Emsal Mahkeme Kararı İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 44. Hukuk Dairesi 2020/491 E. 2021/1548 K. 09.12.2021 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı henüz kesinleşmemiştir. Yararlı olması amacıyla eklenmiştir.

T.C.
İSTANBUL
BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ
44. HUKUK DAİRESİ
T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
İ S T İ N A F M A H K E M E S İ K A R A R I
DOSYA NO: 2020/491
KARAR NO: 2021/1548
İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ: Bakırköy 1. Fikri ve Sınaî Haklar Hukuk Mahkemesi
TARİHİ: 26/10/2017
NUMARASI: 2017/6 E. 2017/196 K.
DAVANIN KONUSU: Marka (Marka Hükümsüzlüğünden Kaynaklanan)
İSTİNAF KARAR TARİHİ: 09/12/2021
Yukarıda yazılı ilk derece mahkemesi kararına karşı, istinaf yasa yoluna başvurulması üzerine yapılan inceleme sonucunda;
GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ: Davacı vekili dava dilekçesinde özetle; Müvekkili ve davalının ortağı olduğu …Ltd. Şti arasında 01.07.2011 tarihinde distribütörlük sözleşmesi imzaladıklarını, markayı korumakla yükümlü olan davalının ortağı olduğu …Ltd. Şti’nin yükümlüklerinin aksine sahte ve taklit ürünler meydana getirdiğini ve haksız kazanç sağladığını, müvekkili tarafından üretimi ve satışı yapılan “…” markalı diş implant ürünlerinin … Ltd. Şti tarafından sahte ve taklitlerinin üretilip satılarak müvekkilinin marka hakkına tecavüz edildiğini, davalı …’ın kötü niyetli ve haksız olarak müvekkilinin unvanı ve tanınmış markasını kendi adına tescil ettirdiğini, … tescil numarası ile davalı adına tescilli olan “…” ibareli markanın tüm mal ve hizmet sınıfları bakımından hükümsüzlüğüne, sicilden terkinine, mahkeme ilamının Türkiye’de tirajı en yüksek 3 gazetede ilanına karar verilmesini talep etmiştir. Davalı vekili cevap dilekçesinde özetle; … markasının AB sınırları dahilinde … isimli İsviçre firması adına tescilli olduğunu, davacı adına tescilinin ve davacı ile müvekkili arasında imzalanan bir distribütörlük sözleşmesi olmadığını, davacının müvekkiline olan borucunu ödememek ve müvekkilini markası ile ilgili endişeye düşürerek alacağından vazgeçmesini sağlamak için davanın açıldığını, … markasının davacının kullanımında olan tanınmış bir marka olmadığını, dosyada markanın tanınmışlığı ile ilgili bir delil bulunmadığını, haksız davanın reddini talep etmiştir. İlk Derece Mahkemesince; ”…markasının … sayıyla … ve … sınıflarda 24.12.2015 tarihinden itibaren tescillendiği, davalı taraf adına kayıtlı olduğu ve geçerliliğini koruduğu,… YHGK’nun tescil yoluyla sağlanan marka korumasının amacına aykırı bir şekilde kullanılması nedeniyle başkasının markasından haksız olarak yararlanmak veya gerçekten kullanma niyeti olmasızın sadece yedekleme veya marka ticareti yapma amacına yada şantaja yönelik başvuru veya tescillerin marka hukuku kapsamında genel olarak kötü niyet olduğu, her somut olayın özellikleri gözönüne alınmak suretiyle kötü niyetin belirlenmesi gerektiğini belirtiği, Yeni kanundaki düzenlemenin KHK’deki eksikliği giderdiği ve kötü niyetli marka tescili uygulamada özellikle yurtdışındaki teşebbüslerin markalarının Türkiye’de tek yetkili satıcıları veya temsilcileri tarafından marka olarak tescil edilmesi halinde söz konusu olduğu, … ibaresinin, davalı tarafın daha önce lisansa dayalı olarak distribütör olarak kullandığı ve satışını yaptığı bir marka olup, daha sonra orjinal ürünler yanında sahte fason ürünler üretmek suretiyle lisans hakkını ihlal ettiği, daha sonra da markanın kendi adına tescilini sağladığı, davalı tarafın markada üstün hakkı olmadığı gibi, üstün hakkın kendisine ürün satan davacıda olup, davalı tarafın bile bile kötü niyetle markayı tescil ettirdiği, kötü