Emsal Mahkeme Kararı İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 44. Hukuk Dairesi 2020/550 E. 2021/197 K. 25.02.2021 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı kesinleşmiş bir karardır.

T.C.
İSTANBUL
BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ
44. HUKUK DAİRESİ
T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
İ S T İ N A F MAHKEMESİ K A R A R I
DOSYA NO: 2020/550 Esas
KARAR NO: 2021/197
İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ: İSTANBUL 2. ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ
TARİHİ: 18/05/2017
NUMARASI: 2014/391 E. – 2017/591 K.
DAVANIN KONUSU: Alacak
İSTİNAF KARAR TARİHİ: 25/02/2021
Yukarıda yazılı ilk derece mahkemesi kararına karşı, istinaf yasa yoluna başvurulması üzerine yapılan inceleme sonucunda;
G E R E Ğ İ D Ü Ş Ü N Ü L D Ü: Davacı vekili dava dilekçesinde özetle; Davacı şirket ile davalı şirket arasında 2005 yılında bayilik sözleşmesi imzalandığını, bu sözleşmeye istinaden davacıya intifa hakkı tesis edildiğini, Rekabet Kurulu’nun 05.03.2009 tarihinde aldığı kararda,”akaryakıt sektöründe bayilik sözleşmeleriyle bağlantılı olarak yapılan intifa ve benzer etkiye sahip ekipman, kredi, kira gibi ayni ve şahsi hakları içeren sözleşmelerin, rekabet yasağının süresini fiilen uzatacak şekilde kullanılamayacağını, bu tür anlaşmaların varlığı halinde beş yılı aşan süreler bakımından 2002/2 sayılı Tebliğ’de tanınan muafiyet koşullarının ortadan kalkacağı” şeklinde açıklama yapılmasından dolayı, 18.09.2005 tarihinden önce yapılmış olan bayilik ve buna bağlı (intifa gibi) sözleşmelerin rekabet Kurulu tarafından uygulanan “azami hadde indirilme” ilkesi gereği ancak 18.09.2010 tarihine kadar 2002/2 sayılı Tebliğ’deki muafiyetlerden yararlanabileceği ve bu tarihten sonra yararlanamayacağını, bu tarihten sonra sözleşmelerin 4054 sayılı Rekabetin Korunması Hakkında Kanun’un 4. maddesi uyarınca işlem göreceğinin tespit edildiği, bunun üzerine tarafların 03.05.2010’da Protokol akdederek intifa hakkının Eylül 2010’da terkin edileceğinin ve taşınmaz üzerindeki akaryakıt satış istasyonunun 5 yıl süreyle müvekkili şirket bayisi olarak işletilmesi hususunun kararlaştırıldığını, bu protokolden başka 18.09.2010 tarihinde yeni bir İstasyonlu bayilik sözleşmesi imzalanarak taşınmaz üzerinde mevcut akaryakıt istasyonunun 5 yıl süreyle PO bayisi olarak işletilmesi hususunda anlaşma şartlarının belirlendiğini, Protokol’ün 6. maddesi uyarınca müvekkili şirketin davalı şirkete satış yerinin inkişafında kullanılmak ve 5 yıllık süre için faaliyetini desteklemek amacıyla, belirli şartları sağlaması koşuluyla 300,000 ABD Doları + KDV tutarında ticari inkişaf bedeli ve peşin destek primi ödemeyi taahhüt ettiğini, (dava dilekçesinde ayrıntılarıyla belirtildiği şekilde) davalının edimlerini yerine getirmediğini ve bu sebeple bakiye nakdi yatırım bedeli alacağına tekabül eden 406.716,46 TL’nin davacı şirkete davalı tarafından faizi ile ödenmesini talep etmiştir. Davalı-karşı davacı vekilinin sunduğu cevap ve karşı dava dilekçesinde