Emsal Mahkeme Kararı İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 44. Hukuk Dairesi 2020/356 E. 2021/500 K. 29.04.2021 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı henüz kesinleşmemiştir. Yararlı olması amacıyla eklenmiştir.

T.C.
İSTANBUL
BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ
44. HUKUK DAİRESİ
T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
İ S T İ N A F M A H K E M E S İ K A R A R I
DOSYA NO: 2020/356 Esas
KARAR NO : 2021/500
İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ: İSTANBUL 18. ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ
TARİHİ : 22/06/2017
NUMARASI : 2015/1096 E., 2017/648 K.
DAVANIN KONUSU : İtirazın İptali (Bankacılık İşlemlerinden Kaynaklanan)
İSTİNAF KARAR TARİHİ: 29/04/2021
Yukarıda yazılı ilk derece mahkemesi kararına karşı, istinaf yasa yoluna başvurulması üzerine yapılan inceleme sonucunda;
GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ:
Davacı vekili dava dilekçesinde özetle; Davacı temlik veren … Bank AŞ vekili mahkememize ibraz ettiği dava dilekçesi ile, müvekkili tarafından dava dışı…Tekstil Ürünleri … AŞ ye genel kredi sözleşmesine istinaden kredi kullandırıldığını, davalı…Sanayi ve Ticaret AŞ nin ise kredi sözleşmesini müşterek müteselsil kefil olarak imzaladığını, kredi borcunun ödenmemesi üzerine asıl borçlu ve kefilleri hakkında İstanbul 8. İcra Dairesinin…. esas nolu dosyası ile ilamsız takip başlattıklarını ancak davalının borca, yetkiye, takibe ve tüm ferilerine itiraz etmesi neticesinde takibin durduğunu, müvekkilinin dava dışı…Tekstil … AŞ ‘ye 27/12/2007 ve 14/10/2010 tarihlerinde iki ayrı sözleşmeye istinaden kredi kullandırdığını belirterek haksız olduğunu iddia ettiği itirazın iptaline ve davalının %20 oranında icra inkar tazminatına mahkum edilmesini karar verilmesini talep ve dava etmiştir. Yargılamanın devamı sırasında … Bank AŞ bu dosya kapsamındaki alacağını …AŞ ‘ye devretmiş ve duruşmaları temlik alan takip etmiştir. Davalı vekili cevap dilekçesinde özetle; Müvekkilinin merkez adresi itibariyle İstanbul Asliye Ticaret Mahkemesinin yetkisinin bulunmadığını, Bakırköy İcra Müdürlükleri ile Mahkemelerin yetkili olduğunu, davacı tarafından davaya konu takibe dayanak olarak 27/12/2007 ve 14/10/2010 tarihli genel kredi sözleşmelerinin gösterildiğini, ancak kredi sözleşmeleri incelendiğinde 2007 tarihli sözleşmedeki müvekkilinin kefaletinin geçerli olmadığını, 2010 yılında imzalanan sözleşmede ise müvekkilinin kefil olarak imzasının bulunmadığının görüleceğini bu sebeple her iki sözleşmeye dayanılarak da müvekkili hakkında talepte bulunamayacağını bir an için 2007 tarihli olan sözleşmedeki kefaletin geçerli olduğu varsayılsa dahil 2010 tarihli sözleşme ile 2007 tarihli sözleşmenin kalmadığını belirterek davanın reddine karar verilmesini istemiştir.