Emsal Mahkeme Kararı İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 44. Hukuk Dairesi 2020/450 E. 2021/753 K. 01.07.2021 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı kesinleşmiş bir karardır.

T.C.
İSTANBUL
BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ
44. HUKUK DAİRESİ
T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
İ S T İ N A F M A H K E M E S İ K A R A R I
DOSYA NO: 2020/450 Esas
KARAR NO: 2021/753
İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ: İSTANBUL 7. ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ
TARİHİ: 18/07/2017
NUMARASI: 2014/1172 E. – 2017/581 K.
DAVANIN KONUSU: Tazminat (Ticari Niteliktekinde Haksız Fiilden Kaynaklanan (2918 S.K.Hariç))
İSTİNAF KARAR TARİHİ: 01/07/2021
Yukarıda yazılı ilk derece mahkemesi kararına karşı, istinaf yasa yoluna başvurulması üzerine yapılan inceleme sonucunda;
G E R E Ğ İ D Ü Ş Ü N Ü L D Ü: Davacı vekili dava dilekçesinde özetle; Davalı şirket tarafından müvekkili aleyhine İstanbul … İcra Müdürlüğünün … esas sayılı dosyası tarafından genel kredi sözleşmesi ve kredi alacağı temlik sözleşmesine dayalı olarak icra takibi başlatıldığını ve müvekkilinin ödeme emrini 08/102013 tarihinde tebliğ aldığını, buna karşı İstanbul 12. İcra Hukuk Mahkemesinin 2013/1098 Esas ve 2013/9525 sayılı kararı ile ödeme emrinin iptal edildiğini, müvekkilinin icra takibine dayanak sözleşmede adı soyadı ve imzasının bulunmadığını belirterek, haksız takip hakkında İ.İ.K’nun 72. maddesi uyarınca müvekkilinin borçlu olmadığının tespitini, icra takibinin durdurularak teminatsız olarak ihtiyati tedbir kararı verilmesini, davalı aleyhine %20 icra inkar tazminatına hükmedilmesini, yargılama masrafları ve vekalet ücretinin de davalı tarafa yükletilmesini talep etmiştir. Davalı vekili cevap dilekçesinde özetle; Dava konusu Genel Kredi Sözleşmesi üzerinde müvekkilinin imzası olmadığı, borcun zamanaşımına uğradığı gibi sebeplerle müvekkili şirket … A.Ş. ‘ye borcu olmadığının tespiti yönünde menfi tespit davası ikame ettiğini, davacının haksız ve hukuki dayanaktan yoksun davanın reddine ve % 20 den az olmamak üzere tazminata hükmedilmesine, yargılama masrafı ile vekalet ücretinin davacı taraf üzerinde bırakılmasına karar verilmesini talep etmiştir. Birleşen 40. ATM 2014/188 Esas sayılı dosyasında dava dilekçesinde özetle; Dosyanın taraflarının ve konususunun aynı olduğundan bahisle mahkememiz dosyası ile birleştirilmesine karar verilmesini talep etmiştir. İlk derece mahkemesince yapılan yargılama sonunda; “Tüm dosya ve deliller birlikte değerlendirildiğinde, gerek Menfi Tespit davasının gerekse birleşen itirazın iptali davasının İstanbul …İcra Müdürlüğü’nün … Esas sayılı takip dosyasında dayanak yapılan ve 1999 yılında imzalanan GKS ‘ye göre ve ayrıca 03/06/1999 tarihinde çekilen ihtarnameye göre borcun 10.435,29-TL olarak belirtildiği, 01/11/2005 tarihinde 5411 sayılı kanunun 141.mad ‘de fon alacaklarında zamanaşımı süresinin 20 yıla çıkarıldığı ve yine aynı kanunun geçici 16.mad. Gereği bu tarihten önceki alacakları da kapsar şekilde geçmişe etkili oduğu fakat Anayasa Mahkemesi’nce geçici 16.mad.’deki zamanaşımı ibaresi iptal edilmiş olduğundan dava konusu alacağın zamanaşımına uğramış olduğu, asıl davada davacı tarafça yapılan zamanaşımı itirazının kabulü ile açtığı Menfi Tespit davasının kabulüne karar vermek gerekmiş, kötüniyet tazminatı talebi yönünden şartları oluşmadığından talebin reddine karar vermek gerekmiş birleşen davada ise her iki davalının da zamanaşımı itirazları mevcut olup kabulü ile davanın reddine karar vermek gerekmiş, şartları oluşmayan icra inkar tazminatı talebinin de reddine” karar verilmiştir. Davalı birleşen davada davacı … A.