Emsal Mahkeme Kararı İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 44. Hukuk Dairesi 2020/306 E. 2021/404 K. 08.04.2021 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı henüz kesinleşmemiştir. Yararlı olması amacıyla eklenmiştir.

T.C.
İSTANBUL
BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ
44. HUKUK DAİRESİ
T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
İ S T İ N A F M A H K E M E S İ K A R A R I
DOSYA NO: 2020/306 Esas
KARAR NO: 2021/404
İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ: İSTANBUL 10. ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ
TARİHİ: 25/01/2017
NUMARASI: 2013/8 E. 2017/81 K.
DAVANIN KONUSU: Tazminat (Ticari Ünvanın Kullanılmasından Kaynaklanan)
İSTİNAF KARAR TARİHİ: 08/04/2021
Yukarıda yazılı ilk derece mahkemesi kararına karşı, istinaf yasa yoluna başvurulması üzerine yapılan inceleme sonucunda;
GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ: Davacı vekili dava dilekçesinde özetle; Davacının 1995 yılından 2012 yılına kadar aralıksız olarak ana faaliyet merkezi İzmir de ve 2006 yılında Manisa Plaza da … markalı araçların ve yedek parçaların sürümünün artırılması, son müşterilere satış, servis ve bakım faaliyetlerinde bulunduğunu, … A.Ş. İle 1995 yılında anlaşarak bu faaliyete başladığını, tam 18 yıl boyunca ürünün tanıtımını yaptığını, ve güvenilirliğini sağladığını, İzmir ve Manisa çevresinde davalı şirkete kazandırdığı yeni ve sürekli müşteriler ile davalı şirketin bu müşteri kitlesinden menfaat sağlamasını daimi hale getirdiğini, ancak davalı şirketin Kartal … Noterliğinin 10/02/2011 tarihli … yevmiye numaralı ihtarnamesi ile müvekkili şirket ile aralarında akdedilen yetkili satıcılık sözleşmesinin süre sonunda yenilenmeyeceğinin ve taraflar arasındaki bayilik ilişkisinin 21/12/2012 tarihinde sona ereceğini belirten ihtarname keşide ettiğini, davacı şirket ile davalı şirket arasındaki bayilik ilişkisinin 21/12/2011 tarihinde taraflar arasında akdedilen sözleşmenin 5 yıllık süre olduğunu, bu sürenin dolmasıyla belirtilen ihtarname ile sona erdirildiğini, oysa ki davacının kazandırdığı müşterilerin sözleşmenin sona ermesinden sonra da davalı şirkete menfaat sağlamaya devam ettiğini, sözleşmenin sona ermesiyle beraber müvekkili şirketin gelirlerinin önemli ölçüde kayba uğradığını, sözleşme ilişkisi devam etmiş olsaydı davacının elde edeceği gelirlerin olacağını, bu gelirlerden mahrum kaldığını, davacının davalı ile sözleşme ilişkisi sırasında kurduğu ve davalı şirkete kazandırdığı müşteri çevresinden sözleşmenin feshinden sonra yararlanamaz hale geldiğini, davacının sözleşme ilişkisinin devam edeceği inancıyla bir kısım yatırımlar yaptığını, bina, arsa, ekipman aldığını, tadilat ve kira yatırımı yaptığını, yine sözleşmenin feshi ihbarından önce davalı şirket talebiyle yapılmaya başlanıp ihbardan sonra tamamlanıp Manisa da faaliyete geçen Boya-Kaporta yatırımlarının olduğunu belirterek davacı tarafından İzmir ve Manisa illerinden oluşturulan ve davalı şirkete kazandırılan yeni ve sürekli müşterilerden davalı şirketin önemli ölçüde menfaat temin etmeye devam etmesi ve davacının sözleşmenin devam ettirilmemesi sebebiyle uğradığı maddi ve manevi zararlar ile sözleşmenin devam edeceğine güvenerek yapmış olduğu yatırımlar sebebiyle uğradığı zararların hakkaniyet gereği ve ölçüsünde giderilmesi amacıyla ve fazlaya ilişkin talep ve hakların saklı tutarak fesih tarihinden itibaren 50.000,00 TL ‘nin ticari faizi ile birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
