Emsal Mahkeme Kararı İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 44. Hukuk Dairesi 2020/1419 E. 2023/559 K. 31.05.2023 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı henüz kesinleşmemiştir. Yararlı olması amacıyla eklenmiştir.

T.C.
İSTANBUL
BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ
44. HUKUK DAİRESİ
T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
İ S T İ N A F M A H K E M E S İ K A R A R I
DOSYA NO: 2020/1419
KARAR NO: 2023/559
İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ: İstanbul 1. Fikrî Ve Sınaî Haklar Hukuk Mahkemesi
TARİHİ: 11/12/2018
NUMARASI: 2017/389 E. – 2018/483 K.
DAVANIN KONUSU: Marka (Marka Hükümsüzlüğünden Kaynaklanan)
İSTİNAF KARAR TARİHİ: 31/05/2023
Yukarıda yazılı ilk derece mahkemesi kararına karşı, istinaf yasa yoluna başvurulması üzerine yapılan inceleme sonucunda;
GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ: Davacı vekili dava dilekçesinde özetle; Müvekkilinin kamu tüzel kişiliğine haiz vakıf üniversitesi olduğunu, Müvekkili tarafından “…” İbaresini taşıyan bir çok marka tescili için TPE nezdinde marka başvurusu yapıldığını, … markasını müvekkilinin tanınmış hale getirdiğini, davalının haksız şekilde müvekkilinin tanınmışlığından faydalandığını, …nin kuruluş tarihi olan 1996 yılından bugüne kadar bu isim altında eğitim öğretim hizmeti verdiğini, farklı akademik ve sosyal etkinliler ile adını tüm Türkiye ve hatta dünyaya duyurup tanıttığını, hem kamuoyunda hem ilgili sektörde “…” adıyla bir marka değeri olduğunu, özellikle eğitim sektöründe “ …” ibaresinin müvekkili ile bilindiğini, müvekkilini çağrıştırdığını, Davalının müvekkili ile aynı sınıflarda verdiği hizmetin müvekkilinin kuruluşu olan 1996 tarihinden sonra olduğunu, kötüniyetli olarak davalının müvekkili üniversitenin ulusal ölçekte tanınmışlığından, saygınlığından ve eğitim öğrenim alanındaki faaliyetleri sonucu yaratılmış olan marka değerinden faydalanmaya çalıştığını müvekkilinin gerçek ve öncelikli hak sahibi olduğunu, müvekkilinin 1996 yılından beri “…” ibaresini kullanarak 20 yıllık faaliyet sürecinde meşhur ve maruf bir marka haline getirdiğini, markasının tanınmış olduğunu, “…” kelimesinin tek başına marka olarak tescilinin mümkün olmadığını, tek başına jenerik isim niteliğinde olup, bir kompozisyon halinde kullanıldığında tescil edilebildiğini, davalı adına tescilli … no’lu “… Şekil”, … no’lu “ …” ve … nolu; “… … lisesi … Şekil” Markalarının tescil edildiği tüm sınıflarda hükümsüzlüğüne karar verilmesini talep ve dava etmiştir. İlk derece mahkemesince yapılan yargılama sonunda; “…Öte yandan “…” ibaresi kullanıldığı sektör ve markanın korunduğu sınıf itibariyle bir anlamda eğitim sektöründe sıkça kullanılan tanımlayıcı bir ibaredir. Marka korunmak istediği sınıftan yabancılaştığı ölçüde güçlenir, korunmak istediği sınıfa yaklaştığı ölçüde de zayıflar. Zayıf marka sahibinin ayırt ediciliği düşük ibareleri marka olarak seçtiği takdire 3. Kişiler tarafından haksız kullanıma açık olacağını bildiği, bunu kabul ederek de markayı seçtiği