Emsal Mahkeme Kararı İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 44. Hukuk Dairesi 2020/1414 E. 2023/116 K. 23.02.2023 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı henüz kesinleşmemiştir. Yararlı olması amacıyla eklenmiştir.

T.C.
İSTANBUL
BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ
44. HUKUK DAİRESİ
T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
İ S T İ N A F M A H K E M E S İ K A R A R I
DOSYA NO: 2020/1414
KARAR NO: 2023/116
İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ: İstanbul 2. Fikrî ve Sınaî Haklar Hukuk Mahkemesi
TARİHİ: 24/01/2019
NUMARASI: 2017/730 E. – 2019/35 K.
DAVANIN KONUSU: Marka (Marka Hükümsüzlüğünden Kaynaklanan)
İSTİNAF KARAR TARİHİ: 23/02/2023
Yukarıda yazılı ilk derece Mahkemesi’nin kararına karşı, istinaf yasa yoluna başvurulması üzerine yapılan inceleme sonucunda;
GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ: Davacı vekili dava dilekçesinde özetle; Müvekkili şirketin … markasının gerçek hak sahibi olduğunu, markayı 2012 yılında yarattığını ve Ekim 2016 tarihinden itibaren de ülkemizde aktif olarak kullanmaya başladığını, müvekkili şirketin ulaşım ağı şirketi olduğunu, 2012 yılından beri … ticaret unvanı ve alan adı altında faaliyet gösterdiğini, markanın ilk defa 03.03.2014 tarihinde Birleşik Arap Emirlikleri’nde tescil edildiğini, daha sonra diğer Arap ülkelerinde de tescil edildiğini, www…..com alan adının ise 20.06.2012 tarihinde tescil edildiğini, müvekkili ile aynı sektörde çalışan davalıya ait firmanın 23.09.2016 tarihinde kurulduğunu, davalının müvekkilinin markasının sadece 39.sınıfta tescilli olmasını fırsat bilerek markasını 09, 36, 38 ve 42.sınıflarda 22.12.2016 tarihinde tescil ettirdiğini, 10.06.2016 tarihinde www…..com.tr alan adını kendi adına tescil ettirdiğini, davalının başkalarına ait markaları da benzer şekilde kendi adına tescil ettirmeye çalıştığını, davalının markayı kötü niyetli şekilde tescil ettirdiğini, bu sebeple SMK m.6/9 uyarınca kapsadığı bütün mal ve hizmetler bakımından hükümsüz kılınması gerektiğini, davalı markasının müvekkilinin markasının tescil edildiği sınıf ile benzer sınıflarda tescil edildiğini bu sebeple SMK m.6/1 uyarınca da hükümsüz sayılması gerektiğini, müvekkilinin markasının tanınmış marka olduğunu bu sebeple davalı markasının SMK m.6/4,5 uyarınca hükümsüz sayılması gerektiğini, müvekkilinin ticaret unvanının ve alan adının … ibaresinden oluştuğunu, davalı markasının bu haklarını da ihlal ettiğini, müvekkili şirketin kullanıma dayalı kazanılmış hakkı bulunduğunu, davalı alan adının müvekkilinin alan adından ve markasından kaynaklanan haklarına tecavüz ve haksız rekabet oluşturduğunu, bu nedenle terkini gerektiğinden bahisle davalı adına tescilli … tescil numaralı … markasının hükümsüzlüğüne, davalı adına tescilli www…..com.tr alan adının sicilden terkinine karar verilmesini talep etmiştir. Davalı vekili cevap dilekçesinde özetle; Müvekkilinin 02.06.2016 tarihinde 9, 36, 38 ve 42.sınıflar için yaptığı marka başvurusunun incelenerek kabul edildiğini, davacı tarafından sadece 39.sınıf için ilk olarak 21.01.2015 tarihinde, 28.09.2016 ve 14.08.2017 tarihlerinde “…” ibaresini içeren marka başvurularının yapıldığını ve