niyetin korunması mümkün olmadığından ve davalı tarafın markadan yararlanma amacı taşıyıp, daha önceki ticari ilişkiyi kullanmak suretiyle hak sahibi olmaya çalışması yerinde olmadığından, davanın kabulü ile kötü niyetli ve üstün hakka dayalı olarak tescil edilen markanın hükümsüzlüğüne, TPE kayıtlarından terkinine” karar verilmiştir. Davalı vekili istinaf dilekçesinde özetle; 1-Yerel mahkemenın hükümsüzlük kararını; davacının … markası üzerinde kullanım yolu ile gerçek hak sahibi olduğu gerekçesi ile verdiğini, ancak davacının ne suretle üstün hak sahibi olduğuna kanaat getirildiğine dair hiçbir gerekçe mevcut olmadığını, … markasını piyasada bilinir hale getirenin müvekkili olduğunu, dosyaya,müvekkilinin markaya yapmış olduğu yatırımlara ilişkin makbuz ve belgeleri sunmalarına rağmen bu delillerinin yok sayılarak, davacının markanın tanıtımına ilişkin hiçbir yatırım ve çalışması bulunmadığı halde davacının kullanım yolu ile üstün hak sahibi olduğuna kanaat getirildiğini, KHK madde 8/3’de; Markanın tescili için yapılan başvuru tarihinden veya markanın tescili için yapılan başvuruda belirtilen rüçhan tarihinden önce bir işaret için hak elde edilmişse ve belirtilen işaret sahibine daha sonraki bir markanın kullanımını yasaklama hakkını veriyorsa tescilsiz bir marka veya ticaret sırasında kullanılan bir başka işaretin sahibi bir başkası tarafından yapılan marka başvurusunun tesciline itiraz edebilir. İtiraz halinde marka başvurusu tescil edilmez hükmüne yer verildiğini, ancak davacının gerçek hak sahibi olmak için mevzuatlarla belirlenen şartlara haiz olmadığını, Türk hukukunda mevcut olan sisteme göre marka hakkının, ilk olarak; daha önce kullanmaksızın bir marka seçilip tescil ettirilmesi, ikinci olarak, marka üzerindeki öncelik hakkının o markayı ihtisas ve istimal eden ve piyasada bilinir hale getiren kişiye ait olup, bu kişiye gerçek hak sahibi dendiğini, bu kişi adına daha sonra yapılan tescilin açıklayıcı olduğunu, tescilin bu markanın daha özel hükümlerle korunmasını temin ettiğini, mevzuatın gerçek hak sahibine, tescil edilmiş markanın hükümsüzlüğünü isteme ve sicilden terkinini sağlama hakkını verdiğini, Ancak Prof. Dr. …’ın da ‘…’ isimi yazısında altını çizere belirtttiği üzere; KHK md. 8/3 metnine göre; bir kimsenin salt bir markayı ilk defa kullanmaya başlaması ile o marka üzerinde önceye dayalı hak sahibi olduğunu, korunabileceğini ve kendisinden sonra yapılacak tescilleri engelleyebileceği ve hatta yapılan tescilleri hükümsüzlük davası açarak ortada kaldırabileceğini kabul etmenin imkansız olduğunu, tescil edilmemiş markaya KHK ile koruma sağlanmasının sebebinin sadece tescilsiz marka sahibinin markayı ilk kez kullanmaya başlaması olmadığını, tescilsiz olarak kullanıla gelen markanın belirli bir yer, bölge veya piyasada bilinir hale gelmesi gerektiğini, Markayı tescil ettirmeden piyasada ilk defa kullanan ve bilinir hale getiren kişinin ‘gerçek hak sahipliğine’ dayalı olarak hükümsüzlük davası açabileceğini, bu davanın açılabilmesi için ise; a) davacıya ait işaretin ayırt edici özellik kazanmış olması, b) İşaretin, hükümsüzlük davası davacısı tarafından diğer kişinin başvurusu yahut rüçhan hakkının doğumundan önceki bir tarihten itibaren kullanmakta olması, c) Hükümsüzlük davası davacısının belirli bir tanınırlığa eriştirdiği markası ile haksız şekilde tescilli marka sahibinin markası arasında ayniyet, benzerlik ve iltibas tehlikesi bulunması gerektiğini, (…, … 25 N. ) Dosyaya sundukları fatura, makbuz vb. delillerle ispat ettikleri üzere … markasını Türkiye bölgesinde tanıtan, bu markanın reklamını yapan, ticari çevrelerde satışını gerçekleştiren tarafın müvekkili ve müvekkilinin ortağı olduğu firma