İlk derece mahkemesince yapılan yargılama sonunda; “Davalının cevap dilekçesinde ileri sürdüğü itirazlar nedeniyle davaya konu kredinin hangi sözleşmeden dolayı kullandırıldığını açıklaması için süre verilmiş, icra dairesine ve mahkemenin yetkisine karşı yapılan itirazın bu açıklamadan sonra değerlendirileceği ara kararına geçmiştir. Davacı vekilince açıklama dilekçesi sunulmamış bunun üzerine her iki tarihli sözleşmede İstanbul Mahkeme ve icra dairesinin yetkisinin kabul edilmesi nedeniyle icra dairesinin ve mahkemenin yetkisine karşı davalının yapmış olduğu itiraz reddedilmiştir. Davacı vekiline aynı hususta açıklama dilekçesi sunması için tekrar süre verilmiş, davacı vekili 05/1/2017 tarihli dilekçesinde kredinin 22/08/2013 tarihinde kullandırıldığını, kullandırılan kredinin dayanağının 2007 ve 2010 tarihli sözleşmeler olduğunu belirterek hesap hareketlerini dosyaya sunmuştur. Dosya bilirkişiye tevdi edilerek ve bilirkişiye banka kayıtları üzerinde inceleme yapma yetkisi de verilerek , davaya konu kredinin hangi sözleşmeden kaynaklandığının tespit edilerek, davacının davalı kefilden alacağının olup olmadığı varsa miktarının tespiti istenilmiştir. Rapor incelendiğinde, davaya konu kredinin 14/10/2010 tarihli sözleşme kapsamında kullandırıldığı tespit edilmiştir. Davalının 2010 tarihli sözleşmede kefil olarak unvanı geçmemektedir, birer sureti dosyaya sunulmuş olan Yargıtay 19 Hukuk Dairesinin 01/02/2016 tarih 2015/14973 esas 2016/1227 karar nolu ilamda da bahsedildiği üzere davalının , kefaleti bulunmayan sözleşme kapsamında kullandırılan krediden dolayı kefalet sorumluluğundan söz edilemeyeceğinden davacının davasının reddine, Davalı kötü niyet tazminatı istemiş ise de, kötü niyet tazminat şartların oluşmaması nedeniyle davalının talebinin reddine “”Davalının cevap dilekçesinde ileri sürdüğü itirazlar nedeniyle davaya konu kredinin hangi sözleşmeden dolayı kullandırıldığını açıklaması için süre verilmiş, icra dairesine ve mahkemenin yetkisine karşı yapılan itirazın bu açıklamadan sonra değerlendirileceği ara kararına geçmiştir. Davacı vekilince açıklama dilekçesi sunulmamış bunun üzerine her iki tarihli sözleşmede İstanbul Mahkeme ve icra dairesinin yetkisinin kabul edilmesi nedeniyle icra dairesinin ve mahkemenin yetkisine karşı davalının yapmış olduğu itiraz reddedilmiştir. Davacı vekiline aynı hususta açıklama dilekçesi sunması için tekrar süre verilmiş, davacı vekili 05/1/2017 tarihli dilekçesinde kredinin 22/08/2013 tarihinde kullandırıldığını, kullandırılan kredinin dayanağının 2007 ve 2010 tarihli sözleşmeler olduğunu belirterek hesap hareketlerini dosyaya sunmuştur. Dosya bilirkişiye tevdi edilerek ve bilirkişiye banka kayıtları üzerinde inceleme yapma yetkisi de verilerek, davaya konu kredinin hangi sözleşmeden kaynaklandığının tespit edilerek, davacının davalı kefilden alacağının olup olmadığı varsa miktarının tespiti istenilmiştir. Rapor incelendiğinde, davaya konu kredinin 14/10/2010 tarihli sözleşme kapsamında kullandırıldığı tespit edilmiştir. Davalının 2010 tarihli sözleşmede kefil olarak unvanı geçmemektedir, birer sureti dosyaya sunulmuş olan Yargıtay 19 Hukuk Dairesinin 01/02/2016 tarih 2015/14973 esas 2016/1227 karar nolu ilamda da bahsedildiği üzere davalının , kefaleti bulunmayan sözleşme kapsamında kullandırılan krediden dolayı kefalet sorumluluğundan söz edilemeyeceğinden davacının davasının reddine, Davalı kötü niyet tazminatı istemiş ise de, kötü niyet tazminat şartların oluşmaması nedeniyle davalının talebinin reddine” karar verilmiştir.
