Emsal Mahkeme Kararı İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 44. Hukuk Dairesi 2020/150 E. 2020/437 K. 17.12.2020 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı henüz kesinleşmemiştir. Yararlı olması amacıyla eklenmiştir.

T.C.
İSTANBUL
BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ
44. HUKUK DAİRESİ
T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
İ S T İ N A F M A H K E M E S İ K A R A R I
DOSYA NO: 2020/150 Esas
KARAR NO: 2020/437
İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ: İstanbul 2. Fikrî ve Sınaî Haklar Hukuk Mahkemesi
TARİHİ: 13/07/2017
NUMARASI: 2016/105 E. – 2017/163 K.
DAVANIN KONUSU: Tazminat (Fikir Ve Sanat Eseri Sözleşmesinden Kaynaklanan) Marka (Tecavüzün Tespiti İstemli)
İSTİNAF KARAR TARİHİ: 17/12/2020
Yukarıda yazılı ilk derece mahkemesi kararına karşı, istinaf yasa yoluna başvurulması üzerine yapılan inceleme sonucunda;
GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ: Davacı vekili dava dilekçesinde özetle, davacı …’un senarist olup, sinema filmi olarak hayata geçirmek üzere 22/05/2014 üretim tarihli “…” adlı senaryoyu hazırladığını ve bu eserini Kültür ve Turizm Bakanlığı Telif hakları Genel Müdürlüğüne 24/12/2014 tarihinde tescil ettirerek, “İlim ve Edebiyat Eserlerine İlişkin Kayıt-Tescil Belgesi” aldığını, tanınmamış bir senarist olması nedeni ile yapımcılara senaryosunu kabul ettiremediğini, sponsor arayışlarına girdiğini ve uzun uğraşlarda bulunduğunu, sosyal medya üzerinden de destek istediğini, tanıtım faaliyetlerine sosyal medya üzerinden çok olumlu tepkiler aldığını, davacının bu mücadelesinin uzun sürdüğünü, bu aşamada 2004 yılında yayınlanan …’nun … kitabından uyarlandığı ve … deyimiyle hiçbir alakası olmayan, yönetmenliğini …’ün üstlendiği ve birçok tanınmış sinema oyuncusunun kadrosunda bulunduğu sinema filminin kısa bir sürede çekilerek gösterime girdiğini, davacının tescilli senaryosunu hayata geçirmeden bu isim davalılar tarafından kullanılıp sinema filmi yapıldığını, üç hafta vizyonda kaldığını, 498.383,00 TL hasılat yaptığını, söz konusu kitabın birinci baskısında … deyimiyle alakası hiçbir olgu bulunmamasına karşılık, kitabın ikinci baskısının sol alt köşesinde … ismine yer verilmesinin çok manidar olduğunu, bu nedenle davacının haklarına bir kez daha tecavüz edildiğini, filmin izleyicisi ve toplam hasılatına bakıldığında yeterli izleyiciye ve hasılata ulaşılamadığı, zarar dahi ettiklerini, yapımcıların filme yönelik ciddi bir hazırlık yapmadıklarını, ciddi bir süreçten geçirilmediğini, davacının emeği üzerinden kısa yoldan para kazanma amacı güdüldüğünü, davalıların kullandıkları afişinde davacının afişi ile çok benzerlik gösterdiğini, davacının, davalılar ile görüşmek istediğini ancak tüm çabalarına rağmen sadece davalılardan …’ya ulaşabildiğini belirterek, davacının fikri haklarına yapılmış saldırının tespiti ile fazlaya ilişkin haklarının saklı kalmak kaydıyla şimdilik 1.000 TL maddi tazminatın dava tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalılardan müteselsilen tahsil edilmesini talep ve dava etmiştir. Davalılar … ve … vekili cevap dilekçesinde özetle, davalı ile … ve … adlı polisiye romanların yazarı … arasında sözleşme yapıldığını, davalının … adlı