olduğunu, müvekkilinin; TPE’ye tescil yolu ile koruma kazanmış olmakla birlikte daha önce bu markayı kullanması ve Türkiye’de ilgili çevrede bilinirliğe ulaştırması sebebi ile de ‘gerçek hak sahibi’ olduğunu, davacının … markasını, müvekkilinin tescilinden önce Avrupa’da kullandığını ve tescil ettirdiğine dair beyanlarının gerçek olmadığının dosyaya sundukları delillerle ortaya çıktığını, Markanın AB nezdine davacı lehine tescilli olduğu ve hatta kullanıldığı kabul edilse dahi bu durumun davacıyı ‘gerçek hak sahibi’ yapmayacağını, 556 sayılı KHK ve 5759 sayılı SMK hükümleri uyarınca marka korumasının ancak tescil yolu le sağlanabileceğini, bu hususta ülkesellik ilkesinin geçerli olduğunu, tescilsiz markaların, koruma hususunda kural olarak sadece haksız rekabet hükümlerinden istifade edebileceğini, 556 sayılı KHK istisnai olarak, Paris Sözleşmesinin 6. maddesine (1. mükerrer) göre tanınmış olan markalar ile KHK md. 8/3 ile düzenlenmiş olan durum olduğunu, bu maddeden kesinlikle Türkiye’de tescilsiz ve tanınmamış yabancı marka sahiplerinin yararlanamayacağını, Davada; davacı, her ne kadar markasının tanınmış marka olduğunu iddia etmişse de buna ilişkin dosyaya bir delil sunamadığından bu iddiasını ispat edemediğini, davacı ve diğer ortakları ‘…’ markasını Türkiye piyasasında tanıtacak ekonomik güce sahip olmadıkları için müvekkili ve müvekkilinin ortağı olduğu şirket ile distribütörlük sözleşmesi imzaladıklarını, Davacının .. markasını uluslararası alanda tanınmış marka haline getiremediği ve yabancı menşeili bir firma olduğu göz önünde bulundurulduğunda KHK md. 8/3 uyarında ‘gerçek hak sahibi’ olabilmek için gerekli niteliklere haiz olmadığını, Mahkemenin açıklanan kriterleri dikkate almadan sadece markanın davacı tarafından Avrupa’da kullanılıyor olması sebebiyle gerçek hak sahibi olduğu tespitini yapması ve buna göre hüküm kurmasının hukuka ve mevzuata açık aykırılık oluşturduğunu, KHK md. 8/3 kapsamından kimlerin yararlanabileceğinin açık olduğunu, bu şahıslar arasında Türkiye’de tescil edilmemiş ve tanınmamış yabancı marka sahiplerinin bulunmadığını, yabancı menşeili davacı lehine Türkiye’de tescil edilmemiş ve tanınır hale getirilmemiş markanın KHK md. 8/3 kapsamında korunması mümkün olmadığından, mahkemenin bu yöndeki kararının hukuka aykırı olduğunu, 2-Davacı ve dava dışı … Şirketi’nin, … markasının kullanımını müvekkiline bıraktığını, davacının ve … ‘nin distrübütörlük sözleşmesinin devam ettiği yıllar boyunca Türkiye’de tescil talebinde bulunmamalarının bu iddialarını ispatladığını, Müvekkilinin ‘…’ markası için ulusal bazda bir çok reklam verdiğini, markayı iş çevresinde tanıttığını, fuarlara katıldığını, markaya yüklü yatırımlar yaptığını, dava dışı … ‘nin distribütörlük sözleşmesini haksız biçimde feshetmesi üzerine müvekkilinin yıllarca yatırım yaptığı ‘…’ markasını kendi adına tescil ettirdiğini, herhangi bir kötü niyetinin olmadığını, Aksine, davacı ve dava dışı … ‘nin, müvekkilinin, ‘…’ markasını ulaştırdığı tanınırlık seviyesinden, oluşturduğu pazardan ve müşteri çevresinden yararlanmak için önce kurmaca ve gerçek dışı iddialarla distribütörlük sözleşmesini feshettiklerini, sonra da … çalışanı olan … ile ortaklık kurarak müvekkilinin müşteri çevresine ulaştıklarını, haksız rekabete konu bu eylemler için Bakırköy 4. Asliye Ticaret Mahkemesi’nin 2017/233 E. no ile dava açıldığını, davacı ve dava dışı bu kişilerin tüm çabalarının müvekkilinin ‘…’ markası için Türkiyede yarattığı pazardan yararlanmak olduğunu, kötü niyetli olan taraf davacı olduğu açıkken sırf ortada bir distribütörlük sözleşmesi mevcut diye müvekkilin kötü niyetli olduğuna karar vermesi hukuka aykırı olduğunu, Distribütörlük sözleşmesinin tarafları