Emsal Mahkeme Kararı İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 44. Hukuk Dairesi 2020/706 E. 2021/1528 K. 09.12.2021 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı kesinleşmiş bir karardır.

T.C.
İSTANBUL
BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ
44. HUKUK DAİRESİ
T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
İ S T İ N A F M A H K E M E S İ K A R A R I
DOSYA NO: 2020/706
KARAR NO: 2021/1528
İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ: İSTANBUL 8. ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ
TARİHİ: 07/11/2017
NUMARASI: 2016/650 E. – 2017/833 K.
DAVANIN KONUSU: Menfi Tespit (Kambiyo Senetlerinden Kaynaklanan)
İSTİNAF KARAR TARİHİ: 09/12/2021
Yukarıda yazılı ilk derece mahkemesi kararına karşı, istinaf yasa yoluna başvurulması üzerine yapılan inceleme sonucunda;
GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ: Davacı vekili dava dilekçesinde özetle; Davalılardan … Ltd. Şti. tarafından müvekkili aleyhine İstanbul … İcra Müdürlüğü’nün … esas sayılı dosyası ile icra takibi yapılmış olduğunu, müvekkilinin o tarihlerde tebligatın yapıldığı adreste ikamet etmemesi sebebiyle, icra takibinden geç haberdar olduğundan itiraz edilemediğini, müvekkili …’ın davalılara işbu icra dosyasından ve takip müstenidi senetlerden dolayı hiçbir borcu olmadığını, müvekkilinin icra takibinden haberdar olduktan sonra davalılarla haricen görüşmeye başladığını, yapılan görüşmelerin neticesiz kaldığını, müvekkili hakkındaki icra takibinden vazgeçilmediğinden bu davayı açmak durumunda kaldıklarını, müvekkilinin hiçbir borcu olmadığı halde tüm mallarını haczedilmiş olduğunu satış aşamasında olduğunu, davalılara borçlu olmadığının tespitine karar verilmesini talep etmiştir. Davalı … Ltd. Şti. vekili cevap dilekçesinde özetle; Davalı müvekkili şirket ile icra dosyası borçlusu … arasında 20/09/2013 tarihli “düzenleme şeklinde gayrimenkul satış vaadi sözleşmesi” imzalandığını, taraflar arasında yapılan bu sözleşmeye göre müvekkil şirket tarafından …’e gayrimenkul satışı yapılacak, ancak getireceği üçüncü şahıslara tapu devir edileceğini, … adlı alıcının borcuna karşılık bu sözleşmeye, … ve …’da kefil sıfatı ile imza attığını, davalı müvekkil şirket ile, taraflar arasında imzalanan sözleşmeye göre bahsi geçen gayrimenkülü devrettiği halde bakiye ödemelerini alamadığını, bunun üzerine İstanbul … İcra Müdürlüğü’nün … esas sayılı dosyası ile bakiye 75.000,00 TL için icra takibine geçildiğini, icra dosyasının henüz kesinleşme aşamasının tamamlanmadan müvekkili şirketin kendisine olan aracılık hizmeti borcuna karşılık diğer davalı …’ya Beyoğlu … Noterliği’nin 19/11/2013 tarih ve … yevmiye nolu temlikname ile gayrikabili rüca olarak devredildiğini, haksız açılan davanın reddine, %20’den aşağı olmamak üzere icra inkar tazminatına hükmedilmesini talep etmiştir. İlk derece mahkemesince; “Takibe dayanak senetler incelendiğinde, ön yüzünde borçlunun …, aval verenin …, lehtarın davalı … Ltd. Şti. oldukları ve senedin hemen arka yüzünde ve en başta davacının da “müteselsil kefil-tarih-isim ve imzasının ” yer aldığı görülmektedir. Görüldüğü üzere davacının senetteki isim ve imzası