Emsal Mahkeme Kararı İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 44. Hukuk Dairesi 2020/1551 E. 2023/341 K. 31.03.2023 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı kesinleşmiş bir karardır.

T.C.
İSTANBUL
BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ
44. HUKUK DAİRESİ
T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
İ S T İ N A F M A H K E M E S İ K A R A R I
DOSYA NO: 2020/1551
KARAR NO: 2023/341
İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ: İSTANBUL 15. ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ
TARİHİ: 21/05/2019
NUMARASI: 2016/1103 E. – 2019/532 K.
DAVANIN KONUSU: Menfi Tespit (Kambiyo Senetlerinden Kaynaklanan)
İSTİNAF KARAR TARİHİ: 31/03/2023
Yukarıda yazılı ilk derece mahkemesi kararına karşı, istinaf yasa yoluna başvurulması üzerine yapılan inceleme sonucunda;
GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ: Davacı vekili dava dilekçesinde özetle; Davalı alacaklı şirketin, 17.03.2011 tarihinde keşide edilmiş görünen, 20.04.2011 vadeli ve 21.000,- TL bedelli senede dayalı olarak müvekkili aleyhine İstanbul … İcra Müdürlüğü’nün … E. sayılı dosyası ile takip yaptığını, müvekkilinin davalıya takibe konu senedi vermesini gerektirecek hiçbir hukuki ilişkisinin olmadığını, Takibin usulen kesinleşmiş olması üzerine müvekkilinin maaşı üzerine haciz konduğunu, bu suretle alacağın bir kısmının tahsil edildiğini ve halen tahsil edilmekte olduğunu, müvekkilinin davalıya takibe konu senedi vermesini gerektirecek, ne senedin ihdas nedeni olarak gösterilen borç para alması olayı, ne de bir mal ve hizmet alımının olmadığını, Davalının takibe konu senette belirtilen alacağını kanıtlaması gerektiğini, bu nedenlerle müvekkilinin davalıya borçlu olmadığının tespitine, dosyaya yatacak paranın alacaklıya ödenmemesi yönünden ihtiyati tedbir kararı verilmesine, davalının %20’den az olmamak üzere icra inkar tazminatı ödemesine karar verilmesini talep etmiştir. Davalı vekili cevap dilekçesinde özetle; Müvekkili şirket tarafından borçlu borçlu … Hizm. A Ş. aleyhine İstanbul … İcra Müdürlüğü’nün … E. sayılı dosyasında icra takibi yapıldığını, takibin kesinleşmesi üzerine haciz işlemleri yapılarak B.Çekmece … İcra Müdürlüğünün … Tal. sayılı dosyasında haciz işlemi yapılıp, yediemin olarak davacı şirket yetkilisi …nın eşi olan davacı …’ya bırakıldığını, Daha sonra davacının icra dosyasına mahsuben ödeme yapmak istediğini, senetle ödeme için anlaşılarak 20.04.2011 tarihli, 21.000,- TL’lik, lehdarı … San. Tic. Ltd. Şti. olan 17.03.2011 keşide tarihli bonoyu verdiğini, Bono vadesinde ödenmeyince İstanbul … İcra Müdürlüğü’nün … E. sayılı dosyasında tahsilde tekerrür olmamak kayıt ve şartı ile takibe geçildiğini, borçlu davacının borca herhangi bir itirazda bulunmadığını, borçlunun mal varlığının sorgulandığını, almakta olduğu maaşına haciz konularak bugüne kadar kesintilerin yapılarak dosyaya gönderildiğini, ayrıca tüm bu süreç ve borçlanma ilişkisinin borçlu vekili Av. … tarafından 06.02.2013 tarihli icra dosyasına beyan ve kabul edilmiş iken, söz konusu dava ikamesinin kötü niyetle yapılmış ve hukuki dayanaktan yoksun olduğunu, bu nedenlerle Davanın reddine, davacının icra tazminatı talebinin reddi ile davacı aleyhine %20 tazminata mahkûmiyetine karar verilmesini talep etmiştir.