özetle; Davacı ile davalı arasında geçmişten beri yapılan sözleşmeleri saydıktan sonra, taşınmaz üzerinde intifa hakkı bulunmadığını zira Rekabet Kurulu’nun 05.03.2009 tarihli karan gereği son olarak 13.11.2001 günü konulmuş olan intifa hakkının kaldırılmış olduğunu sonra da bir daha tesis edilmediğini, davacı tarafından açılan intifa hakkına istinaden el koyma talepli davada Ünye 2. Asliye Ticaret Mahkemesinin 2009/526 E. sayılı dosya ile taşınmazdan malikin kovulmasına ve …’ın oturmasına karar verildiğini, bu kararın haksız-hukuksuz olduğunu, müvekkili davalının bu karar yüzünden zor durumda kalarak şartları … tarafından belirlenen Protokolü imzalamak zorunda kaldığını, bu protokolde iradesinin bulunmadığını, Mahkeme’nin “tedbiren el atmanın önlenmesi” kararından sonra bu kararın infaz edileceği tehdidi ile, 19.01.2010, 04.03.2010 ve 18.09.2010 tarihli sözleşmeleri müvekkilinin imzaladığını, dava dayanağı Protokol’ün özgür irade ile imzalanan bir protokol olmadığını, bu protokolün hükmü gereği imzalanan (18.09.2010 tarihli) bayilik sözleşmesinin de irade yönünden baştan geçersiz olduğunu, hem dava dayanağı Protokol’ün hem de Sözleşme’nin, son olarak 2001 yılında alınan intifa hakkına dayalı dikel ilişki içerisinde olduğunu, 18.09.2010 gününden itibaren geçersiz kaldığını, davacı tarafından yapılan bir ödemenin bulunmadığını- davacının sunduğu belgede davalıya yapılan ödemenin bulunmadığını, kıstelyevm hesabının hatalı yapıldığını, zira davacı tarafından “nakdi yatırım” olarak adlandırılan bedelin 5 yıl süre ile rekabet yasağı karşılığında ödenmiş olan bir bedel olduğunu, 18.09.2010’dan sonraki aradaki dikey ilişkinin 18.09.2010 tarihlî bayilik sözleşmesine dayalı olduğunu-burada bir intifa hakkı bulunmadığını, bu sözleşmenin davacı tarafça keşide edilen Ağustos 2012’de tebliğ edilen ihtar ile sona ermiş olduğunu, 02.08.2012 gününde 5 yıllık sürenin 22 ayının dolmuş olması sebebiyle davacının sadece kalan 38 aya denk gelen bedelin iadesini talep etme hakkına sahip olduğunu (bunun da 293.740 TL olduğunu), bu bedelin ödendiğini ispat edebilirse sadece bu bedeli talep edebileceğini, davacının Protokol ile ödemeyi taahhüt ettiği bedellerin tamamını ödemediği, davacı tarafından keşide edilen 02.08.2012 tarihli ihtarname ile Bayilik Sözleşmesi ve Protokol sona erdirildiği için, yapılan yatırımın sebebinin de kalmamış olduğunu, davacının bu ihtarında iadesini talep ettiği miktarı bildirmediği için temerrüt oluşmadığını, dolayısıyla davacının sadece dava açıldıktan sonraki faizi talep edebileceğini, karşı talep olarak da, 15 yıl süreyle taşınmazın kullanım hakkını aldığı için bu hakkın karşılığı olarak 39.000,00 TL’yi ödemeyi taahhüt ettiğini,bu bedelin malike ödenmemesinden dolayı 13.11.2001/2541 yevmiye numaralı resmi senet ile ödeneceği taahhüt edilen 39,000 TL’nin (intifa süresi kullanılmış olan 9 yıla tekabül eden 23,400 TL’sinin ödenmesini) 14.11.2001 gününden itibaren İşleyecek reeskont faizi ile birlikte ödenmesini talep etmiştir. Davacı vekili tarafından sunulan karşı