Davacı vekili istinaf dilekçesinde özetle;
-Tek cümlelik gerekçeli kararların Anayasaya ve HMK m. 27/-c’de hukuki dinler ilme hakkının bir unsuru olarak yer verilen “kararların somut ve açık olarak gerekçelendirmesi” unsuruna aykırı olduğundan bozulmayı gerektirdiğini,
-Dosyada mübrez alınan bilirkişi raporu kapsamında, raporunda açıkça borçlu ve kefilin borçtan tam sorumlu olduğunu, sözleşmenin giriş bölümünde yer alan kredi limitinin aynı zamanda kefalet limiti olduğunu, kefilin sözleşme kapsamında sorumluluğunun farklı bir anlaşma olmadıkça son bulmayacağını tespit edildiğini, cari hesap alacağına dayalı alacaklar kapsamında taraflar arasında imzalanan genel kredi sözleşmelerinin kesin ve süresiz olduğu ve kredinin bir tarihte sıfırlanmış olsa dahi geçerliliğini kaybetmeyeceğine ve kefalet ilişkisinin son bulmayacağına dair sayısız yargıtay kararı mevcut olduğunu,
-Kefaletten kurtulmanın ancak bankanın vereceği ibraname mümkün olacağının sözleşme şartları gereği olduğunu,
-Banka ile davalılar arasında düzenlenen iki ayrı genel kredi sözleşmesini davalı şirket tarafından müteselsil kefil sıfatıyla imzalandığını ve bu sözleşmelere istinaden 154039-78-79-80 nolu Taksitli Ticari Kredi Hesabı, 154039-16-29 Gayrinakit Çek Hesabı açılarak kredi kullandırıldığını,
-Banka ve davalılar arasında imzalanan 2007 tarihli genel kredi sözleşmelerinin 23. ve devamı maddelerinde, kefiller sözleşmenin amacını bilerek, cari hesap alacak ve borç bakiyelerinden, kefaletten rücu olmadıkça sorumlu olacağını ve tek taraflı rücunun bile sözleşme kapsamında geçerli olmayacağını beyan, kabul ve taahhüt ettiklerini, kefillerin, sözleşme kapsamında taraflar açısından doğumu ve doğacak bütün sorumlulukları sözleşmenin imzalaması sırasında bilmekte olduklarını,
-Kredi sözleşmelerinin süresiz olarak akdedildiğini, kullandırılan kredinin cari hesap alacağı niteliğinde olup genel kredi sözleşmelerinin birbirinin devamı ve ayrılmaz bir parçası niteliğinde olduğunu, kredinin kapanıp tekrar yeni kredi kullandırımı niteliğinde bir işlem söz konusu olmadığını, kullandırılan kredi limitinin arttırılması amacıyla imzalanmış kredi sözleşmeleri söz konusu olduğunu, kredi sözleşmelerinin birbirinin ayrılmaz bir parçası olduğu ve imzalanan kredi limit artırımlarının önceki tarihli imzalanmış genel kredi sözleşmesi kapsamındaki taahhütlerin aynen devam edeceği, teminatlar ve sair koşulların aynen devam edeceği, sonraki işlemlerin önceki işlemin bir devamı olacağı açıkça ifade edildiğini ve bu durumun da davalı yanca beyan, kabul ve taahhüt edildiğini,
-Bilirkişi raporunda kredinin sıfırlanması ve bağımsız bir kredi sözleşmesi yapılması halinde sözleşmeler arasında atıf yapılmasını gerektiğinden bahisle dava konusu sözleşmeyi incelediğini ve gerekli atfın 2010 tarihli sözleşmede mevcut olduğunu ayrıca ve açıkça tespit ettiğini, bu nedenle sözleşmeler birbirinin ayrılmaz bir parçası olup, kefalet süresizdir ve sorumluluk banka tarafından ibra edilmedikçe devam edecektir. ilk derece mahkemesinin bilirkişi raporu kapsamında da tespit edilen iş bu sabit hususları göz ardı ettiğini,
-Dava dışı asıl borçlu ile davalı kefilin birbirleri ile organik bağlı 2 şirket olduğu ve “itirazın kötü niyetli” olduğunu,
-Davaya esas teşkil eden sözleşmenin 2007 tarihli sözleşme olduğunu, 2010 tarihli sözleşmenin varlıği ve amacı 2007 tarihli sözleşme ve kefalet teminatı olduğunu, Mahkemenin ortada ibra yokken asli sözleşmeyi yokmuş gibi sayarak karar verilmesinin usul ve yasaya aykırı olduğunu tüm nedenlerle kararın kaldırılmasına karar verilmesini talep etmiştir.