dava dışı .. ve yine dava dışı … olup, bu davanın taraflarının birinin bile taraf olmadığı distribüstörlük sözleşmesine istinaden başkaca hiçbir araştırma yapmadan müvekkilinin kötü niyetli olduğuna dair kurulan hükmün kabul edilemeyeceğini, 3-Bir markanın taklit edilebilmesi için ortada hukuken korunan bir markanın varlığının gerektiğini, davacı Avrupa’da bu markayı daha önceden de kullandığını iddia etmekteyse de Türkiye’de bir tescili olmadığı gibi, bu markanın tanıtımına ilişkin bir faaliyetinin de mevcut olmadığı halde, … markasının davacının korunan markası kabul edilerek, müvekkilinin fason üsretim yaptığı kanaatine varılarak mahkemenin marka hukukunun en temel ilkelerini dahi yok saydığını,
Müvekkilinin ürettiği ürünlerin Sağlık Bakanlığı’nca onaylı olup davacının Almanya’dan gönderdiği ürünlerden çok daha kaliteli olduğunu, mahkemeden bu hususun bilirkişi marifetiyle tespit edilmesini talep etmelerine rağmen dava ile ilgisiz görülerek reddedildiğini, ancak gerekçeli kararda fason üretim yapıldığından sebeple kötü niyetli olduğu kanaatine varıldığını, mahkemenin bilirkişi de dahil hiçbir değerlendirme yapmadan ve delillerini yok sayarak yaptığı yargılamayı da marka hukukunun en temel ilkelerini ve mevzuatı hiçe sayarak verdiği kararın izah edilen sebepler ve resen gözetilecek hususlar nazara alınarak kaldırılmasını ve davanın reddine karar verilmesini talep etmiştir. İnceleme, 6100 Sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (HMK)355. maddesi hükmü uyarınca istinaf dilekçesinde belirtilen sebeplerle sınırlı olarak kamu düzenine aykırı hususların olup olmadığı gözetilerek yapılmıştır. Davacı tarafın talebi; “…” markalı diş implant ürünlerinin ….Ltd. Şti tarafından sahte ve taklitlerinin üretilip satılarak marka hakkına tecavüz edildiği, davalı …’ın kötü niyetli ve haksız olarak, unvanı ve tanınmış markasını kendi adına tescil ettirdiğinden,… tescil numarası ile davalı adına tescilli olan “…” ibareli markanın tüm mal ve hizmet sınıfları bakımından hükümsüzlüğüne, sicilden terkinine, mahkeme ilamının Türkiye’de tirajı en yüksek 3 gazetede ilanına karar verilmesine ilişkindir. Mahkemece; … ibaresinin, davalı tarafın daha önce lisansa dayalı olarak distribütör olarak kullandığı ve satışını yaptığı bir marka olup, daha sonra orjinal ürünler yanında sahte fason ürünler üretmek suretiyle lisans hakkını ihlal ettiği, daha sonra da markanın kendi adına tescilini sağladığı, davalı tarafın markada üstün hakkı olmadığı gibi, üstün hakkın kendisine ürün satan davacıda olup, davalı tarafın bile bile kötü niyetle markayı tescil ettirdiği, kötü niyetin korunması mümkün olmadığından ve davalı tarafın markadan yararlanma amacı taşıyıp, daha önceki ticari ilişkiyi kullanmak suretiyle hak sahibi olmaya çalışması yerinde olmadığından, davanın kabulü ile kötü niyetli ve üstün hakka dayalı olarak tescil edilen markanın hükümsüzlüğüne, TPE kayıtlarından terkinine karar verilmiştir. 1-Davacı … …. şirketinin 10/11/2005 tarihinde Almanya’nın Duisburg kentinde kurulduğu, şirket sözleşmesinde en son 20/09/2010 tarihinde değişiklik yapıldığı, diş implant ürünleri imalatı ile uğraştığı ve kullandığı … markasının, … Ofisi tarafından 19/10/2010 tarihinde … numara ile tescil edildiği, davalı ile 01/07/2011 tarihinde ürettiği implantoloji amaçlı ürünlerin dağıtımını konu alan Distrübütörlük sözleşmesi imzalandığı, 04/12/2015 tarihinde sözleşmenin feshedildiğinin Beyoğlu … Noterliği’nin …yevmiye numaralı feshi ihbarı ile bildirildiği, davalının distribütörlük sözleşmesinin feshinden sonra 25/12/2015 tarihli başvurusu üzerine 11/07/2016 tarihinde, başvuru tarihinden itibaren 10 yıl geçerli olmak üzere şekil+ … markasının … ve … Sınıflarda … tescil numarası ile tesciline karar verildiği, davacı markasının ülkemizde 19/02/2016 tarihli başvurusu üzerine 2016/14531 tescil numarası ile … … ve …. sınıflarda 13/06/2016 tarihinde tesciline karar verildiği tespit edilmiştir. Taraflar arasındaki sözleşmenin Ticari Marka Koruması başlıklı A/3. maddesinde “ürünler … ticari markası altında satılacak, …’in ticari marka koruma hakkı olacaktır”, B/2 maddesinin 4. fıkrasında “tüm ürünlerin ve dökümantasyonların üzerinde bir ticari marka koruması ibaresi yerleştirilecek veya bulunacaktır” hükmünün yer aldığı tespit edilmiştir. Davacı şirketin yurt dışındaki tescil kaydı, ürettiği diş implant ürünlerine ilişkin broşür, yurt dışındaki … numaralı marka tesciline ilişkin evrak, taraflar arasındaki distrübütörlük sözleşmesinin noter tasdikli tercümeleri ve … tarafından davacı şirkete yazılan 07/09/2015 tarihli şikayet mektubunda ürünleri 10 yıldır kullandığına ilişkin beyanı ile davacının, … markasını ülkemizde davalının marka tescil tarihinden önce kullandığı sabit olmuştur. KHK’nin 8/3 maddesindeki “tescilsiz bir markanın veya ticaret sırasında kullanılan başka işaretin, sahibinin itirazı üzerine tescili istenilen markanın tescil için yapılan başvuru tarihinden önce veya markanın tescili için yapılan başvuruda belirtilen rüçhan tarihinden önce bu işaret için hak elde edilmiş yada belirtilen işaret sahibine daha sonraki bir markanın kullanımını yasaklama hakkı veriyorsa o marka tescil edilemez.” hükmü uyarınca markayı ihdas ve istismar eden kimse o markanın gerçek sahibidir ve açıklayıcı etkiye sahip tescile karşı üstün ve öncelikli hak sahibidir. Eskiye dayalı kullanım yoluyla gerçek hak sahipliği için, kullanımın markasal nitelikte olması zorunlu olmadığından, ticaret sırasında, tanıtımda kullanılmış olsa bile bu yeterlidir. Gerçek hak sahipliği hükümsüzlük sebebi olduğundan, davada davacının kullanıma dayalı gerçek hak sahipliğinden dolayı dava açma koşulları gerçekleştiğinden, davalı vekilinin bu yöne ilişkin istinaf sebebinin reddi gerekmiştir. Yerleşmiş Yargıtay uygulamaları uyarınca, Paris Sözleşmesinin 8. maddesi gereği ticaret unvanı bir fabrika veya ticaret markasının bir kısmını teşkil etsin veya etmesin, bütün birlik ülkelerinde tescil mecburiyeti olmaksızın korunacağından, (Yargıtay 11. Hukuk Daire’sinin 09/02/2010 tarihli, 2008/5246 esas ve 2010/1443 karar sayılı kararı) ayrıca; taraflar arasındaki 01/07/2011 tarihli, davacı tarafın ürettiği implantoloji amaçlı ürünlerin dağıtımını konu alan distribütörlük sözleşmesi kapsamında, ürün satışı sebebiyle … markasının ülkemizde tanınmış marka haline geldiği, ürün satın alanlar tarafından gönderilen şikayet mektuplarından anlaşılmakta olduğundan, davalı vekilinin istinaf sebebinin reddine karar verilmiştir. 2- Davacı ve dava dışı … Şirketi’nin, markanın kullanımını davalıya bıraktığı, davacının ve …’nin distrübütörlük sözleşmesinin devam ettiği yıllar boyunca Türkiye’de tescil talebinde bulunmamalarının bu iddiayı ispatladığı belirtmiş ise de; taraflar arasındaki sözleşmenin Ticari Marka Koruması başlıklı A/3. maddesinde “ürünler … ticari markası altında satılacak, …’in ticari marka koruma hakkı olacaktır” B/2 maddesinin 4. fıkrasında “tüm ürünlerin ve dökümantasyonların üzerinde bir ticari marka koruması ibaresi yerleştirilecek veya bulunacaktır” hükmünün yer aldığı tespit edilmiştir. Davacı şirketin, taraflar arasındaki distribütörlük sözleşmesinin A/3 ve B/2 maddelerinde sahibi olduğu … markasının koruma hakkı olacağını, tüm ürün ve dökümantasyonların üzerine ticari marka koruması ibaresinin yerleştirileceğini belirtmek suretiyle … markası üzerindeki haklarını açıkça yedinde tuttuğunu belirttiği tespit edildiğinden, davalı tarafın bu yöne ilişkin istinaf sebebinin reddi gerekmiştir. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 17/06/2021 tarihli 2017/1-25 esas ve 2021/778 karar sayılı kararında belirtildiği üzere; dava tarihi itibariyle somut olaya uygulanması gereken 556 sayılı KHK’de kötü niyet açıkça bir tescil engeli olarak düzenlenmemiş; sadece 556 sayılı KHK’nin 35/1 maddesinde mutlak ve nispi ret nedenlerinin yanında, ayrıca itiraz nedeni olarak öngörülmüştür. Anılan madde “Tescil başvurusu yapılmış markanın 7 nci ve 8 inci madde hükümlerine göre tescil edilmemesi gerektiğine ilişkin itirazlar ile başvurunun kötü niyetle yapıldığına ilişkin itirazlar ilgili kişiler tarafından marka başvurusunun yayınından itibaren üç ay içerisinde yapılır.” hükmünü haizdir. Buna göre, bir marka başvurusunda mutlak veya nispi ret nedenlerinin varlığı mevcut olmasa dahi marka başvurusu kötü niyetle yapıldığı takdirde ilgili kişiler marka başvurusuna itiraz edebileceklerdir. 556 sayılı KHK’nin 35/1 maddesi gereğince kötü niyet itirazının ilgili kişiler tarafından ileri sürülmesi ve bu talebin Türk Patent ve Marka Kurumu tarafından ret veya kabul şeklinde karara bağlanması gerekmektedir. Görüldüğü üzere Türk Patent ve Marka Kurumu, kötü niyetli marka başvurusuna karşı re’sen hareket etmemekte, bu yönde yapılacak bir itiraz üzerine inceleme yapmaktadır. Bu nedenle kötü niyet itirazı, nispi veya mutlak ret nedenleri açısından değerlendirildiğinde, itiraz üzerine harekete geçilmesi nedeniyle nispi ret nedeni olarak kabul edilmelidir. Tescil edilmiş bir markanın hükümsüzlük hâlleri 556 sayılı KHK’nin 42. maddesinde düzenlenmiş olup, 556 sayılı KHK’nin 42/1-a maddesinde aynı KHK’nin 7. maddesinde sayılan mutlak ret nedenleri; 42/1-b maddesinde ise aynı KHK’nin 8. maddesinde sayılan nispi ret nedenleri hükümsüzlük hâlleri arasında belirtilirken; kötü niyetli tescil, ayrı bir hükümsüzlük nedeni olarak sayılmamıştır. Ancak 556 sayılı KHK’nin 42. maddesinde düzenlenmemiş olsa da tescil başvurusunun kötü niyetle yapılmış olması hâli genel hüküm ve temel prensip niteliğindeki Türk Medeni Kanunu’nun (TMK) 2. maddesi gereğince kötü niyetin korunması söz konusu olamayacağından, başlı başına bir hükümsüzlük nedeni olarak öğreti ve uygulamada benimsenmektedir (Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 16.07.2008 tarihli ve 2008/501 E., 2008/507 K. sayılı kararı). Nitekim bu benimseme aynı zamanda 556 sayılı KHK’nin marka hakkının korunmasına ilişkin genel sistematiğine de aykırı düşmemektedir. Zira 556 sayılı KHK’nin 42/1-a maddesinde yer alan “Tanınmış markalarla ilgili hükümsüzlük davalarının tescil tarihinden itibaren 5 yıl içerisinde açılması gerekir. Markanın tescilinde kötü niyet varsa iptal davası süreye bağlı değildir.” hükmünden de anlaşılacağı üzere 556 sayılı KHK’nin amacı her hâlükarda kötü niyetli tescillerin önlenmesidir. 556 sayılı KHK’nin mehazını oluşturan 89/104 sayılı Avrupa Birliği Marka Yönergesi’nin 3/2 maddesi ve 40/94 sayılı Topluluk Marka Tüzüğü’nün 51/1-b maddesinde de kötü niyetli marka tescil başvurusu, mutlak ret ve hükümsüzlük nedeni olarak düzenlenmiştir. Bu durumda, gerek öğretide ve uygulamada, gerekse mukayeseli hukuk ve mehaz Avrupa Birliği mevzuatında yer alan hükümler itibariyle; markalar hukukundaki ülkesellik ile başvuru ve tescilde öncelik ilkelerinin yanında ayrıca başvuru ve tescilde kötü niyetin himaye edilmemesine ilişkin temel ilkenin de aynen korunduğu anlaşılmaktadır. 