tescil edildiğini, davacı markasının Türkiye’de tanınmış bir marka olmadığını, bu yönden de müvekkilinin herhangi bir şekilde tanınmışlıktan faydalanmasının teknik olarak mümkün olamayacağını, marka sınıfları altındaki ürün ve hizmetler incelendiğinde müvekkilinin markasının tescilli olduğu sınıflar ile davacı yanın tescil ettirdiği 9.sınıf arasında bir benzerlik bulunmadığını, herhangi bir şekilde karıştırılma ihtimalinin de bulunmadığını, müvekkili şirketin dava konusu marka başvurusundan sonra … unvanlı başka bir şirketin ortağı olmasının “…” marka için başvuruda bulunmasının kötü niyet göstermediğini beyanla davanın reddine karar verilmesini savunmuştur. İlk Derece Mahkemesi “…Her ne kadar davacı markasının tanınmış marka olduğunu ileri sürmüş ise de dosyaya sunulan raporda da ayrıntılı olarak izah olunduğu üzere gerek WİPO kriterleri gerekse tanınmışlığa genel değerlendirmeler kapsamında sunulan deliller ele alındığında davacı markasının tanınmış marka olarak kabulünün mümkün olmadığı sonucuna ulaşılmıştır. … Somut olaya dönüldüğünde; davacı firmanın davaya konu markasını 2013 yılından beri …, … gibi teknolojinin gelişmesiyle artık tüm Telefon kullanıcılarının haberdar olduğu ve toplumun büyük kesimine hitap eden bir alanda faaliyet gösterdiği, her ne kadar davacı markasının tanınmış marka olarak kabulü mümkün değil ve farklı alanlarda tescil söz konusu ise de davalı tacirin bu sıfatı nedeniyle yazılım sektöründe faaliyet gösteren davacıya ait markadan habersiz olduğunun kabulünün hayatın olağan akışına uymadığı, şu hale göre ‘’basiretli tacir” gibi davranma zorunluluğu olan davalının bahse konu markanın davacı tarafından kullanıldığını bildiği veya en azından bilmesi gerektiği kanaatiyle tescilde kötüniyetin olduğu sonucuna ulaşılmıştır. … Tüm dosya kapsamı alınan bilirkişi raporu yukarıda izahı yapılan mevzuat hükümleri ile bir arada değerlendirildiğinde; davalının davaya konu markayı tescilinde kötü niyetli olduğu, kötü niyetli tescile dayalı (İnternet alan adı vb) kullanımın da SMK hükümleri karşısında tescilli markaya tecavüz olarak değerlendirilmesinin gerektiği …” gerekçesi ile davanın kabulüne, davalı adına TPMK nezdinde … sayı ile tescilli “…” markasının hükümsüzlüğüne, davalı adına kayıtlı www…com.tr alan adının davacının tescilli markasına tecavüz teşkil ettiğinin tespiti ile sicilden terkinine karar vermiştir. Davalı vekili istinaf dilekçesinde özetle; Kötü niyet olgusunun iddia eden davacı tarafından ispatlanması gerektiğini ancak davacının müvekkilinin marka ve alan adının tescilinde kötü niyetli olduğunu ispat edemediğini, asıl olan iyi niyet varlığının kabul etmek gerektiğini, iyi niyetin esas olduğu bir hukuk sisteminde marka başvurusunda bulunan kişilerin iyi niyetli olduğunun dolayısıyla kötü niyetli olmadığının kabul edilmek zorunda olduğunu, dolayısıyla iyi niyetin esas olmasının bir diğer sonucunun da başvuru sahibinin kötü niyetli olup olmadığının özenle tespit edilmesi ve mümkün olduğunca somut koşulara bağlanması gerektiğini, ilk derece Mahkemesinin hükmünü her ne kadar SMK m.6/9′ a dayandırsa da bu olgunun yeterince irdelenmediği gibi delillerin yeterli olduğu varsayımından hareket edilmesinin kabul edilemez