romanın kaynak eser olarak işlenmek suretiyle meydana getirilecek senaryosunun sinema filmi çekilmesini sağladığını, sözleşme taraflarının kaynak eser olan …’nin sinema filmi haline dönüştüğünde isminin davalı tarafından değiştirilebileceğini kabul ettiklerini, bu süreçte filmin adı … olarak kararlaştırılmış ve TP nezdinde tescil ettirildiğini, dava konusu filme ilişkin eser işletme belgesi alındığını, davalılardan …’nin diğer davalı şirketin ortağı ve yetkili temsilcisi olması nedeniyle davada taraf sıfatına haiz olmadığından bu davalı açısından husumet yokluğundan reddine karar verilmesini, davacının dilekçesinde muğlak ifadeler kullanarak dava konusu filmdeki hangi unsurun ihlal niteliğinde olduğunu açıkça belirtmediğini, herkesin kitaba verebileceği sıradan eser adlarının korunmayacağını, … deyiminin gündelik yaşamda herkes tarafından sıkça dile getirilen TDK kayıtlarına göre “kendini herkese kolaylıkla sevdirme özelliği bulunmak” anlamında kullanılan sıradan herhangi bir karakteristik özelliği olmayan bir deyim olduğunu, herhangi bir ayırt edici vasfa sahip olmayan bir deyim olduğunu, tarafların afişlerinin de birbiri ile hiçbir ilgisinin bulunmadığını, iltibasa yol açmasının mümkün olmadığını, davacının iddiasının aksine fikri hakların ihlalinin bahse konu olmadığını belirterek, davalı … yönünden husumet yokluğu nedeniyle ve davanın esastan reddine karar verilmesini talep etmiştir. Davalı … vekili cevap dilekçesinde özetle, dava konusu eserin uyarlama bir sinema eseri olduğunu, davacının taleplerinin FSEK özel mevzuat hükümleri kapsamında korunan hükümlerden olmadığını, davacının yalnızca isim benzerliğinden yola çıkarak dava açmış olduğu görülmüş olup iddialarının mevzuatta karşılığının olmadığını, FSEK 68 yahut 70 hükümlerine göre talep ettiği maddi tazminat talebinin de şartlarının oluşmadığını, davacının dilekçesinde değindiği, adeta senaryosunu 121 sayfa tescil ettirmiş gibi aktardığını, Kültür ve Turizm Bakanlığı’ndan alınan isteğe bağlı kayıt belgesinin bu dava konusu ile hiçbir ilgisinin bulunmadığını, davacı tarafından dosya kapsamına bir senaryo metni de sunulmadığını, eser işletme belgesinin ilk eser alenileştikten sonra, birbirine benzer iki senaryo metninin karşılaştırmak amacı ile kullanılabileceğini, başka bir amaca hizmet etmediğini, ortada alenileşmiş bir eser olmadığını hatta eser vasıfının da tartışılması gerektiğini, maddi tazminat talebinde bulunan davacı FSEK’in hangi hükmüne dayındırdığını belirtmemiş ve tazminat talebinin kaynağı belli olmadığından tahkikat anlamında belirleme yapılamayacağını, talep sonucu belli olmadığından davanın usulden reddi gerektiğini, davalı … ile roman sahibi arasında akdedilen sözleşme ile senaryonun özgün olduğu yazar tarafından taahhüt edilmiş olup, anılan beyan üzerine davalının iyi niyetli tasarruf eden konumunda olduğunu, davalıya karşı tazminat talebinde bulunulamayacağını, dava konusu iddiaların muhatabının davalı olmadığını, bu nedenle davalı sıfatı ile aleyhine dava açılmasının mümkün olmadığını, davacının çalışmasının öncelikle varsa eser niteliğinin tespit edilmesi gerektiğini belirterek davalının FSEK 68.maddede sayılanlardan olmadığı, yapımcı sıfatı bulunmadığı ve pasif dava ehliyeti