Emsal Mahkeme Kararı İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 44. Hukuk Dairesi 2020/498 E. 2021/1184 K. 21.10.2021 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı henüz kesinleşmemiştir. Yararlı olması amacıyla eklenmiştir.

T.C.
İSTANBUL
BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ
44. HUKUK DAİRESİ
T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
İ S T İ N A F M A H K E M E S İ K A R A R I
DOSYA NO: 2020/498
KARAR NO: 2021/1184
İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ: İstanbul Anadolu 2. Fikrî Ve Sınaî Haklar Hukuk Mahkemesi
TARİHİ: 11/07/2017
NUMARASI: 2015/57 E. 2017/154 K.
DAVANIN KONUSU: Marka (Marka Hükümsüzlüğünden Kaynaklanan)
İSTİNAF KARAR TARİHİ: 21/10/2021
Yukarıda yazılı ilk derece mahkemesi kararına karşı, istinaf yasa yoluna başvurulması üzerine yapılan inceleme sonucunda;
GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ: Davacı vekili dava dilekçesinde; Davacı şirketin kurulduğu günden bugüne kadar “…” unvanı ve aynı ibareyi ihtiva eden markası ile etkin bir şekilde 21 yıldır ticari faaliyetlerini sürdürdüğünü, davacının “…SSE” esas unsurlu markalarının TPE nezdinde tescilli olduğunu, “…” markasının nihai tüketici nezdinde tanınır ve bilinir olduğunu, “…” markasının … no ile tanınmış marka olduğunun tespit edilmiş olduğunu, davacının ayrıca “www…com.tr”, “www…com”, “www…net” ve “www…com” alan adlarını kullandığını, davacı ile aynı sektörde faaliyet gösteren davalının faaliyetlerinde “…” ibaresini marka olarak kullandığını, …, …, … tescil nolu “…” esas unsurlu markaların davalı adına 25. ve 35. sınıflarda kötüniyetli olarak tescil edilmiş olduğunu, davacı firmanın nihai tüketici nezdindeki tanınmışlığından faydalanmak amacı ve haksız çıkar sağlamak amacı ile “…” markalarını kötüniyetli olarak tescil ettirmiş olduğunu, davacının “…” ibaresini tescilli marka olarak kullanmasının yanında tescilli ticaret unvanı olarak da 1994 yılından bu yana kullanmakta olduğunu, davacı ile aynı sektörde faaliyet gösteren davalının davacının “…” markaları ve ticaret unvanlarından ve markanın nihai tüketici nezdindeki tanınırlığından haberdar olduğunu, davalı markasının 556 sayılı KHK m.8/l/b uyarınca işitsel, görsel, biçimsel, anlamsal olarak davacının markaları ile benzer olduğunu belirterek, davalının …, …, … tescil nolu “…” esas unsurlu markalarının hükümsüzlüğüne ve sicilden terkinine, ticaret unvanının ticaret sicilinden terkinine, davalıya ait “www…com.tr” isimli internet sitesine erişimin engellenmesine karar verilmesini talep etmiştir. Davalılar vekili cevap dilekçesinde; Taraf markaları karşılaştırıldığında davalıların markalarının “…”, davacı markasının ise “…” ibaresini merkez alarak türetildiğini, markaların farklı harfler ile başladığını, markalarda ortak olanın yalnızca “…” ibaresi olduğunu, bu ibarenin bir anlamı olmadığını, markaların başlangıç harflerinde bulunan farklılık nedeniyle markaların farklı telaffuz edildiğini, Türkçe’de vurgulanan öğenin genel olarak baştaki hece olduğunu, okunuş ve telaffuz anlamında ortaya çıkan bu farklılığın işitsel anlamda markaların farklılaşmasına sebep olduğunu, davalıların “…” markasının kuzey ülkelerinde bir kadın ismi olarak kullanıldığını, bu ibarenin Danimarka dilinde “…” anlamına geldiğini, taraf markalarının fonetik ve kavramsal açıdan farklı olduğunu, davacının müvekkilinin marka başvurularına yaptığı itirazın TPMK tarafından reddedildiğini, müvekkiline ait markasında şekil unsuru da bulunduğunu, davalıların markasında şekil unsurunu