olduğunu, kararın gerekçesinin rapor tekrarından oluştuğunu, somut bulgulara dayanılmadığını, her ne kadar müvekkili ile davacının aynı alanda faaliyet gösterdiğinden bahisle davacının tescil ettirdiği markadan … ve … aracılığıyla müvekkilinin haberdar olması gerektiği yönünde mahkeme bir kanaate ulaşsa da belirtilen platformlarda popüler uygulama olarak yerini alamadığı veya ilgili kullanıcı ekranında tavsiye edilen uygulama olarak görünmediğini bu nedenle yeni bir aplikasyondan nasıl haberdar olunacağı konusunun anlaşılamaz olduğunu, müvekkilinin sırf kendi faaliyet sahasında diye dünyanın herhangi bir yerinde faaliyet gösteren şirketlere ilişkin markalardan haberdar olma zorunluluğunun hayatın olağan akışına aykırı olduğunu, kaldı ki davacının Türkiye’de de faaliyet gösteren bir şirket olduğundan bahisle bir an için müvekkilinin davacı şirketten haberdar olma gerekliliği düşünülse de davacının dilekçesinde belirttiği gibi davacının Türkiye’deki faaliyetleri 27.10.2016’da başlamış ve davacı şirket Türkiye’de 03.03.2017 tarihinde şirketleştiğini, müvekkilinin “…” markasını 02.06.2016 tarihinde tescil ettirdiği dikkate alındığında, davacının henüz Türkiye’de faaliyete başlamadığı bir zaman diliminde müvekkilinin kendilerinden haberdar olmasının mümkün olmayacağının da açıkça belli olduğunu, dolayısıyla müvekkilinin tescil esnasında davalının faaiyetlerinden haberdar olmadığı gibi haberdar olmasının da kendisinden beklenemeyeceğini, davacının markasının 1997 tarihli Wipo Kriterlerine göre “Tanınmış Marka” da olmadığını, davacının müvekkilinin fiillerinin tecavüz olduğunu ve haksız rekabet teşkil ettiğini iddia ettiğini ve mahkemece de buna kanaat getirildiğini ancak mahkemece mevzuat hükümlerinin sıralandığını somut olayla ilişkilendirilmediğini, bir markanın tescilli olduğu sınıftan başka bir sınıfta tescilinin hukuken mümkün olduğunu, kötü niyet iddiasının ancak aynı veya benzer sınıflarda tescil varsa gündeme gelebileceğini, mahkemece kötü niyet sebebi ile marka hükümsüzlüğüne hükmedilse de bu hükümsüzlüğün müvekkilinin markayı tescil ettirdiği sınıfları kapsamasının da hukuka aykırı olduğunu beyanla kararının kaldırılmasını, davanın reddine karar verilmesini talep etmiştir. Davacı vekili istinafa cevap dilekçesinde özetle; Mahkemenin davalının kötü niyetine ilişkin değerlendirmelerinin isabetli olduğunu, davalının kötü niyetli tescil ile haksız kazanç sağlama amacı güttüğünü aksine dair davalı savunmalarının hukuki dayanaksız ve hayatın olağan akışına aykırı olduğunu, hükümsüzlüğüne karar verilen markanın tescilinin kapsamının müvekkilinin markasının aktif olarak kullanıldığı mal ve hizmetler ile bunlarla bağlantılı mal ve hizmetleri kapsadığını, bu nedenle davalının markaların farklı sınıflarda tescil edildiği bu nedenle kötü niyetin söz konusu olmadığı yönündeki savunmalarına itibar edilmesinin mümkün olmadığını, davalının müvekkilinin markasını müvekkilinin faaliyet alanı ile bağlantılı mal ve hizmetlerle kendi adına tescil ettirmekle kalmayıp müvekkili şirketin faaliyetlerini yürüttüğü www…..com adlı internet sitesinin “tr” uzantısında kendi adına tescil ettirdiğinin kabul edilemez olduğunu, davalının kullanmadığı Türkçe ya da İngilizce’de anlamı