Emsal Mahkeme Kararı İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 44. Hukuk Dairesi 2020/367 E. 2021/414 K. 08.04.2021 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı henüz kesinleşmemiştir. Yararlı olması amacıyla eklenmiştir.

T.C.
İSTANBUL
BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ
44. HUKUK DAİRESİ
T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
İ S T İ N A F M A H K E M E S İ K A R A R I
DOSYA NO: 2020/367
KARAR NO : 2021/414
İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ: İstanbul Anadolu 2. Asliye Ticaret Mahkemesi
TARİHİ : 21/06/2017
NUMARASI : 2014/272 E. 2017/659 K.
DAVANIN KONUSU: Menfi Tespit (Kıymetli Evraktan Kaynaklanan)
İSTİNAF KARAR TARİHİ : 08/04/2021
Yukarıda yazılı ilk derece mahkemesi kararına karşı, istinaf yasa yoluna başvurulması üzerine yapılan inceleme sonucunda;
GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ:
Davacı dava dilekçesinde; dava ve icra takibinin konusu oluşturan iki adet senedin borçlanma iradesi ile verilmediğini, senet alacaklısının abisi olduğunu, bu senetlerin, davacının dava dışı kişilere olan borcu nedeniyle miras hissesine alacaklıları tarafından haciz konulmasını engellemek amacıyla davalının ısrarıyla ve manevi baskıyla ilerde iade edileceği inancına dayanarak davalıya verdiğini beyan ederek senetler nedeniyle borçlu olmadığının tespitine karar verilmesini talep etmiştir.Davalı cevap dilekçesinde; senetlerin borç para verilmesi üzerine düzenlendiğini savunmuştur.İlk Derece Mahkemesince; senetlerin 12.04.2013 tarihinde takibe konu edildiği, davanın 24.04.2014 tarihinde açıldığı, davacının dava konusu senetlerin davalının psikolojik baskısı ile imzalayıp verildiğini iddia ettiği, davacının dava dilekçesi ve cevaba cevap dilekçesinde ileri sürdüğü vakalarla bağlı olduğu, B.K.’nun 39. Maddesi gereğine hata, hile veya ikrah sonucunda sözleşme yapan tarafın 1 yıllık hak düşürücü süre içinde sözleşme ile bağlı olmadığı, davalı yana usulüne uygun olarak bildirim yapılmadığı ve bu süre de davanın açılmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.Davacı vekili istinaf dilekçesinde; Davanın TBK’nun 39.maddesine göre açılmadığını, senetlerin borçlanma iradesi ile verilmediğini ileri sürdüklerini, senet alacaklısının abisi olduğunu, bu senetlerin, davacının dava dışı kişilere olan borcu nedeniyle miras hissesine alacaklıları tarafından haciz konulmasını engellemek amacıyla davalının ısrarıyla ve manevi baskıyla ilerde iade edileceği inancına dayanarak davalıya verdiğini, abisine olan güven nedeniyle verildiğini, mahkeme kararının gerekçesinde gösterilen Yargıtay ilamının somut olayla bir ilgisinin olmadığını, bu kararın silahla tehdit yoluyla senet düzenlenmesine ilişkin bir karar olduğunu beyan ederek mahkeme kararının kaldırılmasına karar verilmesini talep etmiştir.İnceleme, 6100 Sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun(HMK) 355. maddesi hükmü uyarınca istinaf dilekçelerinde belirtilen sebeplerle sınırlı olarak ve kamu düzenine aykırı hususların olup olmadığı gözetilerek yapılmıştır.Dava, keşidecisi davacı olup, lehdarı davalı olan ve icra takibine konu edilen 30.11.2008 tanzim, 05.06.2011 vade tarihli 225.000,00 TL bedelli ve 30.11.2008 tanzim, 05.06.2012 vade tarihli 225.000,00 TL bedelli iki adet senetten dolayı davacının davalıya borçlu olmadığının tespitine yönelik menfi tespit davasıdır.