Islah: Davacı vekili vermiş olduğu 10/02/2016 tarihli dilekçesi ile, ıslah harcını ikmal ederek, davayı toplam 613.173,81TL olarak ıslah etmişlerdir.Davalı vekili cevap dilekçesinde özetle; Davalı aleyhine açılan davayı kabul etmediğini, davanın 6102 sayılı TTK’nun 122. Maddesi uyarınca belirtilen süre içerisinde açılmadığını, zaman aşımına uğradığını, bu nedenle davanın reddine karar verilmesini talep etmiş, esasa ilişkin olarak da; müvekkili şirketin … marka araçlar ile yedek parçalarının Türkiye distiribitörü olduğunu, bunun yanında … markalı araçlar için bakım ve onarım servisleri verilmesinin de davalı şirketin sorumluluğunda olduğunu, … araç ve yedek parça satışıyla araçlara verilen bakım ve onarım servis işini Türkiye genelinde verdiği bayilikler ile yürüttüğünü, söz konusu bayilerin münhasır bölge bayileri değil, Türkiye’nin tamamında faaliyet gösterme hakkına sahip bayiler olduğunu, yani bir bölge için belirlenmiş tek satıcı ve tekel hakkına sahip bayiler olmadığını, davacının da davalı şirket arasında yapılan ilk bayilik ilişkisinin İzmir de bulunan plazanın açılmasına müteakip 1995 yılında imzalanan yetkili satıcılık sözleşmesi ile başladığını, bilahare ülkemizde … ‘nın üretim ve satış şirketi olarak 2’ye ayrılması nedeniyle 02/10/2010 tarihinde ve en son olarak 21/12/2006 tarihinde imzalanan sözleşmeler ile bayilik ilişkisinin devam ettirildiğini, söz konusu sözleşmelerin tamamının 5 yıllık süreli olarak imzalandığını, sürenin bitiminde uzatılmayacağının davacıya noter ihtarnamesi ile bildirildiğini, sözleşmenin yenilenmemesi nedeniyle davacı açısından herhangi bir zararın söz konusu olmadığını, taraflar arasındaki bayilik ilişkisinin 17 yıl sürdüğü dikkate alındığında davacının sözünü ettiği bu yatırımlara ilişkin masrafların tamamını elde ettiği kazançlarıyla karşıladığını, taraflar arasındaki sözleşmenin 7.6 maddesi uyarınca ” Bu sözleşmenin haklı bir sebeple feshi olunması veya bu belgenin sona ermesi yetkili satıcıya bu belgenin süresi boyunca yetkili satıcı tarafından kurulan itibar ile ilgili olarak bu belge gereği herhangi bir fesih veya ayrılma tazminatı veya ödemesi yetkisi vermeyecek, veya yetkili satıcı tarafından kendi acentelerine veya çalışanlarına yapılan ödemeler de dahil olmak ve yalnızca bunlar ile sınırlı olmamak üzere yetkili satıcı tarafından maruz kalınan veya yapılan harcamaların, yatırımlar veya mükellefiyetler için veya beklenen kâr kaybı için olan zararlar için şirketi sorumlu duruma getirmeyecektir. Yetkili satıcı bu fesih veya ayrılma tazminatı veya zararlarıyla ilgili olarak yerel kanunlar, kurallar ve yönetmelikler