu’nun 55. maddesinin 5. bendinde yer alan “Kendisini, mallarını, iş ürünlerini, faaliyetlerini, fiyatlarını, gerçeğe aykırı, yanıltıcı, rakibini gereksiz yere kötüleyici veya gereksiz yere onun tanınmışlığından yararlanacak şekilde; başkaları, malları, iş ürünleri veya fiyatlarıyla karşılaştırmak ya da üçüncü kişiyi benzer yollardan öne geçirmek” fiillerinin iyi niyet kurallarına aykırı sayılan hareketlerden olması sebebiyle haksız rekabete ilişkin hükümle de bağdaşmadığı, müvekkilinin yıllar boyu edindiği itibarın, haksız ve hukuka aykırı bir biçimde kullanılmakta ve hatta böylelikle müvekkilinin itibarının zedelenmesine de zemin hazırlandığı, görüldüğü üzere; somut olayda da müvekkile ait “…” markasını bire bir ya da ayırt edilemeyecek derecede benzerini kullanan davalı her şeyden önce basiretli bir tacirin uyması gereken dürüstlük kuralına aykırı hareket ettiği, bahsi edilen bu durumun net olarak bilinmesine rağmen, müvekkili şirkete ait markanın, davalı şirket tarafından benzer kategorideki ürünler için tescil ettirdiği, müvekkili firmanın tanınmışlığından kötü niyetli olarak faydalanmak için kullanılmaya başlandığı, yukarıda açıklanan nedenlerle, … adına 15.07.2016 gün ve … numarası ile tescil edilmiş olan “…” markasının hükümsüzlüğüne ve markanın sicilden terkinine hükmedilmesi gerektiği, yukarıda arz ve izah edilen ve re’ sen dikkate alınacak nedenlerle, İstanbul 1.Fikri ve Sınai Haklar Hukuk Mahkemesi’nin 14.12.2017 tarih 2016/250 E. 2017/280 K. sayılı kararının kaldırılmasını ve haklı davalarının kabul edilmesini talep emiştir. İnceleme, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun(HMK) 355. maddesi hükmü uyarınca istinaf dilekçelerinde belirtilen sebeplerle sınırlı olarak ve kamu düzenine aykırı hususların olup olmadığı gözetilerek yapılmıştır. Dava, davacının “…” markası ile davalı adına tescilli “…” markaları arasındaki iltibas ve kötüniyetli tescil nedeniyle markanın hükümsüz kılınması, davalının marka hakkını ihlal ve haksız rekabet teşkil eden fiillerin durdurulması, tecavüzün giderilmesi, önlenmesi davasıdır. Davacının markasının TPE nezdinde … nolu ve aynı zamanda ticaret ünvanı da olan “… Limited Şirketi ” olarak 36 sınıfta 16.11.2007 tarihinden itibaren tescilli olduğu, unvanın ise ticaret sicil gazetesinde 16.09.2014 tarihi itibariyle tescilli olduğu, davacının ayrıca … ibareli şekil markasının da, … no ile 36.sınıfta 25.9.2009 tarihinde sicile tescil edilmiş olduğu, davalının tescilli markasının ise “…” markası olup, … no ile 36. sınıfta 18.6.2015 koruma tarihli ve 15.7.2016 tescil tarihli marka olduğu, ticaret unvanının ”…” olup, ticaret siciline 05.06.2013 tarihinde kayıt olduğu, firma faaliyet konusunun firmalara genel yönetim, grişimcilik, gayrimenkul, işletmecilik, yeniden yapılanma konularında olduğu, her iki markanın da aynı sınıfta tescil edildiği görülmektedir. Marka üzerindeki hak, mutlak bir hak olup, sahibine markanın başkası tarafından kullanılmasını yasaklamak da dahil inhisari hak ve yetkiler ile malvarlıksal menfaatler ve sınırlı manevi haklar sağlar. Marka koruması, dava tarihinde yürürlükte bulunan 556 sayılı Markaların Korunması Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin 6. Maddesinde belirtildiği üzere” tescil yoluyla elde edilir ” genel kuralın istisnası olarak, Paris Sözleşmesinin 1. mükerrer 6. maddesine göre tanınmış markalar (SMK, m. 6/4), tescilden önce kullanım sonucu ayırt edici nitelik kazanan markalar (556 sayılı KHK, m. 7/2, 8/3, 9/1, 42/3) tescil haricinde korunur. 