Ş. vekili istinaf dilekçesinde özetle; -Yerel mahkeme tarafından verilen kararın, yasaya aykırı olduğunu, ilgili kanunun ve AYM iptal kararının hatalı yorumlanmasından ötürü, 5411 sayılı kanunun Fon alacaklarına ilişkin zamanaşımı meselesi etrafında düğümlendiğini, fon alacakları bakımından zamanaşımının 20 yıl olduğunu, davaya konu alacağın … A.Ş. ile davacı arasında imzalanan Genel Kredi Sözleşmesine dayandığını, alacağın (TMSF)’den … A.Ş.(… A.Ş.)’ ye devir ve temlik edildiğini, müvekkil şirketin TMSF iştiraki olduğunu ve fon alacağına ilişkin hak ve yetkileri kanunen haiz olduğunu, -Yerel mahkemenin, gerekçeli kararında; 5411 Sayılı kanunun geçici 16. maddesindeki “…zamanaşımı ve diğer konularda Fon lehine getirilen hükümler makable şamildir.” düzenlemenin “zamanaşımı” bölümünün, bu düzenlemenin yürürlük tarihi öncesinde zamanaşımına uğramış borçların yeniden canlanmasına sebep olacağı için anayasa’ya, hukuk devletinin gereği olan kazanılmış haklara saygı ilkesine aykırı bulunarak iptal edildiğini ve ilgili kısmın aym kararı ile iptal edilmiş olmasından dolayı dava konusu alacak bakımından genel zamanaşımı süresi uygulanacağından söz konusu alacak zamanaşımına uğramıştır minvalinde dayanak noktalarla aleyhlerine hüküm kurduğunu, 5411 sayılı kanunun 141. maddesine göre fon alacaklarına ilişkin zamanaşımı süresinin 20 yıl olduğunu, yine 5411 sayılı kanunun geçici 16. maddesinin yalnızca “zamanaşımı” kısmının iptal edildiğini, dolayısıyla 5411 sayılı kanunun geçici 16. maddesinin mevcut halinin “bu kanun ile fon alacağının tahsili bakımından yarar görülerek (…)(2) diğer konularda fon lehine getirilen hükümler makable şamildir.” şeklinde olduğunu, keza geçici 16. maddenin komple anayasaya aykırı bulunmadığını, yalnızca “zamanaşımı” kısmının iptal edildiğini, ilgili kanunun yürürlük tarihi öncesinde zamanaşımına uğramış borçları canlandırabilecek bir düzenleme olarak görüldüğünü ve sadece bu kısmın iptal edildiğini, zamanaşımına uğramamış borçlar bakımından 20 yıllık sürenin geriye yürütülmesinin kazanılmış haklara halel getirmeyeceği gibi, şayet öyle olsaydı geçici 16. maddenin tamamının aym tarafından iptal edilmesi gerekitğini, yorum yapılırken aym’nin sadece “zamanaşımı” ibaresini iptal ettiği, “fon lehine getirilen hükümler makable şamildir” ibaresini koruduğu hususu göz önünde bulundurulması gerektiğini, Yerel mahkeme tarafından hükmün bu gerekçe üzerinden kurulmasının hatalı olduğunu, -AYM’nin iptal kararı öncesinde de Fon alacaklarına ilişkin zamanaşımı meselesinin Yargıtay tarafından AYM’nin iptal gerekçesine paralel olarak, kazanılmış haklara halel getirmeden uygulanmakta olduğunu, nitekim 12 HD. 2013/21196 E., 2013/30091 K. sayılı içtihadında savlarını destekler ifadelerin bulunduğunu, -12.12.2003 günlü, 5020 Sayılı Kanun’un 27. maddesiyle 4389 Sayılı Kanun’a eklenen ek 3. maddeyle, söz konusu Kanun’dan kaynaklanan Fon alacaklarına ilişkin dava ve takiplerde zamanaşımı süresinin