Emsal Mahkeme Kararı İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 44. Hukuk Dairesi 2020/1384 E. 2022/1765 K. 15.12.2022 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı henüz kesinleşmemiştir. Yararlı olması amacıyla eklenmiştir.

T.C.
İSTANBUL
BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ
44. HUKUK DAİRESİ
T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
İ S T İ N A F M A H K E M E S İ K A R A R I
DOSYA NO: 2020/1384 Esas
KARAR NO: 2022/1765
İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ: İSTANBUL 4. ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ
TARİHİ: 05/12/2018
NUMARASI: 2018/408 E. – 2018/1306 K.
DAVANIN KONUSU: İtirazın İptali (Ticari İşletmenin Satılması veya Devrinden)
İSTİNAF KARAR TARİHİ: 15/12/2022
Yukarıda yazılı ilk derece Mahkemesi’nin kararına karşı, istinaf yasa yoluna başvurulması üzerine yapılan inceleme sonucunda;
G E R E Ğ İ D Ü Ş Ü N Ü L D Ü: Davacı vekili dava dilekçesinde özetle; Tarafların 21 Eylül 2017 tarihinde davalıya ait “…” isimli işletmenin 225.000-TL bedelin ödenmesi karşılığında davacıya devredilmesi konusunda anlaştıklarını, 9 Ekim 2017 tarihinde 37.000,00 TL ödeme yapıldığını ve yapılan toplam ödemenin 42.000-TL olduğunu, 23 Ekim 2017 tarihinde toplam ödenen rakamın 75.000-TL’ye ulaştığını, bu durumun taraflarca yapılan bir sözleşme ile kayıt altına alındığını, 6 Aralık 2017 tarihli sözleşmeye göre ödemenin 31 Mart 2018 tarihine kadar yapılması gerekirken, davalı …’un 2 Ocak 2018 tarihinde gönderdiği ihtarname ile özetle 75.000-TL nin iade edilemeyeceğini belirttiğini beyanla davalının İstanbul … İcra Dairesi’nin … Esas sayılı takipte ödeme emrine vaki itirazın iptaline, takibin devamına, davalının %20 ‘den aşağı olmamak üzere icra inkar tazminatı ödemesine karar verilmesini talep etmiştir.Davalı vekili cevap dilekçesinde özetle; Müvekkilinin adresinin İstanbul Anadolu Adliyesi yetki sınırları içerisinde kaldığını, aleyhine İstanbul … İcra Dairesi’nin … Esas sayılı dosyası ile icra takibi başlatıldığını, icra takibine 7 günlük itiraz süresi içerisinde yetki ve esas bakımından itiraz ettiklerini, davacının müvekkilinden hiçbir hak ve alacağı olmadığını, müvekkiline büyük zararlar verdiğini, ödeme emrine eklenen belgelerin hiç bir hukuki geçerliliğinin bulunmadığını beyanla davanın reddine, davacının %20 ‘den aşağı olmamak üzere tazminat ödemesine karar verilmesini savunmuştur. İlk Derece Mahkemesince; “… Her nekadar davalı taraf icra dosyasına itiraz ile borçlu olmadığını iddia etmiş, mahkememize hitaben verdiği cevap dilekçesi ile özetle davanın reddine karar verilmesini talep etmiş ise de; Dosya kapsamına ibraz edilen deliller ve beyanlar ile Tarafların 21/09/2017 Tarihinde düzenledikleri ”KAPORA BEDELİ” başlıklı belge ile davalıya ait … Ünvanlı spor salonun davacıya devri için anlaşma sağladıkları, davacı tarafın davalı tarafa 5.000,00 TL kapora verdiği, Tarafların 19/10/2017 tarihinde düzenledikleri ”SÖZLEŞME” başlıklı belge ile davalı adına 33.000,00 TL Bankaya ve 09/10/2017 Tarihinde 4.000,00 TL elden ödendiği, Toplam ödemenin 09/10/2017 tarihinde 42.000.TL.olduğunun belirtildiği, Tarafların 06/12/2017 Tarihinde düzenledikleri belge ile davacının … salonunun devrini geri bırakmaya karar verdiği, davalının 75.000,00 TL. yi geri ödenmesi