Emsal Mahkeme Kararı İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 44. Hukuk Dairesi 2020/674 E. 2021/1506 K. 02.12.2021 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı henüz kesinleşmemiştir. Yararlı olması amacıyla eklenmiştir.

T.C.
İSTANBUL
BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ
44. HUKUK DAİRESİ
T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
İ S T İ N A F M A H K E M E S İ K A R A R I
DOSYA NO: 2020/674
KARAR NO: 2021/1506
İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ: İSTANBUL 1.FİKRÎ VE SINAÎ HAKLAR HUKUK MAHKEMESİ
TARİHİ: 05/12/2017
NUMARASI: 2017/209 E. – 2017/246 K.
DAVANIN KONUSU: Marka (Tecavüz. Tespiti İstemli)|Marka (Tecavüzün Ref’i İstemli)
İSTİNAF KARAR TARİHİ: 02/12/2021
Yukarıda yazılı ilk derece mahkemesi kararına karşı, istinaf yasa yoluna başvurulması üzerine yapılan inceleme sonucunda;
GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ: Davacı vekili dava dilekçesinde özetle; Davacı adına tescilli, uzun yıllardır kullanılan “…” ibareli … no’lu marka ile … no’lu “…” markaları bakımından davalının markaya tecavüzün tespitini, men’i önlenmesi, haksız rekabetin tespiti, men’i durdurulması ve önlenmesini, davalının ticaret unvanından “…” ibaresinin sicilden silinmesini talep ettiği anlaşılmıştır. Davacı vekili dilekçesinde, davacı şirketin 19.07.1999 yılında Adana’da kurularak faaliyete başladığını, krep, torba, ambalaj, kutu, kağıt üretiminde, öncü isimler arasında yer alan basiretli tacir olduğunu, davacının “…” ibaresinin farklı sınıflarda ve şekillerde 2002 yılından beri tescilli olup, gerçek hak sahibi olduğunu, “… ibaresinin … no’ile 18.06.2003 tarihinden bu yana 19 ve 17. sınıflarda , “… ibaresinin … no ile 02.05.2007 tarihinden bu yana 16. sınıfta tescilli olup, gerçek hak sahibi olduğunu, davacının markalarını “www…com ibareli alan adı ile de kullandığını, ilgili alan adının 11.09.2004 tarihinden bu yana davacı adına tescilli olmakla, 2004 yılından bu yana ticari faaliyetlerini söz konusu alan adını kullanarak gerçekleştirdiğini, ticari faaliyetlerini “… Ltd. Şti. ibareli ticaret unvanı altında gerçekleştirdiğini, söz konusu markaların alan adı ve ticaret unvanının davacı tarafından ihdas edilmiş olup uzun yıllardır etkin şekilde kullanılarak tüketici nezdinde tanınırlığa ulaştığını, davalının herhangi bir marka korumasına haiz olmaksızın “…” ibaresini içeren kullanımlarda bulunduğu ve haksız kullanımlarının devam ettiğini, emek sarf etmeksizin davacının maruf ve meşhur ettiği markası ile haksız rekabet teşkil ettiğinin tespit edildiğini, davalının kötü niyetli olarak ve davacının haklı itibarından yararlanmak maksadı ile www…com.tr ibareli alan adı altında internet sitesi kurduğunu, davacının internet sitesinden çok sonra kurulduğunu, davacı müşterilerinin davacıya ait olduğu zannıyla geri bildirim yapmaları ile tecavüzden haberdar olunduğunu, mailde, limanda davacı için yapılacak yükleme işinin isim benzerliği nedeni ile karıştırıldığını ve yüklemenin davalıya gönderildiğini, aynca davacının tedarikçiye vermiş olduğu siparişlerin 03.02.2014 tarihinde karşılık nedeni ile davalıya sevk edildiğini, davacı adına tescilli ticaret unvanı, alan adı ve markalarının varlığına rağmen, davalı tarafından aynı şekilde kullanmak üzere aynı ticaret unvanı, ibare ve alan adı seçilmesinin kabulünün mümkün olmadığını, davalının davacının haklı itibarı , adı ve seneler süren yatırım ve emekle oluşturulan kalite algısından haksız yararlanma çabasında olup kötü niyetli olduğunu belirterek, şimdilik davacının “…” ibareli … no’lu … no’lu “…” ibareli markaları bakımından davalının bu markalara tecavüzün tespiti, men’i , durdurulması ve önlenmesini ; haksız rekabet teşkil eden eylemlerin tespiti, men’i, durdurulması ve önlenmesini, davalı ticaret unvanından “…” İbaresinin sicilden terkini diğer talepleri ile birlikte istemiştir. Davalı vekili cevap dilekçesinde özetle; Markayı ilk defa kullanan taraf olduğunu, davalı şirket kurucusu …’nın 1971 yılından beri kağıtçılık ve her türlü