düşünülmektedir. … ibaresi de marka olarak zayıf bir ibaredir. MarkKHK md 7/1-c kapsamında hükümsüzlük davası açmak herhangi bir süreye tabi olmamakla birlikte istisnası markanın ayırt edici nitelik kazanmasıdır. Dosya kapsamından davalının “…” ve … ibareli markalan 1968 yılından beri kullandığı anlaşılmaktadır. Davalının tüm markalarının eskiye dayalı kullanım sebebiyle zayıf marka olmasına rağmen kullanım sonucu ayırtedicilik kazandığı hususu da bilirkişi heyetince tespit edildiğinden davacı yanca ileri sürülen dava sebeplerinin hiç birinin somut olayda ispat edilemediği anlaşıldığından hükme dayanak yapılan rapor kapsamı da dikkate alınarak davanın esastan reddine” karar verilmiştir.Davacı vekili istinaf dilekçesinde özetle; -Müvekkili …’nin harçtan muaf olduğunu, bu itibarla istinaf başvuru harcı ödeme yükümlülüğü bulunmadığını, -Davalı şirket adına tescilli; … no’lu ve“ … ŞEKİL” ibareli marka, … no’lu ve “…” ibareli marka, … no’lu ve “ … … LİSESİ … ŞEKİL “ibareli markaların hükümsüzlüğü ve sicilden terkini talep edildiğini, red gerekçelerinin hatalı olduğunu, kamu tüzel kişiliğine haiz müvekkili üniversite isminin kanunen öncelikli koruma altında olduğunun yerel mahkeme tarafından değerlendirilmediğini, Müvekkili … eğitim ve öğretim alanında hizmet veren ve Türkiye ve dünya çapında tanınırlık kazanmış bir vakıf üniversitesi olduğunu, Vakıf üniversitelerinin kuruluşunda seçilen isim ve logo bilinen anlamıyla ticarette kullanılan bir marka niteliğinde olmadığını, vakıf üniversitelerinin ticarî ya da iktisadi bir faaliyet yapmak için kurulmadıklarını, bir kamu hizmeti olarak görülen, “ üniversite eğitimi ve bilimsel araştırma hizmeti ” ni ifa etmek üzere kurulduklarını, kamu tüzel kişilerinin isimlerinin … hukuk tüzel kişileri ya da gerçek kişiler tarafından aynen ya da benzetilerek kullanılamayacağı gibi marka olarak tescil de edilemeyeceğini, kamu tüzel kişilerinin ve kamu kurumlarının isimlerinin iktisadi alanda söz konusu olabilecek tecavüzlere karşı korunması için marka olarak tescil ettirilmesine ihtiyaç olmadığını, kanunen koruma altında olduklarını, davalının bu ibareyi marka olarak tescil ettirmesinin hukuken mümkün olmadığını, -Kamu tüzel kişilerine ait isimlerin … hukuk tüzel kişileri tarafından kullanılmasının halk nezdinde karıştırılma ihtimali yaratacak nitelikte olduğunu, Mahkemenin tarafların faaliyet alanlarının ve markaların kullanım alanlarının farklı olduğu, farklı müşteri portföyüne hitap ettikleri değerlendirmesinde bulunduğunu ancak hükme esas alınan Bilirkişi Raporunda yapılan tespitte her iki tarafın da sunduğu hizmetlerin eğitim öğretim kapsamında olduğunun belirtildiğini, her iki tarafın da eğitim öğretim sektöründe faaliyet göstermesinin davalı şirketin faaliyetlerinin … ile bağlantılı olduğunun, yönetimlerinin Üniversite’ye bağlı olduğunun, Üniversite’nin kalite ve standartlarını taşıyacağı gibi hedef kitle üzerinde birçok yanılgı oluşmasına sebebiyet verdiğini, davalı şirketin “… … Lisesi” de ya da “…” isimlerini kullandığı, eğitim, semine, proje ya da diğer isimleri de