davaya cevap dilekçesinde özetle; davalının 13.11.2001 tarihli intifa hakkından doğan alacağı talep etmekteyse de alacağın zamanaşımını doldurmuş olduğunu, zaten o döneme ait ödemelerin de yapıldığını, davalının bu zamana kadar bir hukuki girişimde bulunmayıp işbu davanın açılmasından sonra talepte bulunarak kötüniyetini gösterdiğini, davalının bahsettiği davada tarafların anlaşmalarından dolayı kendilerinin davayı takip etmediklerini, davalı tarafın davayı takip ederek uyuşmazlığın ortadan kalktığım beyan ettiğini şimdi imzalanan anlaşmaların gerçek iradesi dışında olduğunu söylemenin kötüniyeti gösterdiğini, 11.04.2011 tarihinde 251.319,94 TL, 03.02.2011 tarihinde 219.952 TL ödeme yapıldığım gösteren banka dekontlarını yeniden sunduklarını, taraflar arasında akdedilen 03.05.2010 tarihli Protokol’ün ve 18.09.2010 tarihli İstasyonlu Bayilik Sözleşmesi’nin 2001 yılında tesis edilen intifa hakkı ile aynı dikey ilişki içinde kaldıkları ve Rekabet Kurulu’nun anılan düzenleyici işlemleri sonucunda hem protokol’ün hem de Bayilik Sözleşmesi’nin 18.09.2010 tarihinde geçersiz hale geldiği iddiasının dayanaktan yoksun olduğunu,03.05.2010 tarihinde tarafların akdettikleri protokol ile amaçlarının, Rekabet Kurulu’nun 2009 tarihli düzenleyici işlemleri sonucu 18.09.2010 tarihi itibariyle muafiyet süresi sona erecek olan bayilik sözleşmesinin sonlandırılması üzerine yeniden akdedilecek 5 yıllık bayilik sözleşmesinin prensiplerini tespit etmek olduğunu, hem Protokol’ün hem de 18.09.2010 tarihinde yaptıkları İstasyon Bayilik Sözleşmesi’nin 5 yıl uygulanacağından hareketle davalıya ödenen inkişaf bedeli ve peşin satış destek primi tutarlarının, sözleşmenin süresinden evvel sona ermesinden dolayı işlememiş süreye tekabül eden kısmının iadesinin gerektiği, yaptıkları kıstelyevm ve faiz hesaplarının doğru olduğunu zira Protokol’ün 12. maddesine göre fesih tarihinden itibaren 2 gün içerisinde bakiye nakdi yatırım bedelinin ödenmesinin kararlaştırıldığını yani bu tarihte temerrüdün gerçekleştiğini ifade etmiş, karşı davanın reddi ile davalarının kabulüne karar verilmesini talep etmiştir. İlk derece mahkemesince yapılan yargılama sonunda; Toplanan deliller, alınan bilirkişi raporları birlikte değerlendirildiğinde; taraflar arasında bayilik sözleşmesi bulunduğu, davacının sözleşmeyi feshettiği, davalının sözleşmeden kaynaklanan edimlerini yerine getirmemesi sebebiyle sözleşmenin davacı tarafından haklı olarak feshedildiği, davacının sözleşme süresinin tamamını dikkate alarak yaptığı ödemenin sözleşmenin yürürlükte kaldığı dönem dışındaki süreye tekabül eden kısmını talep hakkının bulunduğu, bayilik sözleşmesinin 18/09/2010 tarihinde 5 yıllığına imzalandığı, ancak 02/08/2012’de fesih nedeniyle 03/08/2012-18/09/2015 arasındaki döneme tekabül eden 320.911,56.-TL ve 57.647,53.-TL KDV toplamı 377.911,56.-TL’nin iadesinin gerektiği, bunun güncellenmiş değerinin 419.346,21.-TL olduğu (dava dilekçesinde talep 406.715,46.