ön plana çıkartmaksızın daha ziyade kulağa hitap ettiğini, davacının ise markasındaki şekil unsurunu aktif olarak kullandığını, davacı şirketin erkek giyim alanında faaliyet gösteren bir şirket olduğunu, davacının uzun yıllardır faaliyette olduklarının bilindiğini, ancak tüketici nezdinde erkek giyim sektörü ile bağ kurulduğunu, davalı şirketin ise fason olarak kadın giyim ürünleri ürettiğini, davacı markasının tescil edildiği sınıflarda tescil edilmiş olan ve “…” ibaresini içeren başkaca markaların mevcut olduğunu, daha önce tescil edilen bu markalara davacı tarafından itiraz edilmemiş olmasının markalar arasında benzerlik olmadığının davacı tarafından peşinen kabul edildiği anlamına geleceğini, davacı bu markalara itiraz etmediği gibi davalı “…” ibareli markalarından birine de itiraz etmemiş olduğunu, buna rağmen davacının huzurdaki hükümsüzlük davası açmasının iyiniyet hükümleri ile bağdaşmadığını, davalının uzun yıllardır “…” markalarını kullandığını, davalının en eskisi 2009 yılından olmak üzere bu tarihten bu yana davaya konu markalarını kullanmakta olduğunu, 6 yıldır tüketiciye hitap eden markanın tüketici kitlesi açısından bilinirliğe erişmiş olduğunu, davalının internet sitesinin de uzun süredir faaliyette olduğunu ve üretim-satış faaliyetleri gerçekleştirildiğini belirterek davanın reddine karar verilmesini talep etmiştir. İlk Derece Mahkemesince; ”Davacıya ait markaların esas unsurunun “…”, davalıya ait markaların esas unsurunun ise “…” olduğu, her iki markanın yalnızca ilk harflerinde farklılık mevcut olup, fonetik ve görsel olarak benzer oldukları, davacının markasının esas unsuru olan “…” ibaresinin, ayırt ediciliğinin yüksek olduğu, davacı markasının hazır giyim sektöründe tanınırlığının ve bilinirliğinin yüksek olduğu, gerek markaların esas unsurları arasındaki benzerlik, gerekse tescilli oldukları mal ve hizmetlerin aynı olması nedeniyle halk nezdinde markaların karıştırılma ihtimali bulunduğu, 556 sayılı KHK’nin 8/1-b maddesindeki hükümsüzlük koşullarının mevcut olduğu, davalıya ait markaların tescil tarihlerine göre marka hükümsüzlük davası için kabul edilen 5 yıllık hak düşürücü sürenin dolmadığı, 05/07/1994 tarihinde ticaret siciline tescil edilen davacı şirketin belli bir tanınmışlık ve bilinirliğe ulaşmış olan ticaret unvanının ve markasının, 19/01/2012 tarihinde ticaret siciline tescil edilen davalı şirket tarafından yalnızca bir harfi değiştirilerek ticaret unvanı olarak tescil ettirilmesinin, her iki şirketin faaliyet alanlarının ortak olması nedeniyle iyi niyetli olmadığı, davalının davacının bilinirliğinden yararlanmak amacıyla kötü niyetli olarak bu ticari unvanı seçtiği, bu nedenle davalının ticaret unvanında yer alan “…” ibaresinin de ticaret sicilinden terkini gerektiği, Her ne kadar davacı, davalıya ait www…com.tr alan adına erişimin de durdurulmasına karar verilmesini talep etmişse de, www…com.tr alan adının 08/11/2012 tarihinde davalı şirket adına tahsis edildiği ve 07/11/2015 tarihine kadar tahsisin devam edeceği, davalı şirketin ticaret siciline kayıtlı ticari unvanına uygun olan alan adını almasının davacının marka hakkına tecavüz ve haksız rekabet oluşturmadığı gerekçesiyle; Davanın kısmen kabulüne, Davalı … adına tescilli … numaralı “…”, … numaralı “…” ve … numaralı “…” markalarının hükümsüzlüğüne ve sicilden terkinine, Davalı … Ltd. Şti.’nin ticaret unvanından … ibaresinin terkinine, www…com.tr. alan adına erişimin engellenmesi talebinin reddine” karar verilmiştir. Davalı vekili istinaf dilekçesinde; Kötü