Emsal Mahkeme Kararı İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 44. Hukuk Dairesi 2020/1462 E. 2023/394 K. 13.04.2023 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı henüz kesinleşmemiştir. Yararlı olması amacıyla eklenmiştir.

T.C.
İSTANBUL
BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ
44. HUKUK DAİRESİ
T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
İ S T İ N A F M A H K E M E S İ K A R A R I
DOSYA NO: 2020/1462
KARAR NO: 2023/394
İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ: BAKIRKÖY 1. FİKRİ VE SINAÎ HAKLAR HUKUK MAHKEMESİ
TARİHİ: 18/04/2019
NUMARASI: 2018/36 E. – 2019/148 K.
DAVANIN KONUSU: Marka (Manevi Tazminat İstemli)
İSTİNAF KARAR TARİHİ: 13/04/2023
Yukarıda yazılı ilk derece mahkemesi kararına karşı, istinaf yasa yoluna başvurulması üzerine yapılan inceleme sonucunda;
GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ: Davacı vekili dava dilekçesinde özetle; müvekkilinin …/… esas unsurlu markanın sahibi olduğunu ve markasının tescilli olduğunu, müvekkilinin … markasının aynı zamanda tanınmış marka statüsünde olduğunu, ancak hal böyle iken, davalı taraf adına tescillli … tescil nolu “…” ibareli markanın, müvekkili markaları ile iltibas yaratacak şekilde olduğunu ve müvekkili markalarının seri markası izlenimi uyandırdığını, davalı yanın markasını tesciline uygun olarak da kullanmadığını, haksız rekabet yaratacak ve müvekkilinin marka hakkını ihlal edecek şekilde ve özellikle … markasına benzetmek suretiyle kullandığını ve bu durumun müvekkilinin marka haklarına tecavüz teşkil ettiğini belirterek, tecavüzün tespiti ve men’ini, davalının müvekkilinin marka hakkına tecavüz teşkil eden fiillerinin önlenmesini ve durdurulmasını, davalının “…” ibareli markayı ürünlerinde, iş yeri evraklarında, ve reklamlarında, internet ortamında, “…” ibareli markayı taşıyan ürünlere el konulmasını, bu ürünlerin masrafı davalıdan alınmak üzere etiketlerinin sökülmesini, bu şekilde tecavüzün giderilmesini, mümkün değilse ürünlerin imhasını, 30.000,00 TL manevi tazminatın dava tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalıdan tahsilini, ve davalı adına tescilli … sayılı “…” ibareli markanın hükümsüzlüğüne karar verilmesini talep ve dava etmiştir. Davalı vekili cevap dilekçesinde özetle; müvekkili markasının tescilinde herhangi bir yasal engel olmadığından, resmi kurumların izni ve onayı ile tescilinin yapıldığını, müvekkili markası ile davacı markası arasında herhangi bir benzerlik bulunmadığını, müvekkilinin “…” markasının düz yazı halinde olduğunu ve bir bütünlük arzettiğini, davacı markasının kesinlikle ön planda tutulmadığını, davacı markalarının sadece ibare olarak tescil edilmiş olduğunu, renk, şekil ve görsel olarak tescil edilmediğini ve taleplerin yersiz olduğunu savunarak, davanın reddine karar verilmesini istemiştir. İlk Derece Mahkemesince; “Davacının davalı adına olan … tescil başvuru nolu “…” markasının hükümsüzlüdüğüne dair davasının derdestlik dava şartı nedeni ile HMK 114-115 maddeleri uyarınca usulden reddine, davacının marka hakkına tecavüzün tespiti meni ve önlenmesine dair davasının KABULÜNE, davalının davacı adına olan “… VE …” esas unsurlu marka haklarına tecavüzünün tespit ve menine, davacı marka haklarına tecavüz teşkil eden fiillerin önlenmesine, durdurulmasına bu meyanda davalının