mevcut olup bu yönde bir itiraz bulunmadığı gibi senedin ön yüzünde yer olmaması sebebiyle arka yüzde ve en başta sıfatı da belirtilmiş suretiyle, aval veren olarak senetten sorumlu olduğu, bu itibarla ciroya yönelik davacı savunmasına itibar edilmesinin mümkün olmadığı sonucuna varılmıştır. Diğer yandan davalı tarafça dayanılan 20/09/2013 tarihli, düzenleme şeklinde gayrimenkul satış vaadi sözleşmesi incelendiğinde sözleşmede tarafların alıcı …, satıcı … Ltd. Şti. ve davacı ile …’nın da kefil olarak yer aldıkları ayrıca davacı …’ın (cirolayan kefil) sıfatıyla sözleşmeye taraf olduğu tespit edilmiştir. Sözleşme gayrimenkul satışına ilişkin olup Borçlar Kanunu ve Tapu Kanunu hükümlerine aykırı şekilde adi yazılı belge niteliğinde tanzim edilmiş olup resmi şekle uyulmamakla beraber satış sözleşmesine konu taşınmazın alıcıya devir ve teslim edildiği ve bu hususta taraflar arasında bir uyuşmazlığın bulunmayıp geçersiz sözleşmeye konu edimin davalı şirket tarafından ifa edildiği de anlaşılmaktadır. Bu noktada geçersizliğin ileri sürülmesi hakkın kötüye kullanılması niteliğindedir. Ayrıca davacı sözleşmedeki kefalete ilişkin imzası bakımından eş rızasına yönelik olarak da itirazda bulunmuş olmakla birlikte kambiyo senedini de aval veren sıfatıyla imzalamış olduğundan bu yöndeki iddia ve itirazların sonuca etkisi bulunmamaktadır. Açıklanan bu sebeplerle davacının kambiyo senetlerine yönelik menfi tespit istemi yerinde olmadığı gibi ayrıca icra takibinin kesinleşmiş olması, icra takibine ilişkin mahkememizce verilmiş bir tedbir kararının bulunmaması ve taraflar arasındaki yukarıdan beri açıklanan akdi ilişkinin varlığı da dikkate alındığında davalı tarafında kötü niyet tazminatı talebi bakımından yasal koşulların mevcut olmadığı kanaatine varılarak yerinde görülmeyen davanın ve kötü niyet tazminatı talebinin reddine” karar verilmiştir. Davacı vekili istinaf dilekçesinde özetle; -Alacaklı tarafından yapılan takibe konu bonoların, bahsi geçen kamu düzenine aykırı ve kanunen geçersiz sözleşmeye istinaden verildiğini, düzenlemeler kapsamında sözleşme geçerli ve bağlayıcı olmadığı için ve senetler de geçerli ve kanunen kabul edilebilir bir borca istinaden verilmediği için, söz konusu senetlerin hem geçerli bir borcu hem de kambiyo senedi vasfını haiz olmadıklarını, -Müvekkilinin sözleşme kapsamındaki kefaletinin de şeklen geçersiz olduğunu, sözleşmenin emredici hükümlere uygun düzenlenmediği için, TBK 582. maddede ifadesini bulan hüküm karşısında müvekkilinin kefaletinin geçersiz olduğunu, müvekkilinin el yazısı ile sorumlu olduğu azami miktarı, kefalet tarihini, müteselsil kefil sıfatına haiz olduğunu el yazısı ile belirtmediğini, evli olan müvekkilinin eşinin rızasının alınmadığını, bu sebeple geçersiz olduğunu, -Somut olayda itirazlarlarının hakkın kötüye kullanılması olarak nitelendirilebilmesi için, sözleşmenin tarafı olan davalının, davaya konu sözleşmeyi mesleğinin icabı olarak düzenli biçimde akdeden profesyonellerden objektif olarak beklenmesi makul olan her türlü özeni göstermiş olması gerektiğini, tacirin bilgisizliğini ileri sürerek sorumluluktan kurtulamayacağını tüm sebeplerle kararın kaldırılmasına