niyete dair herhangi bir kanıt sunulmadığını, aksi yöndeki Mahkeme kararının hatalı olduğunu, davalının ilk marka başvurusunun 2009 yılında olmasına rağmen 2015 yılına değin davacı tarafça hiçbir girişimde bulunulmadığını, hatta … numaralı marka başvurusunun yayın sürecinde itiraz dahi edilmediğini, KHK’nın 8/1-b hükmünde düzenlenen karıştırma ihtimalinin somut olayda bulunmadığını, Hükme esas alınan bilirkişi raporunda davalı markalarının sahip olduğu logo ya da farklı sözcüklerin dikkate alınmadığını, oysa raporda markaların bir bütün olarak göz önünde bulundurulması gerektiğinin ifade edildiğini, Davalının … numaralı “…” ibareli markasının siyah fon üzerine beyaz bir şekilde yazılan sisse ibaresinden oluşan logo olduğunu, … numaralı “…” ibareli markanın ise beyaz fon üzerine herhangi bir figür veya şekil olmadan düz bir şekilde siyah yazılı olduğunu, davalının 2011/36033 numaralı “…” markasının da gri fon üzerine kesik bir şekilde yazılmış beyaz harflerden meydana gelen bir logo olduğunu, davalının yanı sıra davacının da markalarını logolu bir biçimde kulandığını, Davalının markasının şekil unsurunun davacı markaları ile açıkça farklı olduğunu, Mahkemece bu hususların değerlendirme dışı bırakıldığını, bilirkişilerin logoya değinmemiş olmasının raporun eksikliğini gösterdiğini, Gerek …, gerekse … markalarında asli unsur ekinin bir hece olduğunu, bu sebeple kelimedeki vurguya bakılması gerektiğini, Türkçe de vurgulanan öğenin genel olarak baştaki hece olduğunu, bu durumda ‘…’ ve ‘…’ somut olayda yer alan markalardaki asli unsur olacağından okunuş ve telaffuz da farklılık ortaya çıktığını, bunun da işitsel anlamda markaların farklılaşmasına neden olduğunu, bu nedenle markalar arasında işitsel bir benzerlik bulunmadığını, … markasının Kuzey ülkelerinde bir kadın ismi olarak kullanıldığını, sözcüğün Danimarka dilinde kadın anlamına geldiğini, davalının kadın giyim sektöründe faaliyet gösterdiğini, tüketici kitlesinin de farklı olduğunu, markalar arasında kavramsal açıdan bir benzerlik bulunmadığını, bu sebeple Mahkeme kararının hatalı olduğunu, Davalının fason olarak kadın giyim ürünleri ürettiğini, yalnızca kadın tüketici kitlesine hitap ettiğini, davacının faaliyet göstermediği ve bilinmediği bir alan olan kadın giyiminin erkek giyim ile farklı tüketici grubuna hitap ettiğinin kabul edilmesi gerekeceğini, cinsiyetteki bu farklılığın aynı zamanda ticari hayattaki seçimleri de etkileyeceğini beyan ederek Mahkemece verilen kararın kaldırılmasına, davanın reddine karar verilmesini talep etmiştir. İnceleme, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun(HMK) 355. maddesi hükmü uyarınca istinaf dilekçelerinde belirtilen sebeplerle sınırlı olarak ve kamu düzenine aykırı hususların olup olmadığı gözetilerek yapılmıştır. Dava markanın hükümsüzlüğü ve sicilden terkini, davalı şirket ünvanının ticaret sicilinden terkini, davalı şirkete ait internet sitesine erişimin emgellenmesi talepli davadır. Taraflar arasındaki uyuşmazlık, davalıya ait … ”…”, … tescil no’lu ”…”, … tescil no’lu ”…” ibareli markalarının davacının ”…” ibareli markaları açısından 556 sayılı KHK’nın 8/1-b maddesi anlamında iltibas tehlikesi oluşturup oluşturmadığı noktasında toplanmaktadır. Hemen belirtmek gerekir ki, tescilli bir markanın ait olduğu mal ve hizmetler bakımından sağladığı korumanın kapsamı ve sınırları ile markanın hükümsüzlüğüne ilişkin koşullar 10.01.2017 tarihinde yürürlüğe giren 6769 sayılı Sınai Mülkiyet Kanunu (SMK) ile düzenlenmiştir. Ancak somut olayda uyuşmazlığın çözümü için dava tarihinde yürürlükte bulunan 556 sayılı Markaların Korunması Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin (556 sayılı KHK) uygulanması gerekmektedir. Bu şekilde davacının marka tescilinden kaynaklanan haklarını kullanma yetkisinin bulunduğu saptandıktan sonra, bir marka tescil başvurusunun reddedilmesinin ve tescilli bir markanın hükümsüz sayılmasını gerektiren nedenlerin açıklanmasında yarar bulunmaktadır. 