Emsal Mahkeme Kararı İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 44. Hukuk Dairesi 2020/1652 E. 2023/756 K. 06.07.2023 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı henüz kesinleşmemiştir. Yararlı olması amacıyla eklenmiştir.

T.C.
İSTANBUL
BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ
44. HUKUK DAİRESİ
T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
İ S T İ N A F M A H K E M E S İ K A R A R I
DOSYA NO: 2020/1652
KARAR NO: 2023/756
İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ: İstanbul 1. Fikrî ve Sınaî Haklar Hukuk Mahkemesi
TARİHİ: 18/06/2019
NUMARASI: 2017/378 E. – 2019/285 K.
DAVANIN KONUSU: Marka (Tecavüzün Ref’i İstemli)
İSTİNAF KARAR TARİHİ: 06/07/2023
Yukarıda yazılı ilk derece mahkemesi kararına karşı, istinaf yasa yoluna başvurulması üzerine yapılan inceleme sonucunda;
GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ: Davacı vekili dava dilekçesinde özetle; Davalının müvekkilinin tescilli “…” ibaresini müvekkili ile aynı mal ve hizmet sınıfında satışa sunduğunu, ürünlerde, reklamlarında, dergi ilanlarında, tanıtıcı iş yeleği, ürün ambalajları üzerinde markasal olarak kullandığını, davalı yanın tecavüz niteliğindeki fiillerini, müvekkilinin müteaddit uyarılarına rağmen, halen sürdürmekte olduğunu, bu hususta davalıya noter aracılığı ile ihtarname gönderildiğini ve davalı yanında vermiş olduğu cevabi ihtarname ile, “…” ibaresini herhangi bir ilan ya da tabela üzerinde kullanmamaya özellikle dikkat edeceklerini bildirdiğini, ancak buna rağmen davalının tecavüz niteliğindeki kötü niyetli kullanımlarını devam ettirdiğini iddia ederek, davalı tarafından müvekkilinin tescilli markasına vaki tecavüzünün tespitini, durdurulmasını, önlenmesini ve ref’ini, tecavüz teşkil eden kullanımlardaki … ibaresinin davalının internet alan adından, broşürlerinden, tabelalarından, etiketlerinden, ambalajlarından, fişlerinden, her türlü belge ve formlarından, yazışmalarından, kaşe ve sair tanıtım materyallerinden çıkartılmasını, silinmesini, silinemeyecek halde ise imha edilmesini ve hükmün ilanını talep ve dava etmiştir. Davalı vekili cevap dilekçesinde özetle; Kendilerinin bu uyuşmazlıkta hasım olamayacaklarını, markayı ne kullanan, ne satan, ne de üreten veya dağıtan kişi olmadıklarını, kendilerinin sipariş verilmesi üzerine Almanya’daki firma ile sipariş veren arasındaki siparişe aracılık eden ve komisyon alan firma olduklarını, sözleşme örneğini dilekçe ekinde sunduklarını, davaya konu kullanım sadece “…” ibaresi ile olmayıp,” …” ibaresi ile ve özel logosu ile kullanıldığını, kullanımın tescilli markaya dayalı olduğunu, sorun var ise davacı ile ilgili firma arasında çözülmesi gerektiğini ve taleplerin yersiz olduğunu savunarak, davanın reddini talep etmiştir. İlk Derece Mahkemesince; ” Kullanıma esas olan tüm görsellerde … markasının ön planda olduğu, markanın özellikle sarı ve siyah renklerle kombin edildiği, markaya ayırt edicilik katan unsurun … ibaresi olduğu … ibaresinin markaya bir ayırt edicilik katmadığı öte yandan markanın bölünerek incelenmesi kuralının marka hukuku ilkelerine ters olduğu, markanın bir bütün olarak yarattığı etkinin incelenmesi gerektiği anlaşıldığında somut olayda marka hakkını ihlal ve haksız rekabetin bulunmadığı anlaşılmıştır.Dolayısıyla ayırt ediciliği düşük olan genel ifadeler, harflerin kısaltılmış özellikle ikili harf bileşimleri herkesin kulanımına açık olduğundan markalar zayıf marka olarak kabul edilmektedir. Bir