Emsal Mahkeme Kararı İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 44. Hukuk Dairesi 2020/372 E. 2021/935 K. 16.09.2021 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı kesinleşmiş bir karardır.

T.C.
İSTANBUL
BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ
44. HUKUK DAİRESİ
T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
İ S T İ N A F M A H K E M E S İ K A R A R I
DOSYA NO: 2020/372
KARAR NO: 2021/935
İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ: İSTANBUL ANADOLU 7. ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ
TARİHİ: 20/06/2017
NUMARASI: 2016/105 E. 2017/581 K.
DAVANIN KONUSU: İtirazın İptali (Ticari Satımdan Kaynaklanan)
İSTİNAF KARAR TARİHİ: 16/09/2021
Yukarıda yazılı ilk derece mahkemesi kararına karşı, istinaf yasa yoluna başvurulması üzerine yapılan inceleme sonucunda;
GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ: Davacı vekili dava dilekçesi ile; Müvekkili şirketin davalının bayisi olması konusunda tarafların anlaştıklarını; bayiliğin gerçekleşeceği binanın proje ve tadilatı için müvekkilince davalıya 15.000,00 TL gönderildiğini, aradan bir yıl geçmesine rağmen işin gerçekleşmediğini, paranın iadesi talep edildiğinde davalının söz konusu parayı mimara verdiğini bu nedenle iade etmesinin mümkün olmadığını bildirmesi üzerine, aleyhine İstanbul Anadolu … İcra Müdürlüğü’nün … sayılı dosyası ile takip başlatıldığını, davalının haksız itirazla durdurduğunu belirterek, itirazın iptaline, takibin devamına ve davalıdan % 20 icra inkar tazminatı tahsiline karar verilmesini talep etmiştir. Davalı vekili cevap dilekçesi ile; Davacının müvekkilinden bayilik istediğini, 18/11/2014 tarihinde yapılan mailleşme sonucunda, davacının 19/11/2014 tarihinde 15.000,00 TL’nı gönderdiğini, 05/12/2014 tarihinde davacı tarafın finans müdürünün müvekkili şirketi arayarak sözleşmeden vazgeçtiklerini belirtmek suretiyle gönderilen parayı istediğini, paranın tamamının müvekkilince bir mimarlık ve mühendislik firmasına ödenmiş olduğunu, firmadan iade alınmasının mümkün olmadığını, davacı tarafın iyi niyetli olmadığını, sözleşmeden dönme hakkının bulunmadığını belirtmek suretiyle davanın reddine karar verilmesini, haksız yere takip yapan davacı taraftan alacağın % 20’sinden aşağı olmamak üzere haksız takip tazminatı tahsiline karar verilmesini savunmuştur. İlk Derece Mahkemesince; ”..Taraflar arasında, bayilik sözleşmesi kurulması hususunda anlaşma yapıldığı, bu çerçevede takibe konu 15.000,00 TL’nin, davacının bayi mekanı olarak kullanacağı yerin mimari projesi için gönderildiğinin ihtilafsız olduğu, taraflar arasındaki ihtilafın, davacı tarafından gerçekleştirilen akitten dönmenin haklı olup olmadığı, dönme tarihine göre söz konusu olan paranın iadesinin istenip istenemeyeceği hususunda toplandığı, Bizzat davalının kabulünde olduğu üzere, davacı tarafın dönme iradesinin 05/12/2014 tarihinde davalı şirkete bildirildiği, paranın gönderildiği tarihin 19/11/2014 olduğu, arada geçen sürenin 16 gün civarında kısa bir süre olduğu, gönderilen paranın iade edilmemesi için, paranın gönderim amacına uygun olarak kullanılmış olduğunun, ispat külfetinin davalı tarafta olduğu, davalı