İlk Derece Mahkemesince; “İcra dosyasının halen infaz edilemediği,19.12.2017 Tarihinde yapılan kapak hesabına göre; dosya borcunun 41.731,76 TL olduğu, haciz kesintisi yoluyla 17.09.2013-14.12.2017 tarihleri arasında toplam 20.205,- TL tahsilât yapıldığı, 19.12.2017 tarihi itibariyle bakiye borç miktarının 21.526,76 TL. Olduğu TTK 687. madde uyarınca poliçe sebepten soyut bir borç ikrarını havi belge olmakla kendisine müracaat olunan kimse keşideci veya önceki hamillerden biriyle kendi arasında doğrudan doğruya mevcut olan ilişkilere dayanan defileri; başvuran hâmil, poliçeyi (çeki) iktisap ederken bile bile borçlunun zararına hareket etmiş olmadıkça müracaatta bulunan hâmile karşı ileri süremez . Anılan durum karşısında davanın reddi gerektiği kanaatine varılmış dava dilekçesi ile talep edilen tedbir kararı uyarınca yatırılarak alınmış bir tedbir kararının bulunmadığı anlaşılmakla kötüniyet tazminat talep koşullarının da mevcut olmadığı kanaatiyle davanın reddine” karar verilmiştir.Davacı vekili istinaf dilekçesinde özetle; Davalı tarafın alacaklı olarak ticari ilişkide bulunduğu borçlu aleyhine icra takibi başlattığını, borçlu şirket yetkilisi ve alacaklı tarafın borcun ödenmesi konusunda şifahi olarak anlaştığını, bu anlaşma sebebiyle mahcuzların borçlu şirket çalışanı davacı müvekkiline yediemin olarak teslim edildiğini, davalı tarafın icra dosyası alacağı hakkında varılan anlaşmadan bir süre sonra kötü niyetli olarak vazgeçtiğini, dosyada yer alan bilirkişi raporunun 3. sayfasında davalı tarafın asıl borç ilişkisinin icra dosyası olan dosyasından icra takibine devam edildiği ve işlemler yapıldığının tespit edildiğini, aynı tarihlerde davacı müvekkilinden alınan 21.000,00 TL bononun icraya konularak mükerrer icra takibi yapıldığını bilirkişi raporu ile tespit edildiğini, yani tek bir borç için iki ayrı icra takibi açıldığını, borcun her iki dosyadan da ayrı ayrı tahsiline çalışıldığını, borç miktarının asıl miktarın 2 katı olarak istenildiğini, ilk icra dosyasının borcunun teminatı olarak alınan bononun icraya konulduğunu, eski icra takibinden vazgeçilmediğinin tespiti yapıldığını, davalı tarafın dava dışı borçlu şirkete karşı yürüttüğü icra takibinde malların muhafaza altına alınarak kaldırılması tehdidi altında mahcuzlara şirket çalışanı olarak yediemin olan davacı müvekkilinin, şirket mallarının başka yere taşınması baskısı karşısında borçlu olmadığı halde cebri icra tehdidi altında bono verdiğini, davalı tarafla hiçbir ticari ilişkisi ve borcu olmadığını,Bu nedenlerle istinaf incelemesinin yapılarak kararın müvekkili lehine kaldırılmasını ve davanın kabulüne karar verilmesini talep etmiştir. İnceleme, 6100 Sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 355. maddesi hükmü uyarınca istinaf dilekçesinde belirtilen sebeplerle sınırlı olarak kamu düzenine aykırı hususların olup olmadığı gözetilerek yapılmıştır. Dava konusu İstanbul … İcra Müdürlüğü’nün … E. sayılı dosyası nedeni ile davacının davalıya borçlu olup olmadığına ilişkin menfi tespit davasıdır. İstanbul … İcra Müdürlüğünün … Esas (… eski Esas) sayılı dosyasının incelenmesinde; davalı alacaklı tarafından dava dışı borçlu … A.