tamamen müvekkili Üniversite ile ilişkilendirilecek ve halk nezdinde karıştırılacağını, bu itibarla, dava konusu markaların hükümsüzlüğüne karar verilmesi gerektiğini, -Terkini talep edilen markaların, bütünsel izlenimine ve kompozisyonuna bakıldığında, kompozisyon halinde müvekkili üniversite markaları ile ayırt edicilik gücünün olmadığının açık olduğunu,-Yerel mahkeme tarafından … markasını tanınmış hale getirenin müvekkili üniversite olduğunun ve davalı tarafın haksız şekilde müvekkili üniversite’nin tanınmışlığından faydalandığı yönündeki iddialarının değerlendirilmediğini, özellikle eğitim sektöründe “…” ibaresinin müvekkili Üniversite ile bilindiğini, müvekkili üniversitenin fiili kullanım sonucu marka alanında maruf, meşhur ve tanınmış bir marka haline geldiğini ve böylece müvekkili üniversitenin markanın gerçek ve öncelikli hak sahibi olduğunu, davalı adına yapılan tescillerin kötü niyetli olduğunu ve hükümsüzlüğüne karar verilmesi gerektiğini, tanınmış marka olduğunu, müvekkili üniversitenin markalarını kullanmayla maruf hale getirmiş olduğunu, -… kelimesinin tek başına marka olarak tescilinin mümkün olmadığını, tek başına jenerik isim niteliğinde olduğunu, bir kompozisyon halinde kullanıldığında tescil edilebileceğini, davalı şirketçe tescili sağlanan “…” isminin salt özgün kısım itibariyle, koruma markası ya da 556 sayılı Markaların Korunması Hakkında KHK m.7/1 kapsamında korunabilecek isimler olmadığını, Mahkeme tarafından bu duruma ilişkin de herhangi bir inceleme yapılmadığını, 556 sayılı KHK.’nin 7/a maddesi ve 7/d maddesi gereğince herkes tarafından kullanılan ya da belirli bir meslek, sanat veya ticaret grubuna mensup olanları ayırt etmeye yarayan işaret ve adları tek başına veya esas unsur olarak içeren işaretlerin tescilinin de mümkün olmadığını, -Davalı şirket adına tescil edilen markalara ilişkin mutlak ret nedenleri mevcut bulunduğundan sessiz kalma sebebiyle hak kaybının koşullarının oluşmadığını, dava konusu markaya ilişkin olarak Markaların Korunması Hakkında KHK’de marka tescilinde mutlak ret nedenlerinin yer aldığı m.7/a ve 7/d bentlerinde sayılan mutlak ret nedenleri mevcut bulunduğundan Müvekkili Üniversitenin sessiz kalma nedeniyle hak kaybına uğramasının koşullarının hukuken oluşmadığını kararın kaldırılarak davanın kabulüne karar verilmesini talep etmiştir. İnceleme, 6100 Sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun(HMK) 355. maddesi hükmü uyarınca istinaf dilekçelerinde belirtilen sebeplerle sınırlı olarak ve kamu düzenine aykırı hususların olup olmadığı gözetilerek yapılmıştır. Dava, davalıya ait markanın hükümsüzlüğü ve sicilden terkini talebine ilişkindir. Davacı taraf davalının markasının hükümsüz kılınmasını istemiş, davalı taraf ise davanın reddini savunmuştur. Yargılama sonunda davanın reddine dair verilen karar davacı vekilince istinaf edilmiştir.Davacı taraf, markasının tanınmış marka olduğu, tescilsiz koruma kapsamında kaldığı, davalı tarafın kötü niyetli olduğu ve karıştırma ve iltibas tehlikesi bulunduğu gerekçeleri ile kararı istinaf