556 sayılı KHK’nın 7. maddesinde bir marka tescil başvurusunun TPE tarafından mutlak ret nedenleri kapsamında yapılacak inceleme sonucunda reddedilmesinin koşulları belirlenmiştir. Marka tescilinde nispi ret nedenleri ise 8. maddede düzenlenmiştir. 556 sayılı KHK’nın “Markanın Hükümsüzlüğü” başlıklı 42. maddesinde hükümsüzlük hâlleri düzenlenmiş olup, eldeki davayla ilgili olan birinci fıkrasının (b) bendinde, aynı KHK’nın 8. maddesine atıf yapılarak, 8. maddede sayılan hâllerde markanın hükümsüz sayılacağı belirtilmiştir. Anılan madde düzenlemesi aynen; “Tescil edilmiş veya tescil için başvuru yapılmış bir markanın sahibi tarafından itiraz yapılması durumunda aşağıdaki hallerde marka tescil edilemez: a) Tescil için başvurusu yapılan marka, tescil edilmiş veya tescil için daha önce başvurusu yapılmış bir marka ile aynı ise ve aynı mal veya hizmetleri kapsıyorsa, b) Tescil için başvurusu yapılan marka, tescil edilmiş veya tescil için daha önce başvurusu yapılmış bir marka ile aynı veya benzer ise ve tescil edilmiş veya tescil için başvurusu yapılmış bir markanın kapsadığı mal veya hizmetlerle aynı veya benzer ise, tescil edilmiş veya tescil için başvurusu yapılmış markanın halk tarafından karıştırılma ihtimali varsa ve bu karıştırılma ihtimali tescil edilmiş veya tescil için başvurusu yapılmış bir marka ile ilişkili olduğu ihtimalini de kapsıyorsa…” şeklindedir. Bu düzenleme uyarınca getirilen yaptırımın iki koşulun bir arada bulunması hâlinde uygulanacağı görülmekte olup, bunlardan birincisi tescili istenen markanın daha önce tescilli bulunan markanın aynısı veya benzeri olması, ikincisi ise; her iki markanın da aynı veya benzer tür mal ve hizmetlerde kullanılmasıdır. Ancak burada 556 sayılı KHK’nın 8. maddesinin (4.) bendinin hatırlatılması da gereklidir. Zira tescil edilmiş veya tescil için başvurusu yapılmış markanın, toplumda ulaştığı tanınmışlık düzeyi nedeniyle haksız bir yararın sağlanabileceği, markanın itibarına zarar verebileceği veya tescil için başvurusu yapılmış markanın ayırt edici karakterini zedeleyici sonuçlar doğurabileceği durumda, tescil edilmiş veya tescil için başvurusu daha önce yapılmış bir marka sahibinin itirazı üzerine, farklı mal veya hizmetlerde kullanılacak olsa bile, sonraki markanın tescil başvurusu ret edilebilecektir. Halk tarafından karıştırılma ihtimalinde ölçü ise; bu işin ilgilisi veya uzmanı değil, tüketici olan halk olduğunun göz önünde tutulmasıdır. Karıştırılma ihtimalinde önemli olan husus, halkın bu iki işaret arasında herhangi bir şekilde herhangi bir sebeple bağlantı kurma ihtimalidir. Buradaki “ihtimal” kelimesi özenle ve özellikle kullanılmış bir kelime olup, şekil, ses, anlam, genel görünüm, çağrışım ve bir seri içinde bulunma izlenimi bu kapsamda değerlendirilmektedir. Hatta markalar arasında birçok noktada fark bulunduğu tespit edilse bile “umumi intiba” ikisinin karıştırılabileceği yönünde ise, iki işaret arasında karıştırma ihtimalinin bulunduğu kabul edilmelidir. Diğer bir anlatımla iltibas tehlikesi; görsel, biçimsel, anlamsal, işitsel benzerlikler, çağrıştırma, bir