Emsal Mahkeme Kararı İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 44. Hukuk Dairesi 2020/1330 E. 2022/1692 K. 01.12.2022 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı henüz kesinleşmemiştir. Yararlı olması amacıyla eklenmiştir.

T.C.
İSTANBUL
BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ
44. HUKUK DAİRESİ
T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
İ S T İ N A F M A H K E M E S İ K A R A R I
DOSYA NO: 2020/1330
KARAR NO: 2022/1692
İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ: Bakırköy 1. Fikri ve Sınaî Haklar Hukuk Mahkemesi
TARİHİ: 29/01/2019
NUMARASI: 2015/62 E. – 2019/20 K.
DAVANIN KONUSU: Tazminat (Fikir ve Sanat Eserleri Sahipliğinden Kaynaklanan)
İSTİNAF KARAR TARİHİ: 01/12/2022
Yukarıda yazılı ilk derece Mahkemesi’nin kararına karşı, istinaf yasa yoluna başvurulması üzerine yapılan inceleme sonucunda;
GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ: Davacı vekili dava dilekçesinde özetle; Mühendis olan müvekkilinin, deyimsel anlamda Tecvid Kuran-ı Kerim’in telif haklarının 1994 yılından bu yana tescilli sahibi olduğunu, müvekkilinin sistematik haline getirdiği renk teknik buluşu sayesinde Kuran-ı Kerim’in tecvid anlam ve lafızlarının düzgün ve sabit okunmasını, renklendirmelerle uzatma ve durmaların ne kadar olacağına dair sistematiği bulduğunu, müvekkilinin fikri ve sınai haklar anlamında koruma sağlayan bu buluşun Kuran-ı Kerim’de tecvid ahkamına tabi harflerin zamansal ve renksel kodlama düşüncesi ile yazılımında yeni bir yöntem olduğunu, bu düşünce ile her bir ayetteki idgam, ihlab, ihfa harflerini açıkça gösterildiğini, müvekkilinin söz konusu buluşunun Mısır’da bulunan Al-Ahzar Üniversitesi Kuran Denetleme Komisyonu tarafından incelendiğini ve yapılan inceleme neticesinde buluşun çizim ve ayara açısından sağlam olduğunu, duraklama yerlerine ilişkin zaman ve renklerin resim ve çizim ile çelişmediğini, sayfaların altında konulan simgeler aracılığı ile okuyucuya tecvid hükümlerini anlamaya ve uygulamaya yardımcı olduğunu, fikrin doğru ve kusursuz şekilde uygulandığını belirtilerek 1999 yılında onay verildiğini, davalılardan …’ın Genel Müdürü ve ortağı olduğunu ifade ettiği … ile müvekkili arasında Tecvid Kuran-ı Kerim’in satış ve dağıtımı konusunda 18/07/2010 tarihinde münhasır lisans anlaşması akdedildiğini ve bu sözleşme ile müvekkilinin icat sahibi olarak telif ve patent hakkı olduğu belitilen Tecvid Kuran’ın basım, elektronik ve dijital DPQ ortamlarındaki dağıtımların yapılacağının kararlaştırıldığını, söz konusu lisans anlaşmasının karşılıklı olarak 07/09/2011 tarihinde feshedildiğini, anlaşmanın feshedildikten sonra müvekkili ile ilgili hakların kullanılmasına dair davalılarla bir anlaşma yapılmadığını ancak davalılar tarafından Tecvit Kuran-ı Kerim’ler basılarak ve yayın ve telif hakkının … Yayıncılığa ait olduğu belirtilerek baskıların yapıldığını ve piyasada satışa sunulduğunu, davalıların bu yolla müvekkilinin FSEK’den kaynaklanan tüm mali ve manevi haklarını ihlal ederek kazanç elde ettiklerini iddia ederek, tecavüzün men’ini ve ref’ini, FSEK uyarınca tespit edilecek sözleşme bedelinin 2012, 2013, 2014 ve 2015 yılları için ayrı ayrı hesaplanarak, her bir yıl için 3 katı tutarı olan şimdilik 15.000-TL tazminatın ve müvekkilinin manevi haklarının ihlali nedeniyle 10.000-TL manevi tazminatın, haksız fiil tarihiden itibaren işletilecek avans faizi ile birlikte davalılardan müştereken ve müteselsilen tahsilini talep etmiştir.Davalı … ve … Tic.Ltd.Şti vekili cevap dilekçesinde özetle; Kur’an’ın tüm insanlığa indirilmiş ilahi bir kitap olduğunu, hiçbir kişi ya da kurumunu bunu inhisarına almak hak ve yetkisinin bulunmadığını, Kur-an’ı ticari bir emtia gibi görmenin de asla kabul edilemeyeceğini, dava dilekçesinde iddia edildiği gibi Tecvitli Kuran okuma alanında renk kullanımı tekniğini bulan şikinin davacı olmadığını, renklendirmelerle uzatma ve durmaların ne kadar olacağına dair sistemin Türkiye’de ilk olarak 1968 yılında … tarafından bulunup geliştirildiğini ve Türk Tarih Kurumunca basılan Amme Cüz’ünde uygulandığını ayrıca müvekillerinden … tarafından hazırlanan ve diğür müvekkili tarafından da basılarak satışı yapılan Tecvitli Kuran-ı