tarafın mimarlık şirketinden aldığı 10/03/2016 tarihli faturayı sunduğu, davacının, akitten dönme iradesini bildirdiği 05/12/2014 tarihinde, davalı parayı mimarlık bürosuna vermişse, derhal büroya artık herhangi bir proje yada çizim yapmaması, parayı iade etmesi için gerekli bildirimi yapması gerektiği, buna rağmen, bu kadar kısa sürede, mimarlık bürosu tarafından proje tamamlanmış yada büyük oranda hazırlanmışsa, tamamlanmış haldeki çizimler alınmak suretiyle davacıya ulaştırılması o takdirde paranın iadesinden kaçınılması gerektiği, mahkemece bu husus belirtilmek suretiyle davalıya süre verildiği, davalı vekilince hiçbir belge ibraz edilemediği, bu durumda; davacının dönme iradesine kadar davalı şirketin, mimarlık bürosundan davacı için herhangi hizmet almadığının anlaşıldığı ve davalının proje çizimi için davacıdan aldığı parayı iade etmesi gerektiği, şayet davacının akitten dönmesinden dolayı kendisinin bir zararı olmuşsa onu ayrıca dava edilmesi gerektiği, (itirazın iptali davasının teknik özelliğinden dolayı, akitten dönme nedeniyle zararına mahsuben parayı iade etmediği şeklinde gerek icra takibine itirazında gerekse iş bu davada takas yada mahsup talep etmediği nazara alınarak bu husus araştırılmamıştır.) davalının icra takibine itirazının haklı olmadığı, harcadığına dair ibraz ettiği faturanın çok sonraki bir tarihe ait olması nedeniyle samimi bulunmadığı, alacağın likit olduğu nazara alınarak; itirazının iptaline ve icra inkar tazminatına” karar verilmiştir. Davalı vekili istinaf dilekçesinde; 1-Davacının, müvekkil şirketin franchise bayisi olma talebinde bulunduğunu, görüşmelerin olumlu sonuçlanmasının ardından yer keşfi, tadilat projesi yapıldığını, mevcut yerin müvekkili şirketin konseptine dönüştürülebileceğinin tespit edildiğini, müvekkilinin üzerine düşen yükümlülükleri yerine getirdiğini, davacı şirketin de istekli ve ciddi tutumu üzerine … firması ile görüşmelerin tamamlanarak, mimarlık firmasının mimari tasarım ve uygulama projelerine başladığını, mimarlık hizmetlerine karşılık davacı tarafından 19/11/2014 tarihinde “proje ve tadilat bedeli” adı altında 15.000,00 TL gönderildiğini, bu bedelin … firmasına, alınan hizmet karşılığı ödendiğini, 05/12/2014 tarihinde davacı şirketin finans koordinatörünün hiçbir gerekçe belirtmeksizin, sözleşme imzalamaktan vazgeçildiğini e-mail ile müvekkili şirkete bildirip 15.000 TL’nın iadesini talep ettiğini, Davacı şirketin, bayilik sözleşmesini imzalamaktan, kendi iç anlaşmazlıkları sebebiyle vazgeçtiği aşamaya kadar mimari projelerin çizdirildiğini, önemli bir kısmının tamamlandığını, davacı şirketin yönlendirmeleri ile çizilen projelerde defalarca düzeltmeler yapıldığını, proje bedelinin … firmasına ödendiğini ve ödemeye ilişkin faturanın dosyaya sunulduğunu, yapılan ödemeye ilişkin fatura ve diğer deliller değerlendirilmeksizin verilen kararın usul ve yasaya aykırı olduğunu, 2- Tüm aşamalar tamamlandıktan sonra davacı şirketin geçerli hiçbir sebep göstermeksizin akdetmekten vazgeçtiği sözleşme nedeniyle, verilen mimarlık hizmetlerine karşılık olmak üzere mimarlık şirketine ödenen bedelin müvekkili şirketten talep edilmesinin iyiniyetle bağdaşmadığını, açıkladığı