ambalaj kağıdı sektöründe faaliyet gösteren ve 12.04.1991 tarihinde kağıtçılık ve her türlü ambalaj kağıdı alanında faaliyet göstermek üzere “… – …” olarak vergi kaydı açtırdığını ve faaliyette geçirdiğini, şahsi firma açılış yoklamasının Sirkeci Vergi Dairesi tarafından 08.05.1991 tarihinde kayıt altına alındığını, 14.09.1991 tarihinde … no’lu fatura ile … firmasından ilk mal alışı yapıldığını ilk resmi faturanında “…” olarak düzenlendiğini, 1991-2006 yılları arasında “… – … olarak devam eden ticari faaliyetleri , 05.01.2006 tarihinde Ltd. Şirkete dönüştürülerek “… Ltd. Şti” nin kurulduğunu, 40’ın üzerinde çalışanı, yıllık 10 milyon TL cirosu ile 4000 M2 kapalı alanda faaliyet gösterdiğini, “…” markasını 1991 yılından beri kullandığını, davacıdan 8 yıldan fazla süre önce bu markayı kullanmaya başladığım “…” markasının davalı şirketle özdeşleştiğini, davacının markayı kötü niyetli olarak tescil ettirdiğini, markayı ilk defa kullanan ve ihdas edenin davalı …’nın şahsi şirketi olduğunu, davacının sessiz kaldığını, davalı şirket ve öncesinde … – …” şahıs firmasından haberdar olduğu halde, herhangi bir dava açmayarak dava açma hakkını yitirdiğini, 17.02.2004 tarihli faturadan anlaşıldığı kadarıyla davacının “…- …” firmasına mal sattığını, 2004 yılından bu yana davalı şirketten haberdar olduğunu 10 yıl sessiz kaldıktan sonra açılan bu davanın reddi gerektiğini, ayrıca 21.10.2009 tarihli faturadan anlaşıldığı gibi davacının davalı şirkette 39.077 TL değerinde mal sattığını davacının davalının şu anki ticaret unvanından haberdar olduğunu, uzun süre sessiz kalarak rıza gösterdiğini dava açma hakkını kaybettiğini davalının marka ve unvan olarak yıllarca kullandığı ibareyi ticaret unvanı olarak kullanmasının tabii olduğunu belirterek davalı şirketin 556 sayılı KHK m.8/3‘e uygun olarak korunmaya değer öncelikli bir hakka sahip olduğundan davanın reddini uzun süre davalının “…” ibareli kullanımına zimmen rıza göstermiş olduğundan davanın reddini talep ettiği anlaşılmıştır. Birleşen Davada; Davacı vekili dava dilekçesinde özetle; “Müvekkilinin … – … firmasıyla 1991 tarifinde faaliyete geçtiğini, daha sonra … Limited Şirketini kurduğunu, … markasını 1991 yılından bu yana şirket faaliyetlerinde ve şirketin ticari unvanı olarak kullandığını, ancak davalının … markasının esaslı unsuru olarak … kelimesini içerecek şekilde … ve … markalarını kötüniyetli olarak tescil ettirdiğini, bu marka üzerinde gerçek hak sahipliğinin müvekkiline ait olduğunu” iddia ile davalı adına tescilli … v no’ lu … ve … no’ lu … markalarının iptalini ve sicilden terkinini talep ve dava etmiştir. Davalı vekili dava dilekçesinde özetle; Davanın hak düşürücü süre geçtikten sonra açıldığını, kötüniyet iddiasının doğru olmadığını, davacı tarafın 2004 senesinden bu yana müvekkili firmadan haberdar olduğunu, … markasını müvekkilinin 2004 yılından bu yana kullandığını, davacının eylemlerinden dolayı İstanbul 3 FSHHM’ nin 2014/75 Esas sayılı davasının açıldığını” savunarak davanın reddini istemiştir. İstanbul 4.FHSSM’nin 2015/36 esas, 2015/144 karar sayılı birleştirme kararı ile dava dosyasının, İstanbul 3 Fikri ve Sınai Haklar Hukuk Mahkemesi’ nin derdest 2014/75 Esas sayılı dava dosyası ile Birleştirilmesine, karar verilmiştir. İlk derece mahkemesince; “İstanbul 1. Fikri Ve Sınai Haklar Hukuk Mahkemesi 2017/209 Esas sayılı dosya üzerinden vermiş olduğu, 2017/246 Karar ve 05/12/2017 tarihli kararında özetle, davacı(birleşen davanın davalısı) … tarafından tescil edilen markalar ile esas davanın davalısı … tarafından kullanılan markaların ayırt edilemeyecek derece benzer olduğu, aynı alanda kullanıldığı, kullanımın halk nezdinde karıştırma ihtimali doğurduğu, ancak esas Davanın Davalısı … şirketi tarafından gerçekleştirilen kullanımın şirket kurucusu ve birleşen davanın davacısı … tarafından 1991 yılından itibaren gerçekleştiği, kullanımın işletmenin limited şirkete dönüşmesi ile 2006 yılından itibaren şirket üzerinden devam ettiği, bu kadar süre sessiz kalarak davacı(birleşen davanın