konusunda anlaştıkları, 31/03/2018 tarihine kadar ödemenin gerçekleştirilmesinin kararlaştırıldığı, Davacı tarafın icra takip talebinin bu bedelin tahsiline yönelik olduğu,Davalı tarafın bu bedeli ödediğine ilişkin bir iddiası ve delili olmadığı anlaşılmakla davacı tarafın davasının kabulü yönünde hüküm tesis edilmiş,davalı tarafın icra dosyasına yapmış olduğu itirazın haksız ve davacı tarafın alacağını geç almasına sebep olacak nitelikte bulunduğu anlaşılmakla davalı taraftan icra inkar tazminatının alınarak davacı tarafa verilmesi yönünde,…” gerekçesi ile davanın kabulüne, davalının İstanbul … İcra Dairesi’nin … Esas sayılı takipte ödeme emrine vaki itirazının iptaline, 75.000-TL alacağın %20’si oranında davacı lehine icra- inkar tazminatının davalıdan alınmasına karar verilmiştir. Davalı vekili istinaf dilekçesinde özetle; Borçlu olduğu iddia edilen müvekkilin ve davaya konu spor salonunun adresleri itibariyle yetkili mahkemeler ve icra dairelerinin İstanbul Anadolu mahkemeleri ve icra daireleri olduğunu, yetki itirazında bulunmalarına rağmen itirazlarının reddedildiğini, davacının spor salonunu devralıp sonrasında müvekkilini geri bırakma anlaşması yapmaya zorladığını, spor salonundaki kısa süreli el değiştirmeler sebebiyle müvekkilinin zarara uğradığını, sonrasında da haksız ve kötü niyetli olarak icra takibi başlattığını, bu sebeple kötü niyet tazminatı talebinin bulunduğunu, müvekkilinin salonun devrini geri bırakma anlaşmasını baskı altında imzaladığını, bu konu ile ilgili tanıklarının olduğunu, mahkemenin tanık dinletilmesi talebini reddettiğini beyanla kararın kaldırılmasını, davanın reddi ile davacının köyü niyet tazminatına mahkum edilmesini talep etmiştir. Davacı vekili istinafa cevap dilekçesinde özetle; Davalının bilirkişi incelemesi ve tanık dinlenilmesi talebinin davayı uzatmaya yönelik olduğunu, davada bilirkişinin uzmanlığını gerektiren bir uyuşmazlık olmadığını, tarafların kabulünde yazılı deliller var iken, tanık dinlenilmesine yer olmaması gerektiğini, davalının kendisine verilen sürede tanık ismi de bildirmediğini beyanla davalının istinaf başvurusunun reddini savunmuştur. İnceleme, 6100 Sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 355. maddesi hükmü uyarınca istinaf dilekçelerinde belirtilen sebeplerle sınırlı olarak ve kamu düzenine aykırı hususların olup olmadığı gözetilerek yapılmıştır. Dava; İİK 67. maddesinden kaynaklanan, 06.12.2017 tarihli ticari işletme devir bedeli iade sözleşmesi kapsamında 31.03.2018 tarihine kadar ödenmesi gereken 75.000,00 TL alacağın davalı- borçludan tahsili amacıyla, 04.04.2018 tarihinde davacı- alacaklı tarafından davalı- borçlu aleyhine başlatılan İstanbul … İcra Dairesi’nin … Esas sayılı takipte ödeme emrine vaki davalı- borçlunun itirazının iptali istemine ilişkindir. İtirazın iptali davaları takiple sıkı sıkıya bağlıdır. İcra takibi de takip talebine/ ödeme emrine sıkı sıkıya bağlıdır. Bu ilkeler dikkate alındığında, borcun sebebinin 06.12.2017 tarihli ticari işletme devir bedeli iade sözleşmesi kapsamında 31.03.2018 tarihine kadar davalı tarafından davacıya ödenmesi gereken 75.000,00 TL alacağın davalı- borçludan tahsili olarak belirlendiği, davalının süresinde (7 gün) yetkiye- borca ve fer’ilerine itiraz ettiği, davacının eldeki itirazın iptali davasını yasal