-TL olduğundan taleple bağlılık ilkesi gereğince bu tutar hüküm altına alınmıştır) karşı davadaki talebin ise 10 yıllık zamanaşımı tabi olduğu, 13/11/2001 tarihinde başlayan zamanaşımı süresinin 13/11/2011 tarihi itibariyle dolduğu anlaşıldığından davanın bu yönden reddi gerektiği sonucuna ulaşılmıştır. Davacı taraf, dava dilekçesinde ödenen bedelin ödeme tarihindeki alım gücüne tekabül eden tutarı talep ettiğinden bu tutar hüküm altına alınmış olup ödeme tarihinden itibaren faiz işletilmesi halinde sebepsiz zenginleşme oluşacağından güncellenmiş değere dava tarihinden itibaren faiz yürütülmesine karar verilmiştir. Davalı vekili istinaf dilekçesinde özetle; taraflar arasında 60 yıllık ilişki olduğunu, 60 yıllık süresi boyunca, davalı/bayisine, bir kuruşluk yatırım yapmayarak hiç bir fedakarlıkta bulunmayarak sadece sömürdüğünü, 02.09.2010’da, bu sömürmeye son vereceğini ihtar eden bayisi aleyhine, intifa hakkına istinaden el koyma kararı aldığını, taraflar arasında imzalanan protokolde ki açık hüküm gereği, davalının 150.000-USD’i hak ettiğini, iadesine dair kurulan hükmün mikro hukuk kuralının öncelikle uygulanmasını emreden yargıtay kararlarına aykırı olduğunu, taraflar arasında imzalanmış olan protokolün 6.maddesinde: 150,000-USD’in halen … AŞ.’inin Otogaz bayisi olan davalı/bayinin, bu bayiliği terk edip, … bayilik sözleşmesini imzalaması şartı ile verildiği ve 150.000-USD ödedikten 2 ay sonrasına kadar halen … Otogaz bayilik sözleşmesini imzalamamış olması halinde, bedeli iade etmek zorunda olduğunun yazılı olduğunu, Davalının, davacının 150.000,-USD ödeme için koştuğu şartı yerine getirdiğini, bu sebeple 150.000-USD’ı 18.09.2010 günü hak ettiğini, 150.000,-TL bedelli İnkişaf bedelinin iadesine dair verilen kararın bu nedenle adaletsiz olduğunu, -davacının, davalının edinimini ifa etmediğini ispat etmediğini, buna rağmen sözleşmenin feshinin haklı olduğunun kabul edilmiş olmasının hatalı olduğunu, davalı bayinin, sözleşme ile üstlendiği edimleri ifa ettiğini, iki tarafa hak ve borç yükleyen acentelik sözleşmelerinin tek taraflı ve hukuken korunacak ve ticari ahlakın himaye edilecek bir sebep yokken fesih edilmesinin, hakkın kullanımında hüsniniyetli olma ilkesine aykırı olduğunu, davacının davalıyı, 1950 İla 2010 yılları arasında, bir kuruş yatırım yapmadan çalıştırdığını, intifa hakkını kullandığını, 60 yıl boyunca sömürdüğünü, 2010 yılında yatırım yaptığını ve bu yatırımı 2012 yılında iki katı bedeli olarak geri ödemesini istemiş olmakla yine sömürmek istediğini, ve sayın mahkeme, güncelleme adı ile bu isteği kabul ederek, davacının bu emeline kavuşmasına imkan verdiğini, davalının kendi lütfü olan yatırımı, davalı/bayiye ödeme tarihinden dava tarihine kadar güncellenmiş rakamı ve sonrasındaki güncel rakam üzerinden faizi ile ödenmesinin tamamen adaletsiz olduğunu, davalı/bayinin temerrüt tarihinin, dava dilekçesinin tebliğ tarihi olduğunu, bu nedenle sayın mahkeme’nin ödeme tarihinden itibaren güncelleme yapılmış bedele hükmetmesinin hatalı olduğunu kararın kaldırılmasını talep etmiştir. Davacı vekili istinafa cevap dilekçesinde özetle; Davalının