davalısı) … şirketinin MK 2 gereğince markaya tecavüz ve haksız rekabet davası açma hakkını yitirdiği, ayrıca, davacı(birleşen davanın davalısı) … tarafından esas davanın davalısı … şirketinin ticaret unvanının terkini talepli dava açıldığı, ancak söz konusu davanın esas davanın davalısı … şirketinin 05.01.2006 tarihinde kuruluşundan 8 sene sonra açılmış olmasını nedeniyle, davacı (birleşen davanın davalısı) … şirketinin MK 2.maddesi gereğince sessiz kalmak suretiyle hak kaybına uğradığı, birleşen 2015/36 Esas sayılı dava yönünden davacı … tarafından … ibaresi üzerinde gerçek hak sahipliğinin bulunduğu ve davacı (birleşen davanın davalısı) … tarafından markanın kötü niyetle tescil edildiğinden bahisle markanın hükümsüzlüğü davası açıldığı, ancak söz konusu davanın davacı (birleşen davanın davalısı) … tarafından markaların tescilden 12 sene sonra açıldığı, MK 2 gereğince sessiz kalmak suretiyle markaya hükümsüzlük davası açma hakkını yitirdiği sonucuna ulaştıkları ve her iki dava yönünden sessiz kalma yoluyla hak kaybının oluştuğu Yerel Mahkemece sabit görülmekle asıl ve birleşen davanın esastan reddine,” karar verilmiştir. Davacı vekili istinaf dilekçesinde özetle; 1- Müvekkili şirketin, 19.07.1999 yılında Adanada kurularak faaliyete başladığını, krep, torba, ambalaj, kutu, kağıt üretiminde, öncü isimler arasında yer alan basiretli tacir olmakla birlikte TPE’ne yapığı tescil müracaatları ile … ibaresini kendi adıyla özleştirdiğini, zira davacı/karşı davalı müvekkili firmaya ait “…” ibaresinin farklı sınıflarda ve şekillerde 2002 yılından beri tescilli olup, “… ibaresinin … no ile 18.06.2003 tarihinden bu yana 19 ve 17. sınıflarda , “… ibaresinin … no ile 02.05.2007 tarihinden bu yana 16. sınıfta tescilli olduğu, gerçek hak sahibi olarak markaya maddi-manevi yatırımlar gerçekleştirdiği, davacı/karşı davalı müvekkili firmanın markalarını “www…com ibareli alan adı ile de kullandığını, ilgili alan adının 11.09.2004 tarihinden bu yana firmasına tescilli olarak 2004 yılından bu yana ticari faaliyetlerini söz konusu alan adını kullanarak gerçekleştirdiği, ayrıca dava konusu markaların alan adı ve ticaret unvanının davacı/karşı davalı tarafından ihdas edilmiş olup uzun yıllardır etkin şekilde kullanılarak tüketici nezdinde tanınırlığa ulaştığını, Mahkemece bunlara rağmen müvekkili firma tarafından açılmış olan asıl davanın reddinin, müvekkili firmanın 2002 yılından bu yana adına tescilli bulunan markalarının varlığı nedeni ile hukuken ve kabul edilemez olduğu, 2- Davalı/karşı davacının herhangi bir marka korumasına haiz olmaksızın “…” ibaresini içeren kullanımlarda bulunduğu ve haksız kullanımlarının devam ettiğini, emek sarf etmeksizin davacı/karşı davalı müvekkilin maruf ve meşhur ettiği markası ile haksız rekabet teşkil ettiği bilirkişi raporlarınca da tespit edildiği, yerel mahkemenin, gerekçeli kararında belirtmiş olduğu …nın markayı ilk kullanan olması nedenine dayanmasının mesnetten yoksun bir ifade olduğu, daha önce de belirttikleri ve dayandıkları deliller neticesinde, davalı/ karşı davacının ayrı bir tüzel kişiliğe sahip olduğu ve davalı/ karşı davacı şirketin, gerçek kişi tacir “…”nın 1993 senesinde başladığı bildirilen ticari faaliyetlerin devamı niteliğinde kabul edilmesinin mümkün olmadığı, …” isimli şahıs tarafından gerçekleştirildiği iddia edilen ticari faaliyetler nedeni ile davalı/ karşı davacı firma hak sahibi olarak kabul edilmiş olmakla birlikte, bu tespite katılma imkanının bulunmadığı, davalı/ karşı davacı firmanın 2006 senesinde kuruluşu gerçekleşmiş bir tüzel kişilik olup, o şirketin ortağının dahi daha evvel ki faaliyetlerinin bu şirket bakımından delil olamayacağı, davalı/ karşı davacı firmanın ticaret sicil odasına kayıt yaptırmak sureti ile “…” ibaresini ticaret unvanı olarak kullanımının 2006 senesinde başladığı, bu hususun kayıtlarla kesin olduğu, 3-Gerçek kişi tacir …nın davalı şirketle aynı kişi yahut kurumlar olarak kabul edilemeyeceği, zira esasen davalı/ karşı davacı tarafından sunulan delillerin bizzat bu hususun