İlk Derece Mahkemesince, senetlerin ikrah ile alındığına yönelik iddia sebebiyle davanın TBK’nun 39. maddesinde düzenlenen 1 yıllık hak düşürücü sürede açılmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiş, karar davacı vekili tarafından istinaf edilmiştir.Uyuşmazlık, takibe ve davaya konu senetlerin iradeyi sakatlayan sebeplerle düzenlenip düzenlenmediği, burada varılacak sonuca göre davanın hak düşürücü sürede açılıp açılmadığının tayini hususlarına ilişkindir.Türk hukuk öğretisinde kambiyo senetlerinin içerdiği hakkın doğumu konusundaki baskın görüş sözleşme teorisi ile açıklanmakta bu da güven ilkesi ile desteklenmektedir. Bu teoriye göre kambiyo senedinin düzenlenmesi ile içerdiği hak derhal vücut bulmaz, borcun doğumu için ayrıca senedin borç altına girmek kastıyla lehdara da verilmesi yani teslime ilişkin bir de ayni sözleşmenin mevcudiyeti gerekir (Bozer, A./Göle, C.: Kıymetli Evrak Hukuku, 7.b., Ankara 2017, s.21; Yılmaz, A.L.: Kambiyo Senetlerinde Def’iler, İstanbul 2007, s.51; Öztan, s.106; Kınacıoğlu, s.30 vd.). Bu sözleşmenin kurulması Türk Borçlar Kanunu’nun genel hükümleri gereği karşılıklı ve aynı yöndeki iradelerin açıklanması ile mümkündür. İradelerin açıklanması ve sakatlanması konusunda da aynı Kanunun hükümleri dikkate alınır.Bir hukuki işlemin ve bu kapsamda bir sözleşmenin kuruluşunda ortaya konulan iradelerin bozulmamış, bir diğer ifade ile fesada uğramamış olması gerekir. İradedeki bozulmanın, sözleşmenin diğer tarafının ya da üçüncü bir kimsenin tehdidi (korkutması) sonucu ortaya çıkması hâlinde beyan sahibi, sözleşmeyle bağlı tutulamaz (bonoların düzenlendiği 27.01.2004 günü yürürlükte bulunan 818 s. BK m.29; TBK m.37). EREN’e göre taraflardan birinin, karşı tarafın veya üçüncü bir kişinin korkutması sonucu bir irade beyanında bulunması ya da sözleşme yapması hâlinde korkutmadan söz edilir (Eren, F.: Borçlar Hukuku Genel Hükümler, 22.b., Ankara 2017, s.419 vd.; aynı yönde Kocayusufpaşaoğlu, N./Hatemi, H./Serozan, R./Arpacı, A.: Borçlar Hukuku Genel Bölüm, C.I, 6.b., s.471 vd.; Oğuzman, M.K./Öz, M.T.: Borçlar Hukuku Genel Hükümler, 3.b., İstanbul 2000, s.97 vd.).Korkutma fiili maddi bir vakıa niteliğindedir ve kanun koyucu, bu vakıanın senede bağlanmasının mümkün olmadığını öngörerek, ispat vasıtası olarak senet dışındaki delillere başvurulmasına cevaz vermiştir. 6100 sayılı HMK m.203/ç. Bu düzenleme, özellikle yazılı sözleşmeler bakımından, senede karşı senetle ispat kuralının (HMK m.201) önemli istisnalarından birisini oluşturmaktadır (Kuru, B.: Hukuk Muhakemeleri Usulü, C.II, 6.b., İstanbul 2001, s.2297; Postacıoğlu, İ.E.: Şehadetle İspat Memnuiyeti ve Hudutları, İstanbul 1952, s.208 vd.; Pekcanıtez Medeni Usul Hukuku, C.II, 15.b., s.).Yukarıda açıklanan ilkeler ışığında kambiyo senetleri ile bunların düzenlenmesine temel teşkil eden asıl borç ilişkisinden soyut bir borç oluşturulduğu, senedi elinde bulunduran kişinin ayrıca alt ilişkiyi ispatlamak zorunda olmadığı; kambiyo senetlerinin de korkutma suretiyle elde edilebileceği ve korkutma vakıasının da tanıkla ispatlanabileceği sonuçlarına varılmaktadır.İkrah (korkutma), Türk Borçlar Kanunu 37, 38 ve kısmen 39. maddelerinde belirtildiği üzere bir kimsenin başka bir surette yapmayacak olduğu bir hukuki muameleyi, bir kötülüğün başına geleceği korkusuyla yapmak zorunda bırakılmasıdır. Bu muameleyi yaptığı takdirde aslında irade ile beyan arasında bir uygunsuzluk yoktur, fakat iradenin meydana gelmesi sırasında bir sakatlık (fesad) söz konusu olmaktadır. Korkutma akdin karşı tarafınca yapılabileceği gibi, üçüncü bir şahıs tarafından da yapılabilir. Neticesi bakımından fark yoktur.İkrah, doktrin ve uygulamada haksız fiilin bir türü olarak kabul edilmektedir. Yapılış tarzına göre ikrah, maddi yada manevi olabilir.Her korkutma, ikrah olmaz. İkrahın meydana gelmesi için birtakım şartların birlikte gerçekleşmesi gerekir.