davacı markaları ile iltibas oluşturan “…” ibareli markayı ürünlerinde, iş yeri evraklarında ve reklamlarında, internet ortamlarında kullanmasının önlenmesine, “…” ibareli markayı taşıyan ürünlere el konulmasına, bu ürünlerin masrafı davalıdan alınarak etiketlerinin ve markayı taşıyan kısımlarının sökülmesine, bu mümkün değilse ürünlerin imhasına, davacının manevi tazminat talebinin kısmen kabulüne, takdiren 20.000,00 TL manevi tazminatın davalıdan alınarak davacıya verilmesine, fazlaya ilişkin manevi tazminat talebinin reddine,” karar verilmiştir. Davalı vekili istinaf dilekçesinde özetle; Davacının taleplerinin zamanaşımına uğradığını, SMK 157. maddesi uyarınca Türk Borçlar Kanunu’nun zamanaşımına ilişkin hükümlerinin uygulanacağını, dava konusu olayda tecavüzün ve tecavüz edenin öğrenildiği tarihin başvurunun 30/11/2015 tarihi olduğunun, iki yıllık zamanaşımı süresi geçtiğini, mahkemece davacının markalarının SMK 9 maddesi kapsamında kullanımda olup olmadığı, tescil sürelerinin dolup dolmadığı, davacının mülkiyetinde ve koruma kapsamında olup olmadığının araştırılmadığını, markanın kesintisiz kullanıldığını veya Türkiye’de kullanıldığına ilişkin herhangi bir kayıt, belge vs’nin dosyaya sunulmadığını, bu konuda araştırma yapılmadığını, inceleme yapılması halinde markanın Türkiye’de ciddi şekilde kullanılmadığının anlaşılacağını ve iptal edilmesi gerektiğinin de tespit edileceğini, davacı tarafın iddia ettiği markanın iflas ettiği ve ürünün ülkede kullanımının kalmadığı, tanınmışlığı olmadığı da bilinen bir durum olduğunu, davacının marka kullanım hakkını … LTD ŞTİ ve … LTD ŞTİ’ne devrettiği beyan ettiğini, davacının dava açma hakkı ve ehliyeti bulunmadığını, müvekkil adına tescilli markanın yasal incelemeden geçerek resmi kurumların izni ve onayı ile tescil edildiğini, bilirkişi raporunda da belirtildiği üzere davacı markası ile davalı markası arasında herhangi bir benzerlik bulunmadığını, “…” markası düz yazı halinde olup bir bütünlük arzettiğini, davacının markasının kesinlikle ön planda tutulmadığını, her iki markanın birbirinden farklı olduğu ve benzerlik dahi içermediği tespit edilmesine rağmen mahkemece davanın kabulüne karar verilmesinin hatalı olduğunu, davacının markalarının sadece ibare olarak tescil edilip şekil ve görsel olarak tescil edilmediği değerlendirilmeden karar verildiğini, ek rapor taleplerinin reddedildiğini, davacının marka kullanım hakkını elde etmeden önce müvekkilin … markasını tescil ettirdiğini, dolayısıyla marka hakkına tecavüzün fiilen imkansız olduğunu, ayrıca kabul anlamına gelmemekle birlikte davacının markayı kullanma hakkı olmadığından maddi ve manevi olarak herhangi bir zarara uğramasının söz konusu olmadığını bu nedenle manevi tazminat talebinin reddi gerektiğini belirterek istinaf başvurusunun kabulüne, mahkeme kararının kaldırılmasına karar verilmesini talep etmiştir. Davacı vekili istinafa cevap dilekçesinde özetle; Davalı tarafın usule ilişkin zamanaşımı, marka sahipliği ve husumet ile itirazlarının yerinde olmadığını, davalıya ait … ibareli marka, davacının … ibareli markalarından çok sonra tescil ettirildiğini, davalı, tescilli markasını , tescile uygun biçimde kullanmadığnıı, Davalı taraf , markayı kullanırken iyi niyetli olarak hareket etmediğini, davalı tarafın istinaf talebinin esastan reddin, mahkeme