karar verilmesini talep etmiştir. İnceleme, 6100 Sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun(HMK) 355. maddesi hükmü uyarınca istinaf dilekçelerinde belirtilen sebeplerle sınırlı olarak ve kamu düzenine aykırı hususların olup olmadığı gözetilerek yapılmıştır. Davacı ile dava dışı şahıs ve bu şahıs ile davalı arasındaki gayrimenkul satışları haricen yapıldığı için gerek harici gayrimenkul satım sözleşmeleri ve gerekse buna dayalı ceza ve teminat niteliğindeki belgeler hukuki sonuç doğurmaz. Geçersiz sözleşmelerde herkes akitinden verdiğini geri isteyebilir. Dava dışı taraflar arasında yapılan gayrimenkul satış vaadi sözleşmesi geçersiz ise de; sonrasında tapu devrinin yapıldığı uyuşmazlık konusu değildir. Bundan sonra sözleşmenin geçersizliğinin ileri sürülmesi Türk Medeni Kanunu’nun 2. maddesine aykırı olacağı gibi, davacı, davalıdan geçersiz sözleşmeye dayanarak tapu mülkiyetini üzerine almasını ve devir için verilen teminat senedinin iptalini isteyemez. Çünkü, söz konusu senet, dava dışı kişi tarafından davalıya yapacağı ödemelerin, mülkiyet devri gerçekleşmezse geri tahsilini teminat altına almak için verilmiştir. Davacı, yapılan ödemeleri ve mülkiyeti iade etmeden senedin kendisine geri verilmesini isteyemez. Bu durumda, senedin teminat fonksiyonu devam ettiğinden, menfi tespit talebi yerinde değildir. Bu sebeple, senet alacaklısı davalı hakkındaki davanın esastan reddine karar verilmiş olması isabetlidir. Davacının kefalette eş rızasına ilişkin istinaf isteminde ise, Aval hususu incelenmelidir. Buna göre Aval, poliçe, çek ve bonoya özgü bir tür kambiyo taahhüdüdür (Öztan, F.: Kıymetli Evrak Hukuku, Ankara 2012, s.168; Pulaşlı, H.: Kıymetli Evrak Hukukunun Esasları, Ankara 2015, s. 175). Hemen belirtilmelidir ki, kambiyo senetleri bakımından kendine özgü bir teminat türü olarak aval müessesesi kabul edildiğinden, bono üzerinde “kefil” yazıyor olması, bu taahhüdü kefalet haline dönüştürmez. Bono üzerine “kefil” ibaresi konulsa dahi bu, aval olarak nitelendirilir ve aval veren, bononun diğer borçlusu ile birlikte müteselsilen sorumlu olur. Aval 6102 Sayılı Türk Ticaret Kanununun (TTK) 700 ila 702 nci maddelerinde düzenlenmiştir. Kanunda avalin tanımı yapılmamış; sadece aval ile poliçedeki bedelin ödenmesinin teminat altına alındığı belirtilmiştir (TTK.m.700). Aval, senedin ödeneceğine dair güvence verilmek sureti ile kambiyo senetlerine tedavül kolaylığı sağlamaktır. Belirtilmelidir ki aval -bir geçerlik şartı olarak- senet (veya alonj) üzerinde bulunmalıdır. Zira yukarıda da vurgulandığı gibi kambiyo senedinden doğan sorumluluğun temini gayesi, doğal olarak bu teminatın esas alacakla birlikte devredilmesini gerektirir; kambiyo senedini ciro yoluyla devralacak kimsenin de bunu görebilmesi lazımdır (Sengir, T.: Aval Hukuku, Ankara 1967, s.10). Kambiyo senedi dışında verilmiş bir teminatın, aval olarak nitelendirilmesi mümkün değildir. Aval gerek üçüncü bir şahıs gerekse poliçeye imza koyan diğer bir şahıs tarafından verilebilir. Türk Ticaret Kanunu’nun 701/4 maddesine göre aval beyanında kimin için verildiği belirtilmemişse avalin keşideci hesabına verildiğinin kabulü gerekir. Bu