işaretin ayırt edici gücü, işaretin temsil ettiği kavramın adından veya tanımından uzaklaştığı, kavramdan bağımsızlaşarak anlamsızlaştığı ve kavramı çağrıştırmadığı ölçüde artmaktadır. Kullanılan işaretin ayırt edici gücünün zayıf ya da kuvvetli olması o işaretin bir alanda sıkça kullanılıp kullanılmadığına, orijinal olup olmadığına, kullanıldığı mal veya hizmeti tanımlayıp tanımlamadığına bağlı olabilmektedir, Davacının tescil ettirdiği … ibaresi hemen hemen hayatın tüm alınında herşey dahil, TV alanında iyi çözünürlük kısaltması anlamında kullanılmakta olup, ayırt edicililiği zayıf bir ibaredir ve orjinal değildir. Kaldı ki TPMK sayfasında hemen her sektörde çok önceden beri tescilli olduğu anlaşılmıştır. Öte yandan davacı markasını altıgen içinde … olarak bir şekil markası olarak tescil ettirmiş olup, tek başına … ibaresinin her alanda koruma sağladığını ileri sürmesi marka hukuku ilkelerine engeldir. Nitekim davalının da altıgen içinde … ibareli bir kullanımı yoktur. … şekil ibaresi Davacı tarafından tescil edilmiş olmasına rağmen ayırt ediciliğinin zayıflığı nedeniyle Marka Hukuku bağlamında 3.kişileri engellemesi mümkün olamayacağından , “Tanıtma işareti olarak zayıf bir marka seçen kimse, bunun sonuçlarına katlanmak, yani o tanıtma işaretinin, hatta ayırım gücü bakımında cüz’i sayılabilecek bazı tedbirler alınmak ve ilaveler yapılmak suretiyle hafifçe değiştirilmiş seklinin başkaları tarafından kullanılmasına tahammül etmek zorundadır” şeklindeki yüksek mahkeme ilamlarına ait gerekçe içerikleri de dikkate alındığında somut olayda marka hakkını ihlal söz konusu olmadığı dava dışı firmanın ise özel bir kombin ile sarı siyah renkler ile … markası ile birlikte bir kullanımı söz konusu olduğundan somut olayda marka ihlali yada haksız rekabet bulunmadığı anlaşılmıştır. TRIPS anlaşmasının 17. maddesinde; üye devletlerin KHK’nin 12.maddesinde, “Dürüstçe ve ticari veya sanayi konularıyla ilgili olarak kullanılmaları koşuluyla üçüncü kişilerin, ad ve adresini, mal veya hizmetlerle ilgili cins, kalite, miktar, kullanım amacı, değer, coğrafi kaynak, üretim veya sunuluş zamanı, veya diğer niteliklere ilişkin açıklamaları kullanmaları marka sahibi tarafından engellenemez” hükmü yer almaktadır. Buna göre bir marka üçüncü kişi tarafından eğer adında Ya da soyadında, işyeri adresinde yer aldığı için ya da üretim ya da satışını yaptığı ürün veye hizmetin ne olduğunu göstermek amacıyla kullanılıyor ise , kullanımın niteliği ile de sınırlı olarak ve dürüst ticari uygulamalara aykırı olmamak kaydıyla marka koruma kapsamında olmayacaktır. AB Adalet Divanının … sayılı “…” kararının 22. paragrafında belirtildiği üzere; “ulusal mahkeme, bir markanın ayırt edici karakterini ve bu ayırt ediciliğin yüksek olup olmadığını değerlendirirken, söz konusu markanın tescile konu malları veya hizmetleri belirli bir işletmeden gelen mallar veya hizmetler olarak gösterebilme ve bu yolla diğer işletmelerin mallarından veya hizmetlerinden ayırt etmeyi sağlama yeterliliğini bütünsel olarak incelemelidir. Belirtilen ilke çerçevesinde, zayıf bir markanın, pazar içerisinde asli işlevini yerine getirebilme potansiyeli daha düşük olduğundan, ayırt edici niteliği bulunmayan veya ayırt edici gücü zayıf olan bileşenleri dikkate alınarak, zayıf markaların koruma kapsamı daha dar olmalıdır. Marka hukuku ilkeleri , marka tescil belgeleri, sunulan materyaller bir bütün olarak incelendiğinde subut