nedenlerle Yerel Mahkeme kararının usul ve esastan kaldırılmasına karar verilmesini talep etmiştir. Davacı vekili istinafa cevap dilekçesi ile; İspat külfeti üzerinde olan davalının verilen kesin süreye rağmen ispat külfetini yerine getirip, savunmasına dayanak yaptığı belgeleri sunamadığından, davalının savunmasını dayandırdığı faturanın değerlendirilmediği yönündeki iddia yersiz olduğundan, istinaf isteminin reddine karar verilmesini talep etmiştir. İnceleme, 6100 Sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (HMK)355. maddesi hükmü uyarınca istinaf dilekçesinde belirtilen sebeplerle sınırlı olarak kamu düzenine aykırı hususların olup olmadığı gözetilerek yapılmıştır. Davacı tarafın talebi; davalı ile aralarındaki bayilik sözleşmesi uyarınca davalıya ait işyerinde bayilik sözleşmesinin konseptine uygun mimari değişikliklerin yapılması amacı ile gönderilen paranın, sözleşmeden davacı tarafça dönülmesi sebebiyle davalıdan tahsili için İstanbul Anadolu … İcra Dairesi’nin … takip sayılı dosyası ile başlatılan takibe yapılan itirazın iptaline ilişkindir. Davacının 16/12/2015 tarihinde İstanbul Anadolu … İcra Dairesi’nin … takip sayılı dosyasında davalı aleyhine, proje tadilat bedeli olarak ödenip borçlu tarafça yerine getirilmeyen ve iade edilmeyen hizmet bedeli açıklaması ile 15.000,00 TL’nın tahsili için haciz istekli takip başlattığı, ödeme emrinin 18/12/2015 tarihinde tebliğ edildiği, borçlunun 22/12/2015 tarihli borca ve ferilerine yaptığı itiraz ile takibin durduğu, 28/01/2016 tarihinde açılan itirazın iptali davasının 1 yıllık hak düşürücü süre içinde kaldığı tespit edilmiştir. Mahkemece; Paranın davalı tarafa gönderim tarihi ile sözleşmeden dönme iradesinin ulaştığı tarih arasında 16 gün gibi kısa süre olduğu, davalının paranın amacına uygun tüketildiğinin tanıtlanması gerektiği, davacı tarafça bu amaçla çizdirildiği iddia edilen projelerin dosyaya sunulmadığı, ibraz edilen faturanın çok sonraki tarihli olması sebebiyle samimi bulunmadığı gerekçesi ile davanın kabulüne, alacak likit olduğundan icra inkar tazminatının tahsiline karar verilmiştir. İcra takip dosyası içerisinde … Bankası Kavacık Şubesi’ne ait ödeme dekontundan davacının hesabından, davalının hesabına “proje ve tadilat bedeli” açıklaması ile 15.000,00 TL havale edildiği tespit edilmiştir. Dosya içerisinde taraflar arasında düzenlenmiş yazılı franchise sözleşmesi mevcut olmadığı gibi tarafların beyanından taraflar arasında franchise sözleşmesi düzenlenmek üzere ön görüşmeler yapıldığı ve sözleşme düzenlenmesi konusunda sözlü anlaşmaya varıldığı, sunulan delillerden; davalı … Unlu Mamullerin Franchise Müdürü …’nin gönderdiği 18/12/2014 tarihli e-mail ile “FSM adına sözleşmeyi hazırlayabilmeleri için gerekli belgelerin talep edildiği” ve davacı tarafça aynı tarihte evrakların gönderileceği bilgisi verilerek “ödeme bilgisini de verdim, o da sabah hesabınıza yatırılacak” şeklinde e-mail gönderildiği, tespit edilmiştir. TBK 1.maddesinde; “Sözleşme, tarafların iradelerini karşılıklı ve birbirine uygun olarak açıklamaları ile kurulur. İrade açıklaması açık veya örtülü olabilir ” 6098 Sayılı Borçlar Kanun’unun “Ön Sözleşme” başlığını