masrafları ve vekalet ücretinin davalı üzerinde bırakılmasına, karar verilmesini talep etmiştir. İnceleme, 6100 Sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 355. maddesi hükmü uyarınca istinaf dilekçesinde belirtilen sebeplerle sınırlı olarak kamu düzenine aykırı hususların olup olmadığı gözetilerek yapılmıştır. Davanın konusu; davacıya ait “…” esas unsurlu markalar ile davalı adına … sayılı “…” ibareli markanın hükümsüzlüğü, sicilden terkini, davalı adına tesccilli markanın davacının “…” markasına benzetmek suretiyle kullandığından bahisle tecavüzün, tespiti, men’i, durdurulması ve manevi tazminat talebine ilişkindir. Türk Patent ve Marka Kurumu’na ait kayıtlara göre; … sayılı ve “…” ibareli markanın, 18, 25 ve 35 sınıfta 23/01/2015 tarihinden itibaren 10 yıl müddetle davalı adına tescilli olduğu, … sayılı “…” ibareli, … sayılı “…” ibareli, … sayılı “…” ibareli, … ve … sayılı “…” ibareli ve … ibaresini havi birçok markanın davacı adına tescilli olduğu belirtilmiştir.Mahkemece markanın hükümsüzlüğü davası yönünden mahkemenin 2018/10 E. sayılı dosyasında derdest dava bulunması nedeniyle dava şartı yokluğundan davanın usulden reddine karar verilmiş olup, bu konuda herhangi bir istinaf sebebi yer almamaktadır. Mahkemece 14/02/2018 tarihinde Bilgisayar Mühendisi tarafından düzenlenen raporda … markasının kullanıldığı davacının … markasıyla karşılaştırıldığından, yalnızca tek bir harfin farklı olması sebebiyle tüketici nezdinde karışıklık oluşturmasının yüksek ihtimal olduğu belirtilmiştir. TPMK’ye ait müzekkere cevabında davacıya ait tescilli markaların halen geçerliliğini koruduğu belirtilmiştir. Davalı istinafında zamanaşımı itirazında bulunmuş ise de cevap dilekçesinde zamanaşımı itirazında bulunulmadığı, HMK 357. maddeye göre ilk derece mahkemesinde ileri sürülmeyen iddia ve savunmalar dinlenemeyeceğinden zamanaşımı itirazı değerlendirilmemiştir.Mahkemece 06/09/2018 tarihli 4 nolu ara kararı ile dosyanın üç kişilik bilirkişi heyetine tevdiine karar verildiği, daha sonra davacı vekilinin ara kararından rücu talebine istinaden mahkemece ara kararından rücu edildiği, 4.celse bilirkişiden ek rapor alınmasına karar verildiği, ancak ek rapor alınmadığı ve ara kararlardan dönülmesine karar verilerek hüküm kurulduğu anlaşılmıştır.Karıştırılma (iltibas) tehlikesi hukuki bir kavram olup, şu şeklide tanımlanabilir: İki ayrı marka karşısında bulunan kişilerin, bu markaların benzerliği sebebiyle, sunulan mal veya hizmetlerin ayrı işletmeye veya ekonomik olarak bağlantı içerisinde bulunan işletmelere ait olduğunu düşünmeleri veya düşünme ihtimalleridir (Savaş Bozbel, Fikri Mülkiyet Hukuku, İstanbul 2015, s. 408- 409). Diğer bir tanıma göre karıştırılma ihtimali, bir -tescilsiz- işaretin veya tescil edilmiş bir markanın daha önce tescil edilmiş bir marka ile şekil, görünüş, ses, genel izlenim vs. sebeple ya aynı ya da benzer olduğu için önce tescil edilmiş marka olduğu zannını uyandırması tehlikesidir (Ünal Tekinalp, Fikri Mülkiyet Hukuku, 5. Bası, İstanbul 2012, s. 436, N. 18). Yapılacak incelemede karıştırılma (iltibas) ihtimalinin araştırılmasına ilk önce markalar arasında ayniyet ya da benzerlik bulunup bulunmadığından başlanması gerekir. Bunun için de ilk önce markalar arasında ayniyet veya benzerlik ve daha sonra mal ve/veya hizmetler arasında ayniyet