ispatı olduğu, sunulan faturaların bir kısmının “…” tarafından işbu davada davalı/ karşı davacı “…” unvanlı firmaya kesilmiş olduğu, hal böyle iken, … ve işbu davanın davalısının farklı kişilikler oldukları,davalı/ karşı davacının iddia etmekte olduğu ve bilirkişilerce de kabul gördüğü üzere şahıs şirketinin, sonradan kurulan limited şirketin devamı durumunda ise, bu iki ayrı firmanın nasıl ticari ilişki içine girdiği ve faturalaştığının izahı gerektiği, nitekim davalı/karşı davacının iddia ettiği üzere, şahıs şirketi kapatılmış yahut, limited şirkete devredilmiş olmadığı, aynı dönemde ticari faaliyetlerine devam ettikleri, hal böyle iken, bu iki tacirin birbiri ile aynı imiş çesine kabul edilerek sözde eskiye dayalı kullanım sebebi ile davalı/ karşı davacının müvekkilinden önce … ibaresini kullandığının var sayılmasının mümkün olmadığı, 4-Davalı/karşı davacının açıkça kötü niyetli olduğu, zira dava dilekçelerinde de sunmuş oldukları eskiye dayalı kullanım bakımından sunulan görseller dikkatli olarak incelendiğinde, sunulan kullanımın markasal değil ticaret unvanı kullanımı olduğu, kaldı ki, kullanılan renk font vb. hususlarda farklı olduğu, ancak daha sonra müvekkilin sektörde … kağıt ibaresini maruf ve meşhur hale getirmesinin ardından, karşı yanca kötü niyetli olarak ticaret unvanı kullanımının terk edildiği,, markasal kullanıma geçildiği ve müvekkiline ait markalarda yer alan font ve renklerin birebir şekilde kullanılmaya ve markaların ayırt edici olmaması sağlanacak şekilde kullanıma başlandığı, bilirkişilerce de tespit edilmiş iltibasa neden olan bu durumların da açık olmasına rağmen, Yerel Mahkemenin yapmış olduğu eksik incelemeler sonucunda işbu dava konusunda asıl davanın reddedilmesi ve kötü niyetli olmadığı yönündeki kararının bozulması gerektiği, 5-Malum olunduğu üzere markaya tecavüzde ilk bakılacak unsurun, markaların benzerliği ile sunulan mal ve hizmetlerin benzer olup olmadığı, bilirkişilerin tespit ettiği üzere daha evvel müvekkili firma ile karşı yan arasında ticari ilişki bulunduğu, ancak burada müvekkili firmanın, dava açmak bakımından ne gerekçe ile beklediğinin tartışılmadığı ve uzun süre sessiz kaldığı gerekçesi ile hak kaybına uğradığının tespit edildiği, karşı yanın markasal kullanımları incelendiğinde müvekkiliyle ticaret yaptığı dönemde müvekkiliyle aynı renk ve fontları kullanmadığı ve ticaret unvanı olarak müvekkiliyle ayırt edilebilir bir kullanım gerçekleştirdiği ,kaldı ki, bu dönemde de tüketiciler nezdinde bir karışıklık oluşmadığı, Ancak daha sonra, müvekkili firmanın sattığı ürünlerin satışına ağırlık veren karşı yanca, hem ürün gamı değiştirildiği, hem de ticaret unvanı yerine kağıtçılık ibaresi ve … ibaresi de terk edilerek … kağıt şeklinde bir kullanıma geçildiği, dikkat edilecek olursa seneler içinde karşı yanın markasal kullanıma başladığı ve her dönemde müvekkili firmaya ait tescilli markalara biraz daha yaklaşıldığının açıkça görülebileceği, bilirkişilerce bu değişimin tespit edilmesine karşın Yerel Mahkemenin buna ilişkin kanaat bildirmeyerek eksik inceleme sonucunda hüküm kurduğu, özellikle davalı/ karşı davacı şirket tarafından, son dönemde kesilmiş olan faturalar incelendiğinde, faturalarda, “…” ibaresi çok büyük puntolarla yazılırken, altına çok daha ufak ibarelerle “… Ltd. Şti.” nin eklenmekte olduğu ve her nasılsa daha evvel kullanılmaya başlayan kırmızı rengin yanına da, müvekkili firma ile aynı şekilde kullanılan lacivert renginin eklendiği ve yine kullanılmaya başlayan logonun dahi müvekkili firmanın logolarında olduğu gibi “kırmızı ve lacivert” renklerden oluşturulduğu, 6-Yargıtaya göre, uzun süre sessiz kalmanın zımnen icazet anlamına geldiği aradan uzun süre geçtikten sonra açılacak davanın, hakkın kötüye kullanılması olduğu, ancak hak sahibinin gecikmede haklı bir nedeni bulunuyorsa hak kaybından söz edilemeyeceği, bu halde hakka tecavüz eden kimsenin gecikmenin haklı bir nedeninin bulunmadığını ve gecikme nedeniyle kendisinin önemli derecede zarar göreceğini ispat etmesi gerektiği, diğer