ile yetkili olabileceği bütün haklardan feragat etmeyi bu belge ile kabul eder.” hükmü doğrultusunda davacının talebini kabul etmediklerini, tarafların her ikisinin de tacir olduğunu, sözleşme özgürlü içerisinde verilen bu taahhüdün ve maddenin geçerli olduğunu, haksız ve yersiz açılan davanın reddine karar verilmesini savunduğu anlaşılmıştır. İlk derece mahkemesince yapılan yargılama sonunda; “Yapılan yargılama, davacı tarafın iddiaları, davalının beyanları, tanzim olunan bilirkişi rapor ve ek raporları ve tüm dosya kapsamı birlikte değerlendirildiğinde; 6762 sayılı TTKnunda düzenlenmeyen ancak Yargıtay uygulamalarında ve yargısal içtihatlarla hukuk sistemimizde yer alan denkleştirme istemi (portföy tazminatı), 01/07/2012 tarihinde yürürlüğe giren 6102 sayılı TTKda 122.maddesinde düzenlenmiştir. Buna göre, denkleştirme istemi, acente sözleşmelerinde uygulanabilmekte, yine TTKnun 122/son maddesine göre ise söz konusu hükmün hakkaniyete aykırı düşmedikçe, tek satıcılık ile benzeri diğer tekel hakkı veren sürekli sözleşme ilişkilerinin sona ermesi halinde de uygulanacağı düzenlenmiştir. Buna göre, gerek 6102 sayılı TTKnun 122.maddesindeki düzenleme, gerekse TTKnun yürürlüğe girmesinden önceki Yargıtay uygulamaları dikkate alındığında, portföy tazminatına hükmedebilmek için taraflar arasında ya acente ilişkisi olması ya tek satıcılık sözleşmesinin bulunması ya da tekel hakkı veren sürekli sözleşme ilişkisinin bulunması gerekmektedir. Yasal bu düzenlemeden sonra, BK’da ve hukuk sistematiğimizde düzenlenen acente, tek satıcılık sözleşmeleri, bayilik sözleşmeleri ve tekel hakkı tanıyan sözleşmelerin kısaca tanımlarını yapmakta fayda vardır. TTKnun 102- ve devamı maddelerinde düzenlenen acentelik sözleşmesine göre, ticari mümessil, ticari vekil, satış memuru veya işletmenin çalışanı gibi, işletmeye bağlı bir hukuki konuma sahip olmaksızın, bir sözleşmeye dayanarak belirli bir yer veya bölge içinde sürekli olarak ticari bir işletmeyi ilgilendiren sözleşmelerde, aracılık etmeyi veya bunları tacir adına yapmayı meslek edinen kimseye “acente” denmektedir. Önemle belirtmek gerekir ki, acenteyle bayilik sözleşmeleri arasındaki en belirgin fark, acentede, acente işlemleri müvekkili bulunduğu tacir yada şirket adına yapmaktadır. Yine imzaladığı sözleşmeleri ve yaptığı işlemleri aracılık sıfatıyla ve müvekkili adına yapmaktadır. Bayilik sözleşmelerinde ise; bayi kendi nam ve hesabına işlem yapmakta, yine kazancı da kendine ait olmaktadır. Bayilik sözleşmeleri, sürekli çerçeve sözleşmeleri, bu sözleşme ile taraflardan biri (bayi) diğer tarafın (üretici yada sağlayıcı) mallarını kendi adına ve kendi hesabına dağıtmayı üstlenir ve bu suretle üreticinin dağıtım ve örgütlenmesine dahil olur. Bir dağıtım sözleşmesinin bayilik sözleşmesi olarak kabul edilebilmesi için dağıtıcı lehine münhasır satış hakkının verilmesi zorunlu değildir. Tek satıcılık sözleşmelerinde ise, tek satıcıya kendisine ayrılan bölgede münhasır satış hakkı verilmektedir. Bu bağlamda, tek satıcılık sözleşmesi, bayilik sözleşmesinin özel bir alt