yirmi yıl olarak belirlendiğini, dolayısıyla, 4389 sayılı Kanun’dan kaynaklanan Fon alacaklarına ilişkin dava ve takiplerde on yıl olan zamanaşımı süresi, 4389 Sayılı Kanun’a eklenen ek 3. maddenin yürürlüğe girdiği 26.12.2003 tarihinden itibaren yirmi yıl olduğunu, 1.11.2005 tarihinde yürürlüğe giren 5411 Sayılı Kanun’un 141. maddesinde de mülga 4389 Sayılı Kanun’un ek 3. maddesine benzer bir hükme yer verilmekte olduğunu, buna göre, 5411 Sayılı Kanun’dan kaynaklanan Fon alacaklarına ilişkin dava ve takiplerde zamanaşımı süresinin yirmi yıl olması kurala bağlandığını, dolayısıyla geriye yürürlük problemi irdelenirken evvela mülga 4389 Sayılı kanuna eklenen ek 3. Madde ve yürürlük tarihi dikkate alınmalı ve 12.12.2003 tarihi itibariyle 10 yılını doldurmak suretiyle zamanaşımına uğramış alacaklar bakımından 5411 Sayılı kanunun 20 yıllık zamanaşımına dair hükmü geriye yürütülmemesi gerektiğini, -AYM’nin iptal kararı sonrası Yargıtay kararlarının da lehlerine olduğunu, iptal kararının 12/09/2014 tarihinde Resmi Gazetede yayımlandığını, Yargıtay kararlarının AYM kararının yürürlükten kalktıktan sonra verildiğini ve Mahkeme tarafından verilen kararın Yargıtay görüşüyle bu yüzden çeliştiğini, dava konusu alacağın, Genel Kredi Sözleşmesine dayanmakla birlikte 12.12.2003 tarihi itibariyle 10 yıllık zamanaşımı süresini doldurmamış olduğundan mülga 4389 sayılı kanuna eklenen ek 3. madde ve sonrasında 5411 sayılı kanunun 141. Maddesiyle getirilen düzenleme uyarınca 20 yıllık zamanaşımı süresine tabi olacağını, bu bakımdan alacağın zamanaşımına uğradığı gerekçesiyle aleyhlerine hüküm kurulmasının hatalı olduğunu, -Zamanaşımı iddiasının menfi tespit davasına konu edilemeyeceğini, yeniden yargılama yapılarak talepleri doğrultusunda menfi tespit davasında ”Davanın Reddine” karar verilmesini, itirazın iptali davasında ise “Davanın Kabulüne” karar verilmesini talep etmişlerdir. Birleşen davada davalı … vekili istinaf dilekçesinde özetle; -Müvekkilinin genel kredi sözleşme tarihi itibariyle yürürlükte olan mevzuat gereğince on yıllık zamanaşımı kuralına tabi olduğunu, borç ilişkisinden sonra çıkarılan yasalarla vatandaş aleyhine kural oluşturulamayacağını, davanın reddi kararının onanmasını talep ettiklerini ancak kötüniyetli olan ve haksız icra takibi ile müvekkilimizi mağdur eden davacı taraf aleyhine %20 inkar tazminatı hükmedilmesi gerekirken bu hususta taleplerimizin reddine karar verilmesinin hukuka aykırı olduğunu, kararın bu yönden kaldırılmasına karar verilmesini talep etmiştir. İlk derece mahkemesince 07/11/20217 tarihli kararıyla; Birleşen davada davalı … vekiline harç eksikliğinin tamamlanması için 21.09.2017 tarihli muhtıra, 09.10.2017 tarihinde tebliğ edilmiş ise de, tamamlanması gereken harçları kesin süre içerisinde tamamlamadığı anlaşılmış olup, Mahkemece HMK 344/1 (HUMK ‘nun 434/3) maddesi hükmü gereğince davalı … vekilinin istinaf kanun yoluna başvurma talebinden vazgeçmiş sayılmasına karar verildiği görülmüştür. İnceleme, 6100 Sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (HMK) 355. maddesi hükmü uyarınca istinaf dilekçesinde belirtilen sebeplerle sınırlı olarak kamu düzenine aykırı hususların olup olmadığı gözetilerek yapılmıştır. Fon alacakları 5411 Sayılı Bankacılık Kanunu’ndan kaynaklandığı için anılan Kanun’un 141. maddesi gereğince bu