taşıyan 29. maddesinde; “Bir sözleşmenin ileride kurulmasına ilişkin sözleşmeler geçerlidir. Kanunlarda öngörülen istisnalar dışında, sözleşmenin geçerliliği, ileride kurulacak sözleşmenin şekline bağlıdır.” düzenlemelerine yer verilmiştir. Yargıtay HGK’nun 16.05.2019 tarihli 2017/11-60 Esas ve 2019/579 Karar sayılı kararında belirtildiği üzere; Franchise sözleşmesi; konusu mal ve/veya hizmetin sürümü ve dağıtımı olan sürekli borç ilişkisi doğuran bir sözleşme olup, bu sözleşme ile mal ve/veya hizmeti üreten ve/veya satan franchise veren; adı, sembolü, markası gibi gayri maddi mal ve değerlerini kullanarak bunların sürümünü yapma hakkını bir bedel karşılığında, belirli bir bölgede kendi ad ve hesabına çalışan bağımsız kişilere (franchise alanlara) vermeyi borçlanmaktadır. Franchise veren bu sözleşme ile mal ve/veya hizmetlerin en iyi şekilde pazarlanmasını sağlamak için pazar araştırması ve tanıtım (reklam) yapmak, bu konuda kendine özgü bir anlayış geliştirerek bir organizasyon kurmak ve franchise alanları çalışmalarından yararlandıracak şekilde bu organizasyona dahil etmek yükümlülükleri üstlenmektedir. Franchise alan ise, franchise bedeli ödeme dışında ayrıca sözleşme konusu malların sürümünü destekleme, bu konudaki tüm bilgileri franchise verene aktarma, franchise verenin pazarlama ilkelerine ve talimatlarına uyma, eğitim programlarına katılma ve bu doğrultuda işletmeyi yürütme yükümlülüğü altına girmektedir (Kırca, Çiğdem: Franchise Sözleşmesi, Ankara, 1997, s. 19-20). Görüldüğü üzere franchise sözleşmesi her iki tarafın da borç altına girdiği karşılıklı edimler içeren bir sözleşme olup, her bir tarafın borcu diğer tarafın borcunun karşılığını oluşturmakta ve edimler arasında değişim söz konusu olmaktadır. Başka bir deyişle franchise sözleşmesinde franchise alan ile franchise verenin borçları aynı zamanda diğer tarafın ediminin karşılığını ihtiva etmektedir. Franchise verenin kendisine ait franchise sistemini franchise alana kullandırma ve onu ticari faaliyeti sırasında devamlı olarak destekleme yükümlülüğüne karşılık, franchise alanın franchise verenin mal veya hizmetlerin sürümünü kendi nam ve hesabına yürütme ve franchise verene belli bir bedel ödeme yükümlülüğü gelmektedir. Ayrıca franchise alanın, franchise verene karşı onun menfaatlerini koruma, sırlarını saklama, gerektiğinde hesap verme gibi güven ve sadakate dayanan yükümlülükleri vardır. Franchise sözleşmesi, kanunlarda düzenlenmiş isimli sözleşmelerin unsurlarını içerebileceği gibi, isimsiz sözleşmelerin unsurlarını da içerebilir.Nitekim franchise sözleşmesi genellikle satış, kira veya ürün kirası, hizmet, acente, vekâlet, adi ortaklık gibi isimli sözleşmelerle, lisans, know-how ve tek satıcılık gibi isimsiz sözleşmelerin unsurlarını içermektedir. Franchise sözleşmesi, isimli ve isimsiz sözleşmelerin unsurlarından oluştuğu için niteliği itibariyle kendine özgü isimsiz bir sözleşmedir (Eren, Fikret: Borçlar Hukuku Özel Hükümler, Ankara, 2018, s. 970). Franchise sözleşmesinin kendine özgü isimsiz bir sözleşme olması nedeniyle taraflar sözleşmede somut uyuşmazlığa ilişkin bir kural öngörmüşlerse her şeyden önce bu kuralın uygulanması