Emsal Mahkeme Kararı İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 44. Hukuk Dairesi 2020/284 E. 2021/361 K. 01.04.2021 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı kesinleşmiş bir karardır.

T.C.
İSTANBUL
BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ
44. HUKUK DAİRESİ
T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
İ S T İ N A F M A H K E M E S İ K A R A R I
DOSYA NO: 2020/284 Esas
KARAR NO: 2021/361
İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ: İSTANBUL 2. ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ
TARİHİ: 17/04/2017
NUMARASI: 2014/912 E., 2017/448 K.
DAVANIN KONUSU: Menfi Tespit (Ticari İlişkiden Kaynaklanan)
İSTİNAF KARAR TARİHİ: 01/04/2021
Yukarıda yazılı ilk derece mahkemesi kararına karşı, istinaf yasa yoluna başvurulması üzerine yapılan inceleme sonucunda;
GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ: Davacı vekili dava dilekçesinde özetle; Davalı tarafından müvekkili aleyhine İst. … İcra Müdürlüğünün … sayılı icra takibinin başlatıldığını, taraflar arasında bayilik sözleşmesi bulunduğunu, buna göre müvekkilinin 2002 yılında davalının Bursa bayisi olarak çalışmaya başladığını, yer kiralandığını, mağazasının tefriş edildiğini, daha sonra 2003 yılında işlerin yolunda gitmemesi üzerine müvekkilinin bayiliğini bıraktığını, daha önce bedelleri ödenen teşhir mallarının davalıya devrettiğini, mağazayı da ona bıraktığını, iade edilen mallar ve davalıya teslim edilen mağaza için davalıdan bir bedel alınmadığını, taraflar arasındaki şifahi anlaşmaya göre teşhir malları ve mağazanın davalıya bırakılması karşılığında davalıda bulunan çeklerin iadesi konusunda anlaştıklarını, daha önce alınan mallar karşılığında verilen çeklerin iade edilmediğini ancak daha sonra cari hesaba dayanan takip başlatıldığını, böyle bir borç bulunmadığını, takibin haksız olduğunu belirterek İstanbul … İcra Müdr. … sayılı dosyasından dolayı borçlu olmadığının tespitine, müvekkilinin karşılığını alamadığı gerçek bedelleri gösterilen fatura rakamlarından dolayı alacaklı olduğunun tespitine, mağazanın kıymetinin takdiri ile alacaklı olduğunun tespitine ve tahsiline karar verilmesini istemiştir. Davalı vekili cevap dilekçesinde özetle; Taraflar arasında bayilik ilişkisi bulunduğunu, davacı tarafından alınan teşhir ürünlerinin bayiliğin sona ermesi sonucunda bedelinin ödendiğini ve borçtan mahsup edildiğini, bunun cari hesap tablosunda gösterildiğini, mağazanın müvekkili şirkete bırakılması konusunda söylendiği şekilde bir anlaşma bulunmadığını, davacı hakkında başlatılan takibin usule uygun şekilde kesinleştiğini belirterek davanın reddine karar verilmesini istemiştir. İlk derece mahkemesince yapılan yargılama sonunda; “Taraflar arasında bayilik sözleşmesi bulunduğu 2003 yılında ilişkinin sona erdiği, davalı tarafından başlatılan icra takibinin kesinleştiği olguları sabittir. Uyuşmazlık bayilik sözleşmesinin yürürlükte olduğu dönemde davacının cari hesaptan kaynaklanan borcunun bulunup bulunmadığı, bayiliğin sona ermesi sebebiyle davalı tarafa iade edilen mallar nedeniyle gerekli mahsup işleminin yapılıp yapılmadığı, sonuç olarak bayilik sözleşmesinin tasfiyesi sonucunda tarafların birbirlerinden alacaklı – borçlu olup olmadıkları konularındadır. Taraflar arasında bayilik anlaşması bulunduğu 2003 yılında sonlandırıldığı, bir kısım teşhir ürününün davalıya iade edildiği sabittir. Davacı teşhir faturaları kapsamındaki malların miktarını ve tamamının davalıya teslim edildiğini ispatlayamamıştır. Ancak davalı taraf cevabında 27.247,06.