Fon alacaklarına ilişkin dava ve takiplerde zamanaşımı süresi yirmi yıl olarak uygulanacaktır. Aslında bu düzenleme ilk olarak 5411 sayılı Bankacılık Kanunu’ndan önce yürürlükte bulunan 4389 Sayılı Bankalar Kanunu’na 12.12.2003 tarihli ve 5020 Sayılı Kanun’un 27. maddesiyle eklenen ek 3. maddeyle getirilmiştir. Bu düzenleme ile söz konusu Kanun’dan kaynaklanan Fon alacaklarına ilişkin dava ve takiplerde zamanaşımı süresi yirmi yıl olarak belirlenmiştir. Dolayısıyla, 4389 Sayılı Bankalar Kanunu’ndan kaynaklanan Fon alacaklarına ilişkin dava ve takiplerde zamanaşımı süresi, anılan Kanun’a eklenen ek 3. maddenin yürürlüğe girdiği 26.12.2003 tarihinden itibaren yirmi yıl olmuştur. 01.11.2005 tarihinde yürürlüğe giren 5411 Sayılı Bankacılık Kanunu’nun 141. maddesinde de mülga 4389 Sayılı Bankalar Kanunu’nun ek 3. maddesine benzer bir hükme yer verilerek 5411 Sayılı Bankacılık Kanunu’ndan kaynaklanan Fon alacaklarına ilişkin dava ve takiplerde zamanaşımı süresinin yirmi yıl olduğu düzenlenmiş bulunmaktadır. Öte yandan, 5411 sayılı Bankacılık Kanunu’nun geçici 16. maddesinde, “Bu Kanun ile Fon alacağının tahsili bakımından yarar görülerek zamanaşımı ve diğer konularda Fon lehine getirilen hükümler makable şamildir.” hükmü getirilerek 141. maddede öngörülen yirmi yıllık zamanaşımı süresinin geçmişe etkili olması sağlanmıştır. Bu düzenleme ile yirmi yıllık zamanaşımının ilk defa öngörüldüğü 26.12.2003 tarihi itibariyle dolmuş olan zamanaşımı süreleri yeniden canlandırılmış olmaktadır. Buna karşılık Fon alacaklarında zamanaşımı süresinin yirmi yıl olduğu kuralı, ilk kez 4389 Sayılı Bankalar Kanunu’na eklenen ve 26.12.2003 tarihinde yürürlüğe giren ek 3. maddeyle getirildiği için söz konusu maddenin yürürlüğe girdiği tarihte henüz zamanaşımı süresini doldurmamış tüm Fon alacaklarına ilişkin zamanaşımı süresi yirmi yıla uzamıştır. 5411 Sayılı Bankacılık Kanunu’nun geçici 16. maddesi ise 26.12.2003 tarihinden önce zamanaşımı süresini dolduran alacaklara ilişkin zamanaşımı süresini yeniden canlandırarak yirmi yıla uzatmaktadır. Bu nedenle 5411 sayılı Bankacılık Kanunu’nun geçici 16. maddesinde yer alan “…zamanaşımı ve…” ibaresi 12.09.2014 tarihli ve 29117 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan Anayasa Mahkemesinin 04.06.2014 tarihli ve 2014/85 E, 2014/103 K. sayılı kararı ile borçlunun zamanaşımına uğramış alacaklarının yeniden canlandırılması ve bu suretle yürürlükte bulunan hukuk kurallarına göre doğmuş ve tahakkuk etmiş olan zamanaşımı def’ini ileri sürme hakkının geçmişe yönelik olarak elinden alınmasının hukuka olan güven duygusunu zedelediği ve hukuk güvenliği ilkesini ihlal ettiği gerekçesiyle Anayasa’nın 2. maddesine aykırı bulunarak iptal edilmiştir. Bu durumda 4389 Sayılı Bankalar Kanunu ile 5411 Sayılı Bankacılık Kanunu’ndan kaynaklanan Fon alacakları için 26.12.2003 tarihi itibariyle zamanaşımı süresi dolmuş ise artık yirmi yıllık zamanaşımı süresi uygulanmayacak ancak anılan tarih itibariyle zamanaşımı süresi dolmamış ise zamanaşımı süresi yirmi yıla uzayacaktır. Başka bir deyişle anılan Kanun’dan kaynaklanan Fon alacaklarına yirmi yıllık zamanaşımı süresinin uygulanıp uygulanmayacağı hususunun tespiti için öncelikle 26.12.2003 tarihi itibariyle alacağın tabi olduğu genel zamanaşımı süresinin dolup dolmadığı belirlenmelidir. Eğer