bulunmadığından davalı yönünden davanın usulden reddine ve devamla davanın esastan reddine karar verilmesini istemiştir. İlk derece mahkemesince yapılan yargılama sonunda; Toplanan deliller dinlenen tanık beyanları ve hüküm kurmaya elverişli ve yeterli bilirkişi raporu kapsamında, davacı yanın da bilirkişi raporuna itiraz dilekçesinde ifade etmiş olduğu gibi, Fikir ve Sanat Eserlerinin Kayıt ve Tescili Hakkında Yönetmelik’in 1. maddesine göre yapılan tescillerin hak ihdas etmeyeceği, hak sahipliğine ilişkin karine oluşturacağı dinlenen tanıklar ve toplanan deliller kapsamında davacının, bu Yönetmeliğin 5. maddesine göre yaptırmış olduğu anlaşılan tescilin davacıya “…” deyimi üzerinde hak sahipliği bahşetmediği, …, deyiminin halk arasında herkese kendini sevdirme özelliği olan, bu özelliği sayesinde zor işlerden kolaylıkla sıyrılan vb. anlamlarda kullanıldığı, … Filmciliğin yaptığı … adlı filmin konusunun ve kahramanın halk arasında yaygın bir deyim olarak kullanılan … deyiminin özelliklerini taşıdığı bu nedenle davacının tecavüzün tespiti ve tazminat talepli davasının reddine karar verilmiştir. Davacı vekili istinaf dilekçesinde özetle, Davacı …’un senarist olduğunu, sinema filmi olarak hayata geçirmek üzere 22.05.2014 üretim tarihli “…” adlı A4/121 sayfalık senaryoyu hazırladığını ve iş bu eserini Kültür ve Turizm Bakanlığı Telif Haklan Genel Müdürlüğüne 24.12.2014 tarihinde tescil ettirdiğini, davacının aktif bir şekilde tanıtım faaliyetlerine başladığını, davacının mücadelesi tüm hızıyla devam ederken davalıların sinema filminin kısa bir sürede çekilerek gösterime girdiğini, filmin uyarlandığı iddia olunan ve … tarafından 2004 yılında 1. Baskısı piyasaya sürülen “…” kitabında … deyimi ile alakalı en ufak bir olgu bulunmadığını, kitabın film gösteriminden sonraki 2016 yılı 2. Baskısında bu ibarenin yer aldığını, davacının 24/12/2014 tarihinde tescil ettirdiği … ismini davalı tarafın yaklaşık 1,5 sene sonra marka tescili aldığını, film gösterime girdikten sonra da tescil belgesi aldığını, -davalının, davacının aylarca emek vererek tanıttığı ve kendi senaryosuna ait tescilli isim olan “…” ismi kullanmak suretiyle hem sinema filmi hem de bu isimle yazılıp piyasaya sürülen kitapla davacının emeği üzerinden kısa yoldan para kazanma amacı güttüğünü, -davalıların kullandıkları afişler ve görsellere bakıldığında davacının kullandığı afişlerle çokça benzerlik göstermekte hatta davacının afişlerinde kullandığı ve sarı renkte yazdığı “…” yazısı aynı renk ve aynı şekilde davalıların da kullanıp ve bunu hiç çekinmeden Sinema afişi olarak Sinema Salonlarına verdiklerini, -dosyada tanzim ettirilen bilirkişi heyet raporunun, eksik ve hukuki temelden yoksun olduğunu, hüküm kurmaya elverişli olmadığını, tescilin ne anlam ifade ettiği ve davacı açısından hak iddiasına dayanak teşkil edip etmediği ile alakalı herhangi bir değerlendirme yapılmadığını, -bilirkişi heyetinin … kavramım ” herkese kendini sevdirme özelliği olan, zor işlerden kolaylıkla sıyrılan, ağır işler altında son anda kalkan” şeklinde tanımlayarak kavram üzerinden tahlil yapıldığında filmin konusunun ve kahramanının halk arasında yaygın bir deyim olarak kullanılan … deyiminin özelliğini taşıdığı değerlendirmesi