-TL tutarlı teşhir ürününün iade alındığını kabul etmektedir. Bu kısım dışındaki ürünün iadesi davacı tarafından ispatlanamamıştır. Davalı cari hesaptan kaynaklanan alacak için takip başlatmıştır. Bu nedenle cari hesaptan kaynaklanan alacağı ispat yükü davalıdadır. Davalı cari hesaptan kaynaklanan alacağını mal ve hizmet satışı/teslim bazında ispatlayamamıştır. 2005 yılında başlattığı takip talebine ilişkin alacağın dayanağını oluşturan ticari kayıt ve belgeleri görülmekte olan dava açıldıktan sonra 01.04.2014 tarihinde saklama süresinin dolduğundan bahisle imha etmiştir. İmha işlemi, Vergi Mevzuatı ve TTK’ya aykırı değilse de ispat yükünde değişiklik sonucunu doğurmaz. Ancak takip dayanağı cari hesap ekstresi incelendiğinde cari hesap alacağının ödenmeyen çeklere dayandığı, davacının da ticari ilişkinin tasfiyesi aşamasında kalan borç için çeklerin verildiğini dava dilekçesinde kabul ettiği görülmektedir. O halde davalının takip dayanağı çeklerden dolayı alacaklı olduğu kabul edildiğine, davacı da bu çeklerin ödenmiş olduğunu belgeleyemediğine göre takip konusu alacağın varlığının dolaylı şekilde kanıtlandığı kabul edilmelidir. Davalının cevap dilekçesinde 27.247,06.-TL tutarlı teşhir ürününü aldığını kabul ettiği dikkate alındığında davalının takip tarihi itibariyle davacıdan 54.090,77.-TL tutarında alacaklı olduğu ancak bundan (kabul ettiği)iade edilen ürünler sebebiyle 27.247,06.-TL’nin mahsubunun gerektiği, dava menfi tespite yönelik olduğundan takibin iade edilen teşhir ürünleri bedeli kadar(27.247,06.-TL) davacının davalıya borçlu olmadığının kabulüne karar verilmesi gerektiği sonucuna ulaşılmıştır. Davacının diğer alacak talebi yönünden; davacı, taraflar arasındaki ilişkinin sonlanması aşamasında mağazayı tefrişatlı şekilde davalıya teslim ettiğini, tefrişatın belirli bir bedel mukabili davalıya iade edildiğini ispatlayamamıştır. Davacının mağazadan ayrıldığı aşamada kıymet oluşturan unsurları alıp götürmesi mümkünken götürmemiş olması, daha sonra bunların bedelini talep hakkı doğurmaz. Esasen davacının sözünü ettiği tefrişatın varlığı ve değeri de kanıtlanabilmiş değildir. İşyerinin bırakılmasından yaklaşık 10 yıl sonra açılan bu davada durumun fiili olarak tespiti de mümkün değildir. Davalının kusuru olmaksızın işi bırakıp işyerinden ayrılan davacının kalıcı masrafları(Boya-badana, dekorasyon vs) talep hakkının da bulunmadığı, davacının mağazanın bırakıldığı haliyle davalı tarafından kullanıldığı/yararlanıldığı hususunun kanıtlanamadığı, mağaza devrinden kaynaklanan alacak başlığı altındaki taleplerin reddi gerektiği sonucuna ulaşılmıştır. Davacı takip öncesi temerrüde düşürülmediğinden işlemiş faiz talebi yönünden borçlu olmadığı ” gerekçesiyle davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir. Davacı vekili istinaf dilekçesinde özetle; Kararın Anayasanın 141. ve HMK’nun 297. maddelerine aykırı olduğunu, alacaklarına delil olarak sundukları faturalardan kararda bahsedilmediğini, davalıya tebliğ edilen ve itiraz edilmeyen bu faturaların hangi hukuki dayanaklarla dava delili olarak kabul edilmediğinin gerekçeleri ile açıklanmadığını, tanıklarının dinlenmediğini, davaya konu icra takibinin dayanağı cari hesaba dayanak gösterilen çeklerin ters kayıt şekil şartlarına haiz olmadığına yönelik iddialarının açıklanmadığını, -Dosya içerisindeki bilirkişi raporunda, davalının cari hesap alacağının ispat edilemediğinin belirtildiğini, ancak Mahkemenin cari hesabı geçerli kabul ettiğini, mahkemenin atadığı bilirkişinin raporundaki görüşlerinden kararında hiç bahsetmediğini, hukuk dışında özel uzmanlık gerektiren ilgili hususlarda, uzman bilirkişinin