Ş aleyhine 21.324-TL asıl alacacağın tahsili amacıyla 23/11/2010 tarihinde ilamsız icra takibi başlatıldığı davacı vekiline ait 06/02/2013 tarihli dilekçesi ile davacının iş bu icra dosyasına kefil olduğu, hem de teminat amaçlı alınan bononun İstanbul … icra müdürlüğünün … esas sayılı dosyası ile icra takibi başlatıldığını, yediemin olan müvekkiline hacizli malları tesilm edebilmesi için 1 aylık süre verilmesini talep etmiştir. İstanbul … İcra Müdürlüğünün … Esas sayılı dosyasının incelenmesinde; davalı alacaklı tarafından davacı borçlu aleyhine bonoya istinaden kambiyo seredine dayalı icra takibi 09/06/2011 tarihinde başlatılmıştır. Menfi tespit davası, 2004 sayılı İcra ve İflâs Kanunu’nun (İİK) 72. maddesinde düzenlenmiştir. Bu maddeye göre, borçlu, icra takibinden önce veya takip sırasında ya da icra takibinden sonra borçlu bulunmadığını ispat için menfi tespit davası açabilir. Bu dava maddi hukuk ve usul hukuku bakımından genel hükümlere dayalıdır ve normal bir hukuk davası olarak açılır. Menfi tespit davasında ispat yükü, kural olarak davalı alacaklıya düşer. Davacı (borçlu), davalının (alacaklının) varlığını iddia ettiği hukukî ilişkiyi (meselâ borcu) sadece inkâr etmekle yetinmekte ise, yani bu hukukî ilişkinin (borcun) hiç doğmadığını ileri sürmekte ise ispat yükü davalıya düşer. Çünkü hukukî ilişkinin (borcun) varlığını iddia eden davalı olduğu için, ispat yükü davalı alacaklıya düşer (6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu (HMK) m. 190; 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu (TMK) m.6). Fakat, menfi tespit davasını açan davacı (borçlu), davalının (alacaklı) varlığını iddia ettiği hukukî ilişkinin hiç doğmadığını iddia etmeyip, bilakis bu ilişkinin doğduğunu bildirerek başka bir nedenle hukukî ilişkinin geçersiz olduğunu veya son bulduğunu ileri sürmekte ise bu iddiayı ispat yükü TMK’nın 6. maddesi gereğince davacıya düşer. Örneğin; alacaklının dayandığı senedin karşılıksız olduğunu ispat yükü, davacıya (borçluya) düşer. Bunun gibi, davacı (borçlu), davalının (alacaklının) iddia ettiği alacağın ödeme, ibra ve takas gibi bir nedenle son bulduğunu ileri sürerse, bu iddiayı ispat yükü de davacı borçluya düşer (Kuru-El Kitabı, s.370 ilâ 372). Somut olaya uygulanması gereken 6762 sayılı Türk Ticaret Kanunu’nun (6762 sayılı TTK) 557. maddesinde kıymetli evrak “Kıymetli evrak öyle senetlerdir ki, bunlarda mündemiç olan hak senetten ayrı olarak dermeyan edilemediği gibi başkalarına da devredilemez.” şeklinde tanımlanmıştır. Borçlunun, temel borç ilişkisinden dolayı herhangi bir nedenle sorumlu tutulamayacağını ileri sürerek açtığı menfi tespit davası, öğreti ve uygulamada bedelsizliğe dayalı menfi tespit davası olarak adlandırılmaktadır. Bedelsizlik ise, bir kambiyo senedinin ihdasına neden olan temel alacağın herhangi bir nedenle mevcut olmamasıdır (İnan, Nurkut: Türk Hukukunda Hatır Senetleri ve Özellikle Hatır Bonoları, Ankara, 1969, s.16). Başka bir deyişle bir kambiyo taahhüdünün temel alacağı geçersizse ya da sona ermişse, o kambiyo taahhüdü bedelsiz demektir. Bu anlamda senedin bedelsiz sayılmasında esas alınan husus, temel borç ilişkisinin kendisi değil, bu temel borç ilişkisinden doğan temel alacaktır. Bu itibarla bedelsizliğe dayalı menfi tespit davası ile maddi hukuk bakımından borcun mevcut olup olmadığının tespiti amaçlanmakta; borçlu olmadığını iddia eden borçluya, genel hükümlere göre bu durumu tespit imkânı verilmektedir. Dava neticesinde borçlu olunmadığının tespiti hâlinde ise davacı (borçlu) hakkında bir icra takibi başlatılması engellenmiş olacak veya başlatılan ve devam eden icra takibi iptal edilerek, davacının mevcut olmayan bir borcu ödemesi engellenmiş olacaktır. Bedelsizlik