Davalı vekili katılma yoluyla istinaf dilekçesi ve cevap dilekçesinde özetle; Yerel mahkeme tarafından davanın reddi yönünde verilen kararın hukuka uygun ve yerinde olduğunu, davaya konu kredi alacağının hangi sözleşmeden kaynaklandığı davacı tarafa sorulmuş olup, davacı taraf kredi kullanım tarihinin 22.08.2013 olduğunu belirtmiş, her iki sözleşmeyi ve hesap hareketlerini dosyaya sunduğunu, yapılan bilirkişi incelemesi ile alacağın 2010 tarihli sözleşmeye dayandığının ve müvekkil şirketin işbu sözleşmede imzası bulunmadığından kefil olarak sorumlu tutulamayacağına kanaat getirildiğini, davacı tarafın, müvekkil şirketin 14.10.2010 tarihli genel kredi sözleşmesinde imzası bulunmadığını bilmesine karşın dava konusu alacağı kötü niyetli olarak müvekkil şirkete yöneltmiş ve işbu davayı ikame ettiğini, bu nedenle, yerel mahkemenin kötü niyet tazminatının reddine dair verdiği kararı katılma yoluyla istinaf ederek, kararın kaldırılarak alacağın %20’si oranında kötü niyet tazminatına hükmedilmesine karar verilmesini talep etmiştir.İnceleme, 6100 Sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (HMK) 355. maddesi hükmü uyarınca istinaf dilekçelerinde belirtilen sebeplerle sınırlı olarak ve kamu düzenine aykırı hususların olup olmadığı gözetilerek yapılmıştır.
Dava, Genel Kredi Sözleşmesinden kaynaklanan alacak nedeniyle davalı kefil aleyhine başlatılan icra takibine vaki itirazın iptali davasıdır.
Uyuşmazlık, dava dışı şirketin kullandığı krediye kefil olan davalının borcunun dayanağının hangi sözleşme olduğu, takip konusu borcun 2007 yılındaki kredi sözleşmesinden veya 2010 yılındaki kredi sözleşmesinden mi kaynaklı olduğu, davalının kefaletinin geçerli olup olmadığı, 2007 tarihli sözleşmenin çerçeve sözleşme mahiyetinde olup olmadığı, borcun hangi döneme ait olduğu, kredi sözleşmelerinin birbirinden bağımsız olup olmadığı veya birbirinin eki niteliğinde olup olmadığı hususlarında olduğu anlaşılmıştır.Hükme esas alınan bilirkişi raporunda, net bir şekilde borcun hangi krediden kaynaklandığı belirtilmemekle birlikte ” kullandırılan kredinin 2010 tarihli sözleşmeye istinaden kullandırıldığı düşünülmektedir ” beyanı ile rapor düzenlenmiştirSomut olayda, dosyada bulunan 2007 ve 2010 tarihli genel kredi sözleşmesi incelenmiş olup, dava dışı şirkete kullandırılan kredilerin ve dava konusu edilen kredi borcunun hangi sözleşmeden kaynaklı olduğu tespit edilmeden kefilin sorumluluğunun belirlenemeyeceği görülmüştür. Dava konusu takibin hangi kredi sözleşmesinden kaynaklandığının çözülememesi durumunda, söz konusu bu yeni kredi sözleşmesinde taraflar arasında imzalanan ilk kredi sözleşmesinin devamı niteliğinde veya ilk kredi sözleşmesi ile bağlantı olduğuna dair bir ibarenin de bulunup bulunmadığının, 2007 tarihli