değerlendirmelerine neden itibar etmediğini kararında açıklamadığını, -Mahkemenin dilekçede belirtip harcını yatırdıkları dava kıymetini yeterli görmeyerek, davanın belirli alacak davası olduğunu değerlendirmesi ve bu doğrultuda harç ikmal kararı vermesinin usul ve yasaya aykırı olduğunu, -Mahkemeye delil olarak sunduğu faturaların 3 ayrı grup olup bunlardan 2 grup fatura aynı mal iadesi için kesildiğini, davacı tarafından kesilen ilk grup faturalardaki gerçek fiyatların kabul edilmemesi nedeniyle bu faturalar üstü çizilerek iptal edildiğini, bu faturaların davalının baskısıyla iptal edildiğinin taraflarınca savunulduğunu, davanın bu savunmalarımızın kabulü halinde hesabın bu grup faturalar üzerinden yapılması,aksi takdirde davalı tarafından kabul edilmiş ve tebliğ alınmış aynı husustaki 2.grup faturanın hesaplanarak bu faturalar üzerinden alacak hesabımızın yapılmasının talep edildiğini, bu nedenle kısmi dava açmasının, yasalara ve yerleşik Yargıtay kararlarına göre uygun olduğunu, mahkemenin üstelikte 2 defa bilirkişi hesap raporu istediği huzurdaki davayı belirli alacak davası olarak değerlendirerek, bu doğrultuda harç ikmali için karar vermesi usül ve yasaya aykırı olduğunu, Mahkeme nihai kararında, ara kararla tarafımıza tamamlattırdığı harç üzerinden müvekkil aleyhine yüksek karşı taraf vekalet ücretine ve yüksek miktarda karar harcına hükmederek müvekkilin zararına haksız olarak kararlar verdiğini, dava dilekçesinde belirttikleri şimdilik kaydıyla dava kıymetinin kabulüyle, davada ıslah hakkımızın kullandırılarak,müvekkil aleyhine hükmedilen yüksek, yargılama giderleri, karar harcı,karşı taraf vekalet ücreti yönünden de kararın bozulmasını, -Kararın dosya münderecatı ile çelişkili olduğunu, davalının müvekkile faturalandırdığı tüm malların davalının kestiği faturalarla ispatlandığını ve yine ayrıca işin tasfiyesi aşamasında davalıya satış gösterilerek iade edilen malların davalı tarafından imza ile kabul edildiğini gösteren davalı tarafından alındı olarak imzalanmış alacak faturalarının sunulduğunu, bu faturalar incelenmeksizin karar verildiğini, başka bir ifade ile sayın mahkemenin malları davalıya satış göstererek ispatlayamadığı görüşünün dosya münderecatı ile çelişkili olduğunu,kararda tasfiye aşamasında kalan borçlar için çekleri davalıya vermiştir şeklindeki gerekçenin yerinde olmadığını, bu beyanının dava dilekçesinde yer almadığını, -Bilirkişinin davacıdan istenilen faturaları incelemeden rapor düzenlediğini, mahkemenin de bu incelemeyi bilirkişiden istemeden, eksik inceleme ile karar verdiğini, tanık ve ters şekil şartları incelemeden karar verdiğini, tüm nedenlerle kararın kaldırılmasına karar verilmesini talep etmiştir. Davalı vekili istinaf dilekçesinde özetle; davacı aleyhine girişilen takibin İstanbul 22. İcra Hukuk Mahkemesinin kararı ile kesinleştiğini, Ticaret Mahkemesinin gerekçeli kararı uyarınca davalı şirketin davacı/borçludan alacaklı olduğunun sabit hale geldiğini, ancak alacaklarının miktarının değerlendirilmesi hususunda ilk derece mahkemesince hatalı bir değerlendirme yapıldığını, icra takibine konu edilen alacağın miktarının, teşhir ürünlerinin bedeli düşüldükten sonra kalan miktar olduğunu, Davacının müvekkil şirkete iade ettiği teşhir ürünlerinin bedellerinin cari hesabından düşüldüğünü, geriye kalan borç miktarı için icra takibi başlatıldığını ve kesinleştiğini, bu hususun icra takibinin ekinde yer alan cari hesap dökümleri ile de sabit olduğunu, -davacı tarafından keşide edilen çeklerin halen davalının uhdesinde olduğunu, çeklerin bedelinin ödendiğinin davacı tarafça