556 sayılı KHK’de kötü niyetli marka başvurusunun hangi hallerde söz konusu olduğu belirtilmemiştir. Yargıtay tarafından genel olarak kötü niyetli marka başvurusu; hak sahibi olmadığını bilmesine rağmen dürüstlük kuralına aykırı şekilde tescil için başvuruda bulunulması veya başvurunun tescil ettirilmesi olarak tanımlanmış, bu kapsamda başvuru sahibinin markanın aynısının veya benzerinin bir başkası tarafından kullanıldığını bilmesi veya bilmesi gerekmesi hâlinin, kötü niyetin varlığında önem kazandığı vurgulanmıştır. Örnek olarak, gerçek hak sahibi olmamakla birlikte, başkasının ticaretinde kullandığı tescilsiz bir işareti, kendisinin hak sahibi olmadığını bile bile tescili için başvuruda bulunulmasının, başkası tarafından kullanılan bir markanın aynısını veya benzerini bilerek ve haklı bir neden olmaksızın sırf rakibini engellemek amacı taşıyan başvuruların, kötü niyetli marka başvurusu olarak değerlendirmesi gerektiği, ayrıca; başkasının markasından haksız olarak yararlanmak veya gerçekte kullanılma amaca taşımayan yedekleme ve marka ticareti yapmak yada şantaja yönelik başvuruda bulunma ve tescil ettirmenin de kötü niyetli olarak kabul edilmesi gerektiği belirtilmiştir. (Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 16.07.2008 tarihli ve 2008/501 E., 2008/507 K. sayılı kararı). Yargıtay kararlarında kötü niyetli marka başvurusu hâli, her somut olay kapsamında ayrıca değerlendirilmesi gereken bir husus olduğu saptaması yapılmıştır. Davacı tarafın, … markası altında ürettiği implantoloji amaçlı ürünlerin Türkiye’de dağıtımını konu alan 01/07/2011 tarihli Distrübütörlük sözleşmesinin, 04/12/2015 tarihinde feshinden sonra, 25/12/2015 dava konusu marka tescili için başvurduğu sabit olduğundan, davalı taraf, davacının … markasını kullandığını bildiği halde aynı marka için başvurduğundan, Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 17/06/2021 tarihli 2017/1-25 esas ve 2021/778 karar sayılı kararında, kötü niyetli başvuruya örnek olarak gösterilen başkası tarafından kullanılan bir markanın aynısını veya benzerini bilerek ve haklı bir neden olmaksızın sırf rakibini engellemek amacı taşıyan başvuru kapsamında kaldığından, davalı başvurusunun kötü niyetli olduğu sübuta ermiş olup, davacı tarafça daha önce de … markası kullanılması sebebiyle, Paris Sözleşmesi uyarınca Türkiye’de tescil edilmeden de koruma altında olup, 2016 yılındı yapılan tescil başvurusu kötü niyetli başvuru olarak kabul edilemeyeceğinden, davalı tarafın istinaf sebebinin reddine karar verilmesi gerekmiştir. 3- 556 sayılı KHK’nın 6. maddesindeki “Bu Kanun Hükmünde Kararname ile sağlanan marka koruması tescil yoluyla elde edilir.” hükmü uyarınca markanın sahibine sağladığı haklar kural olarak tescil ile oluşur ve üçüncü kişilere karşı marka tescilinin yayını tarihinden itibaren hüküm ifade ederse de; ülkemizin taraf olduğu Paris Sözleşmesi’nin 1. mükerrer 6. maddesine göre tanınmış markalar, tescilden önce kullanım sonucu ayırt edici nitelik kazanan markalar (556 sayılı KHK m. 7/2, 8/3, 9/1, 42/3), rüçhan hakları (556 sayılı KHK m. 25), önce tescil edilip yasaklama yetkisi veren haklar (556 sayılı KHK m. 8/3), bir kişinin kendisine ait ismi, fotoğrafı, telif hakkını veya sınaî mülkiyet hakkını içeren markalar (556 sayılı KHK m. 8/5) ve yenilenmemiş markalar haklarında geçerli bir tescil bulunmadığı hâlde tescilli hak sahibine karşı 556 sayılı KHK’daki sınırlamalar dâhilinde korunurlar. Dava konusu markada yer alan “Dendegris” ibaresi aynı zamanda davacının ticaret unvanının esas unsuru olup anılan unvan, dava konusu markanın tescil başvurusundan önce, 10.11.2005 tarihinde tescil edilmiştir. Davacı şirketin kuruluşunda tescil ve ilan edilen esas sözleşmenin, şirketin amaç ve konusu ve faaliyet alanları içerisinde implantoloji amaçlı ürünlerin üretimi, alım-satımı, pazarlama ve dağıtımı yer almaktadır. Ayrıca … markasının, … Ofisi tarafından 19/10/2010 tarihinde …. numara ile tescil