aşamada kefalet sözleşmesine ilişkin hükümlerin aval bakımından uygulanmasının mümkün olup olmadığı da tartışılmalıdır. Türk Borçlar Kanunu’nda düzenlenmiş olan kefalet ve Türk Ticaret Kanunu’nda düzenlenmiş olan aval, bir borç ilişkisinde alacaklının alacağını tam olarak alabilmesi noktasında kişisel birer teminattır. Öncelikle vurgulanmalıdır ki Türk Ticaret Kanunu, Türk Borçlar Kanunu’na göre daha özel nitelikte bir kanun olup, ancak Türk Ticaret Kanunu’nda düzenleme bulunmaması halinde genel hüküm niteliğindeki Türk Borçlar Kanunu uygulanır. Avale ilişkin hükümler kendi içinde bir bütünlük teşkil eder ve münhasıran kambiyo hukuku içinde düzenlenmiştir. Bu haliyle özel nitelikte bir şahsi teminat türü olan aval bakımından genel nitelikli kefalet hükümlerine gidilmesine yasal olanak bulunmamaktadır. Avalin bu özel niteliği kambiyo senetlerine duyulan güven ve tedavül kabiliyeti ile de ilgilidir. Zira kefalette asıl borç bir sebeple geçersizse kefilin de sorumluluğuna gidilemezken, avalde lehine aval verilenin sorumluluğu bulunmasa bile avalistin sorumluluğu devam etmektedir. Kendisine böylesine önemli bir fonksiyon atfedilmiş aval müessesesinin kefalete ilişkin genel hükümlere tâbi kılınması doğru değildir. Her ne kadar Türk Borçlar Kanunu’nun 603 üncü maddesinin gerekçesinde “madde kefili koruyucu hükümlerden kurtulmak amacıyla, başka adlar altında yaptıkları sözleşmelere de kefalet hükümlerinin uygulanacağını belirtmektedir. Böylece mesela kefalet sözleşmesi yerine, üçüncü kişinin fiilini üstlenme sözleşmesi yapılmasında olduğu gibi, alacaklıların kefili koruyucu hükümlerden kurtulmalarının ve bunları dolanmalarının önlenmesi amaçlanmıştır” denmişse de; bu düzenlemenin avali de kapsayacağına dair açıklık bulunmamaktadır. Hatta madde gerekçesi “kefili koruyucu hükümlerden kurtulmak amacıyla” yapılan diğer sözleşmeleri işaret ederken, avalin bu kapsamda kalmadığında da tereddüt bulunmamaktadır. Zira aval bir sözleşmeye değil kambiyo taahhüdüne verilir ve bu sahada kaçınılacak başka bir taahhüt türü bulunmamaktadır. Diğer bir ifade ile gerçek kişilerce verilen avaller Türk Borçlar Kanunu’nun 603 üncü maddesine tâbi tutulmayacak ve kefil lehine olan hükümlerden kurtulmak için aval verildiği ileri sürülemeyecektir. Kaldı ki ticaret hayatındaki sürat ve güven ihtiyacı, ticari iş ve işlemlerin genel hükümlerden ayrı, özel kanuni şekil kuralarına bağlanmasını zorunlu kılmıştır. Tedavül kabiliyeti ve kambiyo senetlerinin soyutluğu ilkeleri de bu fonksiyona hizmet ederler. Tedavül kabiliyeti kambiyo senetlerini adi senetlerden ayırmaktadır. Bunun sağlanabilmesi de kambiyo senetlerinin temel ilişkiden bağımsız olmasına bağlıdır. Buna “soyutluk” ya da “illetten mücerret olma” denir. Soyutluluk kavramı esas itibariyle kıymetli evrak niteliği taşıyan bir senette mündemiç olan hakkın temel ilişkiden bağımsızlığını ifade eder (Poroy, R./Tekinalp, Ü.: Kıymetli Evrak Hukuku Esaslar, İstanbul 2010, s.29). Kambiyo senetleri devredildikten sonra mücerretlik ilkesi ortaya çıkar ve senedin yaratılması sebebi olan “sebep” donar. Kıymetli evrak tedavül ettiği sürece bu sebepten bağımsızdır. Bunun yanında senet