gerekmektedir. Ayrıca bu sözleşmeler dürüstlük kurallarına ve iş ilişkilerinde yaygın teamüllere göre yorumlanıp tamamlanmalıdır. Ancak tarafların iradelerinin anlaşılması ve sözleşmenin yorumlanması mümkün olmuyorsa, bu durumda Türk Medeni Kanunu’nun (TMK) 1’inci maddesinin uygulanması gündeme gelecektir. Franchise sözleşmesi, kanunlarda düzenlenmiş isimli bir sözleşme olmadığı için tabi olacağı şekle ilişkin bir hüküm de yoktur. Bu durum karşısında franchise sözleşmesinin geçerliliği 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun (BK) 11’inci maddesi (6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun (TBK) 12’nci maddesi) gereğince herhangi bir şekil şartına bağlı değildir. Ancak, 556 sayılı Markaların Korunması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname’nin 15/2’nci maddesinde tescilli markalar üzerindeki ve 551 sayılı Patent Haklarının Korunması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname’nin 86/2’nci maddesinde ise tescilli patentler üzerindeki sağlar arası hukuki işlemlerin yazılı şekilde yapılacağı öngörüldüğünden marka ve patent lisansı unsurlarını içeren franchise sözleşmesinin yazılı şekilde yapılması gerekir (6769 sayılı Sınai Mülkiyet Kanunu’nun 148’inci maddesi). 6098 Sayılı Borçlar Kanun’unun “Ön Sözleşme” başlığını taşıyan 29. maddesinde; “Bir sözleşmenin ileride kurulmasına ilişkin sözleşmeler geçerlidir. Kanunlarda öngörülen istisnalar dışında, sözleşmenin geçerliliği, ileride kurulacak sözleşmenin şekline bağlıdır.” hükmü yer aldığından, bir akdin geçerliliği hangi şekle tabi ise ön sözleşmenin de bu şekle uyularak yapılması gerekir. Franchise sözleşmesinin geçerliliği için yasalarımızda öngörülmüş şekil şartı bulunmadığından, ön sözleşme içinde şekil şartı aranmayacaktır. Taraflar franchise sözleşmesi yapılması için sözlü olarak anlaşıldığını beyan ettiklerinden, ön sözleşmenin varlığı sübuta ermiştir. Franchise sözleşmesi iki tarafa borç yükleyen sözleşme olması nedeniyle “Franchise Ön Sözleşmesi” de iki tarafa borç yükleyen bir sözleşme niteliğindedir. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 2010/15-193 Esas ve 2010/235 Karar sayılı ilamında; “ön sözleşme kavram olarak, tarafların ileride bir başka sözleşme (asıl sözleşme) yapacaklarına ilişkin olarak akdettikleri bir sözleşmeyi ifade eder. Bir başka deyişle akit yapma vaadi=ön sözleşme, akit yapma borcunu doğuran bir hukuki işlemden ibarettir. Ön sözleşmenin konusu da her zaman borçlandırıcı bir işlemdir (Gül Doğan; Ön Sözleşme-Sözleşme Yapma Vaadi- bası 2006, sayfa 52). Ön akitle, alelade bir vaadi birbirinden dikkatle ayırmak gerekir. Çünkü her vaat, bir “akit yapma vaadi” sayılamaz. Diğer taraftan ön akit, şarta bağlı bir sözleşme de değildir. Zira şarta bağlı borçlarda, şart gerçekleşinceye kadar bir hak mevcut olmadığı halde ön akdin yapılmasından itibaren vaat alacaklısı yararına bir hak doğmaktadır. Ancak bu hak kullanılıncaya kadar kendisini belli etmez. Vaat alacaklısının vaadi kabul ettiğini bildirmesi hakkını kullanması demektir. Böylece ön sözleşmenin özelliğini asıl sözleşmeden aldığı görülmektedir. Asıl akdi yapma zorunluluğunu doğuracak nitelikte ve geçerlilikteki bir ön