anılan tarih itibariyle alacağın tabi olduğu zamanaşımı süresi dolmuş ise bu Fon alacağına yirmi yıllık zamanaşımı süresi uygulanmayacak, buna karşılık öngörülen zamanaşımı süresi dolmamış ise her hâlde zamanaşımı süresi yirmi yıla uzayacaktır. Hemen belirtilmesi gerekir ki; 5411 Sayılı Bankacılık Kanunu’nun 132/8. maddesi uyarınca devir tarihi itibariyle Fon alacağı hâline gelen alacaklarda yirmi yıllık zamanaşımı süresinin uygulanıp uygulanmayacağı devir tarihi itibariyle tespit edilmelidir. Banka alacağı devir tarihi itibariyle Fon alacağı hâline geldiği için bu tarih itibariyle alacağın tabi olduğu zamanaşımı süresi dolmuş ise artık yirmi yıllık zamanaşımı süresi uygulanmayacak buna karşılık alacağın tabi olduğu zamanaşımı süresi henüz dolmamış ise zamanaşımı süresi yirmi yıla uzayacaktır. Yukarıda yapılan açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde; … A.Ş. ile davacı arasında imzalanan 1999 tarihli Genel Kredi Sözleşmesine dayandığını, alacağın (TMSF)’den … A.Ş.(… A.Ş.)’ ye devir ve temlik edildiği, dava konusu alacağın Fon alacağı niteliğinde olduğu ve 5411 Sayılı Bankacılık Kanunu’nun 141. maddesinde yer alan yirmi yıllık zamanaşımı süresinin dava tarihinde henüz dolmadığı, devir tarihi itibariyle 10 yıllık zamanaşımı süresinin de dolmadığı, bu nedenle 20 yıllık zamanaşımı süresinin uygulanması gerektiği, davacının zamanaşımı definin yerinde olmadığı sonucuna varılmakla, işin esasına girilerek inceleme yapılması gerektiği ancak mevcut alacağa, GKS’ye göre alacağın bulunup bulunmadığı, davacının imzaya yönelik itirazlarının bulunup bulunmadığına yönelik dosyada bilirkişi raporunun bulunmadığı, bilirkişinin sadece hukuki değerlendirme yapmış olduğu dikkate alınarak mahkemece davanın zamanaşımı nedeniyle reddine karar verilmesi doğru olmamış, davalı-birleşen davacı vekilinin istinaf sebebi yerinde görülmüştür. Yukarıda açıklanan sebepler gereğince, davanın esasını etkileyecek delil niteliğinde bulunan hususlarda inceleme yapılarak hüküm kurulması gerekirken, bu önemli deliller hiç değerlendirilmeden karar verildiği anlaşılmakla, davalı vekilinin bu yöndeki istinaf başvurusu kabul edilerek, ilk derece mahkemesi kararının 6100 Sayılı HMK’nın 353/1-a/6. maddesi gereğince kaldırılmasına karar verilmesi gerektiği kanaatine varılarak aşağıdaki hüküm kurulmuştur.
HÜKÜM: Gerekçesi yukarıda açıklandığı üzere; 1- Davalı birleşen dosyada davacı vekilinin istinaf isteminin KABULÜ ile, 2- İstanbul 7. Asliye Ticaret Mahkemesi’nin 18/07/2017 gün ve 2014/1172 Esas, 2017/581 Karar sayılı kararının 6100 Sayılı HMK’nın 353/1-a/6. maddesi gereğince KALDIRILMASINA, 3- Dosyanın, yukarıda gösterilen biçimde inceleme ve değerlendirme yapılmak üzere mahkemesine GÖNDERİLMESİNE, 4- İstinaf yasa yoluna başvuran davalı birleşen dosyada davacı tarafından peşin olarak yatırılan 232,80 TL istinaf karar ve ilam harcının talebi halinde kendisine İADESİNE, 5- Dosya üzerinde inceleme yapılması sebebiyle vekalet ücreti takdirine YER OLMADIĞINA, 6- İstinaf yasa yoluna başvuran davalı birleşen dosyada davacı tarafından istinaf aşamasında yapılan giderlerin ilk derece mahkemesince verilecek nihai kararda dikkate alınmasına, 6100 Sayılı HMK’nın 353/1-a/6. maddesi gereğince dosya üzerinde yapılan inceleme sonucunda ve KESİN olmak üzere, oy birliğiyle karar verildi. 01/07/2021