etmiştir. Başvuru ve önceki markaların benzerlik karşılaştırılmasında, doktrin ve Yüksek Yargı uygulamaları ile belirlenen kriterler, işaretler arasında işitsel, görsel ve kavramsal olarak benzerlik olup olmadığı ile itiraza mesnet markanın doğasından gelen veya sonradan kazanılmış ayırt edeciliği bulunup bulunmadığıdır. İlke olarak benzerlikte, markaların tüketici üzerinde bıraktığı genel izlenim veya akılda kalan kaba görünüm dikkate alınmalıdır. Zira tüketici karşılaştırılan markaları genellikle yan yana koyarak inceleme imkanına sahip olamaz. Karşılaştırmada esas itibariyle markaların ayırt edici yada baskın (asıl) unsurları göz önüne alınmalıdır. Markaların ayırt edicilik sağlamayan yada herkesin kullanımına açık tali unsurları değerlendirme dışı bırakılır. Somut olayın özelliklerine göre, yapılan karşılaştırmada, işitsel, görsel veya kavramsal benzerliklerden bir yada birkaçının önemi ön plana çıkabilir. Sözcük markalarında vurgunun hangi hece yada birden fazla sözcük olması halinde hangi sözcükte olduğu değerlendirilmelidir. Görsel işitsel ve kavramsal benzerlik karşılaştırmasında özellikle önceki markanın tercih edilmesinin arkasında yatan fikrin gözden uzak tutulmamasında yarar vardır. Aynı düşünce başvuruya konu markanın seçilmesinde de etkili ise, bu durum vurgunun yada baskın unsurun görsel veya işitsel öğelerden birinde hatta bir sözcüğün tek bir hece veya harf gurubunda ortaya çıkmasını sağlayabilir. Yine karıştırma ihtimalinde ilgili mal veya hizmetin benzerliği üzerinde de durulmak gerekir. Mal veya hizmetin benzerliğinde, ortalama alıcı kitlesi, son kullanıcıları, malın alımına ayrılan zaman, satışa sunulma kanalları ve biçimi, birinin diğerini ikame etmesi gibi faktörler etkili olur. Karıştırma ihtimali kavramına çağrıştırma (bağlantı kurma) suretiyle karıştırma da dahildir. Bir başka deyişle tüketicinin, marka ve malların benzerliği nedeniyle her iki malın kaynağının aynı firma olduğu düşüncesi ile biri yerine diğerini tercih etme riski mevcut ise, başvuru reddedilmelidir.Bilindiği gibi 556 sayılı KHK’nin 8/3 hükmü uyarınca, tescilsiz bir markanın veya ticaret sırasında kullanılan bir işaretin sahibinin itiraz etmesi halinde, başvuru tarihinden önce bu marka veya işaret üzerinde bir hak elde edilmiş ve durum marka ya da işaret sahibine başkaları tarafından kullanılmasını engelleme hakkı veriyorsa, başvuru tescil edilmez. Bu kullanımın belirli bir mal ile veya hizmetle ilişkilendirilmesi ve markasal kullanım olarak kabul edilmesi, en azından belirli bir bölge ve ilgili çevrede ayırt edicilik sağlaması yeterli görülmektedir. Bir başka deyişle kullanımla ayırt edicilik kazanma düzeyi 556 sayılı KHK’nin 7/son hükmüne oranla daha düşük olabilecektir. KHK’nin 8/4 hükmü, bir markanın aynı veya benzerinin, farklı mal ve hizmetlerde kullanılabileceği ilkesini açıkça ifade eder. Ancak tanınmış markalar bu ilkenin istisnasını oluşturur. Buna göre, toplumda tanınmışlık düzeyine ulaşmış olması koşuluyla, tescilli bir markanın, aynı veya benzerinin, farklı mal ve hizmetlerde kullanılması