sözleşmenin çerçeve sözleşme ve bağımsız bir sözleşme ve limit artırımına dayalı yeniden yapılandırma sözleşmesi olup olmadığının ayrı ayrı incelenmesinin yapılması gerekmektedir.Cari hesap şeklinde işleyen genel kredi sözleşmelerinde borcun bir tarihte sıfırlanmış olması kefalet sorumluluğunu ortadan kaldırmaz ve aynı sözleşmeye dayalı olarak kullandırılan krediden dolayı kefalet sorumluluğu devam eder ise de, davalının kefalet imzasının bulunmadığı sözleşmelere dayanılarak kullandırılan kredilerden dolayı davalının kefalet sorumluluğundan söz edilemez. Açıklanan bu ilke ve kurallar ışığında somut olay değerlendirildiğinde; davacı banka ile dava dışı asıl borçlu arasında GKS’lerin imzalandığı, bu GKS’ler kapsamında asıl borçluya kredi kullandırıldığı, bu GKS’lerden 2007 tarihli olanı davalının müteselsil kefil olarak imzalandığı görülmüştür. Uyuşmazlık asıl borçlunun daha sonra banka ile imzaladığı diğer GKS’den kullandırılan kredi dolayısı ile oluşan borcun kefalet kapsamında olup olmadığından çıkmaktadır. 2010 tarihli sözleşme incelendiğinde 2007 tarihli sözleşmeye özel bir atıf yapılmadığı, bağlı sözleşmeler olmadığı görülmüştür.Söz konusu bu yeni kredi sözleşmesinde taraflar arasında imzalanan ilk kredi sözleşmesinin devamı niteliğinde olduğuna veya ilk kredi sözleşmesi ile bağlantı olduğuna dair bir ibare de bulunmamaktadır. Her ne kadar davacı tarafça 2010 tarihli sözleşmenin çerçeve sözleşme olduğu belirtilmiş ise de, 2010 tarihli sözleşmenin bağımsız bir sözleşme olduğu ve limit artırımına dayalı yeniden yapılandırma sözleşmesi olmadığı görülmüştür.
Kötü niyet tazminatı yönünden yapılan incelemede; İİK’nın 67/2. maddesi uyarınca itirazın iptâli davasında, alacaklı takibinde haksız ve kötüniyetli görülürse, diğer tarafın istemi üzerine %20’den aşağı olmamak üzere tazminat ile mahkum edilir. İİK’nın yukarıda anılan madde hükmü gereğince alacaklının takibinde haksız olması yanında, ayrıca takibinde kötüniyetli olduğunun saptanması halinde, ancak borçlu lehine “kötü niyet tazminatı” hükmedilebilmektedir. Somut olayda, davalı tarafından davacı alacaklının kötü niyeti kanıtlanamadığından davalı taraf lehine kötü niyet tazminatına hükmedilemez. Kredi sözleşmesine ilişkin incelemenin ve değerlendirmenin de yargılama ile açığa çıktığı dikkate alındığında, davalının kötü niyetinden söz edilemeyecektir. Bu nedenle davalı istinafı yerinde değildir. İstinaf edenin sıfatına, istinafın kapsam ve nedenine, dosya içerisindeki bilgi ve belgelere, mahkeme kararının gerekçesinde dayanılan delillerin tartışılıp değerlendirilmesinde bir usulsüzlük bulunmamasına, alacağı temlik eden banka tarafından başlatılan takibe konu alacağın hangi kredi sözleşmesinden kaynaklandığı icra dosyası kapsamından anlaşılamamakta ise de, 