edildiği tespit edildiğinden ve yerleşmiş Yargıtay uygulamaları uyarınca, Paris Sözleşmesinin 8. maddesi gereği ticaret unvanı bir fabrika veya ticaret markasının bir kısmını teşkil etsin veya etmesin, bütün birlik ülkelerinde tescil mecburiyeti olmaksızın korunacağından, (Yargıtay 11. Hukuk Daire’sinin 09/02/2010 tarihli, 2008/5246 esas ve 2010/1443 karar sayılı kararı) davacının marka tescili davacının tescil talebinden önce olduğundan, davalı vekilinin; bir markanın taklit edilebilmesi için ortada hukuken korunan bir markanın varlığı gerektiği, davacı Avrupa’da bu markayı daha önceden de kullandığını iddia etmekteyse de Türkiye’de bir tescili olmadığı gibi, bu markanın tanıtımına ilişkin bir faaliyetinin de mevcut olmadığı halde, … markasının davacının korunan markası kabul edilerek, müvekkilinin fason üsretim yaptığı kanaatine varılarak mahkemenin marka hukukunun en temel ilkelerini dahi yok saydığına ilişkin istinaf sebebinin reddine karar verilmiştir. Dosya kapsamı ile “…” markasının hak sahipliğinin davacı taraf ait olduğu tespit edilmiş olup, talep marka hükümsüzlüğüne ilişkin olduğundan, bu marka adı altında üretim yapma hak ve yetkisi davacı tarafa ait olduğundan, davacı taraf dışında yapılan üretim fason üretim kapsamında kalacağından, davalı tarafın ürettiği ürünlerin daha kaliteli olması, fason üretim olduğu sonucu ve verilecek kararı etkilemeyeceğinden, davalı vekilinin; müvekkilinin ürettiği ürünlerin Sağlık Bakanlığı’nca onaylı olup, davacının Almanya’dan gönderdiği ürünlerden çok daha kaliteli olduğu, mahkemeden bu hususun bilirkişi marifetiyle tespit edilmesini talep etmelerine rağmen dava ile ilgisiz görülerek reddedildiği, ancak gerekçeli kararda fason üretim yapıldığından sebeple kötü niyetli olduğu kanaatine varıldığı, mahkemenin bilirkişi de dahil hiçbir değerlendirme yapmadan ve delillerini yok sayarak yaptığı yargılamayı da marka hukukunun en temel ilkelerini ve mevzuatı hiçe sayarak karar verildiğine ilişkin istinaf sebebinin reddi gerekmiştir.Tarafların karşılıklı iddia ve savunmalarına, dayandıkları belgelere, hukuki ilişkinin nitelendirilmesine, dosyadaki tespitlere ve uyuşmazlığa uygulanması gereken hukuk kurallarına göre, 6100 Sayılı HMK’nın 355. maddesi gereğince istinaf sebepleriyle sınırlı olarak yapılan inceleme sonucunda ilk derece mahkemesi kararında esas yönünden yasaya aykırılık bulunmadığı anlaşılmakla, davalı vekilinin istinaf talebinin, 6100 Sayılı HMK’nın 353/1-b/1. maddesi gereğince esastan reddine karar verilmesi gerektiği kanaat ve sonucuna varılarak aşağıdaki hüküm kurulmuştur.
HÜKÜM: Gerekçesi yukarıda açıklandığı üzere; 1- Usûl ve yasaya uygun Bakırköy 1. Fikri ve Sınaî Haklar Hukuk Mahkemesi’nin 26/10/2017 tarih ve 2017/6 E. 2017/196 K. Sayılı kararına karşı davalı vekili tarafından yapılan istinaf talebinin 6100 Sayılı HMK’nın 353/1-b/1. maddesi gereğince ESASTAN REDDİNE, 2- Davalıdan alınması gerekli 59,30 TL istinaf karar ve ilam harcından davalı tarafından yatırılan 35,90 TL harcın mahsubu ile bakiye 23,40 TL harcın davalıdan tahsiliyle Hazineye gelir kaydedilmesine, 3- Davalı tarafça istinaf aşamasında yapılan yargılama giderlerinin üzerinde bırakılmasına, 4- İncelemenin duruşmasız olarak yapılması sebebiyle taraflar yararına vekalet ücreti takdirine Yer Olmadığına, 5- Taraflarca yatırılan gider avansından harcanmayan kısmın karar kesinleştiğinde yatıran tarafa İadesine, Dosya üzerinde yapılan inceleme sonucunda, 20/07/2017 tarih ve 7035 Sayılı Kanunun 31. maddesiyle değişik 6100 Sayılı HMK’nın 361/1. maddesi gereğince, kararın tebliğinden itibaren 2 hafta içerisinde Yargıtay’a temyiz başvurusunda bulunma yolu açık olmak üzere, oy birliğiyle karar verildi. 09/12/2012