istinaf dilekçesinde ileri sürdüğü iddiaların gerçeği yansıtmadığını, tarafların rekabet kurulu kararı üzerine 03.05.2010 tarihli Protokolün Giriş bölümünde de vurgulandığı üzere serbest iradeleri ile hareket ettiklerini ve Protokolü akdettiklerini, Davalı Şirket tarafından davacı Şirketçe tehdit unsuru olarak kullanıldığını İddia edilen davanın henüz karara bağlanmadan davacı Şirket ile yeniden bayilik sözleşmesi akdettiğini, davalının belirtilen davayı takipsiz bırakması mümkünken mahkemeye davayı takip etmek istediğini ve uyuşmazlığın ortadan kalktığını beyan ettiğini, Davalı (I) Ünye 2. Asliye Hukuk Mahkemesi nezdinde, taraflar arasında yeni bir bayilik sözleşmesi addedildiğini ve kendilerinin bu sözleşme ile bağlı olduklarını ikrar ettiğini, davacı Şirketçe kendilerine bu yeni bayilik sözleşmesi çerçevesinde ödenen inkişaf bedelini hiçbir ihtirazi kayıt ileri sürmeksizin tahsil ettiğini ve bayilik ilişkisini yeni bayilik döneminde sürdürdüğünü, Protokolün İmzalandığı tarih olan 03.05.2010 tarihinden sonra 1 yıldan uzun süre geçmesine rağmen sözleşmeyle bağlı olmadığı yönünde herhangi bir bildirimde bulunmadığını, sözleşmenin tehdit altında imzalandığı iddiasının yerinde olmadığını, -Davalı, taraflar arasında akdedilmiş olan Protokolün 6. Maddesi uyarınca 18.09.2010 tarihli Otogaz Bayilik Sözleşmesini imzalamış olmakla, 150.000 ABD Doları bedeli hak ettiğini iddia ettiğini, ancak davalının dilekçeler teatisinin tamamlanmasından sonra bunu ileri sürdüğünü, Davalının savunmalarını genişletme çabasında olduğunu, Davalının ikinci cevap dilekçesinden sonra sunduğu çeşitli beyan dilekçeleri ile iddia ve savunmaların genişletmesine kesinlikle muvafakatlerinin olmadığını, aynı zamanda tümüyle asılsız olduğunu, Taraflar arasında akdedilen sözleşme hükümlerinde, 300.000 ABD Doları + KDV tutarındaki inkişaf bedeli ve peşin satış destek priminin davalıya 5 yıllık sözleşme süresinin tamamı için ödendiğini, sözleşmenin süresinden önce sona ermesi nedeniyle, davacı Şirketin İnkişaf bedeli yatırımının geri dönüşü sağlanamadığını, -davacı şirketin Protokolün ve buna bağlı diğer sözleşmeleri, bu arada İstasyonlu Bayilik Sözleşmesini derhal feshetmek yetkisine haiz kılındığını, sözleşmeler kapsamındaki edim yükümlülüklerinin Davalı tarafından ihlal edilmesi nedeniyle, yukarıda anılan hükme uygun şekilde davacı şirketin fesih hakkını kullandığını istinaf talebinin esastan reddine karar verilmesini talep etmiştir. 6100 Sayılı HMK’nın 355. maddesine göre istinaf incelemesi; istinaf dilekçesinde belirtilen sebeplerle sınırlı olarak ve kamu düzenine aykırılık görüldüğü takdirde ise resen gözetilmek suretiyle yapılmıştır. Dava, hukuki niteliği itibariyle, davacının sözleşmeyi feshetmekle, intifa hakkının süresinden önce sona ermiş olması nedeniyle, davacı tarafından davalıya ödenmiş olan yatırım bedelinin intifa hakkının bakiye süreye isabet eden kısımlarının fesih nedeniyle tahsili istemiyle açılmış bir alacak davasıdır. Sebepsiz zenginleşmeden söz edilebilmesi için; bir taraf zenginleşirken