amacıyla yapılan marka başvurusu, tanınmışlığından haksız yarar sağlanabileceği, itibarına zarar verebileceği veya ayırt edici karakterini zedeleyici sonuçlar doğurabileceği durumlarda, itiraz üzerine ret edilir. Tanınmış marka kavramı, gerek Paris Sözleşmesi ve TRİP’s Anlaşması, gerekse mevzuatımızda tanımlanmış değildir. Bununla birlikte, kavram Yargıtay içtihatlarında “bir şahsa veya teşebbüse sıkı bir şekilde matufiyet, garanti, kalite, kuvvetli reklam, yaygın bir dağıtım sistemine bağlı, müşteri, akraba, dost, düşman ayırımı yapılmadan coğrafi sınır, kültür, yaş farkı gözetilmeksizin aynı çevredeki insanlar tarafından refleks halinde ortaya çıkan bir çağrışım olarak” ifade edilmiştir. Tanınmışlığın belirlenmesi konusunda bir takım kıstaslar, WIPO Tanınmış Markalar Uzmanlar Komitesi tarafından 1999 yılında yayınlanmıştır. Buna göre, markanın, halkın ilgili kesiminde tanınma derecesi, markanın kullanım süresi, derecesi ve coğrafi bölgesi, markanın uygulandığı ürün ya da hizmetlerin fuar veya sergilerdeki tanıtımları, reklam ve sunumlarının süresi, derecesi ve coğrafi bölgesi, markanın tanınmasını ya da kullanımını etkileyen başka tescillerinin veya tescil başvurularının süresi ve coğrafi bölgesi olarak özetlenebilir. Ancak, bu kıstaslar sınırlı sayıda olmadığı gibi, her olaya göre bir kısmının karşılanması yeterli olabilir. WIPO, “halkın ilgili kesimi” ifadesinin ise, markanın uygulandığı mal ya da hizmetlerin gerçek ya da potansiyel tüketicileri, dağıtım kanallarında görevli kişiler ve söz konusu mal veya hizmetlerle ilgili olan iş çevrelerini kapsayacağını kabul etmiştir. Bilindiği gibi, MK 2. maddesi, ‘Herkes haklarını kullanırken ve borçlarını yerine getirirken dürüstlük kuralına uymak zorundadır. Bir hakkın açıkça kötüye kullanılmasını hukuk düzeni korumaz’ hükümlerini amirdir. Öte yandan, 556 sayılı KHK’nin 35 maddesi, ‘başvurunun kötü niyetli yapıldığına ilişkin itirazların’ marka tescil sürecinde TPE tarafından dinleneceğini amirdir. Ancak ne var ki, tescil için mutlak ve nisbi red nedenlerine ilişkin 7 ve 8. maddelerde yada hükümsüzlüğe ilişkin 42. maddede, ‘başvurunun kötü niyetli olarak yapılmasının’ hükümsüzlük nedenleri arasında yer almadığı görülmektedir. Oysa KHK’ye kaynaklık eden AB Direktifi ve Topluluk Marka Tüzüğünde bu husus açıkça hükümsüzlük nedeni sayılmıştır. Bu eksikliğin tamamen dönemin hızlandırılmış yasama faaliyeti ile ilgili olduğu bilinen bir husustur. Dolayısıyla, marka başvurusunun, kötü niyetle yapıldığının belirlenmesi, örneğin, davacı markası veya ticaret ünvanı ile iltibas yaratmak üzere yapıldığı hususunda hiçbir kuşkunun olmadığı hallerde, dürüstlük ilkesi ile, MK 2. ve 556 sayılı KHK’nin 35. maddesinden hareketle, kötü niyetle tescil edilen bir markanın hükümsüzlüğüne karar verilmesi her halde kabul edilmelidir. Aksi halde, “salt marka başvurusunda bulunulması yada tescilli bir markanın kullanılması eylemlerinin, bir başkasının markasına tecavüz sayılmayacağı” yerleşik uygulaması da dikkate alındığında, marka tescil sistemi amacından saptırılarak, bizatihi