556 sayılı KHK’nin 3, 6 ve 9. maddeleri gereğince her ülke, marka korumasını sadece kendi ülkesinde sağlar, tecavüze uğrayan ve kendi mevzuatına göre hak sahibi olan kişinin kendi ülkesindeki hukuk yollarına başvurmasına izin verir. 556 sayılı KHK’nin 7/1-b ve 8/1-b maddeleri ile marka üzerindeki öncelik hakkı, markayı tescil ettirmek için önce başvuran ve tescil ettiren kişiye tanınmıştır ve markaya sağlanan koruma, tescil edilmek kaydıyla başvuru tarihinden itibaren başlar. Tescilli markanın “aynı”, “benzeri” veya “ayırt edilemeyecek kadar benzeri” olan işaretlerin aynı ve benzer mal ve hizmetlerle ilgili olarak kullanılması veya halk tarafından karıştırılma ihtimalinin bulunması markaya tecavüzdür (556 sayılı KHK, m. 61). Böyle bir markanın kullanılması, markanın sahibi tarafından önlenebilir (556 sayılı KHK, m. 9/1). Ayrıca tescilli markanın aynı veya benzeri olan, veyahut da halk tarafından karıştırılma ihtimali bulunan işaretleri, aynı veya benzer mallar için başkası adına marka olarak tescil edilemez, tescil edilmiş ise markanın hükümsüzlüğünü istemek mümkündür (556 sayılı KHK, m. 42/1-a, b). Tescil edilmiş bir markanın hükümsüzlük hâlleri 556 sayılı KHK’nin 42. maddesinde düzenlenmiş olup, 556 sayılı KHK’nin 42/1-b maddesinde aynı KHK’nin 8. maddesinde sayılan nispi ret nedenleri hükümsüzlük hâlleri arasında belirtilmiştir. Nispi ret nedenlerinden birinin varlığı dolayısıyla tescil olunmaması gerekirken, her nasılsa tescil olunan bir markaya karşı 556 sayılı KHK’nin 42/1-b maddesindeki şartlar dairesinde hükümsüzlük davası açılabilir. 556 sayılı KHK’nin 8/1-b maddesinde belirtildiği üzere; bir markanın bir başka marka ile benzer olup olmadığının tespitinde “halk” tarafından karıştırılma ihtimali dikkate alınır. Karıştırılma ihtimalinde önemli olan husus, halkın bu iki işaret arasında herhangi bir şekilde ve herhangi bir sebeple bağlantı kurma ihtimalidir. Şekil, ses, anlam, genel görünüm, çağrışım ve bir seri içinde bulunma izlenimi bu kapsamda değerlendirilmektedir. Markalar arasında birçok noktada fark bulunduğu tespit edilse bile “umumi intiba” ikisinin karıştırılabileceği yönünde ise iki işaret arasında karıştırma ihtimalinin bulunduğu kabul edilir. Karıştırma ihtimali; görsel, biçimsel, anlamsal, işitsel benzerlikler, çağrıştırma, bir bütün olarak uyandırdığı toplu kanaat, malın veya hizmetin hitap ettiği alıcı grubunun toplumsal düzeyi ve durumu, markayı taşıyan malın değeri ve alıcının bu malı almaya ayırdığı zaman, markanın asıl unsurları ve tamamlayıcı unsurları, karşılaştırılan işaretler arasındaki benzerlik, telaffuz, anlam veya biçimden, işaretlerin toplu olarak bıraktığı izlenimden, seri içine girmekten veya başka bir çağrışımdan kaynaklanabilir. Yine halkın, karşılaştırılan işaretler arasında herhangi bir şekilde “bağlantı” kurabilmesi de benzerlik bulunduğunu kabul etmek için yeterli olmaktadır. Karıştırma ihtimali hem marka, hemde sınıf bakımından benzerlik gerektirdiğinden iki markanın tescil edildikleri, tescil başvurusunda bulunulduğu ya da kullanıldığı mal ve sınıflar, ne kadar birbirine benzer ise, karıştırılma ihtimalinin ortaya çıkmaması için markaların da o oranda birbirinden farklı olması gerekecektir. Markalar arasında sözcük, harf karakteri, şekil, grafik gibi renk unsurlarında hiçbir fark yok ise markalar arasında ayniyetten söz edilir. Eğer bu unsurlardan birinde küçük fark var ise benzer markalardan söz edilir. Markalar arasında karıştırma ihtimali incelenirken her bir unsura göre değil bir bütün olarak iki markanın bıraktığı