diğerinin fakirleşmesi, zenginleşme ve fakirleşme arasında uygun nedensellik bağının bulunması ve zenginleşmenin hukuken geçerli bir nedene dayalı olmaması gerekir. Hukuki işlemlerden ve bunun en yaygın türü olan sözleşmeden doğan borçlarda, borçlunun borcunu anlaşmaya uygun olarak yerine getirmesi gerekir. Borçlu anlaşmaya uygun hareket etmezse, alacaklı borca aykırılık hükümlerini işletir ve mümkün ise borcun aynen ifasını, değilse doğan zararının giderilmesini talep eder. Sebepsiz zenginleşmede ise, sadece malvarlığındaki eksilmenin giderilmesinin talep edilmesi söz konusudur. Bütün bu açıklamalara göre, sebepsiz zenginleşme alacaklıya, ikinci derecede (tali nitelikte) bir dava hakkı temin eder. Malvarlığındaki azalmanın başka asli nitelikteki davalarla önlenmesi mümkün ise, sebepsiz zenginleşme davası gündeme gelemez. Aynı ilkenin bir sonucu olarak, sözleşmeden doğan bir hukuki ilişkinin bulunduğu hallerde tarafların sebepsiz zenginleşmeye dayanan bir talepte bulunması olanaklı değildir. Yukarıda değinilen ilkeler, Hukuk Genel Kurulu’nun 13.06.2007 gün ve E:2007/18-330, K:350 sayılı kararında da benimsenmiş olup, sözleşme niteliğindeki yüklenme senedinden kaynaklanan uyuşmazlıkta, fazla ödenen paranın geri alınmasının sözleşme hükümleri çerçevesinde çözümlenmesi gerektiği kabul edilmiştir. Nitekim, Hukuk Genel Kurulu’nun 06.01.1968 gün ve E:1966/T-1728, K:6 sayılı kararında da, feshedildiği ileri sürülen bir sözleşmeden kaynaklanan uyuşmazlığın, sözleşme hükümleri çerçevesinde çözümlenmesi ve zamanaşımının da buna göre belirlenmesi gerektiği kabul edilmiştir (Aynı yöndeki diğer kararlar için bakınız: Hukuk Genel Kurulu’nun 09.02.2005 gün ve E:2005/11-20, K:2005/34; 17.02.2010 gün ve E:2010/13-93, K:2010/88; 15.12.2010 gün ve E:2010/13-618, K:2010/668 sayılı ilamları). Bu yargısal uygulama yanında, öğretide ağırlıkla ortaya konulan görüş de “iktisap edilen değerin iade yükümü bir sözleşmeden kaynaklandığı takdirde, sebepsiz zenginleşme hükümlerinin uygulanamayacağı” yönündedir (Tekinay/ Akman/ Burcuoğlu/ Altop: Tekinay Borçlar Hukuku, Genel Hükümler, 7.Baskı, İstanbul 1993, s.731; Serozan, Rona: İfa, İfa Engelleri, Haksız Zenginleşme, İstanbul 2009, s.290; Yavuz, Nihat:Eski ve Yeni Borçlar Kanunu’na Göre Uygulamada Sebepsiz İktisap, Ankara 2011, s.29; Öz, Turgut: Öğreti ve Uygulamada Sebepsiz Zenginleşme, İstanbul 1990, s.70 vd.; Saymen/Elbir:Türk Borçlar Hukuku, İstanbul 1958, s.575; Reisoğlu, Seza:Sebepsiz İktisap Davasının Genel Şartları, Ankara 1961, s.32-33; Oğuzman/Öz: Borçlar Hukuku, Cilt:II, İstanbul 2012, s.330). Açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde: Davacı şirketin alacak iddiası, taraflar arasında imzalanan ve feshedildiği ileri sürülen bayilik sözleşmesi ilişkisinden kaynaklanmakta olup taraflar arasında imzalanan sözleşmeden kaynaklanan uyuşmazlığın; sebepsiz zenginleşme kurallarına göre değil, sözleşme hukuku çerçevesinde çözümlenmesi gerektiği kuşkusuzdur. Emsal içtihatlar nazara alındığında, tarafların tacir olup 6102 Sayılı