2007 tarihinde kullandırılan kredilere ilişkin borcun ödenmiş olması ve yeni kullandırılan kredinin 2010 yılındaki kredi sözleşmesinden sonra kullandırılmış olması nedeniyle ve bilirkişinin icra takibine konu alacağın 2010 yılında kullandırılan krediden kaynaklandığı yönünde tespitte bulunmuş olması karşısında icra takibine konu borcun 2010 yılında kullandırılan sözleşmeden kaynaklandığının kabul edilmesi gerekmesine, söz konusu sözleşmede davalının kefil sıfatıyla imzasının bulunmamasına, 2010 yılında imzalanan kredi sözleşmesinin 2007 tarihli kredi sözleşmelerinin limit artırımı sözleşmesi olduğu veya 2007 yılındaki kredi sözlemesine bağlı sözleşme olduğu hususunun davacı tarafça ispat edilememesine, davalının kefil olduğu 2007 tarihli sözleşmeler nedeniyle kullandırılan kredi borcunun sona ermesinden sonra temlik eden banka ile davalı borçlu şirket arasında yeniden farklı tarihli(2010 tarihli) kredi sözleşmesinin imzalanmış olmasına, davalının bu sözleşmeye kefil olmaması nedeniyle kefalet sorumluluğunun bulunmamasına göre, tarafların karşılıklı iddia ve savunmalarına, dayandıkları belgelere, hukuki ilişkinin nitelendirilmesine, dosyadaki tespitlere ve uyuşmazlığa uygulanması gereken hukuk kurallarına göre, 6100 Sayılı HMK’nın 355. maddesi gereğince istinaf sebepleriyle sınırlı olarak yapılan inceleme sonucunda ilk derece mahkemesi kararında esas yönünden yasaya aykırılık bulunmadığı anlaşılmakla, davacı vekili ve davalı vekilinin istinaf talebinin, 6100 Sayılı HMK’nın 353/1-b/1. maddesi gereğince ayrı ayrı esastan reddine karar verilmesi gerekmiştir.
HÜKÜM: Gerekçesi yukarıda açıklandığı üzere;
1- Usûl ve yasaya uygun İstanbul 18. Asliye Ticaret Mahkemesi’nin 22/06/2017 tarih ve 2015/1096 E., 2017/648 K. sayılı kararına karşı davacı ve davalı vekillerin tarafından yapılan istinaf talebinin, 6100 Sayılı HMK’nın 353/1-b/1 maddesi gereğince ayrı ayrı ESASTAN REDDİNE,
2- Davacı taraf harçtan muaf olduğundan harç alınmasına yer olmadığına,
3- Davalıdan alınması gerekli 59,30 TL maktu istinaf karar ve ilam harcından peşin yatırılan 31,40 TL harcın mahsubu ile bakiye 27,90 TL harcın davalıdan tahsiliyle Hazineye GELİR KAYDINA,
4- Taraflarca istinaf aşamasında yapılan yargılama giderinin üzerilerinde BIRAKILMASINA,
5- İncelemenin duruşmasız olarak yapılması sebebiyle taraflar yararına vekalet ücreti takdirine YER OLMADIĞINA,
6- Taraflarca yatırılan gider avansından harcanmayan kısmın karar kesinleştiğinde İADESİNE,
Dosya üzerinde yapılan inceleme sonucunda, 20/07/2017 tarih ve 7035 Sayılı Kanunun 31. maddesiyle değişik 6100 Sayılı HMK’nın 361/1. maddesi gereğince, kararın tebliğinden itibaren 2 hafta içerisinde Yargıtay’a temyiz başvurusunda bulunma yolu açık olmak üzere, oy birliğiyle karar verildi. 29/04/2021