haksız rekabet aracı haline getirilebilecektir. Nitekim Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 16.07.2008 gün ve 2008/11-501 esas, 2008/507 karar sayı ve “RG 512” kararında kötü niyetli başvurunun hükümsüzlük nedeni sayılacağı kabul edilmiş bulunmaktadır. Öncelikle kazanılmış hak teşkil eden markanın tescilli olarak uzun süre kullanılması, bir başka deyişle kullanım ve tescilinin taraflar arasında artık çekişme konusu olmaktan çıkmış olması, kabullenilmesi gerekir. İkinci olarak bu markaya dayalı olarak yapılan başvurunun da, kazanılmış hak teşkil eden markanın asli unsuru muhafaza edilerek, işletme ile bağlantısı ve tüketici nezdinde yarattığı izlenim korunmak suretiyle oluşturulması aranacaktır. Zira önceki markanın asli unsuru dahi değişmiş ise, bu artık yeni bir marka başvurusu olacağından önceki markanın zaman içindeki değişikliklere uyarlanması için yapılmış bir başvuru olduğu kabul edilemez. Son olarak sonraki başvurunun, önceki markanın kapsadığı mal/hizmet ile aynı veya aynı tür emtiaları/hizmetleri içermesi, kapsamını genişletme yoluna gitmemesi zorunludur. Yukarıdaki açıklamalar kapsamında somut olay incelendiğinde, daha öncede taraflar arasında Türk Patent’den getirtilen dosyalar incelendiğinde, davacı ile davalı arasında “…” ibareli markaları ile benzerlik arz ettiğinden ve tanınmışlık iddiasıyla itirazda bulunduğu ve Yargıtay 11. Hukuk Dairesi 2021/2688 E., 2022/6567 K. Sayılı kararı ile ” Bölge Adliye Mahkemesince, dosya kapsamı, mevcut delil durumu ve ileri sürülen istinaf sebepleri dikkate alındığında mahkemenin vakıa ve hukuki değerlendirmesinde usul ve esas yönünden yasaya aykırılık bulunmadığı, davalının itiraza dayanak markasında kullanılan şekil unsurunun, renklerin tonlamasının, kelimelerin yerleştirilme şekillerinin, taraf markalarının görsellerini oldukça farlılaştırdığı ve davalı markasını ayırt edici kıldığı, taraf markalarında ortak olarak yer alan “…” ibaresinin, anlamı herkesçe bilinen, yaygın olarak kullanılan ve özellikle dava konusu 41. sınıf “Eğitim ve öğretim hizmetlerinde” öğrencilerin … düzeyini ifade eden tanımlayıcı bir ibare olduğu, bu yönüyle kimsenin tekeline verilemeyeceği, aynı taraflar arasındaki Yargıtay 11. H.D.’nin 09.03.2006 tarih ve 2005/295 E.- 2006/2466 K. sayılı ilamında da bu hususların belirtildiği, bu durumda ortak olmayan unsurlardaki benzerliklerin ve farklılıkların dikkate alınmasının gerektiği, ayrıca anılan hizmetlerin tüketicilerinin bilinç düzeyinin ve dikkat seviyesinin yüksek olduğu, bu açıdan mahkemece taraf markaları arasında ibareler yönünden benzerlik bulunmadığından, 556 sayılı KHK 8/1-b. maddesi anlamında iltibas koşullarının oluşmadığı gerekçesiyle davanın kabulüne karar verilmesinde bir isabetsizliğin bulunmadığı gerekçesiyle davalı Kurum vekilinin istinaf başvurusunun esastan reddine karar verilmiştir. … Bölge Adliye Mahkemesince verilen kararın HMK’nın 370/1. maddesi uyarınca Onanmasına” karar verildiği görülmüştür. İtiraza mesnet gösterilen markalarda “…” kelimesinin ortak unsur olduğu, bu