TTK’nun 18/2 maddesi uyarınca, her tacirin ticaretine ait bütün faaliyetlerinde basiretli iş adamı gibi hareket etmesi gerektiği, her ne kadar davalı taraflara arasında yapılan sözleşmenin dava tehdidi nedeniyle yapıldığını savunmuş ise de, hukuki netice doğuracak bir iradenin 6098 sayılı TBK’da belirtilen iradeyi sakatlayan hata (yanılma), hile (aldatma), ikrah (korkutma) gibi bir sebebe dayalı olarak yapıldığının saptanması halinde, anılan iradenin hukuki bir netice doğurmayacağı, böylesi bir iradeye de hukuki sonuç bağlanamayacağı kabul edilmekle birlikte davalının tehdidi dayalı bir sebep ve delil sunmadığı, sadece dava açılmış olmasının tehdit olarak nitelendirilmesinin hukuk düzeni tarafından korunmasının mümkün olmadığı gibi basiretli tacir davranışı ile de bağdaşmadığı, davalının buna yönelik savunmasının bu nedenle de yerinde olmadığı sonucuna varılmıştır. 6098 Sayılı TBK’nın 112. ve devamı maddesine göre; Alacaklının, borçludan borcun hiç veya gereği gibi ifa edilmemesi nedeniyle tazminat isteyebilmesi için, bu yüzden bir zarara uğramış olması gerekir. Sözleşmeden kaynaklanan zarar müspet (olumlu) zarar olacağı gibi, menfi zarar da olabilir. Dava dosyasında davalının feshin haksız olduğunu savunmuş ise de, dava konusu taleplerin feshin haksız olup olmadığı ile bağlantılı olmadığı, haksız feshin sonuçlarının cezai şart ve tazminat taleplerine ilişkin istemlerde araştırılması gerektiği, dava konusu talepler için feshin haklı olduğunun kanıtlanması gerekmediğinden davalının buna yönelik savunmasının yerinde olmadığı anlaşılmıştır. Her ne kadar akaryakıt bayilik sözleşmesinin uygulanabilmesi için bir takım sabit yatırımların yapılması gerekmekte olup bir gün de olsa işletmenin faaliyete geçmesi bu yatırımların yapılmasına bağlı ise de, yapılanlar arasında taşınmaza değer katacak nitelikte bina vs. gibi yapılar varsa ve sözleşmenin feshine rağmen bu şekildeki yatırımların davalı tarafından kullanılmaya devam edilmesi halinde taşınmazın değerine katkı yapan yatırımlar nedeniyle davalının sebepsiz zenginleşebileceği kuşkusuzdur. Davadaki talep, davalının maliki bulunduğu taşınmaz üzerinde yapılan sabit yatırımların ,intifa sözleşmesinin beklenenden erken sona ermesi nedeniyle kalan süreye ilişkin sabit yatırım bedeline isabet eden değerin iadesi olup ,davalının intifaya konu taşınmazın maliki ve bu sıfatla akaryakıt bayilik sözleşmesinin tarafı olduğu, sabit yatırımların davalının taşınmazına davacı tarafça yapılmış olup, kalıcı yatırımların taşınmaz üzerinde yapıldığının, sözleşmenin feshinden sonrada bayiinin aynı kalıcı yatırımları kullanarak ticaretine devam ettiğinin dolayısıyla bu kalıcı yatırımların taşınmaza değer kattığının belirlenmesi halinde, bu nedenle sabit yatırım bedelinin bakiye süreye isabet eden ve bilirkişi tarafından hesaplanan değerinin yani güncel değerinin davalıdan istenebileceği sonucuna varılmaktadır. (Yargıtay 19. H.D. 03.05.2001 tarih 2010/12817 esas, 2011/6049 karar sayılı ilamı). Aksi halde ise kullanılmayan süre için sözleşmenin feshi