iddiası, 6762 sayılı TTK’nın 599. (6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu (6102 sayılı TTK) m.687) maddesi anlamında bir kişisel def’îdir. Bedelsizlik bir kişisel def’î olduğundan düzenleyen tarafından kural olarak ancak senet lehtarına karşı ileri sürülebilir. Ancak borçlu, hamilin senedi bilerek kendi zararına devraldığını kanıtlamak şartıyla hamile karşı da bedelsizlik def’îni ileri sürebilir. Bedelsizliğe dayalı menfi tespit davasının yasal dayanağı 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun (BK) 61 vd. (6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun (TBK) 77 vd.) maddelerinde düzenlenen sebepsiz zenginleşmedir. Zira kambiyo senetlerinde geçerli olan mücerretlik (soyutluk) ilkesi gereğince, temel alacağın mevcut olmaması veya geçersiz olması, kambiyo senedinin hükümsüzlüğü sonucunu doğurmamakta; buna karşılık temel ilişkideki sakatlık, kambiyo borçlusuna, borçlu olmadığının tespitiyle birlikte, alacaklıya karşı sebepsiz zenginleşme def’ini dermeyan etme hakkını vermektedir. Kambiyo senedi düzenlenmesine neden olan hukukî ilişkinin, karşılıklı borç yükleyen sözleşme olması ve bu sözleşmeden doğan borcun ifası için kambiyo senedinin düzenlenmesi hâli ise sıklıkla karşılaşılan bir durumdur. Karşılıklı borç yükleyen sözleşmelerde, temel borç ilişkisindeki para borcunun (kambiyo senedindeki temel alacağın) karşılığı olan edimin ifa edilmemesi hâlinde kambiyo senedinin bedelsizliğinden bahsedebilmek için, borçlunun BK 106 ve 108’deki (TBK m. 125) seçimlik haklardan borcun ifa edilmemesi sebebi ile olumlu zararının tazminini veya sözleşmeden dönerek olumsuz zararının tazminini talep yolunu seçmesi gerekir. Zira seçimlik haklardan ilki olan borcun ifası ve gecikme tazminatının talep edilmesi durumunda, sözleşmenin ifasını talep eden taraf kendi borcunu ifa ile yükümlü olduğundan, senet henüz bedelsiz kalmayacaktır. Borçlunun zaten var olan borcun ifası ile gecikme tazminatı isteme hakkından vazgeçmesi ile alacaklı (kambiyo senedi borçlusu) ifayı talep etmek hakkını kaybederken, borçlu da asli edim yükümlülüğünü yerine getirme borcundan kurtulur. İşte bu noktada senedin bedelsizliği bu hâllerde gündeme gelecektir. Dava konusu senetin düzenlendiği tarihte yürürlükte olan BK’nın 114. (TBK m. 133) maddesi ile düzenleme altına alınan “tecdit-yenileme” kavramı ve şartları üzerinde durmakta yarar vardır. Yenileme, dar anlamda borcu sona erdiren sebeplerden biridir. Borcun yenilenmesi alacaklı ile borçlu arasında yapılacak bir sözleşme ile gerçekleşir. Bir borcun yerine yenisinin geçerek eski borcun sona erdirilmesi sözleşmesine yenileme sözleşmesi denir. Bu sözleşme tarafların önceki borç yerine yeni bir borcu geçirme iradelerinden oluşur. Borcun yenilenmesi için her şeyden önce taraflar arasında mevcut ve geçerli eski bir borç bulunması, borçlunun sözleşme ile yeni bir edim üstlenmesi (böylece yeni bir borcun doğması) ve tarafların eski borç yerine geçecek yeni bir borç kurma iradesine sahip olmaları gerekmektedir. Bahsedilen bu irade, yeni bir borç kurmak suretiyle eski borcu ortadan kaldırma, onu sona erdirme iradesidir. Borcun yenilenmesi karine olarak kabul edilemez. Yenileme, tarafların açık iradesine dayanmalıdır (Eren, F.: Borçlar Hukuku Genel Hükümler, Ankara 2018, s. 1293 vd.). Bu kuralı teyit eden BK’nın 114. maddesinin 2. fıkrasına (TBK m. 133/2) göre; mevcut borç için