ispat edilemediğini, davanın tam kabulüne karar verilmesi gerektiği bu nedenle kararın kaldırılmasına karar verilmesini talep etmiştir. İnceleme, 6100 sayılı HMK’nın 355. madde hükmü uyarınca istinaf dilekçesinde belirtilen sebeplerle sınırlı olarak ve kamu düzenine aykırı hususların olup olmadığı gözetilerek yapılmıştır. Kural olarak alacaklı, alacağının tümü için dava açmak zorunda olmayıp, alacağının belli bir bölümünü dava konusu yapabilir. Zira; hiç kimse kendi lehine olan davayı (tam dava) açmaya zorlanamaz. (HMK m.24/ 2) Bu bağlamda davacının alacağının şimdilik belli bir kesimi için açtığı davaya, kısmi dava denilir. Kısmi dava 6100 Sayılı HMK’nun 109. maddesinde düzenlenmiş olup, maddenin birinci fıkrasında: “Talep konusunun niteliği itibarıyla bölünebilir olduğu durumlarda, sadece bir kısmı da dava yoluyla ileri sürülebilir” denilmiştir. Bir davanın kısmi dava olarak nitelendirilebilmesi için, alacağın tümünün aynı hukuki ilişkiden (mesela, ödünç veya satış sözleşmesinden) doğmuş olması ve bu (aynı hukuki ilişkiden doğan) alacağın şimdilik bir kesiminin dava edilmesi gerekir. Dava konusu alacak, bir alacağın belli bir kesimi değil (bilakis bağımsız bir alacak) ise, o zaman dava, kısmi dava olarak nitelendirilemez. Davacının davasını açıkça kısmi dava olarak nitelendirmesi zorunlu değildir. Davacının kısmi dava mı yoksa tam dava mı açtığı, dava dilekçesinden (talep neticesinden) anlaşılır. Davacı, dava sebebi olarak gösterdiği vakıalardan doğan alacağının tümünü mü, yoksa yalnız bir kesimini mi istediğini açıkça bildirmelidir, (m.119, l/ğ). Aksi halde, yani davacı alacağının yalnız bir kesimi için dava açtığını bildirmemiş ise, dava, kısmi dava değil tam dava sayılır.Kısmi davanın açılması mümkün olan hallerde davacının, yargılama giderlerinden tasarruf etmek için, kısmi dava açmasında korunmaya değer (meşru) bir hukuki yararı vardır. Buna karşılık, bir alacağın (keyfen) küçük parçalara bölünerek, her parça için ayrı ayrı dava açılmasında, korunmaya değer bir hukuki yarar yoktur. 6100 Sayılı Kanun ile birlikte, yukarıda belirtilen çerçevede belirsiz alacak davası açma imkanı tanınarak, belirsiz alacaklar bakımından hak arama özgürlüğü genişletilmiştir. Zaman zaman 6100 Sayılı Kanun ile birlikte kabul edilen belirsiz alacak davası ile kısmi davaya ilişkin yeni düzenlemedeki sınırın tam olarak tespit edilemediği, birinin diğeri yerine kullanıldığı görülmektedir. Oysa bu iki davanın amacı ve niteliği ayrıdır. Alacak, belirli veya belirlenebilir ise, belirsiz alacak davası açılamaz; ancak şartları varsa kısmi dava açılması mümkündür. Kanunun kısmi dava açma imkanını ortadan kaldırmadığı da gözetildiğinde, belirli alacaklar için, belirsiz alacak davası açılamasa da, şartları oluştuğunda ve hukuki yarar bulunduğunda kısmi dava açılması mümkündür. Aksi halde, sadece ya belirsiz alacak davası açma veya belirli tam alacak davası açma şeklinde iki imkandan söz edilebilir ki, o zaman da kısmi davaya ilişkin 6100 Sayılı Kanun’un 109. maddesindeki hükmün fiilen uygulanması söz konusu olamayacaktır. Çünkü, belirsiz alacak davasında zaten belirsiz alacak davasının sağladığı imkanlardan yararlanarak dava açılabilecek; şayet alacak belirli ise de, o zaman sadece tam eda davası açılabilecektir. Oysa kanun koyucunun abesle iştigal etmeyeceği prensibi gereği, anılan maddeyle kısmi davaya ilişkin düzenleme yapıldığı düşünülerek ve Kanundaki sınırlamalara dikkat edilerek kısmi dava açılabilecektir. Bu noktada şu da açıklığa kavuşturulmalıdır ki, mevcut davada dava dilekçesindeki davacı talepleri dikkate alındığında, davanın