yaptıklarını, … deyimin tanımı yanlış yapıldığı gibi filmin konusu ve kahramanının da iş bu deyimin özellikleriyle hiçbir ilgisi bulunmadığını, oysa ki … deyiminin “sevimli, sıcak cana yakın bir yüzü olan. Kolayca kendine bağlayabilen, Kendini çok çabuk sevdirebilen. Kim olsa onu görür görmez seven kimse” anlamlarına geldiğini, -yine her ne kadar tarafların tanıtım amaçlı kullandıkları afiş ve tanıtım araçlarının benzer olmadığı değerlendirilmişse de dosyaya sunulan afişlere bakıldığında neredeyse birebir benzerlik ilk bakışta göze çarptığını, tüm nedenlerle kararın kaldırılmasına karar verilmesini talep etmiştir. Dava 5846 sayılı FSEK’na dayalı tecavüzün tespiti ve maddi tazminat istemine ilişkindir. Davacı, ” …” adına ilişkin eser sahipliği iddiasına dayanmış ve istemlerini buna göre oluşturmuştur. İnceleme, 6100 sayılı HMK’nın 355. madde hükmü uyarınca istinaf dilekçesinde belirtilen sebeplerle sınırlı olarak ve kamu düzenine aykırı hususların olup olmadığı gözetilerek yapılmıştır. Konunun FSEK ve TTK hükümlerinin birlikte değerlendirilerek çözümlenmesi gerekmektedir. Fikir ve sanat eserleri hukukunun temel kavramı “eser”dir. Nitekim 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu’nun (FSEK) “Tanımlar” başlığını taşıyan 1/B/a maddesinde eser; “sahibinin hususiyetini taşıyan, ilim ve edebiyat, musiki, güzel sanatlar veya sinema eseri sayılan her nevi fikir ve sanat mahsulleri” olarak tarif edilmiştir. Tariften de anlaşılacağı gibi bir eserin, yasa karşısında eser niteliğini kazanabilmesi için iki unsur gereklidir. Birincisi objektif unsur ki yasa bunu mahsul (ürün) olarak belirtmiştir. Buna göre eser, evvela temellüke, tasarrufa elverişli maddi bir varlık olarak var olmalıdır. İkincisi de, subjektif unsur olup eserin sahibinin özelliğini taşıyan bir fikir ve sanat eseri olmasıdır. 0 halde, bir eserden bahsedebilmek için, ortada “sahibinin” hususiyetlerini taşıyan bir fikir ve sanat “mahsulünün” bulunması gereklidir (Prof. Dr. Fırat Öztan; Fikir ve Sanat Eserleri Hukuku, sayfa 81 vd.). Bir eserin sahibi olanlar manevi ve mali haklara sahiptirler. Manevi haklar; umuma arz yetkisi, eserde adının belirtilmesini istemek ve eserde değişiklik yapılmasını engellemek şeklinde özetlenebilir. Maddi haklar ise; işleme hakkı, çoğaltma hakkı, yayma (kiralamak, ödünç vermek, satmak, dağıtım yapmak) hakkı, temsil hakkı, işaret, ses veya görüntülü araçlarla kamuya sunma hakkı ve pay ve takip hakkı şeklinde ifade edilir. Öte yandan Türk Ticaret Kanununun (TTK) Dördüncü Faslında düzenlenen “Haksız rekabet”, 56.maddesinde “Haksız rekabet, aldatıcı hareket veya hüsnüniyet kaidelerine aykırı sair suretlerle iktisadi rekabetin her türlü suistimalidir.” şeklinde tanımlanmıştır. Bu maddeye göre, iktisadi rekabetin varlığı ya da yokluğunda alınacak ölçü, özellikle objektif iyiniyet kurallarına aykırı olup olmadığıdır. Eğer bir olayda, objektif iyiniyet kurallarına aykırılık varsa, burada hakkın kötüye kullanımı söz konusudur. Objektif iyiniyet kurallarını, her olayda geçerli kabul edilebilecek bir ölçü bulmak mümkün değildir. Dolayısıyla her somut olayda, iyiniyet kurallarına aykırılığın olup olmadığının kendi şartları içerisinde değerlendirilmesi gerekir. Kanun koyucunun buradaki