yandan ilkeye dayanan tecavüz edenin iyi niyetli olması gerektiği, zira ilkenin temelinin dürüstlük kuralına dayandığı, bu durum dahilinde müvekkili firmanın, uzun süre davalının tecavüz teşkil eden eylemleri karşısında sessiz kalmadığı, müvekkili firmanın, davalı/ karşı davacının “markasal kullanımından” ve kullanım şeklinden dava tarihinden kısa süre önce haberdar olduğu, davalı/ karşı davacı yanın, özellikle dava tarihinden önceki sene içinde müvekkil firma ile iltibas yaratma çabasını artırmak sureti ile “markasal kullanım” gerçekleştirdiği ve tecavüz eylemlerini artırdığı belirtilerek ilk derece mahkemesi kararının kaldırılması ve davanın kabulüne karar verilmesi talep edilmiştir. İnceleme, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun(HMK) 355. maddesi hükmü uyarınca istinaf dilekçelerinde belirtilen sebeplerle sınırlı olarak ve kamu düzenine aykırı hususların olup olmadığı gözetilerek yapılmıştır. Davacı … limited Şirketi tarafından davalı … Limited Şirketine yönelik olarak açılan davada, davacı tarafın … no’ lu … ve … no’ lu … markalarına dayalı olarak ve gerçek hak sahipliği iddialarına dayalı olarak, asıl davada marka hakkına tecavüz ve haksız rekabetin tespiti, men’ i, durdurulması, önlenmesi ve davalının ticaret unvanında yer alan … ibaresinin sicilden terkin edilmesi talep edilmiş, birleşen davada ise davacı … tarafından davalı … limited Şirketi aleyhine kötüniyetli tescil iddiasıyla … ve … tescil nolu markaların hükümsüzlüğüne karar verilmesi talep edilmiştir. TPMK’dan getirtilen marka tescil belgelerine göre, Davacı-birleşen dosyada davalı … Ltd. Şti.’nin, her türlü ambalaj, kağıt, reklam tanıtım hizmetleri işletmek v.d. konularda faaliyet göstermek üzere 05.07.1999 tarihinde Adana … Noterliğinin … yev no’su ile ana sözleşmesinin onaylandığı, davacı- birleşen dosyada davalı … Ltd. Şti. adına “… ticaret markasının … no ile 16, 17, 21. sınıf emtiada (kağıt, karton, plastik malzemeden mamul, ambalajlama v.d) kullanılmak üzere 18.02.2002 tarihinde tescil edildiği ve 08.02.2012 tarihinden itibaren 10 yıl müddetle yenilendiği anlaşılmıştır. Mahkemece bilirkişiler …, … ve …’den oluşan heyet ile bilirkişiler …, … ve …’dan oluşan heyetten ayrı ayrı rapor alınmış, her iki raporun birbiriyle uyumlu, dosya kapsamına uygun ve denetlenebilir mahiyette oldukları görülmüştür. Dosyada kapsamına göre, birleşen dosyanın davacısı …’nın şahıs şirketi ile, esas dosyada davacı … Ltd. Şti ve davalı … Ltd. Şti’nin faaliyet konularının her türlü kağıt mukavva, ambalaj işlerinde olmak üzere aynı nitelikte işlerde faaliyet göstermiş oldukları, birleşen dosyanın davacısı …’nın “… – …” unvanıyla 1991 yılından itibaren faaliyete başladığı esas dosyada davacı … Ltd. Şti’nin ticaret sicilinde1999 tarihinde tescil edildiği, “…“ markasının 2002 yılında, “…” markasının da, 2006 yılında adına tescil edildiği, birleşen dosyanın davacısı …’nın kurucusu olduğu ve çalışanlarını devretmiş olduğu “… Ltd. Şti”nin ticaret sicilinde 05.01.2006 tarihinde tescil edildiği, esas dosyanın davacısı adına “…com”. alan adının 2004 tarihinde, davalı … Ltd. Şti. adına “…com.tr” alan adının 2006 yılında tescil edilmiş olduğu, davacı … Ltd. Şti. ünvanının 1999 yılında tescil edildiği, Davacı tarafından 2004 ve 2009 yıllarında “… – …” adına fatura düzenlendiği, davalı şirket 2006 yılında tescil edilmişse de, aynı alanda faaliyet gösteren tüzel kişi tacir davalı ve davacı şirketlerin ve gerçek kişi tacir “… – …’nın” birbirlerinden haberdar oldukları anlaşılmaktadır. Marka üzerindeki hak, mutlak bir hak olup, sahibine markanın başkası tarafından kullanılmasını yasaklamak da dahil inhisari hak ve yetkiler ile mal varlıksal menfaatler ve sınırlı manevi haklar sağlar, marka koruması dava tarihinde yürürlükte bulunan 556 sayılı Markaların Korunması Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin 6. maddesinde belirtildiği üzere” tescil yoluyla elde edilir ” genel kuralın istisnası olarak, Paris Sözleşmesinin 1. mükerrer 6. maddesine göre tanınmış markalar (SMK, m. 6/4), tescilden önce kullanım sonucu ayırt edici nitelik kazanan markalar (556 sayılı KHK, m. 7/2, 8/3, 9/1, 42/3) tescil haricinde korunur. 