türü olup, tek satıcıya tanınan münhasır dağıtım hakkı ile karakterize edilmektedir. Bu yüzden, tek satıcılık sözleşmesi bayiye münhasır dağıtım hakkının verildiği bir bayilik sözleşmesidir. Tüm bu hususlar irdelendikten sonra, somut olaya bakıldığında, davacı ile davalı arasında süren 17 yıllık bayilik sözleşmeleri ve imzalanan farklı tarihlerdeki sözleşmeler dikkate alındığında, davacının davalının yetkili bayisi olarak İzmir ilinde faaliyet gösterdiği, ancak davacının davalı ile arasında akdedilen sözleşmelerde davacının tek satıcı konumunda bulunmadığı, yine davacıya gerek bölgesel olarak gerekse il düzeyinde tekel hakkının da tanınmadığı, davacının İzmir bayisi olduğu, davacı dışında davalının iki adet daha İzmir bayisinin bulunduğu, yine davacıya bölgesel bir tekel hakkının da verilmediği, davacının İzmir bölgesi ile bağlı olmaksızın tüm Türkiye’ye satış yapabildiği, bu nedenle davacının davalının acentesi olmadığı gibi, taraflar arasında tek satıcılık ve tekel hakkı oluşturan bir sözleşme de bulunmadığı, sadece bayilik ilişkisinin bulunduğu ve yerleşik Yargıtay kararları dikkate alındığında, bayilik sözleşmelerinde portföy tazminatının talep edilemeyeceği anlaşıldığından, portföy tazminatı yönündeki davanın reddine karar vermek gerekmiştir. Yine davacı tarafça taraflar arasında akdedilen bayilik sözleşmesi uyarınca bir takım masraflar yaptığı, bu nedenle bu masraflardan kaynaklı zararının oluştuğu iddiasıyla dava açılmışsa da, davacı aynı zamanda tacirdir. Davacının masraf olarak ileri sürdüğü taşınmaz alımları ve yenilenen ekipmanlar için yaptığını iddia ettiği masraflar, sözleşme süresince davacı tarafça kullanılmış ve halen de kullanılmaya devam etmektedir. Dolayısıyla bunlar sebebiyle, sözleşme süresi içerisinde kullanılan bu yatırımlardan dolayı davacının herhangi bir zarara uğramadığı gibi, fiilen taraflar arasındaki sözleşme ilişkisi sona erdikten sonra da söz konusu yatırımların davacı tarafça farklı alanlarda kullanılmaya devam ettiği, dolayısıyla davacının soyut zarara uğradığı yönündeki iddiasının ispatlayamadığı anlaşıldığından, bu yönden açılan davanın da reddine” karar verilmiştir.Davacı vekili istinaf dilekçesinde özetle; -Davacı tarafça … işi için gerek İzmir gerekse Manisa illerinde belirli yatırımlar ve sadece bu işlerde kullanılmaya özgü ve daha sonra davacı tarafından başkaca bir faaliyette kullanılmayan tadilat ve yenileme giderleri yapıldığını ve özellikle Manisa ilinde davalı şirket tarafından gelen talep doğrultusunda ilgili Manisa boya ve kaporta yatırımlarının sözleşmenin yenileneceği güveni ile yapıldığını, başkaca da faaliyetlerde bu yatırımların kullanılamadığını,-müvekkili tarafından davalı şirkete kazandırılan müşteriler karşılığında hakkaniyet gereği tazminat ödenmesine ilişkin taleplerinin haksız ve hukuka aykırı olarak reddedildiğini, davacının 17 sene boyunca Davalı’ya ait “…” markalı otomobil ve yedek parça satışı ile servis/bakım faaliyetini Davalı’nın satış organizasyonunun ayrılmaz bir parçası olarak Davalı ile aralarındaki yetkili satıcılık/bayilik