bulunmayan müvekkilinin markasını neden adına tescil ettirdiğine bir açıklama getiremediğini, davalı savunmalarının aksine bizzat davalının müvekkili şirket ile işbirliği kurmak hususunda kötü niyetli tescillerine işaret ederek ısrarcı olduğunu ve bu talepleri kabul edilmediğinde ise müvekkili şirket yetkililerini “… ”in Türkiye pazarına girmemeleri hususunda tehdit ettiğini, davalının savunmalarının aksine gerek kendisi tarafından gerekse de dilekçesinde üçüncü şahıs diye bahsettiği kardeşi ve iş ortağı olan … aracılığıyla yapılan kötü niyetli başvuruların da huzurdaki başvurunun kötü niyetli olarak gerçekleştiğini ortaya koyduğunu, zira kötü niyetli başvuru yapmayı huy haline getiren şahısların iyi niyet iddialarına riayet edilemeyeceği yönünde yerleşik Yargıtay içtihatlarının mevcut olduğunu, davalının kötü niyetli markaların yalnızca kötü niyetin tespit edildiği sınıflar bakımından reddi yönündeki savunmasının hukuka ve yerleşik içtihatlara aykırı olduğunu, kötü niyetli markaların bölünmezliği ilkesi gereği tümden hükümsüz kılınması gerektiğini, davalının bu savunmalarının dahi kötü niyetinin ikrarı olduğunu, kötü niyetten bahsedilebilmesi için tanınmış marka olma zorunluluğu olmadığı gibi müvekkilinin markasının sektörel tanınmışlığı haiz bir marka olduğunu, davalının eylemlerinin alan adı tescili ve rekabeti önleyici faaliyetlerinin haksız rekabet teşkil ettiğini, ayrıca marka hakkına tecavüzün bulunduğunu, dolayısı ile kötü niyetli olarak davalı tarafından tescil edilen alan adının terkini kararının yerinde olduğunu beyanla davalının istinaf başvurusunun reddine karar verilmesini savunmuştur. İnceleme, 6100 Sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 355. maddesi hükmü uyarınca istinaf dilekçelerinde belirtilen sebeplerle sınırlı olarak ve kamu düzenine aykırı hususların olup olmadığı gözetilerek yapılmıştır. Dava; davalı adına TPMK nezdinde … sayı ile tescilli “…” markasının hükümsüzlüğü ve davalı adına kayıtlı www…..com.tr alan adının davacının tescilli markasına tecavüz teşkil ettiğinin tespiti ile sicilden terkini istemine ilişkindir. TPMK kayıtlarına göre; davacıya ait … tescil nolu markasının 39. sınıfta yer alan taşıma hizmetleri bakımından tescil ettirildiği, davalıya ait … tescil nolu markanın 9., 36., 38. ve 42. sınıflarda yer alan farklı mal ve hizmetler bakımından tescil ettirildiği sabittir. Bilirkişi heyet raporu ile; taraf markalarındaki ayırt edici unsurun aynı olmasına karşın, tescil edilen mal ve hizmetlerin farklı olması sebebiyle SMK m.6/1 uyarınca hükümsüzlük şartlarının oluşmadığı, davacı tarafından dosyaya sunulan bilgi ve belgeler kapsamında … markasının davalının marka başvurusunu gerçekleştirdiği 02.06.2016 tarihinden önce tanınmış olduğunu ispatlar nitelikte olmadığı, davacının SMK m.6/IV ve V uyarınca tanınmış marka hakkına dayalı olarak davalı markasının hükümsüzlüğünü talep edemeyeceği, davacının ticaret unvanı ile davalı markası arasında bir karıştırılma ihtimalinin bulunmadığı ve bu sebeple SMK m.6/VI uyarınca hükümsüzlük şartlarının oluşmadığı, davacı tarafın davalı markasının tescil edildiği mal ve hizmetler bakımından ayrı bir kullanımı bulunmadığı, buna ilişkin tespit bulunmadığı, davacının SMK