veya benzerlik olup olmadığı araştırılmalıdır. Burada iltibas tehlikesinin belirlenmesinde, benzerliğin vasat düzeydeki tüketicilerin ilk bakışta ürün veya hizmetin karıştırılmasına sebep olması veya karıştırma tehlikesinin bulunması ölçütü esas alınır. Ancak özel alıcı grubu olan hedef kitle de somut olayda nazara alınabilir (Savaş Bozbel, s. 411). Karıştırılma tehlikesinin belirlenmesinin hukuki bir kavram olduğunu belirledikten sonra hâkimin hukuku uygulaması ve hukuki konularda bilirkişiden görüş alıp alamayacağı konuları üzerinde durulması gerekir. Mülga 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu (HUMK)’nun 76. maddesinde yer alan, hâkim re’sen Türk kanunları mucibince hüküm verir, hükmü sadeleştirilerek 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu (HMK)’nun “hukukun uygulanması” başlıklı 33. maddesinde; hâkim, Türk hukukunu resen uygular, şeklinde yer verilmiştir. Burada hem usul hukuku, hem maddî hukuk aynı düzeyde madde kapsamı içerisinde bulunduğu konusunda duraksama bulunmamaktadır.Diğer taraftan hâkimin bilirkişiye başvurması konusunda HUMK’nun 275. maddesine göre; mahkeme, çözümü özel veya teknik bir bilgiyi gerektiren hallerde bilirkişinin oy ve görüşünün alınmasına karar verir. Hâkimlik mesleğinin gerektirdiği genel ve hukuki bilgi ile çözümlenmesi mümkün olan konularda bilirkişi dinlenemez. Ayrıca aynı Kanunun 286. maddesinde de bilirkişinin rey ve mütalaasının hâkimi takyit etmeyeceği düzenlemesine yer verilmiştir.Benzer düzenlemeye HMK’nın “bilirkişiye başvurulmasını gerektiren hâller” başlıklı 266. maddesinde yer verilmiş olup, sözkonusu hükme göre; mahkeme, çözümü hukuk dışında, özel veya teknik bilgiyi gerektiren hâllerde, taraflardan birinin talebi üzerine yahut kendiliğinden, bilirkişinin oy ve görüşünün alınmasına karar verir. Hâkimlik mesleğinin gerektirdiği genel ve hukuki bilgiyle çözümlenmesi mümkün olan konularda bilirkişiye başvurulamaz. Yine aynı Kanunun 282. maddesinde, hâkimin, bilirkişinin oy ve görüşünü diğer delillerle birlikte serbestçe değerlendireceği açıklanmıştır.Bilindiği üzere; HMK’nın 266. maddesinin gerekçesinde hâkimin, genel hayat tecrübeleri uyarınca sahip olunması gereken bilgilerle çözümleyeceği konularla, hukukî bilgiyle çözümlenmesi mümkün olan konular hakkında, bilirkişiye başvuramayacağı; ancak, çözümü hukuk dışında, özel veya teknik bilgiyi gerektiren hususlarda, bilirkişiden yararlanabileceği açıkça hüküm altına alınmıştır. Burada sözü edilen özel bilgiden maksat, hukuk bilimi dışında, belirli bir bilim dalının araştırıp ortaya koyduğu sonuçlara ilişkin bilgidir. Ancak, yer yer, hukukun spesifik alanlarına ilişkin hukukî bilginin de, özel bilgi kavramının kapsamı içerisinde mütalaa edilip bilirkişilik kurumunun kapısının aralanmaya çalışılması yönünde bir eğilimin belirmesi nedeniyle, maddede, özel bilgiye işaret edilirken, açıkça, “hukuk bilimi dışında” seklinde bir vurgu yapılmasına ihtiyaç duyulmuştur. Teknik bilgi ile kastedilen ise fizik, kimya, matematik gibi, pozitif bilimlerin verilerini uygulamaya yeterli bilgidir. Yine, belirli bir işletme boyutunu aşan, genel nitelik kazanmış, yetkili kişi, kurum ve kurullarca tespit edilmiş olan teknik standartlar da, teknik bilgi kavramının kapsamı içerisinde yer alır. Öte yandan, hukuk kurallarını re’sen araştırıp bulma ve olaya