sözleşmesi kapsamında gerçekleştirdiğini, Bu süre içerisinde Davalı’ya yeni ve sürekli müşteriler kazandırdığını, kazandırdığı yeni ve sürekli müşterileri sözleşmenin sona ermesinin ardından Davalı’ya devrettiğini, Sözleşme’nin sona ermesiyle beraber davacının bu müşterilerden gelir elde edemez hale geldiğini, davalının ise söz konusu yeni ve sürekli müşterilerden sözleşmenin sona ermesinden sonra dahi kazanç elde etmeye devam ettiğini, tüm bu hususların ilk derece mahkemesinde yapılan yargılama sonucunda ispat edildiğini, sözleşmenin sona ermesinde kusuru bulunmayan davacıya, Davalı’ya kazandırdığı bu müşteriler karşılığında Davalı’dan hakkaniyet gereğince tazminat ödenmesine engel hiçbir yasal düzenleme bulunmadığını, Kanun’un, denkleştirme talep etmesi için acentenin münhasırlık/tekel hakkına sahip olmasını şart koşmadığını, hal böyle iken yasa koyucunun yetkili satıcı ve bayiiler için ilgili maddenin uygulanması konusunda göstermiş olduğu yaklaşım ve son anda yapılan değişiklik haksız ve geçerli makul bir sebebe dayanmadığını, bu bakımdan, acente için dahi münhasırlık şartı aramayan kanun’da, bayi ve yetkili satıcı tarafından denkleştirme talep etme hakkı münhasırlık yetkisi olan yetkili satıcı ve bayiler ile sınırlı olmaması gerektiğini, hukukun üstünlüğüne ve adaletin üstünlüğüne güvendiklerini, hakkaniyet gereği kararın kaldırılmasına karar verilmesini talep etmişlerdir.İnceleme, 6100 Sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun(HMK) 355. maddesi hükmü uyarınca istinaf dilekçelerinde belirtilen sebeplerle sınırlı olarak ve kamu düzenine aykırı hususların olup olmadığı gözetilerek yapılmıştır.Dava kâr mahrumiyeti, yatırımsal zararlar ve diğer zararlar olmak üzere, fazlaya ilişkin haklar saklı kalmak kaydıyla açılmıştır. Davacı tarafından dava bilirkişi raporundan sonra ıslah edilmiştir. Islahın denkleştirme tazminatına yönelik yapıldığı bilirkişi raporu ile bağlantısı nedeniyle anlaşılmıştır. Kâr mahrumiyeti talep edilebilmesi için borca aykırı davranılması ve bu borca aykırı davranış nedeniyle sözleşmenin feshedilmiş olması ya da haklı sebep olmadan sözleşmenin feshedilmiş olması gerekmektedir. Karardan da anlaşılacağı üzere sözleşme-fesih hususlarında taraflar arasında bir uyuşmazlık mevcut olmayıp, davalının da sözleşmeden doğan fesih hakkını kullandığı, davacının sözleşmeyi ihlal ettiği hususunda bir iddiasının bulunmadığı görülmüştür. Bu nedenle kar mahrumiyetine ilişkin istinaf isteminin yerinde olmadığı anlaşılmıştır. Yatırımsal giderlere yönelik olarak, talep ayrıştırılmadan ıslah yapıldığı ve yapılan ıslahın denkleştirme tazminatına yönelik olduğu, bu nedenle yatırımsal giderlere ilişkin talebin değerlendirilemeyeceği anlaşılmıştır.Denkleştirme tazminatı ya da diğer adıyla “portföy tazminatı”, sözleşmenin sona ermesi sonucunda müşteri çevresini kaybeden ve ekonomik bakımdan güç durumda kalan acentenin bu yüzden talep edebileceği bir ödence niteliğindedir. Dava tarihi itibariyle geçerli olan Türk mevzuatında, acentenin denkleştirme tazminatına ilişkin herhangi bir yasal