kambiyo taahhüdünde bulunulması veya yeni bir alacak senedi ya da yeni bir kefalet senedi düzenlenmesi, tarafların açık yenileme iradeleri olmadıkça yenileme sayılmaz. Buna karşılık, tarafların kambiyo taahhüdünde bulunmak suretiyle eski borcun (asıl borç ilişkisinin) sona erdiği ve yenilemenin olduğu hususunda anlaşmış olmaları hâlinde kambiyo taahhüdü ifa yerine yapılmış sayılır ve borç yenilenmiş sayılır. Bu yenilemenin sonucu olarak da asıl borç ilişkisi ile ona bağlı teminatlar ortadan kalkar ve asıl borç ilişkinin yerine kambiyo ilişkisinden doğan borç geçer. Kural olarak, bu nitelikte bir anlaşma bulunmadığı veya durum şüpheli olduğu sürece yenilemeden söz edilemez (Bozer/Göle, s. 68). Yalnızca kambiyo taahhüdünde bulunmak, yenilemeye karine teşkil etmese de, tarafların kambiyo taahhüdünün yenilemeyi gerektireceği hususunda anlaşmalarının mümkün olduğu belirtilmiştir. Böyle bir durumda kural olarak, yenilemeyi iddia eden kimse, bu yoldaki anlaşmayı ispatlamalıdır. Çekte düzenleyen ile lehtar arasındaki ilişki, eş söyleyişle bedel ilişkisi tahsil amaçlıdır, yani tahsil şartına bağlı bir ödeme teşebbüsüdür (Poroy/Tekinalp, s. 141, 332). Borcun yenilenmesinden söz edilebilmesi için, eski borç ile yeni borcun hukukî sebepleri birbirinden farklı olması gerekmektedir. Buna karşılık her iki borcun hukukî sebebi aynı ise burada ancak bir borç ikrarından söz edilebilir. Tarafların sadece borç miktarını veya ifa şartlarını değiştirmeleri yenileme için yeterli olmamakta, ayrıca mevcut borç ilişkisinin hukukî sebebinde de bir değişiklik yapılması gerekmektedir (Tekinay, Sulhi Selahattin/Akman, Sermet/Burcuoğlu, Hâluk/Altop, Atilla: Tekinay Borçlar Hukuku Genel Hükümler, İstanbul 1993, s. 989). Borcun yenilenmesi bir hukukî ilişkinin doğması, değiştirilmesi veya ortadan kaldırılması (fesih) sonuçlarının bir veya bir kaçını içerebilir. Bu nedenle, yenileme sözleşmesi sadece bu sonuçlardan birini içerecek şekilde değerlendirilmemelidir. Bu itibarla yenileme sözleşmesi, taraflar arasında süregelen hukukî ilişkileri yok ederek yerine bağımsız ilişkiler kuran geniş kapsamlı bir sözleşmedir. Yenileme işleminin geçerliliği için taraflar yeni bir borç meydana getirirken eskisini ortadan kaldırmak iradesine sahip olmalılardır. Yenileme sözleşmesi için gerekli olan irade beyanının açık bir irade beyanı olabileceği gibi örtülü bir irade beyanı da olabilir. Bu itibarla tarafların yeni bir borç kurulurken eskisini ortadan kaldırmak amacıyla hareket edip etmediklerinin yapılan işlemin muhtevasından ya da işin özelliklerinden çıkarılması gerekmektedir. Hemen belirtilmelidir ki, yenilemenin önemli sonuçlarından biri, eski borcun sona ermesi ve yeni bir borcun doğması ile birlikte eski borca bağlı olan fer’î hakların da aksi kararlaştırılmadığı takdirde sona ermesidir. Başka bir deyişle fer’î hakların sona ermeyeceği hususu yenileme sözleşmesi ile kararlaştırılmadığı sürece fer’î haklar eski borç ile birlikte sona erecektir. Fer’î haklar kavramından, alacağın dar anlamda unsurları dışında kalan ve alacağın amacına hizmet eden haklar anlaşılmalıdır. Bu haklar, faiz ve cezai şart gibi alacağın genişlemesine, rehin hakkı, hapis hakkı, teminat ve kefâlet gibi alacağın garanti altına alınmasına hizmet eden haklardır. Ayrıca, yenilik doğuran haklar, temsil hakları ve eski borca bağlı olan zamanaşımı def’î, ödemezlik def’î gibi def’î hakları da