amacı, ekonomik alanda dürüstlük ilkesini hakim kılarak, bunun ihlal edilmemesini sağlamaktır. Ekonomik ve ticari hayatta herkes, ahlak ve objektif iyiniyet kurallarına uygun bir şekilde hareket ederek, ancak kendi emek ve gayreti ölçüsünde bir kazançla yetinmelidir. Bir tacirin, kendi emek ve gayretine dayanan kazancı, gerek ahlaki gerekse kanuni yönden meşrudur. Fakat, bir kimsenin en ufak bir yorgunluğa ve zahmete girmeden bir başkasının yıllar yılı didinip alın teri ve göz nuru dökmek suretiyle ancak meydana getirdiği ve tamamen kişisel emek ve gayretinin ürünü olan çalışmasına ortak olması hali, hem ahlak kurallarına bir aykırılık oluşturur ve hem de haksız rekabeti meydana getirir. Bu şekildeki bir haksız rekabet, “parazit-tufeyli” rekabet olarak nitelendirilir. Bir başkasının yıllarca çalışmak suretiyle ancak elde edebildiği emek ve şöhretine elatmak suretiyle -deyim yerindeyse- onun sırtından para kazanmak isteyen kimsenin hareketi, kendi emeğine dayanmadığı için, ahlak kurallarına ve kanun hükümlerine göre, haksız rekabettir (Doğanay, İsmail: Türk Ticaret Kanunu Şerhi, 3.Baskı, Cilt I, Ankara 1990, Sahife 314-318). Kanunda sadece başlıca haksız rekabet hallerine yer verilmiş olmakla birlikte, kanunun ifade şeklinden başkaca haksız rekabet hallerinin de bulunabileceği sonucu ortaya çıkmaktadır. Uygulamada, haksız rekabetin en çok rastlanan şekli iltibasa meydan vermek suretiyle başkalarının emek ve masrafıyla elde ettiği haklı şöhrete ortak olmaktır. İltibasın varlığı için, genel olarak normal ve orta seviyedeki bir alıcının piyasaya sürülmüş malı alırken aldanıp aldanmayacağının tespiti gerekir. 5846 Sayılı FSEK 83.maddesinde “bir eserin ad ve alametleri ile çoğaltılmış nüshalarının şekilleri, iltibasa meydan verebilecek surette diğer bir eserde veya çoğaltılmış nüshalarında kullanılamaz. Birinci fıkra hükmü umumen kullanılan ve ayırt edici vasfı bulunmayan ad alamet ve dış şekiller hakkında uygulanmaz” hükmü düzenlenmiştir. Eser adlarının müstakilen eser olarak korunamayacağı ancak FSEK 83. madde gereğince genel olarak kullanılmayan ve ayırt edici vasfı olması nedeniyle başka bir eserde kullanılmasının yasaklanabileceği kural olarak kabul edilmekle birlikte, … adının mahkemece alınan bilirkişi kök ve ek raporlarında incelendiği üzere, yerli ve yabancı birçok filme ait film adı olarak kullanıldığı, günümüze kadar birçok esere ad olduğu, FSEK 83. madde anlamında özgün ve ayırt edici olmadığı tespit edilmekle, haksız rekabet çerçevesinde eser adı olarak korunabilecek bir ad olmadığı kanaatine varılmıştır. Dava konusu davacıya ait senaryo FSEK’nın 1/B/a anlamında eserdir. Taraflar arasında bu konuda bir uyuşmazlık bulunmamaktadır. Davacının hak sahipliği iddiasının birbirine hiç benzemeyen eser içeriği üzerinden değil, eserin adı üzerinden oluştuğu görülmüştür. “…” isminin, umumen kullanılan ve ayırt edici vasfı bulunmayan eser adı niteliğinde olmadığı ve FSEK 83. maddesi kapsamında korunması gerektiği yönündeki mahkeme görüşü isabetlidir. Ayrıca, FSEK 83. maddesi uyarınca eser adının korunması için sadece başka bir eserde kullanılması yeterli değildir. FSEK 83. madde hükmü haksız rekabete karşı koruma oluşturduğundan, bu madde koşullarının gerçekleşmesi