bulmayan” gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir. Davacı vekili istinaf dilekçesinde özetle; Mahkemece davalarının reddine karar verildiğini, mahkemece bilirkişi inceleme yapılmadan verilen kararın usul ve yasaya aykırı olduğunu, duruşmada bilirkişi incelemesi talep ettiklerini, arar kararla bu isteklerinin reddedildiğini, marka hakkına tecavüzün, tecavüz teşkil eden fiillerin, markalar arası karıştırma ihtimalinin olup olmadığının tespitinde tescilli markanın kayıtlı olduğu sınıf bakımından bilgisi olan uzman bir bilirkişiye ihtiyaç olduğunu, müvekkili şirket’in … tescil numarası ile 4, 7, 9, 10, 12, 17, 28, 37, 39, 40, 42 numaralı sınıflarda tescilli “…” ibareli ve … tescil numarası ile 17 numaralı sınıfta tescilli “…” ibareli birden çok sınıfta tescilli markaları olduğunu, dava dışı …’in de “…” ibareli markanın TPMK nezdinde … başvuru numarası ile 1,4, 6, 7, 9, 11, 12. sınıflar bakımından tescili için başvurusu bulunduğunu, tecavüz konusu marka müvekkili şirket’in tescilli markaları ile aynı mal ve hizmette kullanılmakta olup, ilgili mevzuata açıkça aykırılık bulunduğunu, kararda uyuşmazlık konusu “…” markasının esas unsurunun “…” ibaresi olduğu ve kullanıma esas olan tüm görsellerde bu ibarenin ön planda olduğu; “…” ibaresinin ise markaya bir ayırt edicilik katmadığı belirtildiğini, dava dışı …’in uyuşmazlık konusu markaya ilişkin ürünlerinin Türkiye’deki satışından sorumlu tek ticari temsilcisi olan Davalı Şirket, Müvekkil Şirket’in TPMK nezdinde tescilli “…” ibareli markalarına tecavüz teşkil eden fiillerde bulunduğunu, dolayısıyla Türkiye sınırları içerisinde marka hakkına tecavüz teşkil eden fiillerde bulunan taraf davalı şirket’in kendisi olduğunu, … … Hamburg Almanya adresinde muhkim dava dışı … tarafından gerçekleştirilen … başvuru numaralı “…” ibareli marka başvurusuna müvekkili şirket tarafından yapılan itirazın reddine ilişkin Türk Patent ve Marka Kurumu Yeniden İnceleme ve Değerlendirme Kurulu’nun 29822383 – 2018/68686/E. 2019-OE-16534 sayılı kararının iptaline; 10.02.2017 tarih ve … başvuru numaralı “…” ibareli markanın tescil işlemleri tamamlandıysa, markanın iptal ve hükümsüzlüğüne ve sicilden terkinine karar verilmesi talebiyle Müvekkil Şirket tarafından 28 Haziran 2019 tarihinde bir dava ikame edildiğini; işbu davanın halihazırda Ankara 1. Fikri ve Sınai Haklar Hukuk Mahkemesi’nin 2019/252 E. sayılı dosyası üzerinden görülmekte olduğunu, bu dava dosyasının huzurdaki dosya bakımından bekletici mesele yapılmasının zaruri olduğunu belirterek, istinaf başvurusunun kabulüne karar verilmesini talep etmiştir. Davalı vekili istinafa cevap dilekçesinde özetle; Mahkemece verilen kararın yerinde olduğunu, müvekkili şirketin davada hasım sıfatı taşımayacağını, dava konusu markayı kullanan tarafın müvekkil olmadığını, dava konusu marka kullanımı ile davacı tarafın iddiasındaki kullanım açısından hiçbir benzerlik olmadığını, davacı tarafça şekil olarak tescili yapılmış olan logo ile dava konusu logonun hiçbir benzerliği olmadığını, davacının kötü niyetli olduğunu, davacının istinaf dilekçesinin reddine karar verilmesini talep etmiştir. İnceleme, 6100 Sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 355. maddesi hükmü uyarınca istinaf dilekçesinde belirtilen sebeplerle sınırlı olarak kamu düzenine aykırı hususların olup olmadığı gözetilerek yapılmıştır. Davanın konusu davacı tarafından “…” ibareli markasının davalının ürünlerinde tabela ve etiket, broşür gibi materyallerde kullanmak