borçlusu, senet hamiline karşı temel ilişkiden doğan def’ileri ileri süremez. Soyutluk hamili güçlendirir ve bu sebeple de kıymetli evraka güveni arttırır. Kıymetli evrakın soyutluğunun sonuç doğurması, içerdiği hak ve sorumlukların senet dışında başka bir yere başvurmaya gerek kalmaksızın herkes tarafından anlaşılabilmesi ile mümkündür. Sırf bu ihtiyaç dahi avalin “eş rızası” noktasında kefalete ilişkin hükümlere tâbi kılınmasını imkansız hale getirmektedir. Gerçekten de iki kişi arasında düzenlenen bir sözleşmede borçluya kefil olan kişinin evli olup olmadığı, eşin rızasının bulunup bulunmadığı kolaylıkla belirlenebilirken; tedavül kabiliyeti sebebiyle bir kambiyo senedinde avalistin evli olup olmadığının ve eşinin rızasının bulunup bulunmadığının araştırılması zorunluluğu, hamile kambiyo senetleri hukukuna tamamen yabancı bir yük getirecektir. Bu detayların senede derç edilmesi ve sonraki cirantaların hiçbir tereddüte mahal olmaksızın bunu bilmesi mümkün değildir (Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 24.05.2017 tarih, 2017/12-1135 E ve 2017/1012 K sayılı ilamı). Somut olayda, takibe dayanak bonoda davacı aval veren konumunda olup, yukarıda açıklanan olgular karşısında TBK 584. maddede yer alan “eş rızası” geçerlik koşulunun kambiyo senetlerine mahsus verilen aval müessesesinde uygulanamayacaktır. Açıklanan gerekçelerle davacı tarafın istinaf talebinin reddine karar verilmesi gerekmiştir. Tarafların karşılıklı iddia ve savunmalarına, dayandıkları belgelere, hukuki ilişkinin nitelendirilmesine, dosyadaki tespitlere ve uyuşmazlığa uygulanması gereken hukuk kurallarına göre, 6100 Sayılı HMK’nın 355. maddesi gereğince istinaf sebepleriyle sınırlı olarak yapılan inceleme sonucunda ilk derece mahkemesi kararında esas yönünden yasaya aykırılık bulunmadığı anlaşılmakla, davacı vekilinin istinaf talebinin, 6100 Sayılı HMK’nın 353/1-b/1. maddesi gereğince esastan reddine karar verilmesi gerektiği kanaat ve sonucuna varılarak aşağıdaki hüküm kurulmuştur.
HÜKÜM: Gerekçesi yukarıda açıklandığı üzere; 1- Usûl ve yasaya uygun İstanbul 8. Asliye Ticaret Mahkemesi’nin 07/11/2017 tarih ve 2016/650 E., 2017/833 K. sayılı kararına karşı davacı vekili tarafından yapılan istinaf talebinin 6100 Sayılı HMK’nın 353/1-b/1. maddesi gereğince ESASTAN REDDİNE, 2- 492 Sayılı Harçlar Kanunu gereğince alınması gereken 59,30 TL maktu istinaf karar ve ilam harcından peşin yatırılan 35,90 TL harcın mahsubu ile bakiye 23,40 TL harcın davacıdan tahsiliyle Hazineye gelir kaydına, 3- Davacı tarafça istinaf aşamasında yapılan yargılama giderlerinin üzerinde bırakılmasına, 4- İncelemenin duruşmasız olarak yapılması sebebiyle taraflar yararına vekalet ücreti takdirine yer olmadığına, 5- Taraflarca yatırılan gider avansından harcanmayan kısmın karar kesinleştiğinde iadesine, 6- Karar tebliği, harç tahsil müzekkeresi düzenlenmesi, harç ve avans iadesi işlemlerinin İlk derece Mahkemesince yerine getirilmesine, 6100 Sayılı HMK’nın 353/1-b/1. maddesi gereğince, dosya üzerinde yapılan inceleme sonucunda ve 6100 Sayılı HMK’nın 362/1-a maddesi gereğince, miktar itibariyle kesin olmak üzere oy birliğiyle karar verildi. 09/12/2021