akitte bulunması gereken şartlar şunlardır: a) Ön akitte, ileride yapılacak olan asıl akdin konusu ve esaslı şartları yeterince bir açıklıkla saptanmış olmalı, hiç olmazsa saptanması mümkün bulunmalıdır. b) Ön akdin geçerli olarak doğmuş sayılabilmesi için, tarafların karşılıklı olarak açıkladıkları iradelerin birbirine uygun olması, her türlü iradeyi sakatlayan sebeplerden uzak bulunması ve tarafların akit yapma ehliyetini haiz olmaları da doğal ve zorunlu şartlardandır. Bütün bu açıklamalar gösteriyor ki, ön sözleşme, asıl sözleşmeyi yapma vaadinden ibaret bir muhtevayı taşımasına rağmen, kendisi de başlı başına bir akittir. Bu nedenle ön sözleşme de tarafları bağlar ve asıl sözleşmenin yapılmasını isteme açısından tarafları alacaklı-borçlu durumuna sokar (Feyzi Necmeddin Feyzioğlu: Borçlar Hukuku Genel Hükümler, sayfa 278 vd.). Belirtilen sebeplerle, iki tarafa borç yükleyen ön sözleşmelerin karşılıklı borç doğuran bir sözleşme olduğu göz önünde tutulduğunda, karşılıklı borç doğuran sözleşmelere uygulanacak hükümlerin (BK. md. 106-108) ön sözleşmelere de uygulanması gerekir. Böylece alacaklı kendisine tanınan hakları ancak söz konusu hükümler çerçevesinde kullanabilecektir (Doç Dr. Gül Doğan: Ön Sözleşme-Sözleşme Yapma Vaadi, sayfa 187 vd.). Diğer yandan, iki tarafa borç yükleyen sözleşmelerde uygulanması zorunlu BK’ nın 106 maddesinin ilk fıkrası “karşılıklı taahhütleri havi olan bir akitte iki taraftan biri mütemerrit olduğu takdirde diğeri borcun ifa edilmesi için münasip bir mehil tayin veya münasip bir mehilin tayinini hâkimden isteyebilir” hükmünü içermektedir. Görülüyor ki, “Bir mehil tayini suretiyle fesih hakkı”nı düzenleyen bu maddedeki seçimlik haklardan birisinin alacaklı tarafından kullanılması, meselâ “fesih” hakkının seçilmesi ancak ve ancak temerrüde düşen borçluya, borcun ifa edilmesi için uygun bir mehil verilmesi veya uygun bir mehil tayininin hâkimden istenmesi halinde olanaklıdır. Bütün bunlar yerine getirilmiş olunsa da bir tarafın fesin iradesine, diğer tarafın karşı koyması halinde ön sözleşmenin de başlı başına bir akit olma özelliğinden dolayı fesih için de mutlaka mahkeme hükmü gerekecektir. Sonuç olarak; temerrüde düşen borçluya, borcun ifası için uygun bir mehil verilmeden veya uygun bir mehil tayini hâkimden talep edilmeden sözleşmenin feshedilemeyeceği, mehil verilmiş olunsa bile, kendisi de başlı başına bir akit olan 27.09.1995 tarihli sözleşme iki tarafa borç yükleyen sözleşme niteliği gösterdiğinden bir tarafın karşı koyması halinde feshin ancak “mahkeme hükmüyle” mümkün olabileceği açıktır.” saptamasına yer verilmiştir. 1-Davalı vekili davacı şirketin, bayilik sözleşmesini imzalamaktan, kendi iç anlaşmazlıkları sebebiyle vazgeçtiği aşamaya kadar mimari projelerin çizdirildiğini, önemli bir kısmının tamamlandığını, davacı şirketin yönlendirmeleri ile çizilen projelerde defalarca düzeltmeler yapıldığnı, proje bedelinin … firmasına ödendiğini ve ödemeye ilişkin faturanın dosyaya sunulduğunu, yapılan ödemeye ilişkin fatura ve diğer deliller değerlendirilmeksizin verilen kararın usul ve yasaya aykırı olduğunu ileri sürmüştür. Mahkemece 01/11/2016 tarihli ön inceleme oturumunda 