uygulama, zaten hâkimin işidir. Bu kural uyarınca, hukukî sorunların en yetkin bilirkişisi, hâkimin kendisidir. Sözü edilen kuralı öngören ve HMK’nın 33. maddesinde yer alan “Hukukun uygulanması” başlıklı düzenleme de (1086 sayılı Kanun m.76, 1,c.), hâkimin hukukî sorunlarda, bilirkişiye başvurmasının mümkün olamayacağının bir başka kanıtını teşkil etmektedir.Yine, anılan kurala paralel olarak, Milletlerarası Özel Hukuk ve Usul Hukuku Hakkında Kanunun 2. maddesinin birinci fıkrasında, hâkimin, Türk kanunlar ihtilâfı kurallarına göre, yetkili olan yabancı hukuku da re’sen uygulamakla ödevli olduğu hususu hükme bağlanmıştır. En genel çerçevede ise hukuka uygun olarak hüküm verme işinin, münhasıran hâkimin işi olduğuna, Anayasanın 138. maddesinin birinci fıkrasının ikinci cümlesinde açıkça işaret edilmiştir.Bütün bunlar gözetildiğinde, Hukuk Muhakemeleri Kanunun, hukukî sorunlarda hâkimin bilirkişiye başvuramayacağını öngören kuralının, Anayasanın 138. maddesinin birinci fıkrasının ikinci cümlesinde, HMK’nın 33. maddesinde (1086 sayılı Kanunun 76. maddesinin birinci cümlesinde) ve Milletlerarası Özel Hukuk ve Usul Hukuku Hakkında Kanunun 2. maddesinin birinci fıkrasının birinci cümlesinde yer alan düzenlemelerin, somut plânda bir uygulanma biçimi olduğu söylenebilir.Aksine tutum, Türk Milleti adına hüküm vermeye tek yetkili “Hâkim”in yerine “bilirkişi”nin konulması sonucunu doğurur. Ayrıca yargılamanın sürat ve az masrafla yapılması ilkesini de zedeler. Bu nedenle yasal düzenlemenin yorumlanması ve somut olaya uygulanması hâkime aittir. Hukuki bilgiyi gerektiren bu husus bilirkişi düşüncesine terk edilemez.Dosyadaki belgelere, duruşma sürecini yansıtan tutanaklar ve gerekçe içeriğine göre, ilk derece mahkemesi kararında davanın esasıyla ilgili tarafların gösterdiği hükme etki edecek tüm delillerin toplandığı, kanunun olaya uygulanmasında ve gerekçede hata edilmediği, ihtilafın doğru olarak tanımlandığı, kararın usul ve yasaya uygun olduğu anlaşıldığından davalı vekilinin yerinde bulunmayan istinaf başvurusunun 6100 Sayılı HMK’nın 353/1-b/1. maddesi gereğince esastan reddine karar verilmesi gerektiği kanaat ve sonucuna varılarak aşağıdaki hüküm kurulmuştur.
HÜKÜM: Gerekçesi yukarıda açıklandığı üzere;1-Usûl ve yasaya uygun Bakırköy 1. Fikri Ve Sınaî Haklar Hukuk Mahkemesi’nin 18/04/2019 tarih ve 2018/36 E., 2019/148 K. sayılı kararına karşı davalı vekili tarafından yapılan istinaf başvurusunun 6100 Sayılı HMK’nın 353/1-b/1. maddesi gereğince ESASTAN REDDİNE, 2-492 Sayılı Harçlar Kanunu gereğince alınması gereken 1.366,20 TL nispi istinaf karar ve ilam harcından peşin yatırılan 512,33 TL harcın mahsubu ile bakiye 853,87 TL harcın davalıdan tahsiliyle Hazineye gelir kaydedilmesine, 3-Davalı tarafça istinaf aşamasında yapılan yargılama giderlerinin üzerinde bırakılmasına,4-İncelemenin duruşmasız olarak yapılması sebebiyle taraflar yararına vekalet ücreti tayinine yer olmadığına,5-Taraflarca yatırılan gider avansından harcanmayan kısmın karar kesinleştiğinde iadesine,Dosya üzerinde yapılan inceleme sonucunda, 20/07/2017 tarih ve 7035 Sayılı Kanunun 31. maddesiyle değişik 6100 Sayılı HMK’nın 361/1. maddesi gereğince, kararın tebliğinden itibaren 2 hafta içerisinde Yargıtay’a temyiz başvurusunda bulunma yolu açık olmak üzere, oy birliğiyle karar verildi. 13/04/2023