ibarenin önüne veya ardına muhtelif yan ve tamamlayıcı unsurların eklendiği görülmüştür. Markaların tamamında “…” kelimesi ön planda çıkacak biçimde tasarlanmış olup, esas unsur konumunda kullanılmak istenildiği görülmektedir. Uyuşmazlık konusu “…” kelimesi, marka yaratmada sıkça kullanılan bir kelime olduğu, eğitim ve öğretim alanında ayırt ediciliğinin zayıf olduğu, ayırt ediciliği zayıf olan ibareleri tercih eden bir kimsenin, bu ibarelere bir takım farklı ilaveler yapılarak marka olarak kullanılmasına katlanmak mecburiyetinde olduğu, böylesi bir kelimenin tek bir firmanın tekeline bırakılmasının marka hukuku ilkeleri ile bağdaşmayacağı, bu çerçevede yapılan değerlendirmede markalar bir bütün olarak değerlendirildiğinde görsel ve işitsel olarak birbirinin aynı veya devamı olduğu intibaı uyandırmadığı kanaatine ulaşılmıştır. Sonuç olarak; davalı markası kapsamında kalan sınıflar açısından aynı/aynı tür mal ve hizmetler tespit edilse de, fonetik ve görsel olarak bir bütün halinde yapılan değerlendirilme sonucunda taraf markaları hem görsel olarak hem de telaffuz edildiğinde birbirinin aynı veya devamı olduğu intibaını uyandırmadığından davalı markası ile davacı markaları arasında 556 sayılı KHK’nın 8/1-b maddesi anlamında karıştırılma tehlikesi olmadığı sonuç ve kanaatine varılmıştır. Hükümsüzlük talebi açısından; dava konusu marka kapsamındaki mal ve hizmetlerin, davacı markaları kapsamındaki mal ve hizmetlerle aynı/aynı tür, benzer olmasına rağmen, taraf markalarının işaretlerinin benzer olmaması ve 556 sayılı KHK’nın 8/1-b maddesi anlamında iltibas tehlikesinin mevcut olmaması nedeniyle hükümsüzlük şartlarının oluşmadığı kanaatine varılmıştır. Davalının, dava konusu marka başvurusundan önce, “…” esas unsurlu markalarını tescilsiz olarak kullandığının İstanbul Valiliği 2006 tarihinde … … … Eğitim A.Ş. adına düzenlenen … Öğretim Kurumu Ruhsatnamesinde; … … KOLEJİ adı altında, Lise hazırlık 1997-1998, Lise 1-2-3 sınıflar için 1983-1984 öğretim yılından başlamak üzere öğretime başlama izni verildiği, Keza … … İLOKÖĞRETİM OKULU olarak ilköğretim 12.3 4.5 sınıflar için 1968-1969; 6.7.8. sınıflar için 1998-1999 öğretim yılında öğretime başlama izni verildiği ve davalının 1968-1969 yılından beri ilköğretim ve devamında lise düzeyindeki öğretim kurumlarında “…” ibaresini marka olarak kullandığı dolayısıyla eskiye dayalı kullanım sebebi ile öncelikli hak sahipliğinin 1968 yılından beri markaya yatırım yapan davalı tarafa ait olduğunun bilirkişi heyetince tespit edildiği anlaşılmakla davacının 556 sayılı KHK’nın 8/3 maddesi kapsamında eskiye dayalı kullanım nedeniyle üstün ve öncelikli hak iddiasının değerlendirilebilir ve yerinde olmadığı kanaatine varılmıştır. Bir markanın tanınmışlıktan yararlanması için 556 sayılı KHK’nın 8/4 maddesinde sayılan şartların gerçekleşmiş olması gerektiği, somut olay açısından ise uyuşmazlık konusu “…” kelimesi açısından davalının markasının, davacı markası açısından tanınmışlık düzeyi nedeniyle haksız bir yararın sağlanabileceği, markanın itibarına zarar verebileceği