m.6/III uyarınca gerçek hak sahipliğine dayalı olarak davalı markasının hükümsüzlüğünü talep edemeyeceği, davacının uluslararası düzeyde faaliyette bulunan bir firma olduğu, … marka yazılımının 14.02.2013 tarihinden beri …’da ve 30.04.2013 tarihinden beri de …’da tüketiciye sunulduğunu dikkate alındığında davalı tarafın davacı markasından habersiz kendi marka tescilini gerçekleştirdiğini söylemenin mümkün olmadığı, SMK m.6/IX uyarınca kötü niyet değerlendirmesinin Mahkeme’nin takdirinde olduğu teknik olarak değerlendirilmiş olup raporun iddia- savunma- toplanan bilgi, belge ve deliller kapsamında düzenlendiği, tarafların beyanlarının rapor içeriğinde karşılandığı, belirli ve eksiksiz olduğu, denetlenebilir mahiyette hüküm kurmaya elverişli olduğuna kanaat getirilmiştir. İlk derece Mahkemesi tarafından; markanın WIPO kriterlerine göre tanınmış marka olmadığı, tarafların basiretli tacir gibi davranma zorunluluğu, haksız rekabetin her türlü kötü niyetle kullanımın yasaklandığı, dürüstlük ilkesinin ekonomik rekabette de değerlendirilmesi gerekliliği, … marka yazılımının 14.02.2013 tarihinden beri …’da ve 30.04.2013 tarihinden beri de …’da tüketiciye sunulduğu buna bağlı olarak teknolojinin gelişme durumu ile tarafların faaliyette bulundukları sektörler dikkate alındığında davalının yazılım sektöründe bulunması nedeniyle bu durumdan haberdar olmamasının hayatın olağan akışına uygun düşmeyeceği gerekçesi ile davalının iyi niyetinden bahsedilemeyeceği ve kötü niyetli olduğu kanısına varılması; SMK m.7, 29, 149 hükümlerinin bir arada değerlendirilmesi; karıştırılma ihtimalinde sektöre göre orta düzeyde tüketici gözünün kriter alınması; iltibas ihtimalinin değerlendirilmesi; alan adı kullanımında markaya tecavüzün değerlendirilmesi; isabetli bulunmuştur. Aksi yöndeki davalı istinaf başvurusu yerinde görülmemiştir. Davalı vekilinin istinaf başvurusunun 6100 Sayılı HMK’nın 353/1-b/1. maddesi gereğince esastan reddine karar verilmesi gerektiği kanaat ve sonucuna varılarak aşağıdaki hüküm kurulmuştur.
HÜKÜM: Gerekçesi yukarıda açıklandığı üzere; 1-Usûl ve yasaya uygun İstanbul 2. Fikrî ve Sınaî Haklar Hukuk Mahkemesi’nin 24/01/2019 tarih ve 2017/730 E. 2019/35 K. sayılı kararına karşı davalı vekili tarafından yapılan istinaf başvurusunun 6100 Sayılı HMK’nın 353/1-b/1. maddesi gereğince ESASTAN REDDİNE, 2-492 Sayılı Harçlar Kanunu gereğince alınması gereken 179,90-TL maktu istinaf karar ve ilam harcından peşin yatırılan 44,40-TL harcın mahsubu ile bakiye 135,50-TL daha harcın davalıdan tahsiliyle Hazine’ye gelir kaydedilmesine, 3-Davalı tarafça istinaf aşamasında sarf edilen yargılama giderlerinin üzerinde bırakılmasına, 4-İncelemenin duruşmasız olarak yapılması sebebiyle taraflar yararına vekalet ücreti tayinine yer olmadığına, 5-Taraflarca yatırılan gider avansından harcanmayan kısmın karar kesinleştiğinde iadesine, Dosya üzerinde yapılan inceleme sonucunda, 20/07/2017 tarih ve 7035 Sayılı Kanunun 31. maddesiyle değişik 6100 Sayılı HMK’nın 361/1. maddesi gereğince, kararın taraflara tebliğinden itibaren 2 haftalık kesin süre içerisinde Yargıtay nezdinde temyiz yasa youna başvuruda bulunma kanun yolu açık olmak üzere, oy birliğiyle karar verildi. 23/02/2023