düzenleme bulunmamaktadır. Türk öğretisinde hakim olan görüş uyarınca, acentenin sözleşmesinin feshedilmesi durumunda acentenin hakkaniyetin gerekli kıldığı ölçüde müvekkilden denkleştirme tazminatı talep hakkı mevcuttur. Yargıtay uygulamasında da, acentenin denkleştirme tazminatı talebi konusunda bir kanuni düzenleme bulunmasa dahi, TTK m. 134/11. hükmünün kıyas yoluyla uygulanması suretiyle, sözleşmenin sona ermesi durumunda acentenin denkleştirme tazminatı talep etmesinin mümkün olduğu kabul edilmektedir. Davacı vekili de istinaf dilekçesinin aksine dava dilekçesinde taraflar arasında bayilik ilişkisi bulunduğunu belirtmiştir. Bununla birlikte, taraflar arasındaki ilişki ister acentelik isterse bayilik olarak kabul edilsin, TTK’nın 122. maddesi uyarınca denkleştirme (portföy) tazminatı talep edebilmek için davacıya sözleşmede tekel hakkı verilmiş olması şarttır. Sözleşmeye göre süresi dolmadan 6 ay önce herhangi bir neden belirtilmeksizin taraflardan birinin önceden ihbar etmek kaydıyla sözleşmeyi tek taraflı olarak feshedebileceği, yine sözleşmeye göre sözleşmenin sonlandırılması sebebiyle herhangi bir tazminat talep edilemeyeceğinin kararlaştırıldığı, talep tarihinde denkleştirme tazminatına ilişkin yasal düzenlemeye ilişkin şartların mevcut olmadığı gerekçesiyle verilen kararda mevzuata aykırılık bulunmadığı, kararın bu yönden de sonucu itibariyle doğru olduğu kanaatine varılmıştır. Açıklanan işbu sebeplerle, tarafların karşılıklı iddia ve savunmalarına, dayandıkları belgelere, hukuki ilişkinin nitelendirilmesine, dosyadaki tespitlere ve uyuşmazlığa uygulanması gereken hukuk kurallarına göre, 6100 Sayılı HMK’nın 355. maddesi gereğince istinaf sebepleriyle sınırlı olarak yapılan inceleme sonucunda ilk derece mahkemesi kararında esas yönünden yasaya aykırılık bulunmadığı anlaşılmakla, davacı vekilinin istinaf talebinin, 6100 Sayılı HMK’nın 353/1-b/1. maddesi gereğince esastan reddine karar verilmesi gerekmiştir.
HÜKÜM: Gerekçesi yukarıda açıklandığı üzere;1- Usûl ve yasaya uygun İstanbul 10. Asliye Ticaret Mahkemesi’nin 25/01/2017 tarih ve 2013/8 E. 2017/81 K. sayılı kararına karşı davacı vekili tarafından yapılan istinaf talebinin 6100 Sayılı HMK’nın 353/1-b/1. maddesi gereğince ESASTAN REDDİNE, 2- 492 Sayılı Harçlar Kanunu gereğince alınması gereken 59,30 TL maktu istinaf karar ve ilam harcından peşin yatırılan 31,40 TL harcın mahsubuyla bakiye kalan 27,90 TL harcın davacıdan tahsiliyle Hazineye GELİR KAYDINA, 3- Davacı tarafça istinaf aşamasında yapılan yargılama giderinin üzerinde BIRAKILMASINA,4- İncelemenin duruşmasız olarak yapılması sebebiyle taraflar yararına vekalet ücreti takdirine YER OLMADIĞINA,5- Davacı tarafça yatırılan gider avansından harcanmayan kısmın karar kesinleştiğinde İADESİNE,Dosya üzerinde yapılan inceleme sonucunda, 20/07/2017 tarih ve 7035 Sayılı Kanunun 31. maddesiyle değişik 6100 Sayılı HMK’nın 361/1. maddesi gereğince, kararın tebliğinden itibaren 2 hafta içerisinde Yargıtay’a temyiz başvurusunda bulunma yolu açık olmak üzere, oy birliğiyle karar verildi. 08/04/2021