sürede (1 yıl) açtığı tespit olunmuştur. Davalı yetki itirazında bulunmakla bu yönden yapılan istinaf incelemesinde; İİK’nın 50/1. maddesi uyarınca, para veya teminat borcu için takip hususunda HMK’nın yetkiye dair hükümleri kıyas yolu ile uygulanır. Taraflar arasında akdi ilişki bulunması şartıyla, 6100 sayılı HMK 10. maddesi gereğince sözleşmeden doğan uyuşmazlıklarda dava ve icra takibi, sözleşmenin yerine getirileceği (ifa edileceği) yerde de açılabilir. Sözleşmenin yerine getirileceği yer tarafların açık ya da örtülü isteklerine göre belirlenir.Aksi durumda ise sözleşmenin yerine getirileceği yer Türk Borçlar Kanunu’nun 89. maddesi gereğince tespit edilir. TBK 89/1. maddesi uyarınca para borçları, alacaklının ödeme zamanındaki yerleşim yerinde ifa edilir. Somut davada taraflar arasında ticari işletme devir bedel iadesine ilişkin sözleşme mevcut olmakla bu durumda anılan kanun hükmü uyarınca davacı alacaklının kendi yerleşim yerinde icra takibini ikame edebileceği gözetilerek, davacının yerleşim yeri Şişli olmakla İstanbul (Çağlayan) icra dairelerinin ve mahkemelerinin yetkili olduğu belirlenmiştir. Özel hukukta kişilerin irade özgürlüğüne sahip oldukları ve ancak kendi özgür iradeleriyle hak sahibi olup, borç altına girecekleri temel bir ilke olarak benimsemiştir. Bu temel ilkenin doğal sonucu olarak borçlar hukuku alanında sözleşme özgürlüğü ilkesi esastır. Bu ilke sayesinde kişiler özel borç ilişkilerini, hukuk düzeninin sınırları içerisinde yapacakları sözleşmelerle özgürce düzenleme olanağı bulurlar. 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun (TBK) 1. (mülga 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun (BK) 1. maddesinde sözleşmenin, tarafların iradelerini karşılıklı ve birbirlerine uygun olarak açıklamalarıyla kurulacağı hüküm altına alınmıştır. Sözleşmenin kurulması sırasındaki irade açıklaması (beyanı) açık veya örtülü olabilir. Ancak kişilerin işlem (sözleşme) iradelerinin sağlıklı olması ve gerçek iradelerini yansıtması büyük bir önem taşımaktadır. Çünkü irade açıklaması, bir hukukî işlemin temel kurucu unsurudur. Bu sebeple hukukî işlemin geçerli ve amacına uygun bir hukukî sonuç doğurabilmesi için o hukukî işlemi yapan kişi veya kişilerin sağlıklı bir şekilde oluşmuş iradelerinin bulunması ve yine bu iradelerinin istenilen hukukî sonuca uygun şekilde açıklanması gerekmektedir. Bazı durumlarda irade ile beyan birbiriyle uyumlu olmayabilir. Bu uyumsuzluk istemeden oluşabileceği gibi taraflar bilerek ve isteyerek de gerçek iradeleri ile beyanları arasında uyumsuzluk meydana getirebilirler. İşte bu gibi durumlarda muvazaa, diğer bir anlatımla danışıklılık söz konusu olur. Bu sebeple muvazaa, irade ve beyan arasında bilerek yaratılan uyumsuzluk şeklinde tanımlanmaktadır. Pozitif hukukumuzda muvazaa TBK’nın 19. (BK’nın 18.) maddesinde düzenlenmiş ve anılan maddenin birinci fıkrasında; “Bir sözleşmenin türünün ve içeriğinin belirlenmesinde ve yorumlanmasında, tarafların yanlışlıkla veya gerçek amaçlarını gizlemek için kullandıkları sözcüklere bakılmaksızın, gerçek ve ortak iradeleri esas alınır” hükmüne yer verilmiştir. Buna göre muvazaa; tarafların üçüncü kişileri aldatmak amacı ile ve fakat kendi gerçek iradelerine uymayan ve aralarında hüküm ve sonuç doğurmayan bir görünüş yaratmak hususunda