556 sayılı KHK’nin 3, 6 ve 9. maddeleri gereğince her ülke, marka korumasını sadece kendi ülkesinde sağlar, tecavüze uğrayan ve kendi mevzuatına göre hak sahibi olan kişinin kendi ülkesindeki hukuk yollarına başvurmasına izin verir, 556 sayılı KHK’nin 7/1-b ve 8/1-b maddeleri ile marka üzerindeki öncelik hakkı markayı tescil ettirmek için önce başvuran ve tescil ettiren kişiye tanınmıştır ve markaya sağlanan koruma, tescil edilmek kaydıyla başvuru tarihinden itibaren başlar. Tescilli markanın “aynı”, “benzeri” veya “ayırt edilemeyecek kadar benzeri” olan işaretlerin aynı ve benzer mal ve hizmetlerle ilgili olarak kullanılması veya halk tarafından karıştırılma ihtimalinin bulunması markaya tecavüzdür (556 sayılı KHK, m. 61). Böyle bir markanın kullanılması, markanın sahibi tarafından önlenebilir (556 sayılı KHK, m. 9/1). Ayrıca tescilli markanın aynı veya benzeri olan veyahut da halk tarafından karıştırılma ihtimali bulunan işaretleri aynı veya benzer mallar için başkası adına marka olarak tescil edilemez, tescil edilmiş ise markanın hükümsüzlüğünü istemek mümkündür (556 sayılı KHK, m. 42/1-a, b). Tescil edilmiş bir markanın hükümsüzlük hâlleri 556 sayılı KHK’nin 42. maddesinde düzenlenmiş olup, 556 sayılı KHK’nin 42/1-b maddesinde aynı KHK’nin 8. maddesinde sayılan nispi ret nedenleri hükümsüzlük hâlleri arasında belirtilmiştir. Nispi ret nedenlerinden birinin varlığı dolayısıyla tescil olunmaması gerekirken, her nasılsa tescil olunan bir markaya karşı 556 sayılı KHK’nin 42/1-b maddesindeki şartlar dairesinde hükümsüzlük davası açılabilir. 556 sayılı KHK’nin 8/1-b maddesinde belirtildiği üzere; bir markanın bir başka marka ile benzer olup olmadığının tespitinde “halk” tarafından karıştırılma ihtimali dikkate alınır. Karıştırılma ihtimalinde önemli olan husus, halkın bu iki işaret arasında herhangi bir şekilde ve herhangi bir sebeple bağlantı kurma ihtimalidir. Şekil, ses, anlam, genel görünüm, çağrışım ve bir seri içinde bulunma izlenimi bu kapsamda değerlendirilmektedir. Markalar arasında birçok noktada fark bulunduğu tespit edilse bile “umumi intiba” ikisinin karıştırılabileceği yönünde ise iki işaret arasında karıştırma ihtimalinin bulunduğu kabul edilir. Karıştırma ihtimali; görsel, biçimsel, anlamsal, işitsel benzerlikler, çağrıştırma, bir bütün olarak uyandırdığı toplu kanaat, malın veya hizmetin hitap ettiği alıcı grubunun toplumsal düzeyi ve durumu, markayı taşıyan malın değeri ve alıcının bu malı almaya ayırdığı zaman, markanın asıl unsurları ve tamamlayıcı unsurları, karşılaştırılan işaretler arasındaki benzerlik, telaffuz, anlam veya biçimden, işaretlerin toplu olarak bıraktığı izlenimden, seri içine girmekten veya başka bir çağrışımdan kaynaklanabilir. Yine halkın, karşılaştırılan işaretler arasında herhangi bir şekilde “bağlantı” kurabilmesi de benzerlik bulunduğunu kabul etmek için yeterli olmaktadır. Uzun süreli sessiz kalma suretiyle hak kaybı, TTK’da düzenlenmiş değildir. Bu durum Yargıtay uygulaması ile hukukumuza yerleşmiş olup, yasal dayanağı da TMK’nın 2. maddesidir. Sessiz kalma yolu ile hak kaybının oluşması için öncelik hakkı sahibinin kullanımdan haberdar olması gerekmekte ise de, sessiz kalmanın kaç yıl sonra hak kaybına yol açacağı ile ilgili kesin bir süre vermek mümkün değildir. Burada önemli olan öncelik hakkı sahibinin sonraki kullanıma bir süre katlanmış olmasıdır. Bu itibarla bu sürenin belirlenmesinde somut olayın özelliklerinin değerlendirilmesi gerekmektedir. Bu sürenin belirlenmesinde de esas alınacak olan dürüstlük kuralıdır. Sessiz kalma yoluyla hak kaybının gerçekleşip gerçekleşmediği değerlendirilirken, öncelik hakkının sahibinin sonraki tescil veya kullanımdan haberdar olduktan sonra izlediği yol ve sergilediği tavır önemlidir. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 26/02/2020 tarihli 2017/11-27 Esas-2020/225 Karar sayılı kararında; ” Sessiz kalma yoluyla hak kaybı, önceki hak sahibinin, hakka konu ticari ad ve işareti iyi niyetli bir şekilde kullanan kişiye karşı dava açma hakkını uzun süre kullanmaması ve ihlallere sessiz kalarak ticari ad ve işareti koruma hakkını yitirmesi demektir. Sessiz kalma yoluyla hak kaybı ilkesinin temeli 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun (TMK) 2. maddesine dayanmaktadır. Anılan madde; “Herkes, haklarını kullanırken ve borçlarını yerine getirirken dürüstlük kurallarına uymak zorundadır. Bir hakkın açıkça kötüye kullanılmasını hukuk düzeni korumaz.” hükmünü haizdir. Buna göre, anılan madde ile hukuk düzeninin kişilere tanıdığı bütün hakların kullanılmasında göz önünde tutulması ve uyulması gereken iki temel ilkeye yer verilmiş olup, öncelikle hakların dürüstlük kuralına uygun kullanılması gerektiği ifade edilmiş, ardından hakların açıkça kötüye kullanılmasını hukuk düzeninin korumayacağı belirtilmiştir…. Ancak dikkat edilmesi gereken husus, uzun süre boyunca, belirli aralıklarla sadece ihtarname gönderen, fakat dava açmayan ve ihtarname dışında unvanın kullanılmaması için herhangi bir girişimde de bulunmayan önceki hak sahibinin sessiz kalmadığını ileri sürmesi, hakkın kötüye kullanılması olarak değerlendirilebilir. O hâlde kullanımın daha fazla devamını istemeyen önceki hak sahibi, bu arzusunu açıklayan bir ihtarname göndermiş ise de makul bir süre içinde bu iradesini dava yoluyla da göstermelidir…” denilerek kullanıma razı gelinmediğine dair iradenin dava yoluyla da gösterilmesi gerektiği açıklanmıştır. Yargıtay 11. Hukuk Dairesi’nin 18/09/2019 tarihli, 2018/3792 Esas-2019/5561 Karar numaralı kararında; ” Dairemiz’in 21/12/2017 tarih 2016/6803-2017/7532 sayılı kararında da belirtildiği üzere, “uzun süreli sessiz kalma suretiyle hak kaybı müessesi” TTK’da düzenlenmemiş olup bu uygulamanın yasal dayanağı TMK’nin 2. maddesidir. Buna göre, bir hak ihlali karşısında, hak sahibinin bu ihlali bildiği veya bilebilecek durumda olduğu halde bu hususta karşı tarafta dava açılmayacağı yolunda güven oluşturulduktan sonra, oluşturulan bu güvene aykırı olarak, ihlal konusu hakka önemli yatırım yapan kişilere karşı ihlali sona erdirmek amacıyla dava açılması çelişkili davranış yasağı teşkil edecek olup, böyle bir davranış MK 2. maddesi uyarınca dürüstlük kuralına aykırı olacak ve bu davranış hukuk tarafından himaye edilmeyecektir. Bu sürenin belirlenmesinde de esas alınacak olan dürüstlük kuralıdır. Bununla birlikte bu süre Dairemiz uygulamalarında Dairemiz’in 18.12.2013 tarih 2012/17220 -2013/23188, 04.11.2013 tarih 2012/5906 -2013/19523, 28/11/2018 tarih 2017/1405 – 2018/7443 sayılı kararlarında da belirtildiği üzere, kural olarak beş yıl olarak kabul edilmektedir. ” denilmiştir. Her iki bilirkişi raporunda isabetli olarak tespit edildiği üzere, davacı-birleşen davanın davalısı) … tarafından tescil edilen markalar ile esas davanın davalısı … tarafından kullanılan markaların ayırt edilemeyecek derece benzer olduğu, aynı alanda kullanıldığı, kullanımın halk nezdinde karıştırma ihtimali doğurduğu, bununla birlikte esas davanın davalısı … şirketi tarafından gerçekleştirilen kullanımın şirket kurucusu ve birleşen davanın davacısı … tarafından 1991 yılından itibaren gerçekleştiği, kullanımın işletmenin limited şirkete dönüşmesi ile 2006 yılından itibaren şirket üzerinden devam ettiği, davacı-birleşen davanın davalısı … tarafından söz konusu kullanımının en geç tarafların ticari ilişkiye girdiği 2004 ve 2009 yıllarındaki faturalarla sabit olduğu, buna rağmen davacı-birleşen davanın davalısı … tarafından 10.03.2014 tarihinde davanın açıldığı göz önüne alındığında, yukarıda yer verilen yargı kararları doğrultusunda, davalı- birleşen dosya davacısının öncelik hakkı olduğu değerlendirilse bile, her iki tarafın iddiaları ve talepleri açısından sessiz kalma suretiyle hak kaybının oluşup oluşmadığının tespiti gerekmektedir. Bu açıdan bakıldığında, davacı-birleşen davanın davalısı … tarafından tescil edilen markalar ile esas davanın davalısı … tarafından