Emsal Mahkeme Kararı İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 44. Hukuk Dairesi 2020/247 E. 2021/68 K. 21.01.2021 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı henüz kesinleşmemiştir. Yararlı olması amacıyla eklenmiştir.

T.C.
İSTANBUL
BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ
44. HUKUK DAİRESİ
T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
İ S T İ N A F M A H K E M E S İ K A R A R I
DOSYA NO: 2020/247
KARAR NO : 2021/68
İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ: İstanbul Anadolu 2. Fikrî ve Sınaî Haklar Hukuk Mahkemesi
TARİHİ: 19/09/2017
NUMARASI : 2016/92 E. 2017/178 K.
DAVANIN KONUSU: Tazminat (Sözleşmeden Kaynaklanan)
İSTİNAF KARAR TARİHİ : 21/01/2021
Yukarıda yazılı ilk derece mahkemesi kararına karşı, istinaf yasa yoluna başvurulması üzerine yapılan inceleme sonucunda;
GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ: Davacı vekili dava dilekçesinde; İstanbul Bostancı’da … markası adı altında ve genellikle Rum müziği yapan eğlence mekanı olarak hizmet veren iş yeri bulunduğunu, söz konusu mekanın ilk başlarda çok kısa bir süre ortağı olarak işletmesinde bulunan davacı …’nin “…” markasını kendi adına tescil ettirdiğini, ancak bu şahsın ortaklıktan ayrılmasından sonra müvekkilinin 28.12.2015 tarihinde marka yenileme talebi ile TPMK’ya başvurarak markanın 10 yıl için kendi adına yenilediğini, ancak davalı şirketin 29.12.2015 tarihinde kötü niyetli bir şekilde … markası üzerinde birkaç ufak değişiklik yaparak ana karakter ve isimde bir değişiklik yapmayarak marka tescil başvurusunda bulunduğunu, söz konusu başvurunun müvekkili tarafından itiraz edilmesi üzerine tescil edilmediğini, davalının dava konusu markayı defalarca uyarılmasına rağmen kullanmaya devam ettiğini, bu durumun markaya tecavüz ve haksız rekabet teşkil ettiğini belirterek, bu sebeplerle davacıya ait Mastori markasına tecavüzün önlenmesine, markayı taşıyan tabelaların sökülmesine, reklam vasıtası, basılı evrak ve belgelerin imhasına, fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak şartıyla 15.000,00 TL manevi ve 1.000,00 TL maddi olmak üzere toplam 16.000,00 TL tazminatın en yüksek mevduat faizi ile birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.Davacı vekili 05.09.2017 tarihli ıslah dilekçesi ile bilirkişi raporu doğrultusunda 1.000,00 TL olan maddi tazminat talebini 271.868,09 TL olarak artırdıklarını beyan etmiş ve eksik harcını tamamlamıştır. Davalı vekili cevap dilekçesinde; Müvekkili şirketin uzun yıllardan beri … adlı restaurantı işletmekte iken, restorantın alt katında bulunan bir başka salonu da “Farklı Meyhane …” adı altında düzenleyerek haftanın bazı günleri eğlence yeri olarak işlettiğini, müvekkilinin davacı ile ortaklığı bulunmadığını, “…” markasının müvekkili şirketin tescilli markası olduğunu, davacıya ait … markası ile müvekkiline ait markanın farklı sınıflarda tescil edildiğini, müvekkili tarafından davacının marka hakkına tecavüzde bulunulmadığını belirterek, açılan davanın reddine karar verilmesini talep etmiştir.