anlaşmaları şeklinde tanımlanabilir. Bu tanımdan anlaşılacağı gibi muvazaada, irade ile beyan arasındaki uyumsuzluk sözleşmenin her iki tarafının da isteği sonucunda meydana gelmektedir.Bazı durumlarda ise kişinin işlem iradesi oluşum ya da açıklama aşamasında sakatlanabilir. Bu sakatlık, iradenin özgür bir biçimde oluşmadığını veya gerçek iradeye uygun şekilde açıklanmadığını gösterir. Bir sözleşme yapılırken taraflardan birinin işlem iradesinin oluşum veya beyanı aşamasında ortaya çıkan bu sakatlıklara irade bozukluğu denir. İrade bozukluğu hâlleri mülga 818 sayılı BK’da “Rızadaki fesat” başlığı altında “Hata”, “Hile” ve “İkrah” olarak 23 ila 31. maddeler arasında hükme bağlanmış iken, 01.07.2012 tarihinde yürürlüğe giren 6098 sayılı TBK’da ise 30 ila 39. maddeleri arasında “Yanılma”, “Aldatma” ve “Korkutma” başlıkları altında düzenlenmiştir. Kanunlarımızda iradeyi bozan sebepler üç durum olarak hüküm altına alınmış olup, yanılma (hata), aldatma (hile) ve korkutma (ikrah) gerçekleşme biçimleri bakımından birbirinden farklıdırlar. Ayrıca irade bozukluğu sadece sözleşmelere özgü bir sakatlık hâli olmayıp, tek taraflı hukukî işlemler için de geçerlidir. Yanılma (hata); iç irade ile beyan arasında istemeyerek meydana gelen bir uygunsuzluk hâlidir. Diğer bir anlatımla hata, bir hukukî işlem yaparken irade beyanında bulunan kimsenin düşünmediği, arzu etmediği bir husus için istemeyerek iradesini beyan etmesidir. İradesini beyan etmek isteyen kimse, kendi dalgınlığı veya yanlış anlaması sonucunda gerçek iradesini istemediği bir şekilde açığa vurmuş olabileceği gibi; hata, beyanda bulunan kişinin dışında ortaya çıkan bir takım sebeplerden ötürü de olabilir. Böylelikle kişi, gerçek iradesine uymayan bir beyanda bulunarak iradesini sakatlamaktadır. Yanılgıya düşen kişi karşı tarafın bir etkisi veya kusuru olmaksızın iradesine uygun olmayan bildirimde bulunmaktadır. Aldatma (hile) ise; genel olarak, bir kimseyi irade beyanında bulunmaya, özellikle sözleşme yapmaya sevk etmek için onda kasten hatalı bir kanı uyandırmak veya esasen var olan hatalı bir kanıyı korumak yahut devamını sağlamak şeklinde tanımlanır. Hilede irade sakatlığı iradenin beyanında değil, oluşumunda meydana gelmektedir. İradenin oluşumundaki sakatlık ise kişinin kendisi dışında başka birinin kasıtlı bir aldatma fiiliyle gerçekleşmektedir. Aldatan, sözleşmenin yapılması ve özellikle görüşmeler sırasında, belirli konu ve hususlarda doğru olmayan bilgiler vermekte veya bazı hususları dürüstlük kuralına göre açıklaması gerekirken kasten gizlemektedir. Bu bağlamda, hilenin bizzat sözleşmenin karşı tarafınca yapılabileceği gibi üçüncü bir kişi tarafından da yapılabileceği belirtilmelidir. İradesi sakatlanan tarafın sözleşmeyi iptal hakkını kullanması ise TBK’nın 39. (BK’nın 31.) maddesinde belli bir süreye bağlanmıştır. Yanılma veya aldatma sebebiyle ya da korkutulma sonucunda sözleşme yapan taraf, yanılma veya aldatmayı öğrendiği ya da korkutmanın etkisinin ortadan kalktığı andan başlayarak bir yıl içinde sözleşme ile bağlı olmadığını bildirmez veya verdiği şeyi geri istemezse, sözleşmeyi onamış sayılır (TBK. m. 39/1). Buradaki süre Hukuk Genel Kurulunun 01.06.2011 tarih ve 2011/14-281 E., 2011/373 K. sayılı kararında da belirtildiği üzere hak düşürücü süre niteliğinde