kullanılan markaların ayırt edilemeyecek derece benzer olduğu, aynı alanda kullanıldığı, kullanımın halk nezdinde karıştırma ihtimali doğurduğu, ancak esas davanın davalısı … şirketi tarafından gerçekleştirilen kullanımın, şirket kurucusu ve birleşen davanın davacısı … tarafından 1991 yılından itibaren gerçekleştiği, kullanımın işletmenin limited şirkete dönüşmesi ile 2006 yılından itibaren şirket üzerinden devam ettiği, davacı (birleşen davanın davalısı) … tarafından söz konusu kullanımı bildiğinin, en geç tarafların ticari ilişkiye girdiği 2004 ve 2009 yıllarındaki faturalarla sabit olduğu, buna rağmen, davacı (birleşen davanın davalısı) … tarafından davanın 10.03.2014 tarihinde açıldığı, bu kadar süre sessiz kalarak davacı-birleşen davanın davalısı … şirketinin MK 2.madde gereğince markaya tecavüz ve haksız rekabet davası açma hakkını yitirdiği, yine, davacı-birleşen davanın davalısı … tarafından, esas davanın davalısı … şirketinin ticaret unvanının terkinini aynı davada talep ettiği, ancak söz konusu davanında, davalı … şirketinin 05.01.2006 tarihinde kuruluşundan 8 sene sonra açılması nedeniyle, davacı … şirketinin MK 2.madde gereğince sessiz kalmak suretiyle hak kaybına uğradığı, birleşen 2015/36 esas sayılı dava yönünden ise, davacı … tarafından … ibaresi üzerinde gerçek hak sahipliğinin bulunduğu ve davacı-birleşen davanın davalısı …’ya karşı, markanın kötüniyetle tescil edildiğinden bahisle markanın hükümsüzlüğü davası açıldığı, ancak söz konusu bu davanında, davacı … tarafından markaların tescilinden 12 sene sonra açıldığı, dosyaya sunulan belgeler arasında, birleşen dava davalısı …’nın kötüniyetini ispat etmeye yönelik bir belgeye rastlanmadığı, 2004 yılındaki ticari ilişkiyle tarafların birbirlerini öğrendikleri kabul edilse bile, söz konusu tarihin davacı-birleşen davanın davalısı …’nın marka başvurusundan sonraya ait olduğu, birleşen davanın davacısı … markayı ilk kullanan olmakla birlikte, birleşen dava davalısı … tarafından gerçekleştirilen marka tescillerine 12 yıl sessiz kalarak MK 2 gereğince sessiz kalmak suretiyle markaya hükümsüzlük davası açma hakkını yitirdiklerinin kabulü gerektiği, sonuç olarak ilk derece mahkemesince açıklanan ve benimsenen nedenlerle dosya içeriğine, tarafların karşılıklı iddia ve savunmalarına, dayandıkları belgelere, hukuki ilişkinin nitelendirilmesine, dosyadaki tespitlere ve uyuşmazlığa uygulanması gereken hukuk kurallarına göre, 6100 Sayılı HMK’nın 355. maddesi gereğince istinaf sebepleriyle sınırlı olarak yapılan inceleme sonucunda ilk derece mahkemesi kararında esas yönünden yasaya aykırılık bulunmadığı anlaşılmakla, davacı- birleşen davalı vekilinin istinaf talebinin, 6100 Sayılı HMK’nın 353/1-b/1. maddesi gereğince esastan reddine karar verilmesi gerektiği kanaat ve sonucuna varılarak aşağıdaki hüküm kurulmuştur.
HÜKÜM: Gerekçesi yukarıda açıklandığı üzere; 1-Usûl ve yasaya uygun İstanbul 1.Fikrî ve Sınaî Haklar Hukuk Mahkemesi’nin 05/12/2017 tarih ve 2017/209 E. 2017/246 K. Sayılı kararına karşı davacı- birleşen davalı vekili tarafından yapılan istinaf talebinin 6100 Sayılı HMK’nın 353/1-b/1 maddesi gereğince ESASTAN REDDİNE, 2- 492 Sayılı Harçlar Kanunu gereğince alınması gereken 59,30 TL maktu istinaf karar ve ilam harcından peşin yatırılan 35,90 TL harcın mahsubu ile bakiye 23,40 TL harcın davacı- birleşen davalıdan tahsiliyle Hazineye gelir kaydedilmesine, 3- Davacı- birleşen davalı tarafça istinaf aşamasında yapılan yargılama giderlerinin üzerinde bırakılmasına, 4- İncelemenin duruşmasız olarak yapılması sebebiyle taraflar yararına vekalet ücreti takdirine yer olmadığına, 5- Davacı-birleşen davalı taraflarca yatırılan gider avansından harcanmayan kısmın karar kesinleştiğinde iadesine, Dosya üzerinde yapılan inceleme sonucunda, 20/07/2017 tarih ve 7035 Sayılı Kanunun 31. maddesiyle değişik 6100 Sayılı HMK’nın 361/1. maddesi gereğince, kararın tebliğinden itibaren 2 hafta içerisinde Yargıtay’a temyiz başvurusunda bulunma yolu açık olmak üzere, oy birliğiyle karar verildi. 02/12/2021