için, aynı zamanda bu kullanım nedeniyle toplumun her iki eseri birbiriyle karıştırmasına yol açılması da gereklidir. Eser adının, başlı başına eser olmamakla birlikte, ancak, eser ile bütünleşerek eseri etkili kılan bir fikri çaba olarak ortaya çıkması ve sahibinin hususiyetini taşıması halinde, FSEK’nun 1/B maddesi uyarınca eserin bir parçası olarak korunabileceğine, bunun dışındaki hallerde eser adlarının iltibasın bulunduğu durumlarda FSEK’nun 83/1 nci fıkrası uyarınca haksız rekabet hükümlerine göre himaye edilmesine, aynı yasanın 83/2 nci fıkrasında genelde kullanılan, ayırt edici vasfı bulunmayan nitelikteki eser adlarına 1. fıkra hükmünün uygulanmamasına, davacıya ait senaryo eserinde kullanılan “…” ifadesinden oluşan eser adının başlı başına, FSEK’nun 1/B maddesi hükümleri uyarınca eserin bir parçası olarak korunması gereken bir ifade olmadığından, ayırt edici vasfı bulunmayan adlardan olduğunun anlaşılması nedeniyle haksız rekabete yol açmadığının saptanmasına göre, davacı tarafından senaryo olarak oluşturulan ” …” adlı eserin piyasaya sunulmadığı, piyasaya sunulmak üzere çalışma yapıldığı, bu durumda, davacı tarafından meydana getirilen ancak kamuya sunulmayan bir eserin adının davalı tarafça gerçekleştirilen film adı olarak kullanılmasının iltibasa sebebiyet vererek haksız rekabete yol açtığının kabulü mümkün olmayacaktır. “…” ibaresinin FSEK’in 83. maddesi kapsamında haksız rekabet çerçevesinde eser adı veya alameti olarak korunabilecek bir ad sayılmayacağı, ibarenin günümüze kadar yüzlerce esere ad olduğu, bu nedenle yaygın kullanımı olan bir anekdot ve eser adı niteliği taşıdığı, özgün ve ayırt ediciliğinin bulunduğundan söz edilemeyeceği, davacıya ait senaryodaki eser adının, davalının filminde ad olarak yer aldığı açık olup, FSEK’nın 84. madde kapsamında davacının ihlal edilen bir hakkının bulunduğu da kanıtlanamamış, davalı şirketin eyleminin ne şekilde iyiniyet kurallarına aykırılık oluşturduğunun tespiti de kanıtlanamamış olup, ilk derece mahkemesinin davanın reddi kararının yerinde olduğu kanaatiyle, davacı vekilinin istinaf talebinin esastan reddine karar verilmiştir.
HÜKÜM: Gerekçesi yukarıda açıklandığı üzere; 1-Usûl ve yasaya uygun İstanbul 2. Fikrî ve Sınaî Haklar Hukuk Mahkemesi’nin 13/07/2017 gün ve 2016/105 E., 2017/163 K. sayılı kararına karşı davacı vekili tarafından yapılan istinaf talebinin 6100 Sayılı HMK’nın 353/1-b/1 maddesi gereğince ESASTAN REDDİNE, 2- Davacıdan alınması gerekli 54,40 TL istinaf karar ve ilam harcından davacı tarafından yatırılan 31,40 TL harcın mahsubu ile bakiye 23,00 TL harcın davacıdan alınarak Hazineye GELİR KAYDINA, 3- İncelemenin duruşmasız olarak yapılması nedeniyle taraflar yararına avukatlık ücreti takdirine YER OLMADIĞINA, 4- Davacı tarafça istinaf aşamasında yapılan yargılama giderlerinin üzerilerinde BIRAKILMASINA, 5- Davacı tarafça yatırılan gider avansından harcanmayan kısmın karar kesinleştiğinde İADESİNE, Dosya üzerinde yapılan inceleme sonucunda, 20/07/2017 tarih ve 7035 sayılı Kanunun 31 inci maddesiyle değişik HMK. m. 361/1. hükmü gereğince, kararın tebliğinden itibaren 2 hafta içerisinde Yargıtay’a temyiz başvurusunda bulunma yolu açık olmak üzere, oy birliğiyle karar verildi. 17/12/2020