kanaatine varılamadığından ve davacının tanınmışlık iddiasının davalı tarafından markasının kullanılmaya başladığı tarih itibariyle ispatlanamamış olması, dosya içeriği itibari ile 556 sayılı KHK’nın 8/4 maddesinde yer alan koşulların oluşmadığı gibi taraf markalarının 556 sayılı KHK’nın 8/1-b maddesi anlamında karıştırılma tehlikesi olmadığı ve dolayısıyla tanınmışlığın bu duruma bir etkisi olmayacağı kanaatine varılmıştır. Somut olayda davalının başvurusunun kötü niyetli olduğuna ilişkin somut veriler dosya kapsamında bulunmamaktadır. Bu nedenle kullanılış amacı ve fonksiyonlarına aykırı bir şekilde, davacıyı veya iyiniyetli üçüncü kişileri baskı altında tutma, onlara şantaj yapma veya engelleme amacına ilişkin herhangi bir olgu ve olay söz konusu olmadığından, davalının kötü niyetli olmadığı kanaatine varılmıştır. Taraflarca sunulan belgeler ile tüm deliller incelenmiş, alınan rapor ile tüm dosya kapsamı birlikte değerlendirilmiş ve ileri sürülen istinaf sebepleri dikkate alındığında mahkemenin vakıa ve hukuki değerlendirmesinde usul ve esas yönünden yasaya aykırılık bulunmadığı, tescilli bir marka ile davacının tescilsiz markası arasında hizmetler yönünden 556 sayılı KHK’nın 8/1-b maddesi anlamında ortalama alıcılar nezdinde görsel, işitsel ve anlamsal olarak bıraktıkları genel izlenim itibariyle ilişkilendirilme ihtimalini de içerecek şekilde iltibas tehlikesinin bulunmadığı, davalının kullanımının kötü niyetli olduğuna dair dosyada da delil bulunmadığı, dairemiz önündeki somut uyuşmazlık yönünden farklı bir sonuca ulaşılmasını haklı gösterecek bir husus bulunmadığı bu nedenle davalının kullanımının kötüniyetli olarak değerlendirilemeyeceği; dosyadaki belgelere, inceleme sürecini yansıtan tutanaklar ve gerekçe içeriğine göre, ilk derece mahkemesi kararında ve gerekçede hata edilmediği, kararın usul ve yasaya uygun olduğu anlaşıldığından davacı vekilinin yerinde bulunmayan istinaf başvurusunun 6100 Sayılı HMK’nın 353/1-b/1. maddesi gereğince esastan reddine karar verilmesi gerektiği kanaat ve sonucuna varılarak aşağıdaki hüküm kurulmuştur.
HÜKÜM: Gerekçesi yukarıda açıklandığı üzere; 1-Usûl ve yasaya uygun İstanbul 1. Fikrî ve Sınaî Haklar Hukuk Mahkemesi’nin 11/12/2018 tarih ve 2017/389 E., 2018/483 K. sayılı kararına karşı davacı vekili tarafından yapılan istinaf talebinin 6100 Sayılı HMK’nın 353/1-b/1. maddesi gereğince ESASTAN REDDİNE, 2-Davacı harçtan muaf olduğundan karar verilmesine yer olmadığına,3-Davacı tarafça istinaf aşamasında yapılan yargılama giderlerinin üzerinde bırakılmasına,4-İncelemenin duruşmasız olarak yapılması sebebiyle taraflar yararına vekalet ücreti tayinine yer olmadığına,5-Taraflarca yatırılan gider avansından harcanmayan kısmın karar kesinleştiğinde iadesine, Dosya üzerinde yapılan inceleme sonucunda, 20/07/2017 tarih ve 7035 Sayılı Kanunun 31. maddesiyle değişik 6100 Sayılı HMK’nın 361/1. maddesi gereğince, kararın tebliğinden itibaren 2 hafta içerisinde Yargıtay’a temyiz başvurusunda bulunma yolu açık olmak üzere, oy birliğiyle karar verildi. 31/05/2023