1 numaralı ara kararı ile Taraf vekillerine “dilekçelerinde sözünü ettikleri tüm delillerini liste halinde ve ekleriyle birlikte ibraz etmeleri ve birer örneğini karşı tarafa tebliğ ettirmeleri, başka yerden celbi gerekli evrak varsa onun için gerekli izahat ve masrafı vermeleri için HMK 140/5 maddesi uyarınca iki haftalık kesin süre verilmesine, bu süreye uymayan tarafın başka delil bildirme hakkından vazgeçmiş sayılacağının ihtarına, 2-HMK 194.maddesi uyarınca tarafların delillerini somutlaştırmaları ve dilekçelerinde sözü edilmiş olmak kaydıyla tanık dahil tüm delillerini açıkça gösterip her bir delilin hangi maddi vakıanın ispatı için gösterildiğini açıklamaları konusunda taraflara iki haftalık kesin süre verilmesine, 3-Tahkikat duruşmasının gelecek celse yapılmasına, HMK 147/2.maddesi uyarınca tahkikat duruşmasında mazeretsiz olarak hazır bulunmayan tarafın yokluğunda tahkikat duruşmalarına devam edileceğinin ve hazır bulunmayan tarafın yapılan işlemlere itiraz edemeyeceğinin ihtarına, (taraf vekillerine ihtarat yapıldı.)” şeklinde karar verdiği, davalı vekilinin 10/03/2016 tarihli fatura ile 18/11/2014 tarihli e-mail çıktılarını sunduğu, Mahkemece 07/03/2017 tarihli oturumda 2 numaralı ara kararı ile “Her ne kadar davalı tarafın sunduğu fatura tarihine göre, davadan sonra sunulduğu anlaşılıyorsa da, bu tarihten önce mimarlık şirketine sipariş verilmiş ve hizmet alınmış fatura geç kesilmişse o taktirde davalı vekilince hangi tarihte sipariş verildiği, dava dışı mimarlık şirketinin hangi proje ve çalışmaları hangi tarihte kendisine teslim ettiğinin açık açık ve belgeleri ile birlikte sunması için 30 gün kesin süre verilmesine, ancak bu yönde belge sunduğu taktirde davalı kayıtlarının ve o mimarlık şirketinin kayıtlarının da gerekirse denetim yönünden bilirkişi incelemesine tabi tutalacağının beyanlar hazırlanırken nazara alınmasına, ” karar verdiği takip eden oturuma kadar ara kararının yerine getirilmediği, mahkemenin gerekçenin 3. paragrafında; ” Buradan da anlaşılmaktadır ki, davalı şirket, mimarlık bürosundan davacı için herhangi bir proje yada çizim almamış, mimarlık bürosundan; davacı tarafından bildirilen dönme iradesine kadar herhangibir hizmet almamıştır.” şeklindeki tespiti ile projelerin çizdirildiğinin kanıtlanmadığı, 4.paragrafında “harcadığına dair ibraz ettiği faturanın çok sonraki bir tarihe ait olması nedeniyle samimi bulunmadığı,” belirtilmek suretiyle değerlendirildiğinden, davalı vekilinin bu yöne ilişkin istinaf sebebi yerinde olmadığından reddi gerektiği, 2-Davalı vekilinin son istinaf sebebi, tüm aşamalar tamamlandıktan sonra davacı şirketin geçerli hiçbir sebep göstermeksizin akdetmekten vazgeçtiği sözleşme nedeniyle, verilen mimarlık hizmetlerine karşılık olmak üzere mimarlık şirketine ödenen bedelin müvekkili şirketten talep edilmesinin iyiniyetle bağdaşmadığına, müvekkilinin borcu bulunmadığına ilişkindir ilişkindir. Davacı tarafın aralarında varlığını beyan ettiği ön sözleşme uyarınca gönderilen proje ve tadilat bedelini esas sözleşme yapılmadığından bahisle talep etmesi, iddiasını kanıtlaması koşulu ile kötü niyetli davranış olarak değerlendirilemez. Dosyamızda taraflar