suretiyle davacının markasına tecavüzde bulunduğunun tespiti ile men ve ref’i sonuçlarının giderilmesi, tecavüzü materyallerin imhası ve verilecek kararın ilanı talebine ilişkindir. TPE sicil kaydına göre; Davacının … şekil ibareli markasının … no ile 4,7,9,10,12,17,28,37,39,40,42. sınıflar için 27.02.2014 tarihinde tescil edildiği anlaşılmıştır. Ayrıca …, …, …, … no ile de tescilli olduğu, markanın altıgen (yatay geometrik şekil içinde) … ibarelerinden oluştuğu anlaşılmıştır. Dava tarihi itibariyle marka hakkına tecavüz davasında mülga 556 sayılı KHK’nin uygulanması gerekmektedir. Mülga 556 Sayılı KHK’nın 12. maddesine göre, “Dürüstçe ve ticari veya sanayi konularıyla ilgili olarak kullanılmaları koşuluyla üçüncü kişilerin, ad ve adresini, mal veya hizmetlerle ilgili cins, kalite, miktar, kullanım amacı, değer, coğrafi kaynak, üretim veya sunuluş zamanı veya diğer niteliklere ilişkin açıklamaları kullanmaları marka sahibi tarafından engellenemez.” hükmü yer almaktadır. Mahkemece, davacının marka ihlali olduğunu iddia ettiği “…” markası için ise … no ile başvuruda bulunulduğu henüz tescile bağlanmadığı ancak huzurdaki uyuşmazlıkta davacı markası zayıf marka olduğundan bu tescilin sonuçlanıp sonuçlanmayacağı bekletici mesele yapılmadığı belirtilmiştir.Dava dışı yabancı şirkete ait marka siciline başvuru üzerine davacı tarafından yapılan itiraz neticesinde itirazın reddine karar verildiği ve bu karara karşı kararın iptali, tescil işlemleri tamamlandıysa markanın iptal ve hükümsüzlüğüne ve sicilden terkinine karar verilmesi için Ankara 1. FSHHM’nin 2019/252 Esas sayılı dosyasında dava açıldığı, davanın derdest olduğu bekletici mesele yapılması gerektiği davacı tarafından ileri sürülmektedir.6100 sayılı HMK 266. maddeye göre, mahkeme çözümü hukuk dışında özel veya teknik bilgiyi gerektiren hallerde taraflardan birinin talebi üzerine yahut kendiliğinden bilirkişinin oy ve görüşünün alınmasına karar verir. Ancak genel bilgi veya tecrübeyle ya da hakimlik mesleğinin gerektirdiği hukuki bilgi ile çözümlenmesi mümkün olan konularda bilirkişiye başvurulamaz.Karıştırılma (iltibas) tehlikesi hukuki bir kavram olup, şu şeklide tanımlanabilir: İki ayrı marka karşısında bulunan kişilerin, bu markaların benzerliği sebebiyle, sunulan mal veya hizmetlerin ayrı işletmeye veya ekonomik olarak bağlantı içerisinde bulunan işletmelere ait olduğunu düşünmeleri veya düşünme ihtimalleridir (Savaş Bozbel, Fikri Mülkiyet Hukuku, İstanbul 2015, s. 408- 409). Diğer bir tanıma göre karıştırılma ihtimali, bir -tescilsiz- işaretin veya tescil edilmiş bir markanın daha önce tescil edilmiş bir marka ile şekil, görünüş, ses, genel izlenim vs. sebeple ya aynı ya da benzer olduğu için önce tescil edilmiş marka olduğu zannını uyandırması tehlikesidir (Ünal Tekinalp, Fikri Mülkiyet Hukuku, 5. Bası, İstanbul 2012, s. 436, N. 18). Yapılacak incelemede karıştırılma (iltibas) ihtimalinin araştırılmasına ilk önce markalar arasında ayniyet ya da benzerlik bulunup bulunmadığından başlanması gerekir. Bunun için de ilk önce markalar arasında ayniyet veya benzerlik ve daha sonra mal ve/veya hizmetler arasında ayniyet veya benzerlik olup olmadığı araştırılmalıdır. Burada iltibas tehlikesinin belirlenmesinde, benzerliğin vasat düzeydeki tüketicilerin ilk bakışta ürün veya hizmetin karıştırılmasına sebep olması veya karıştırma tehlikesinin bulunması ölçütü esas alınır. Ancak özel alıcı grubu olan hedef kitle de somut olayda nazara alınabilir (Savaş Bozbel, s. 411). Karıştırılma tehlikesinin belirlenmesinin hukuki bir kavram olduğunu belirledikten sonra hâkimin hukuku uygulaması ve hukuki konularda bilirkişiden görüş alıp alamayacağı konuları üzerinde durulması gerekir. Mülga 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu (HUMK)’nun 76. maddesinde yer alan, hâkim re’sen Türk kanunları mucibince hüküm verir, hükmü sadeleştirilerek 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu (HMK)’nun “hukukun uygulanması” başlıklı 33. maddesinde; hâkim, Türk hukukunu resen uygular, şeklinde yer verilmiştir. Burada hem usul hukuku, hem maddî hukuk aynı düzeyde madde kapsamı içerisinde bulunduğu konusunda duraksama bulunmamaktadır. Diğer taraftan hâkimin bilirkişiye başvurması konusunda HUMK’nun 275. maddesine göre; mahkeme, çözümü özel veya teknik bir bilgiyi gerektiren hallerde bilirkişinin oy ve görüşünün alınmasına karar verir. Hâkimlik mesleğinin gerektirdiği genel ve hukuki bilgi ile çözümlenmesi mümkün olan konularda bilirkişi dinlenemez. Ayrıca aynı Kanunun 286. maddesinde de bilirkişinin rey ve mütalaasının hâkimi takyit etmeyeceği düzenlemesine yer verilmiştir.Benzer düzenlemeye HMK’nın “bilirkişiye başvurulmasını gerektiren hâller” başlıklı 266. maddesinde yer verilmiş olup, sözkonusu hükme göre; mahkeme, çözümü hukuk dışında, özel veya teknik bilgiyi gerektiren hâllerde, taraflardan birinin talebi üzerine yahut kendiliğinden, bilirkişinin oy ve görüşünün alınmasına karar verir. Hâkimlik mesleğinin gerektirdiği genel ve hukuki bilgiyle çözümlenmesi mümkün olan konularda bilirkişiye başvurulamaz. Yine aynı Kanunun 282. maddesinde, hâkimin, bilirkişinin oy ve görüşünü diğer delillerle birlikte serbestçe değerlendireceği açıklanmıştır.Bilindiği üzere; HMK’nın 266. maddesinin gerekçesinde hâkimin, genel hayat tecrübeleri uyarınca sahip olunması gereken bilgilerle çözümleyeceği konularla, hukukî bilgiyle çözümlenmesi mümkün olan konular hakkında, bilirkişiye başvuramayacağı; ancak, çözümü hukuk dışında, özel veya teknik bilgiyi gerektiren hususlarda, bilirkişiden yararlanabileceği açıkça hüküm altına alınmıştır. Burada sözü edilen özel bilgiden maksat, hukuk bilimi dışında, belirli bir bilim dalının araştırıp ortaya koyduğu sonuçlara ilişkin bilgidir. Ancak, yer yer, hukukun spesifik alanlarına ilişkin hukukî bilginin de, özel bilgi kavramının kapsamı içerisinde mütalaa edilip bilirkişilik kurumunun kapısının aralanmaya çalışılması yönünde bir eğilimin belirmesi nedeniyle, maddede, özel bilgiye işaret edilirken, açıkça, “hukuk bilimi dışında” seklinde bir vurgu yapılmasına ihtiyaç duyulmuştur. Teknik bilgi ile kastedilen ise fizik, kimya, matematik gibi, pozitif bilimlerin verilerini uygulamaya yeterli bilgidir. Yine, belirli bir işletme boyutunu aşan, genel nitelik kazanmış, yetkili kişi, kurum ve kurullarca tespit edilmiş olan teknik standartlar da, teknik bilgi kavramının kapsamı içerisinde yer alır. Öte yandan, hukuk kurallarını re’sen araştırıp bulma ve olaya uygulama, zaten hâkimin işidir. Bu kural uyarınca, hukukî sorunların en yetkin bilirkişisi, hâkimin kendisidir. Sözü edilen kuralı öngören ve HMK’nın 33. maddesinde yer alan “Hukukun uygulanması” başlıklı düzenleme de (1086 sayılı Kanun m.76, 1,c.), hâkimin hukukî sorunlarda, bilirkişiye başvurmasının mümkün olamayacağının bir başka kanıtını teşkil etmektedir. Yine, anılan kurala paralel olarak, Milletlerarası Özel Hukuk ve Usul Hukuku Hakkında Kanunun 