fer’î haklar içinde değerlendirilir ve bu haklar da eski borcun sona ermesi ile kendiliğinden ortadan kalkar (Von Tuhr, Andreas: Borçlar Hukuku I-II, Çeviren: Cevat Edege, Ankara 1983, s. 656-657). Bu sonucun tek istisnasını BK’nın 115. (TBK m. 134) maddesinde hüküm altına alınan cari hesaptaki yenileme karinesi oluşturur. Eş söyleyişle; yenileme ile temel borç, aynî ve şahsî teminatları ile sona erer. Yenileme ile sona eren eski borçtan bağımsız, yeni bir borç doğar ki bu yeni borç, kambiyo senedinden doğan soyut bir borçtur. Eski borca ilişkin def’îler, yenileme ile doğan yeni borç için ileri sürülemez (Reisoğlu, Safa: Türk Borçlar Hukuku, İstanbul 2012, s. 406- 407). Burada önemle belirtmek gerekir ki, kambiyo taahhüdünün açıkça yenileme olarak kabul edilebilmesi ve temel borcun sona erdirilebilmesi için, yeni borç geçerli olarak doğmalıdır (Reisoğlu, 406). Borçlar Kanunu’nun 114/2-3. (TBK m. 133/2) fıkralarında düzenlenen karinenin aksine, kambiyo senedinin düzenlenmesinin yenileme sonucunu doğuracağı konusunda anlaşmanın olduğunu iddia eden taraf iddiasını ispatla yükümlü olacaktır (Von Tuhr, s. 655). Somut olayda davacının ,ilk icra dosyasına kefil olduğu, ilk icra dosyasının ödenmesi amacı ile davalıya bono verdiği, davalının cevap dilekçesinde de bu hususun doğrulanarak ikinci takibin tahsilde tekerrür olmamak kaydı ile yapıldığının açıklandığı, bu şekilde ilk icra dosyasında ki borcu yenilendiğinin davalının da kabulünde olduğu, davacı tarafından senetten dolayı borçlu olmadığı ileri sürülmüş ise de,davacı-borçlu vekili ilk icra dosyasına vermiş olduğu 06/02/2013 tarihli dilekçesi ile borcu kabul ettiği anlaşıldığından, Dosyadaki belgelere, duruşma sürecini yansıtan tutanaklar ve gerekçe içeriğine göre, ilk derece mahkemesi kararında davanın esasıyla ilgili tarafların gösterdiği hükme etki edecek tüm delillerin toplandığı, kanunun olaya uygulanmasında ve gerekçede hata edilmediği, ihtilafın doğru olarak tanımlandığı, kararın usul ve yasaya uygun olduğu anlaşıldığından davacı vekilinin yerinde bulunmayan istinaf başvurusunun 6100 Sayılı HMK’nın 353/1-b/1. maddesi gereğince esastan reddine karar verilmesi gerektiği kanaat ve sonucuna varılarak aşağıdaki hüküm kurulmuştur.
HÜKÜM: Gerekçesi yukarıda açıklandığı üzere; 1-Usûl ve yasaya uygun İstanbul 15. Asliye Ticaret Mahkemesi’nin 21/05/2019 tarih ve 2016/1103 E., 2019/532 K. sayılı kararına karşı davacı vekili tarafından yapılan istinaf talebinin 6100 Sayılı HMK’nın 353/1-b/1. maddesi gereğince ESASTAN REDDİNE, 2-492 Sayılı Harçlar Kanunu gereğince alınması gereken 179,90 TL maktu istinaf karar ve ilam harcından peşin yatırılan 44,40 TL harcın mahsubu ile bakiye 135,50 TL harcın davacıdan tahsiliyle Hazineye gelir kaydedilmesine, 3-Davacı tarafça istinaf aşamasında yapılan yargılama giderlerinin üzerinde bırakılmasına,4-İncelemenin duruşmasız olarak yapılması sebebiyle taraflar yararına vekalet ücreti tayinine yer olmadığına,5-Taraflarca yatırılan gider avansından harcanmayan kısmın karar kesinleştiğinde iadesine,6-Karar tebliği, harç tahsil müzekkeresi düzenlenmesi, harç ve avans iadesi işlemlerinin İlk derece Mahkemesince yerine getirilmesine, 6100 Sayılı HMK’nın 353/1-b/1. maddesi gereğince, dosya üzerinde yapılan inceleme sonucunda ve 6100 Sayılı HMK’nın 362/1-a maddesi gereğince, miktar itibariyle kesin olmak üzere oy birliğiyle karar verildi. 31/03/2023