franchise sözleşmesi yapılması konusunda anlaşma sağlandığını ve dava konusu ödemenin, davalı iş yerinde konsepte uygun düzenleme yapılması için gönderildiğini belirtmekle birlikte, ön sözleşmenin kapsamı konusunda başka bilgi ve belge sunularak, sözleşmeden dönülmesi halinde gönderilen paranın cayma akçesi olarak davalı tarafta kalacağı veya iade edileceği konusunda hüküm bulunduğunu iddia ederek kanıtlamamıştır. Davacı tarafın asıl sözleşmeyi yapmaktan vazgeçtiği, asıl sözleşme yapılmamak suretiyle ön sözleşmenin sonlandırıldığı diğer anlatımla feshedildiği, bu hali ile geriye etkili fesih olduğu dosya kapsamı ile sabittir. Sözleşmenin geriye etkili feshi halinde tarafların durumu, sözleşme öncesi hale geleceğinden, herkes verdiğini geri alacağından, davalı taraf kanıtlamak koşulu ile sadece sözleşme sebebiyle yapmak zorunda kaldığı, zorunlu masrafları isteyebilir. Davalı mimarlık şirketine proje bedeli için ödeme yaptığını iddia etmiş ve 10.03.2016 tarihli fatura ibraz etmiş ise de projeye ilişkin bir delil sunmadığı gibi, ibraz ettiği fatura, projenin hazırlandığını iddia ettiği 2014 yılından çok sonraya ilişkin olması sebebiyle hayatın olağan akışına aykırı olduğundan, mimarlık şirketinin ticari defterlerinde daha önceki tarihli olarak kayıtlı olduğunu da iddia ve ispat etmediğinden, davacı tarafın ön sözleşme uyarınca gönderilen proje ve tadilat bedelini esas sözleşme yapılmadığından bahisle talep etmesi, kötü niyetli davranış olarak değerlendirilemeyeceğinden, tarafların karşılıklı iddia ve savunmalarına, dayandıkları belgelere, hukuki ilişkinin nitelendirilmesine, dosyadaki tespitlere ve uyuşmazlığa uygulanması gereken hukuk kurallarına göre, 6100 Sayılı HMK’nın 355. maddesi gereğince istinaf sebepleriyle sınırlı olarak yapılan inceleme sonucunda ilk derece mahkemesi kararında esas yönünden yasaya aykırılık bulunmadığı anlaşılmakla, davalı vekilinin istinaf talebinin, 6100 Sayılı HMK’nın 353/1-b/1. maddesi gereğince esastan reddine karar verilmesi gerekmiştir.
HÜKÜM: Gerekçesi yukarıda açıklandığı üzere; 1- Usûl ve yasaya uygun İstanbul Anadolu 7. Asliye Ticaret Mahkemesi’nin 20/06/2017 tarih ve 2016/105 E. 2017/581 K. sayılı kararına karşı davalı vekili tarafından yapılan istinaf talebinin 6100 Sayılı HMK’nın 353/1-b/1. maddesi gereğince ESASTAN REDDİNE, 2- Davalıdan alınması gerekli 1.024,65 TL nispi istinaf karar ve ilam harcından davalı tarafından yatırılan 256,16 TL harcın mahsubu ile bakiye kalan 768,49 TL harcın davalıdan tahsiliyle Hazineye GELİR KAYDINA, 3-Davalı tarafça istinaf aşamasında yapılan yargılama giderlerinin üzerinde BIRAKILMASINA, 4- İncelemenin duruşmasız olarak yapılması sebebiyle taraflar yararına vekalet ücreti takdirine YER OLMADIĞINA, 5- Davalı tarafça yatırılan gider avansından harcanmayan kısmın karar kesinleştiğinde İADESİNE, 6- Karar tebliği, harç tahsil müzekkeresi düzenlenmesi, harç ve avans iadesi işlemlerinin İlk derece Mahkemesince yerine GETİRİLMESİNE, 6100 Sayılı HMK’nın 353/1-b/1. maddesi gereğince, dosya üzerinde yapılan inceleme sonucunda ve 6100 Sayılı HMK’nın 362/1-a. maddesi gereğince, miktar itibariyle kesin olmak üzere oy birliğiyle karar verildi. 16/09/2021