genel global izlenimin markanın bütünüyle bıraktığı etki dikkate alınır. Somut olayda, davacı taraf, markasının … olduğunu ileri sürmüşse de, TPE kaydına göre davacının tescilli markası, “… Limited Şirketi” ve aynıca … ibareli şekildir. Davalının tescilli markası ise, “…” olup, davacının ticaret unvanı kullanımı ve marka tescil tarihi,daha eski olmakla birlikte, dosyadaki delillere göre, davalının hem ticaret unvanı tescili ile hemde marka kullanımlarının kendi marka tesciline uygun olduğu, bunun ötesinde davacı markasına yaklaşan bir kullanımının söz konusu olmadığı, aksi yönde bir delilin sunulmadığı görülmüştür. Öte yandan her iki markanın karıştırlma ihtimali yönünden incelendiğinde, davacı markası “… Limited Şirketi ve …( … harfi bir şekil markası olup algı olarak … yuvarlak bir çizgisel dairesi içinde pusula görseli devamında … harfle- rindan) oluştuğu, hükümsüz kılınması istenen markanın ise … ibaresinden oluştuğu, davacı markası, içerdiği farklı kelime ve unvan usurları ile oluşmuş bir marka ile … ibareli bir şekil markası iken, davalı markasının sadece iki kelimeden oluştuğu, şekilsel olarak benzemediği gibi, markaların işaret ettiği hizmet alanlarının tamamen farklı olduğu, her iki markada ana unsur olan … ibaresinin tek başına iltibasa yol açacağının peşinen kabulünün mümkün olamayacağı, zira … ibaresi spesifik anlamı olan özgün bir kelime olmayıp, yaygın bir kullanımının söz konusu olduğu, hedef tüketici kitlesinin çekişme konusu olan hizmetin verildiği alanların niteliği de göz önünde bulundurulduğunda, ortalama bilgi ve dikkat düzeyine sahip tüketici kitlesinden daha dikkatli ve bilgili tüketici kitlesi olduğu da göz önünde bulundurulduğunda karıştırma ihtimalinin bulunmadığı, zira davalı markasındaki … ibaresinin markaya ayırt edicilik imkanı sağladığı kanaatine ulaşılmaktadır. Ayrıca davacı vekili markasının tanınmış marka olduğunu ileri sürmektedir. Yargıtay 11. HD.nin 2020/1913 E. 2021/192 K. Sayılı ilamında açıklandığı üzere, tanınmış marka, gerek tüketici kitlesi, gerekse dağıtım kanalları itibariyle toplumun zihnine yerleşmiş olan, o markaya konu ibare veya işaret zikredildiğinde veya görüldüğünde her hangi bir zihinsel faaliyet gerektirmeden derhal çağrışım yaparak akla gelen yüksek ayırt edicilik düzeyi olan işaretlerdir. Markanın tanınmışlığı sabit ve statik bir olgu olmayıp, uzun yıllardır tescilli olan bir marka hiç tanınmamış olabileceği gibi, yeni tescil edilmiş bir marka ise kuvvetli tanıtım ve yoğun reklamlar sayesinde kısa süre içerisinde tanınmış hale getirilebilir. Öte yandan bir dönem tanınmış marka olan bir işaret, üretim ve tanıtımın devamına ve yoğunluğuna bağlı olarak zaman içerisinde tanınmışlığını da yitirebilir. Bir markanın tanınmış olup olmadığı ve tanınmışlık düzeyi, sonraki tarihli markanın başvuru tarihi esas alınarak, her bir dosyada bunu ileri süren tarafça ve dosyaya sunulacak delillerle ispat edilmelidir. Bir tanınmış markanın, markaya konu işaretin hangi tür mal ve hizmetler yönünden başkaları adına tesciline engel olabileceği hususu, markanın tanınmışlık düzeyine ve 556 sayılı KHK’nın 8/4.maddesinde sayılan risklerin varlığına bağlı olarak değişiklik gösterebilir. Bu etki, aynı sektördeki (gıda sektörü, otomotiv sektörü, giyim sektörü vs.) mal ve hizmetlere ilişkin olabileceği gibi, yakın sektörlere ve hatta dünya çapında tanınmış markalar yönünden tüm sektörlere ilişkin de olabilir. Tanınmış marka ile aynı veya benzer marka başvurusunun tescili, tescil kapsamındaki hangi mal ve hizmetler yönünden 