menfi tespit davası olduğu ve icra takibine konu menfi tespit davası olduğu, davanın açıkça belirsiz alacak davası olarak mı açıldığı kısmi dava olarak açıldığı belli olmadığından, dava dilekçesinden de talep sonucunun tam olarak anlaşılamadığı görüldüğünden, Mahkemece bu noktada kurulan ara kararın yerinde olduğu, davacı tarafça bu ara kararın harç tamamlatılarak yerine getirildiği ve bu ara karara itiraz edilmediği, bu durumda ara kararın hukuki sonuçlarının da kabul edildiğinin davacı tarafın kabulünde olduğunun kabul edilmesi gerektiği, bu durumda ara karar yerine getirildikten sonra davanın kısmi dava olarak nitelendirilmesi gerektiğine ilişkin istemin dinlenemeyeceği, davacı her ne kadar Mahkeme kararının gerekçesiz olduğunu ileri sürmüş ise de, kararın gerekçesinin bulunduğu, faturanın tek başına teslimi ispat etmeyeceği, itiraz edilmeyen faturaların içeriğindeki malların teslim edildiğinin faturaların içeriğindeki ürünlerin teslimi hususunda ispat yükünün davacı tarafta olduğunun kabulünde isabetsizlik bulunmaması ile, sehven yapılan muhasebe hatalarının her zaman defter kayıtlarında ters kayıt yapılarak düzeltilmesinin mümkün olduğunu dikkate alınarak, davacının bu istinaf istemlerinin de yerinde olmadığı gerekçe içeriğine göre, ilk derece mahkemesi kararında davanın esasıyla ilgili tarafların gösterdiği hükme etki edecek tüm delillerin toplandığı, davalının istinaf isteminin ise, davacıya 27.247.06 TL borçlu olduğunu kabul ettiğini beyan ettiği ve bu borcu cari hesaptan düştüklerine ilişkin dosyada delil bulunmadığı, bu nedenle cari hesaptan Mahkemece bu bedelin düşülmesinde aykırı bir durum bulunmadığı, davalının istinaf isteminin de bu nedenle yerinde olmadığı, kanunun olaya uygulanmasında ve gerekçede hata edilmediği, ihtilafın doğru olarak tanımlandığı anlaşılmakla, bu durumda; dosyadaki mevcut delil durumu, davacı vekilinin ileri sürdüğü istinaf sebepleri dikkate alındığında, mahkemece kurulan hükümde usul ve esas yönünden yasaya aykırılık bulunmadığından davacı ve davalı vekillerinin istinaf talebinin 6100 Sayılı HMK’nın 353/1-b/l. maddesi gereğince ayrı ayrı esastan reddine karar verilmesi gerektiği kanaat ve sonucuna varılarak aşağıdaki hüküm kurulmuştur.
HÜKÜM: Gerekçesi yukarıda açıklandığı üzere; 1- Usûl ve yasaya uygun İstanbul 2. Asliye Ticaret Mahkemesi’nin 17/04/2017 tarih ve 2014/912 E., 2017/448 K. sayılı kararına karşı davacı ve davalı vekilleri tarafından yapılan istinaf taleplerinin 6100 Sayılı HMK’nın 353/1-b/1. maddesi gereğince ayrı ayrı ESASTAN REDDİNE, 2- Davacıdan alınması gerekli 59,30 TL maktu istinaf karar ve ilam harcından peşin yatırılan 31,40 TL harcın mahsubu ile bakiye 27,90 TL harcın davacıdan tahsiliyle Hazineye GELİR KAYDINA, 3- Davalıdan alınması gerekli 3.023,92 TL nispi istinaf karar ve ilam harcından peşin yatırılan 756,00 TL harcın mahsubu ile bakiye 2.267,92 TL harcın davalıdan tahsiliyle Hazineye GELİR KAYDINA, 4- Taraflarca istinaf aşamasında yapılan yargılama giderinin üzerilerinde BIRAKILMASINA, 5- İncelemenin duruşmasız olarak yapılması sebebiyle taraflar yararına vekalet ücreti takdirine YER OLMADIĞINA, 6- Taraflarca yatırılan gider avansından harcanmayan kısmın karar kesinleştiğinde İADESİNE, 7- Karar tebliği, harç tahsil müzekkeresi düzenlenmesi, harç ve avans iadesi işlemlerinin İlk derece Mahkemesince yerine GETİRİLMESİNE, 6100 Sayılı HMK’nın 353/1-b/1. maddesi gereğince, dosya üzerinde yapılan inceleme sonucunda ve 6100 Sayılı HMK’nın 362/1-a. maddesi gereğince, miktar itibariyle kesin olmak üzere oy birliğiyle karar verildi. 01/04/2021