bütün olarak uyandırdığı toplu kanaat, malın veya hizmetin hitap ettiği alıcı grubunun toplumsal düzeyi ve durumu, markayı taşıyan malın değeri ve alıcının bu malı almaya ayırdığı zaman, markanın esas unsurları ve tamamlayıcı unsurları, karşılaştırılan işaretler arasındaki benzerlik, telaffuz, anlam veya biçimden, işaretlerin toplu olarak bıraktığı izlenimden, seri içine girmekten veya başka bir çağrışımdan kaynaklanabilir. Yine halkın, karşılaştırılan işaretler arasında herhangi bir şekilde “bağlantı” kurabilmesi de benzerlik bulunduğunu kabul etmek için yeterli olmaktadır. Bu açıklamalar ışığında somut olaya dönüldüğünde; Her iki markanın yalnızca ilk harflerinin farklı olduğu, fonetik olarak iltibas ihtimaline yol açacak derecede benzer oldukları, görsel olarak varolan küçük ayrıntıların iltibas ihtimalini ortadan kaldırmadığı, zira davacıya ait ‘…” ibaresinin, markanın tescilli olduğu mal ve hizmetlerle ilgili tanımlayıcı, nitelik veya kaynak belirten bir özelliğinin olmaması nedeniyle ayırt ediciliğinin yüksek olduğu, her iki markanın da tekstil sektöründe hizmet verdiği, davacı markasının tekstil sektöründe bilinilirliğinin yüksek olduğu, davalı yanın pek çok marka ibaresi seçebilecek durumdayken Türkçe bir anlam içermeyen davacı markasına yaklaşan bir marka ibaresi seçmiş olmasının hayatın olağan akışına uygun olmadığı, Mahkemece kötüniyet iddiasına ilişkin değerlendirmelerin yerinde olduğu, aynı şekilde davalı markasının ticaret ünvanında markasal kullanılmasının da marka hakkını ihlal ettiği, sonuç olarak dava tarihinde yürürlükte olan ve somut olaya uygulanması gereken 556 sayılı KHK’nın 8/1-b ve 42.maddeleri bağlamında hükümsüzlük koşullarının somut olayda gerçekleştiği, Mahkemece verilen kararda bir isabetsizlik bulunmadığı, açıklanan nedenlerle davalı vekilinin istinaf sebeplerinin yerinde olmadığı anlaşılmıştır. Dosyadaki belgelere, duruşma sürecini yansıtan tutanaklar ve gerekçe içeriğine göre, ilk derece mahkemesi kararında davanın esasıyla ilgili tarafların gösterdiği hükme etki edecek tüm delillerin toplandığı, kanunun olaya uygulanmasında ve gerekçede hata edilmediği, ihtilafın doğru olarak tanımlandığı, kararın usul ve yasaya uygun olduğu anlaşıldığından davalı vekilinin yerinde bulunmayan istinaf başvurusunun 6100 sayılı HMK’nın 353/1-b/1. maddesi gereğince esastan reddine karar verilmesi gerektiği kanaat ve sonucuna varılarak aşağıdaki hüküm kurulmuştur.
HÜKÜM: Gerekçesi yukarıda açıklandığı üzere; 1-Usûl ve yasaya uygun İstanbul Anadolu 2. Fikrî ve Sınaî Haklar Hukuk Mahkemesi’nin 11/07/2017 tarih ve 2015/57 E., 2017/154 K. sayılı kararına karşı davalı vekili tarafından yapılan istinaf talebinin HMK 353/1-b/1. maddesi gereğince ESASTAN REDDİNE, 2- Davacıdan alınması gerekli 59,30 TL nispi istinaf karar ve ilam harcından davacı tarafından yatırılan 31,40 TL harcın mahsubu ile bakiye 27,90 TL harcın davacıdan alınarak Hazineye GELİR KAYDINA, 3- İncelemenin duruşmasız olarak yapılması sebebiyle taraflar yararına avukatlık ücreti takdirine YER OLMADIĞINA, 4- Taraflarca istinaf aşamasında yapılan yargılama giderlerinin üzerilerinde BIRAKILMASINA, 5- Davacı tarafça yatırılan gider avansından harcanmayan kısmın karar kesinleştiğinde İADESİNE, Dosya üzerinde yapılan inceleme sonucunda, 20/07/2017 tarih ve 7035 sayılı Kanunun 31. maddesiyle değişik HMK. m. 361/1. hükmü gereğince, kararın tebliğinden itibaren 2 hafta içerisinde Yargıtay’a temyiz başvurusunda bulunma yolu açık olmak üzere, oy birliğiyle karar verildi. 21/10/2021