Öncelikle ikrahın ciddi olması gerekir. Başka bir anlatımla ikraha uğrayan kişinin (mükrehin) yapılan tehdit sonucu bir zarara uğrayacağı endişesini taşıması ve gerçek bir tehlikenin varlığı hususunda şüphesinin olmaması gerekir. Çünkü her tehdit korkuyu doğurmaz. İkrahın ciddi olup olmaması durumu objektif olarak değil, subjektif yani mükrehin durumuna bağlı olarak değerlendirilir. Normalde bir insan için korku yaratmayan bir durum mağdur bakımından korku yaratabilir. Her somut olayda korkutulanın yaradılışı, kültürü, cinsiyeti, yaşı, mesleği, bilgi düzeyi sosyal ve ekonomik durumu vs. gibi özellikleri göz önüne alınarak değerlendirme yapılmalıdır.Korkutmanın muameleyi yapana veya yakınlarına karşı olması gerekir. Sadece yakın akrabalar değil kendisine yakından bağlı olan kimselere karşı yapılan korkutma da yasa hükmünün kapsamında yer alır. Hısımlar, dost ve arkadaşlar, sevinci ve tasayı paylaşanlar kişinin yakın çevresini oluşturur. Hizmetçi veya işyerinde çalışan emekli bir müstahdeme yapılan tehdit, ikraha uğrayan şahısta esaslı bir korkunun oluşmasında etkili olabilir. Kuşkusuz bunu belirleme yetkisi hâkime aittir. Bu bağlamda tehlike kişilik haklarına (hayat, sağlık, vücut bütünlüğü, şeref, namus gibi) yönelmiş olabileceği gibi, malvarlığı değerlerine de yönelmiş olabilir.Söz konusu hukuki muameleyi yaptıracak tehdit hukuka aykırı ve haksız olmalıdır. Mesela hayata veya vücut bütünlüğüne zarar vermeye yönelik tehditleri içerdiği takdirde bu şart gerçekleşmiş sayılır. Buna karşılık tehdit bir hakkın elde edilmesi amacıyla yapılmış ise ikrah söz konusu değildir. Alacağını elde etmek isteyen bir şahsın, borçlusunu, bütün mallarını haciz ettirip sattıracağına yönelik beyanları için bir tehdit bu kapsamdadır.Ancak aşırı çıkar sağlamaması söz konusu durumda yapılan tehdit yine hukuka aykırıdır.İkrah hemen meydana gelecek ağır bir tehlikeyi içeriyor olmalıdır. Tehlikenin ağırlığı, korkutulan kişinin öznel (subjektif) durumuna göre değerlendirilmelidir, tehdit edilen hukuksal varlığın değerine bağlı olarak, hâkim, korkutmanın ağırlığını belirler. Bu belirleme yukarıda da açıklandığı gibi her somut olayda korkutulanın kişinin karakteri cinsiyeti, yaşı, mesleği, bilgi düzeyi gibi sosyal ve ekonomik durumu göz önünde bulundurularak hâkim tarafından yapılır.Diğer yandan korkutmada kullanılan aracın elverişli olup olmadığı da, önemli olup, bu hususun belirlenmesinde de korkutulanın özel durumu göz önüne alınır.İkrah cana mala ve hürriyete yöneltilmiş olmalıdır. Maddi ve manevi varlık, TBK’nun 38. Maddesinde “kişilik hakları ve malvarlığı” şeklinde ifade edilmiştir. Kanunda belirtilmemiş olsa da hürriyet de diğerlerine dâhildir.İlliyet bağlantısı (nedensellik) bulunmalıdır, Korkutma ile yapılan hukuksal işlem arasında nedensellik (neden-sonuç) bağı bulunmalıdır. Öyle ki, korkutma, korkutulan kişinin iradesi üzerinde doğrudan doğruya etkili olmalıdır. Diğer bir ifadeyle korkutulan taraf, böyle bir tehdit olmasaydı da hukuki işlemi aynı şartlar altında yapacaksa artık ikrahtan bahsedilemez.Ayrıca ikrah hak düşürücü süreye tabi olup, TBK.nun 39.maddesine göre,“Yanılma veya aldatma sebebiyle ya da korkutulma sonucunda sözleşme yapan taraf, yanılma veya aldatmayı öğrendiği ya da korkutmanın etkisinin ortadan kalktığı andan başlayarak bir yıl içinde sözleşme ile bağlı olmadığını bildirmez veya verdiği şeyi geri istemezse, sözleşmeyi onamış sayılır.” denilmek suretiyle korkutulanın korkutma etkisi ortadan kalktıktan sonra 1 yıl içerisinde sözleşmeden dönebileceği hüküm altına alınmıştır.Yukarıda açıklanan ilkeler ve kanun hükümleri