olup, hak düşürücü sürenin Kanun’un açık hükmü uyarınca hata ve hilenin öğrenildiği tarihten itibaren başlayacağı kuşkusuzdur. İradesi sakatlanan tarafın hata veya hileyi öğrendiği andan itibaren bir yıllık hak düşürücü süre içerisinde sözleşmeyle bağlı olmadığını bildirmesi veya verdiği şeyi geri istemesi zorunludur. Davalının borca ve fer’ilerine ilişkin itirazı ve istinafı incelendiğinde; davalı, davacı tarafından sözleşme yapmaya zorlandığını, baskı ile sözleşme imzaladığını, buna ilişkin tanıklarının dinlenmesi gerektiğini, sözleşmeye konu spor salonunun kısa süreli el değiştirmeleri sebebiyle zarara uğradığını, davacının haksız ve kötü niyetli olduğunu savunmuştur. Davalı, davacıya yönelik ihtarında, sözleşme imzalanırken rahatsız olduğunu, şaşkın olduğunu, hataen hiç düşünme zamanı bulamadan şok ve manevi baskı altında hissederek sözleşmeyi imzaladığını ve düşününce sözleşmenin adil olmadığına karar verdiğini kaleme almıştır. Tüm bu açıklamalar kapsamında eldeki davaya gelince, davalının hata sebebiyle 06.12.2017 tarihli sözleşmeyi kabul etmediğini davacıya süresinde noter vasıtası ile bildirdiği ancak hatanın varlığının yasal deliller kapsamında mahkemece yeterince araştırılmadığı saptanmıştır. Her ne kadar eldeki davada değeri 75.000,00 TL olan sözleşme sunulmuş ve senetle ispat kuralı geçerli ise de davalı hata olgusuna dayandığından hata olgusunun her türlü delille ispatlanabileceği muhakkaktır. Davalı delil listesinde tanık deliline dayanmıştır. Bu hususta davalıya 6100 Sayılı HMK’nın 240/2. maddesi gereğince açık ve net bir şekilde tanık dinletmek istediği vakıa ile dinlenmesini istediği tanıkların ad ve soy adları ile tebliğe elverişli adreslerini içeren listeyi sunması için kesin süre verilmesi aksi taktirde tanığın dinlenilmesinden vazgeçileceğinin ihtar edilmesi akabinde oluşacak sonuca göre hüküm tesisi gerekmektedir.Yukarıda açıklanan hususlar gereğince Mahkemece, açıklanan maddi ve hukuki esaslar gözetilmeksizin, eksik araştırma ve inceleme ile yanılgılı değerlendirme sonucu yazılı biçimde hüküm kurulması, usul ve yasaya aykırı olup, kararın kaldırılmasını gerektiği anlaşıldığından davalı vekilinin istinaf isteminin kabulü ile ilk derece Mahkemesi kararının 6100 Sayılı HMK’nın 353/1-a-6. maddesi gereğince kaldırılmasına karar verilmesi gerektiği kanaat ve sonucuna varılarak aşağıdaki hüküm kurulmuştur.
HÜKÜM: Gerekçesi yukarıda açıklandığı üzere; 1-Davalı vekilinin istinaf isteminin KABULÜ ile; 2- İstanbul 4. Asliye Ticaret Mahkemesi’nin 05/12/2018 tarih, 2018/408 E. 2018/1306 K. Sayılı Kararının 6100 Sayılı HMK’nın 353/1-a-6. maddesi gereğince KALDIRILMASINA, 3- Dosyanın, yukarıda gösterilen biçimde inceleme ve değerlendirme yapılmak üzere mahkemesine GÖNDERİLMESİNE, 4- İstinaf yasa yoluna başvuran davalı tarafından peşin olarak yatırılan istinaf karar ve ilam harcının talebi halinde kendisine iadesine, 5- Dosya üzerinde inceleme yapılması sebebiyle vekalet ücreti tayinine yer olmadığına, 6- İstinaf yasa yoluna başvuran davalı tarafından istinaf aşamasında yapılan giderlerin ilk derece mahkemesince verilecek nihai kararda dikkate alınmasına, 6100 Sayılı HMK’nın 353/1-a-6. ve 362/1/g. maddeleri gereğince dosya üzerinde yapılan inceleme sonucunda ve KESİN olmak üzere, oy birliğiyle karar verildi. 15/12/2022