İlk Derece Mahkemesince;Davacı tarafından dosyaya sunulan 2006 yılına ait … dergisi incelendiğinde, davacı ile … isimli iş yerinin sahipleri olan … ve … Kadıköy gecelerine … isimli eğlence mekanını kazandırdıklarının haber yapıldığı, “…” lakabıyla tanınan davacının bizzat bu konuyla ilgili açıklamada bulunduğuna dair fotoğraflı haber yayınlandığının tespit edildiği, Her ne kadar davalı taraf davacı ile ortaklık yapmadıklarını savunmuşlarsa da, gerek dava dilekçesinde davacı tarafın bu yöndeki açıklama ve kabulleri, gerekse bizzat davacı tarafça dosyaya sunulan dergi içeriğinden 2006 yılında davacının bir süre davalı şirket ortakları ile birlikte …Meyhane isimli eğlence mekanını birlikte işlettikleri, ortaklıklarının hangi tarihte ve ne şekilde sonlandığı tespit edilememişse de davacının da kabulünde olduğu gibi o tarihten dava tarihine kadar davalıların bu markayı kullanmaya devam ettikleri,Davalı tarafın, davacının markasını kullanmadıklarını, ancak kullanılmış olsa bile aradan uzun bir süre geçtikten sonra markaya tecavüz davası açamayacağını savunduğunu,Somut olayda, davacı tarafın, davalı şirket ortakları ile birlikte 2006 yılında “…” markasını kullanmaya başladığı, davacının da aynı sektörde başka bir isimle işletmesi bulunduğundan, bir süre ortaklık yaptığı aynı sektörde yer alan davalıların bu markayı kullanmaya devam ettiklerinden haberdar olmamasının hayatın olağan akışı ile bağdaşmadığı, “…” ibaresinin kullanıldığı davacı tarafından bilindiği halde, bu kullanıma karşı anılan süre içinde her hangi bir ihtar, açılmış bir dava veya muaraza çıkarılmamış olması karşısında davacı tarafından anılan ibarenin kullanılmasının benimsediğinin kabulü gerektiği, davalıların kullanımlarının 2006 yılında başlamasına rağmen davanın açıldığı 2016 tarihine kadar 10 yıllık bir süre içinde “…” ibaresine ilişkin her hangi bir itirazda bulunulmamasının sessiz kalmak suretiyle hak kaybına uğramak için yeterli bir süre olduğu,Davalıların markanın kullanıldığı mekana yatırım yaptıkları ve bu isimle tanıttıkları, davacının kendi markasını kendi işletmesinde veya başka bir yerde hiç kullanmadığı, bu nedenlerle yaklaşık 10 yıl sonra marka haklarına tecavüz edildiği iddiasında bulunmasının iyi niyetli olmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.Davacı vekili istinaf dilekçesinde;Davalı tarafından ileri sürülen sessiz kalma yoluyla hak kaybı iddiasının, savunmayı genişletme olduğunu, bu hususun dilekçeler teatisi ve ön inceleme aşaması geçildikten sonra ileri sürüldüğünü, mahkemece re’sen ele alınamayacağını, Mahkeme kararının gerekçesinde değinilen 4721 Sayılı TMK’nın 2. maddesi gereğince dürüstülük kuralının davalı aleyhine uygulanması gerektiğini, kötüniyetli olanın davalı olduğunu, Somut olayda, lisans bedeline ilişkin olarak daha önce taraflar arasında sözlü olarak anlaşıldığını, ancak anlaşma gereklerinin davalı tarafça yerine getirilmediğini, bu sebeple aynı markanın ilgisiz sınıflarda tescil edilmesi yoluna gidildiğini, Eldeki dava dosyası ile bağlantılı olan ceza davasında, dosyaya sunulan bilirkişi raporunun mahkemece dikkate alınmadığını, Davalının kötüniyetli olduğunu, bu nedenle iptal davasının belli bir süreye bağlı olmadığını beyan ederek hatalı olduğu ileri sürülen İlk Derece Mahkemesi kararının kaldırılmasına karar verilmesini talep etmiştir. İnceleme, 6100 Sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun(HMK) 355. maddesi hükmü uyarınca istinaf dilekçelerinde belirtilen sebeplerle sınırlı olarak ve kamu düzenine aykırı hususların olup olmadığı gözetilerek yapılmıştır.Dava, davacı adına tescilli “…” markasının davalı tarafından “… FARKLI MEYHANE” adıyla aynı veya benzer şekilde kullanıldığı gerekçesiyle meydana geldiği iddia edilen tecavüzün ve haksız rekabetin önlenmesi ile maddi ve manevi tazminata ilişkindir. Dosyaya davacı tarafından sunulan ”…” isimli dergi içeriği incelendiğinde; 2006 yılında davacının bir süre davalı şirket ile birlikte ”… FARKLI MEYHANE” isimli eğlence mekanını işlettiği, dolayısıyla davacının, “… FARKLI MEYHANE” adının kullanıldığını 2006 yılında bildiğinin kabul edilmesi gerektiği açıktır. Eldeki davanın ise aradan 10 yıl geçtikten sonra 11.05.2016 tarihinde açıldığı görülmüştür. Dolayısıyla istinaf sebepleri bakımından tartışılması gereken ilk husus sessiz kalma yoluyla hak kaybı ilkesidir.Sessiz kalma yoluyla hak kaybı ilkesi, her ne kadar halihazırda yürürlükte olan 6769 Sayılı SMK’nun 25/6. maddesinde düzenlenmiş ise de, dava tarihinde yürürlükte olan ve somut olaya uygulanması gereken 556 Sayılı Markaların Korunması Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamede yer almamış, ancak Yargıtay içtihatları ile uygulamada yerini bulmuştur. Sessiz kalma yoluyla hak kaybı, önceki hak sahibinin, hakka konu ticari ad ve işareti iyi niyetli bir şekilde kullanan kişiye karşı dava açma hakkını uzun süre kullanmaması ve ihlallere sessiz kalarak ticari ad ve işareti koruma hakkını yitirmesi demektir. Sessiz kalma yoluyla hak kaybı ilkesinin temeli 4721 Sayılı Türk Medeni Kanunu’nun (TMK) 2. maddesine dayanmaktadır. Anılan madde; “Herkes, haklarını kullanırken ve borçlarını yerine getirirken dürüstlük kurallarına uymak zorundadır. Bir hakkın açıkça kötüye kullanılmasını hukuk düzeni korumaz.” hükmünü haizdir. Buna göre, anılan madde ile hukuk düzeninin kişilere tanıdığı bütün hakların kullanılmasında göz önünde tutulması ve uyulması gereken iki temel ilkeye yer verilmiş olup, öncelikle hakların dürüstlük kuralına uygun kullanılması gerektiği ifade edilmiş, ardından hakların açıkça kötüye kullanılmasını hukuk düzeninin korumayacağı belirtilmiştir. Sessiz kalma yoluyla hak kaybında, hak genel olarak sona ermemekte, sadece bu haktan eylemine sessiz kalınan kişi ya da kişilerin yararlanmasına katlanılmaktadır. Zira tacirin, bir hakkını bilerek isteyerek belli bir süre kullanmaması sebebiyle ticaret unvanından doğan hakkı kaybolmamakta, sadece uzun süredir var olan kullanıma/tescile sessiz kalmış olması sebebiyle bu duruma zımnen icazet verildiği kabul edilmektedir. Somut davada, sessiz kalma yoluyla hak iddiasının, davalı tarafça ilk defa tahkikat aşamasına geçildikten sonra 01.08.2017 havale tarihli dilekçe ile ileri sürüldüğü, mahkemece bu ilkeye dayanılarak davanın reddine karar verildiği, kararın davacı tarafça istinaf başvurusuna konu edildiği ve istinaf başvurusunda; sessiz kalma yoluyla hak kaybı iddiasının dilekçeler teatisi tamamlandıktan sonra ileri sürüldüğü, bu hususun savunmanın genişletilmesi mahiyetinde olduğu, mahkemece re’sen dikkate alınamayacağının ileri sürüldüğü görülmüştür.Doktrindeki bir kısım görüşler, sessiz kalma yoluyla hak kaybı iddiasının bir defi niteliğinde olduğu yönündedir. Buna göre, sessiz kalma yoluyla hak kaybında, hak genel olarak sona ermemekte, sadece bu haktan eylemine sessiz kalınan kişi ya da kişilerin yararlanmasına katlanılmaktadır. Bu nedenle defi olarak ileri sürülmesi gerekmektedir. Ancak diğer kısım görüşler ise, sessiz kalma yoluyla hak kaybı iddiasının bir itiraz niteliğinde olduğu yönündedir. Buna göre, sessiz kalma yoluyla hak kaybı ilkesinin dayanağını TMK’nın 2. maddesinde yerini bulan dürüstlük ilkesi oluşturmaktadır. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 26.02.2020 tarih, 2017/11-27 Esas, 2020-225 Karar sayılı kararı ile Yargıtay 11. HD’nin 2011/7104 Esas, 2012 14860 Karar, 2010/6588 Esas, 2011/17257 Karar, 2010/12137 Esas, 2012/16604 Karar sayılı kararları da bu yöndedir. Hemen belirtilmelidir ki; sessiz kalma sebebiyle dava açılamayacağı yönündeki savunma bir def’i olmayıp itirazdır. Zira sessiz kalma yoluyla hak kaybı ilkesinin dayanağı TMK’nın 2. maddesi olduğuna göre, dava açılması açıkça hakkın kötüye kullanılması niteliğinde ise ve bu durum dava dosyasından ortaya konulabiliyorsa, sessiz kalma yoluyla hak kaybı bir itiraz olarak kabul edilip hâkim tarafından resen dikkate alınmalıdır. Keza TMK’nin 2/2. maddesi gereğince bir hakkın açıkça kötüye kullanılmasını hukuk düzeni korumaz.Somut davada, gerek tarafların iddia ve savunmaları ve gerekse dosyaya davacı tarafından sunulan ”Kadıköy Life” isimli dergi içeriği incelendiğinde; 2006 yılında davacının bir süre davalı şirket ortakları ile birlikte ”… FARKLI MEYHANE” isimli eğlence mekanını işlettiği, dolayısıyla davacının, “… FARKLI MEYHANE” adının kullanıldığını 2006 yılında bildiğinin kabul edilmesi gerektiği, eldeki davanın ise aradan 10 yıl geçtikten sonra 11.05.2016 tarihinde açıldığı, somut olayın özellikleri de değerlendirildiğinde bu sürenin hak kaybı için yeterli bir süre olduğu, İlk Derece Mahkemesi kararının yerinde olduğu, bu nedenle davacı tarafın istinaf başvurusunun esastan reddi gerektiği sonucuna varılmıştır.Dosyadaki belgelere, duruşma sürecini yansıtan tutanaklar ve gerekçe içeriğine göre, ilk derece mahkemesi kararında davanın esasıyla ilgili tarafların gösterdiği hükme etki edecek tüm delillerin toplandığı, kanunun olaya uygulanmasında ve gerekçede hata edilmediği, ihtilafın doğru olarak tanımlandığı, kararın usul ve yasaya uygun olduğu anlaşıldığından davacı vekilinin yerinde bulunmayan istinaf başvurusunun 6100 Sayılı HMK’nın 353/1-b/1 maddesi gereğince esastan reddine karar verilmesi gerekmiştir.
HÜKÜM: Gerekçesi yukarıda açıklandığı üzere;1-Usûl ve yasaya uygun İstanbul Anadolu 2. Fikrî ve Sınaî Haklar Hukuk Mahkemesi’nin 19/09/2017 tarih ve 2016/92 E. 2017/178 K.sayılı kararına karşı davacı vekili tarafından yapılan istinaf talebinin 6100 Sayılı HMK’nın 353/1-b/1 maddesi gereğince ESASTAN REDDİNE, 2- Davacıdan alınması gerekli 59,30 TL maktu istinaf karar ve ilam harcından davacı tarafından yatırılan 31,40-TL harcın mahsubu ile bakiye 27,90 TL harcın davacıdan alınarak Hazineye GELİR KAYDINA, 3- İncelemenin duruşmasız olarak yapılması nedeniyle taraflar yararına avukatlık ücreti takdirine YER OLMADIĞINA,4- Davacı tarafça istinaf aşamasında yapılan yargılama giderlerinin üzerinde BIRAKILMASINA,5- Davacı tarafça yatırılan gider avansından harcanmayan kısmın karar kesinleştiğinde İADESİNE,Dosya üzerinde yapılan inceleme sonucunda, 20/07/2017 tarih ve 7035 sayılı Kanunun 31 inci maddesiyle değişik HMK. m. 361/1. hükmü gereğince, kararın tebliğinden itibaren 2 hafta içerisinde Yargıtay’a temyiz başvurusunda bulunma yolu açık olmak üzere, oy birliğiyle karar verildi. 21/01/2021