göz önüne alınarak somut olaya bakıldığında; Davacı gerek dava dilekçesinde, gerek cevaba cevap dilekçesinde ve gerekse istinaf dilekçesinde, davaya konu senetlerin, davacının dava dışı kişilere olan borcu sebebiyle miras hissesine alacaklıları tarafından haciz konulacağı korkusu üzerine düzenlendiğini, senetlerin davacının abisi olan davalı tarafından ısrarla istenildiğini, diğer kardeşlerin de miras paylarına zarar gelmemesi amacıyla manevi baskıyla, ısrarla ve ilerde iade edileceği inancıyla senetleri davalıya verdiğini beyan ettiği dikkate alındığında somut olayda yasanın aradığı anlamda bir ikrahtan söz edilemeyeceği sonucuna ulaşılmıştır. Manevi ikrah, kanunun aradığı yönde bir ikrah değildir. İkrah söz konusu olmadığına göre davanın hak düşürücü süre sebebiyle reddine karar verilmesi hatalıdır. Diğer yandan senetlerin, davacının dava dışı kişilere olan borcu sebebiyle miras hissesine alacaklıları tarafından haciz konulacağı düşüncesi üzerine düzenlendiği şeklindeki iddia muvazaa kapsamında değerlendirildiğinde; yerleşik Yargıtay içtihatları ile sabit olduğu üzere, kişinin kendi muvazaasından yararlanamayacağı da hukuki bir gerçek olup davanın esastan reddedilmesi gerekmektedir. Bu sebeple davacı vekilinin bu yöndeki istinaf sebebi de yerinde görülmemiştir.
Açıklanan sebeplerle, 6100 Sayılı HMK’nın 353/1-b/2. maddesine göre İlk Derece Mahkemesi kararının kaldırılmasına, ancak belirtilen hususlar yeniden yargılamayı gerektirmediğinden davanın esastan reddine, davalı vekilinin yargılama gideri olan vekalet ücreti ile ilgili bir istinafı olmadığından nispi vekalet ücreti verilmemiş olup karar tarihi itibarıyla maktu vekalet ücretine hükmedilmesi gerektiği kanaat ve sonucuna varılarak aşağıdaki hüküm kurulmuştur.
HÜKÜM : Gerekçesi yukarıda açıklandığı üzere;
1- Davacı vekilinin istinaf isteminin KISMEN KABULÜNE,
2- 6100 Sayılı HMK.’nın 353/1-b-2 maddesi gereğince İstanbul Anadolu 2. Asliye Ticaret Mahkemesi’nin 21/06/2017 gün ve 2014/272 Esas, 2017/659 Karar sayılı kararının KALDIRILMASINA,
3- DAVANIN REDDİNE,
4-İlk derece mahkemesinde yapılan yargılama giderleri ve harca ilişkin;
4/a- 492 Sayılı Harçlar Kanunu gereğince alınması gereken 59,30 TL maktu harcın peşin alınan 7.684,90 TL’den mahsubuyla fazla yatırılan 7.625,60 TL harcın karar kesinleştiğinde ve talep halinde davacıya iadesine,
4/b- Davacı tarafından yapılan yargılama giderlerinin üzerinde bırakılmasına,
4/c- Davalı tarafından yapılan 30,00 TL yargılama giderinin davacıdan tahsiliyle davalıya verilmesine,
4/d- Karar tarihinde yürürlükte bulunan Av. Asg. Üc. Trf.’ne göre, 4.080,00 TL maktu vekalet ücretinin davacıdan tahsiliyle davalıya ödenmesine,
5-İstinaf aşamasında yapılan yargılama giderleri ve harca ilişkin;
5/a- İstinaf talebi kabul edildiğinden davacı tarafça yatırılan istinaf harcının karar kesinleştiğinde ve talep halinde iadesine,
5/b- İstinaf yargılaması için davacı tarafından yapılan 85,70 TL istinaf yoluna başvurma harcının davalıdan tahsiliyle davacıya verilmesine,
5/c- isitnaf aşamasında davalı avans giderinden harcanan kısmın davalı üzerinde bırakılmasına,
5/d- İstinaf incelemesi duruşmasız yapıldığından vekalet ücreti tayinine yer olmadığına,
6- 6100 Sayılı HMK’nın 333. maddesi gereğince var ise bakiye gider avansının karar kesinleştiğinde taraflara iadesine,
Dosya üzerinde yapılan inceleme sonucunda, 20/07/2017 tarih ve 7035 Sayılı Kanunun 31. maddesiyle değişik 6100 Sayılı HMK’nın 361/1. maddesi gereğince, kararın tebliğinden itibaren 2 hafta içerisinde Yargıtay’a temyiz başvurusunda bulunma yolu açık olmak üzere, oy birliğiyle karar verildi. 08/04/2021