zamanındaki güncel değere değil, davalının elinde kalan miktara hükmedilmesi gerekir. Haklı olduğu kanıtlanamayan fesih nedeniyle sözleşmenin sona ermesi halinde karşı taraf iyiniyetle elinde kalanı vermekle sorumlu olduğu, bu sebeple kıstelyevm usulünce kullanılmayan süreye göre hesaplama yapılarak kalanı iade ile yükümlü olduğu da gözetilmelidir. Ayrıca intifa ivaz bedeli hesabında KDV hariç toplam değerin gözönüne alınması gerekir çünkü katma değer vergisi davalı kazanımı olmayıp vergi olarak devlete ödendiğinden KDV isteminin reddi gerekmektedir. Hal böyle olunca, mahkemece mahallinde yapılacak keşif ile davacı yanca iddia edilen kalıcı yatırımların taşınmaz üzerinde yapılıp yapılmadığı, yapılmış ise akdin feshinden sonra da davalı yanın aynı kalıcı yatırımları kullanarak ticaretine devam edip etmediği, bir başka deyişle anılan kalıcı yatırımların taşınmaza değer katıp katmadığı tespit edilerek, şayet bu yatırımların taşınmaza değer kattığının yani davalı yanın yapılan kalıcı yatırımları kullanarak ticaretine devam ettiğinin saptanması halinde bunun davacı yanca talep edilebileceği gözetilerek bir karar verilmesi gerekirken söz konusu uyuşmazlığın çözümü açısından yukarıda belirtilen deliller toplanmadan ve değerlendirilmeden sonuca ulaşılması mümkün değildir. Anılan delillerin HMK’nin 353/1-a maddesinin (6) numaralı alt bendi içerisinde olduğunun kabul edilmesi gerekir, İstinaf kanun yolunda asıl olan denetim olup, bu kanun yolu, ilk derece yargılama aşamasında dosyanın; taraflarının sunduğu (ve kendiliğinden araştırma ilkesine tabi davalarda hakimin resen toplaması gereken) tüm delillerin toplanmış olması esasına dayalıdır. Delillerin tümünün veya hüküm vermeye kanaat oluşturacak yeterlilikte ve derecede toplanmamış olmasının, adil yargılanma hakkı ile hukuki dinlenilme hakkını ihlal edeceği açıktır. Bu halde davalı vekilinin istinaf başvurularının kabulü ile sair istinaf sebeplerinin bu aşamada değerlendirilmesine yer olmadığına, incelenen kararın 6100 Sayılı HMK’nın 353/1-a maddesinin (6) numaralı alt bendi uyarınca kaldırılmasına karar verilmesi gerekmiştir.
HÜKÜM: Gerekçesi yukarıda açıklandığı üzere; 1-Davalı vekilinin istinaf isteminin KABULÜ ile, 2-İstanbul 2. Asliye Ticaret Mahkemesi’nin 18/05/2017 gün ve 2014/391 Esas, 2017/591 Karar sayılı kararının 6100 Sayılı HMK’nın 353/1-a/6 hükmü uyarınca KALDIRILMASINA, 3-Dosyanın, yukarıda gösterilen biçimde inceleme ve değerlendirme yapılmak üzere mahkemesine GÖNDERİLMESİNE, 4-İstinaf yasa yoluna başvuran davalı tarafından peşin olarak yatırılan 6.977,08 TL nispi istinaf karar ve ilam harcının talebi halinde kendisine İADESİNE, 5-Dosya üzerinde inceleme yapılması sebebiyle vekalet ücreti takdirine YER OLMADIĞINA, 6-İstinaf yasa yoluna başvuran davalı tarafından istinaf aşamasında yapılan giderlerin ilk derece mahkemesince verilecek nihai kararda dikkate alınmasına, 6100 Sayılı HMK’nın 353/1-a/6 maddesi gereğince dosya üzerinde yapılan inceleme sonucunda ve KESİN olmak üzere, oy birliğiyle karar verildi. 25/02/2021