8.maddede sayılan riskleri oluşturuyorsa sonraki marka başvurusunun sadece o mal ve hizmetler yönünden reddi gerekir. Markanın hükümsüzlüğü açısından sonraki marka başvurusunda bulunanın, 8/4.maddede sayılan riskleri doğurma niyet ve kastıyla hareket edip etmemesinin, diğer bir anlatımla iyi niyetli olup olmamasının bir önemi yoktur. Bununla birlikte, tanınmış markanın aynısı veya benzerine ilişkin her başvurunun kötü niyetle yapıldığını ileri sürmek de doğru değildir. Ancak, tanınmış markanın aynısı veya benzerinin başkalarınca tescil ettirilmesi, markayı kullanma amacına yönelik olmayıp, tanınmış marka sahibinin ticaretini engelleme, kendisine duyulan güveni kötüye kullanma veya ondan şantajla para koparma gibi nedenlerle kötü niyetle yapılmış ise, o takdirde markanın tüm mal ve hizmetler yönünden hükümsüzlüğüne karar verilmelidir. Somut olayda, davacı tarafın … sayılı markasının gayrimenkul sektöründe tanınmış olduğu ileri sürülmüş, buna yönelik tanınmışlıkla ilgili olarak dosyaya sunulan delillerin çok önemli bir kısmının, internet ortamında yapılan reklamlar ve ilanlara ilişkin olduğu görülmüştür. Oysa tanınmışlık için ayrıca markanınn tescilinin ve kullanıldığı coğrafi alanın, markanın üzerinde kullanıldığı mal ve hizmetin yaygınlığı, pazar payı, yıllık satış miktarı, markaya ilişkin promosyon çalışmalarıın özellikleri, süresi, devamlılığı, yayıldığı coğrafi alan, promosyona harcanan para, TV reklamı, markanın sahibi olduğu firmaya ilişkin büyüklük, ciro, kar vs gibi kıstaslarda önemli etken olup davacı tarafça dosyaya sunulan delillerle markasının tanınmış marka olduğunu ispatlanmış olduğunun söylenemeyeceği, bu yöndende markasına tecavüz fiilinin gerçekleştiğinin kabul edilemeyeceği anlaşılmaktadır. Sonuç olarak, ilk derece mahkemesince açıklanan ve benimsenen sebeplerle dosya içeriğine, tarafların karşılıklı iddia ve savunmalarına, dayandıkları belgelere, hukuki ilişkinin nitelendirilmesine, dosyadaki tespitlere ve uyuşmazlığa uygulanması gereken hukuk kurallarına göre, 6100 Sayılı HMK’nın 355. maddesi gereğince istinaf sebepleriyle sınırlı olarak yapılan inceleme sonucunda ilk derece mahkemesi kararında esas yönünden yasaya aykırılık bulunmadığı anlaşılmakla, davacı vekilinin istinaf talebinin, 6100 Sayılı HMK’nın 353/1-b/1. maddesi gereğince esastan reddine karar verilmesi gerektiği kanaat ve sonucuna varılarak aşağıdaki hüküm kurulmuştur.
HÜKÜM: Gerekçesi yukarıda açıklandığı üzere; 1- Usûl ve yasaya uygun İstanbul 1. Fikrî Ve Sınaî Haklar Hukuk Mahkemesi’nin 14/12/2017 tarih ve 2016/250 E., 2017/280 K. sayılı kararına karşı davacı vekili tarafından yapılan istinaf talebinin 6100 Sayılı HMK’nın 353/1-b/1. maddesi gereğince ESASTAN REDDİNE, 2- 492 Sayılı Harçlar Kanunu gereğince alınması gereken 59,30 TL maktu istinaf karar ve ilam harcından peşin yatırılan 35,90 TL harcın mahsubu ile bakiye 23,40 TL harcın davacıdan tahsiliyle Hazineye gelir kaydına, 3- Davacı tarafça istinaf aşamasında yapılan yargılama giderlerinin üzerinde bırakılmasına, 4- İncelemenin duruşmasız olarak yapılması sebebiyle taraflar yararına vekalet ücreti takdirine yer olmadığına, 5- Davacı tarafından yatırılan gider avansından harcanmayan kısmın karar kesinleştiğinde iadesine, Dosya üzerinde yapılan inceleme sonucunda, 20/07/2017 tarih ve 7035 Sayılı Kanunun 31. maddesiyle değişik 6100 Sayılı HMK’nın 361/1. maddesi gereğince, kararın tebliğinden itibaren 2 hafta içerisinde Yargıtay’a temyiz başvurusunda bulunma yolu açık olmak üzere, oy birliğiyle karar verildi. 30/12/2021