2. maddesinin birinci fıkrasında, hâkimin, Türk kanunlar ihtilâfı kurallarına göre, yetkili olan yabancı hukuku da re’sen uygulamakla ödevli olduğu hususu hükme bağlanmıştır. En genel çerçevede ise hukuka uygun olarak hüküm verme işinin, münhasıran hâkimin işi olduğuna, Anayasanın 138. maddesinin birinci fıkrasının ikinci cümlesinde açıkça işaret edilmiştir. Bütün bunlar gözetildiğinde, Hukuk Muhakemeleri Kanunun, hukukî sorunlarda hâkimin bilirkişiye başvuramayacağını öngören kuralının, Anayasanın 138. maddesinin birinci fıkrasının ikinci cümlesinde, HMK’nın 33. maddesinde (1086 sayılı Kanunun 76. maddesinin birinci cümlesinde) ve Milletlerarası Özel Hukuk ve Usul Hukuku Hakkında Kanunun 2. maddesinin birinci fıkrasının birinci cümlesinde yer alan düzenlemelerin, somut plânda bir uygulanma biçimi olduğu söylenebilir.Aksine tutum, Türk Milleti adına hüküm vermeye tek yetkili “Hâkim”in yerine “bilirkişi”nin konulması sonucunu doğurur. Ayrıca yargılamanın sürat ve az masrafla yapılması ilkesini de zedeler. Bu nedenle yasal düzenlemenin yorumlanması ve somut olaya uygulanması hâkime aittir. Hukuki bilgiyi gerektiren bu husus bilirkişi düşüncesine terk edilemez.Bu nedenlerle davacının bilirkişi incelemesi yapılması gerektiğine yönelik istinafı yerinde görülmemiştir.Ankara 1. FSHHM’nin 2019/252 E. 2022/10 K. sayılı kararında, davacının … Limited Şirketi, davalıların Türk Patent ve Marka Kurumu Başkanlığı, … olduğu, davanın kabulüne karar verildiği, kararın her iki davalı tarafından istinaf edildiği, henüz kesinleşmediği, mahkemece kabul kararı verildiği, mahkemece davacı markasının zayıf marka olduğundan dava dışı şirkete ait markanın tescilinin sonuçlanıp sonuçlanmayacağının bekletici mesele yapılması gerekmediğine ilişkin gerekçesi de yerindedir. Dosyadaki belgelere, duruşma sürecini yansıtan tutanaklar ve gerekçe içeriğine göre, ilk derece mahkemesi kararında davanın esasıyla ilgili tarafların gösterdiği hükme etki edecek tüm delillerin toplandığı, kanunun olaya uygulanmasında ve gerekçede hata edilmediği, ihtilafın doğru olarak tanımlandığı, kararın usul ve yasaya uygun olduğu anlaşıldığından davacı vekilinin yerinde bulunmayan istinaf başvurusunun, 6100 Sayılı HMK’nın 353/1-b/1. maddesi gereğince esastan reddine karar verilmesi gerektiği kanaat ve sonucuna varılarak aşağıdaki hüküm kurulmuştur.
HÜKÜM: Gerekçesi yukarıda açıklandığı üzere; 1-Usûl ve yasaya uygun İstanbul 1. Fikrî ve Sınaî Haklar Hukuk Mahkemesi’nin 18/06/2019 tarih ve 2017/378 E., 2019/285 K. sayılı kararına karşı davacı vekili tarafından yapılan istinaf talebinin 6100 Sayılı HMK’nın 353/1-b/1. maddesi gereğince ESASTAN REDDİNE, 2-492 Sayılı Harçlar Kanunu gereğince alınması gereken 179,90 TL maktu istinaf karar ve ilam harcından peşin yatırılan 44,40 TL harcın mahsubu ile bakiye 135,5 TL harcın davacıdan tahsiliyle Hazineye gelir kaydedilmesine, 3-Davacı tarafça istinaf aşamasında yapılan yargılama giderlerinin üzerinde bırakılmasına,4-İncelemenin duruşmasız olarak yapılması sebebiyle taraflar yararına vekalet ücreti tayinine yer olmadığına,5-Taraflarca yatırılan gider avansından harcanmayan kısmın karar kesinleştiğinde iadesine,Dosya üzerinde yapılan inceleme sonucunda, 20/07/2017 tarih ve 7035 Sayılı Kanunun 31. maddesiyle değişik 6100 Sayılı HMK’nın 361/1. maddesi gereğince, kararın tebliğinden itibaren 2 hafta içerisinde Yargıtay’a temyiz başvurusunda bulunma yolu açık olmak üzere, oy birliğiyle karar verildi. 06/07/2023