Kerim’in davacının patentinin kendisine ait olduğunu iddia ettiği Tecvitli Mushaflarla aynı olmadığını, sözleşmenin feshi sonrasında müvekillerinin davacının Tecvitli Mushafını asla basmadığını, satış ve dağıtımını da yapmadığını beyanla davanın reddine karar verilmesini savunmuştur. Davalı … vekili cevap dilekçesinde özetle; Kur-an’ı Kerim’in davacının hususiyetini taşıması, onun üzerinde eser diye nitelendirilebilecek buluş değişiklikler yapmasının düşünülemeyeceğini, Kur-an’ın FSEK ile tanımlanan eserler arasında değerlendirilip davacı yönünden eser diye değerlendirilemeyeceğini, davacı taraf zamansal ve renksel kodlama düşüncesiyle yazımlardaki yöntemin kendi buluşu olduğunu iddia etmekte ise de yöntemlerin telif mevzuatı ile korunmadığını, stil/ teknik gibi unsurların telif korumasından yararlanamayacağını ayrıca davacının dava tarihi itibariyle iddia ettiği patent hakkından doğan koruma sürelerinin dolduğunu ve bu nedenle patent hakkı kamuya mal olarak bu buluştan yararlanmanın da serbest hale geldiğini, söz konusu tekniği ve kodlamayı bulanın da davacı olmadığını, sistemin ilk olarak Türkiye’de 1968 yılında …tarfından bulunup geliştirildiğini beyanla davanın reddine karar verilmesini savunmuştur. Davalı … Tic.A.Ş vekili cevap dilekçesinde özetle; Müvekkilinin basım ve ciltleme işi ile iştigal ettiğini, davalılardan …’ın müvekkilinden telif hakkı diğer davalı …’ın hazırladığı ve hattı Dr. …’a ait olan Kuran-ı Kerim’i basmasını istediğini, müvekkilinin de ticari faaliyeti kapsamında dava konusu kitabı 2012 yılında istenilen şekilde bastığını ve kitabın kapak sayfasında eseri hazırlayan, hattını yazan grafik tasarımını yapan kişilerin isimlerini de kendisine bildirilen şekilde tamamen iyi niyetiyle yer verdiğini, söz konusu yöntemin yeni bir yöntem olmadığını, benzer şekilde çok sayıda eser olduğunu, iddia edilen hususun buluşa konu olabilecek nitelikte olmadığını, Türkiye’de ve Dünya’da tecvid hükmünün okunuşuna göre harflerin renklendirilmesi yönteminin çok uzun yıllardan beri kullanılmakta olduğunu ve taleplerin yersiz olduğunu beyanla davanın reddine karar verilmesini savunmuştur. İlk Derece Mahkemesince; “Tüm dosya kapsamı ve deliller birlikte değerlendirildiğinde, davacının kendisinin geliştirdiğini iddia ettiği Kur-an’ı Kerim okuma yönteminin FSEK kapsamında eser veya işleme eser olarak kabul etmenin mümkün olmadığı, son bilirkişi raporunda değinildiği üzere, uzun yıllar önce bu yöntemin kullanıldığı, dolayısıyla davacının korunmaya değer bir hakkı ve ihlal edilmiş bir hakkının bulunmadığı” gerekçesi ile davanın reddine karar verilmiştir. Davacı vekili istinaf dilekçesinde özetle; Uzman mütalaası da dahil olmak üzere yargılama esnasında tanzim edilen bilirkişi raporları arasında çelişki olmasına rağmen yeni bilirkişi incelemesi talebinin yapılmadığını, eksik inceleme ile hüküm kurulduğunu, Yargıtay kararlarına göre rapora itirazlarının karşılanması gerektiğini, çelişkinin giderilmesi gerektiğini, uzman görüşüne hiç değer verilmediğini, hukuki dinlenilme hakkının ihlal ediliğini, emsal mahiyette Yargıtay 15. Hukuk Dairesi’nin 06.11.2017 tarihli ve 2017/1782 E ve 2017/3805 K sayılı kararının, Yargıtay 11. Hukuk Dairesi’nin 23.11.2016 tarihli ve 2016/7139 E ve 2016/9125 K sayılı kararının, Yargıtay 15. Hukuk Dairesi’nin 10.11.2016 tarihli ve 2015/5127 E ve 2016/4635 K sayılı kararının, Yargıtay 11. Hukuk Dairesi’nin 05.03.2015 tarihli ve 2014/5201 E ve 2015/2984 K sayılı kararının bulunduğunu, üçüncü bilirkişi raporuna itiraz ile belirtilen hususların araştırılmadan hüküm tesisinin eksik incelemeye dayalı hüküm tesisi olduğunu, müvekkilinin eserinin FSEK bağlamında eser niteliğini haiz olduğunu, buna karşın hatalı- eksik inceleme ile hatalı- yetersiz gerekçe ile haklı davalarının kabul edilmediğini, bunun hukuka aykırı olduğunu, FSEK, Bern ve Paris Anlaşmaları gereğince korunan haklarının davalılarca ihlal edildiğini, neticeten dava dosyasında biri uzman görüşü üçü ise bilirkişi raporu olmak üzere 4 teknik rapor bulunduğunu, bu raporların ikisinin lehe ikisinin ise aleyhe olduğunu, Mahkemece, dosyaya sunulan uzman görüşünün diğer bilirkişi raporları gibi değerlendirilmemiş olduğunu yalnızca bu rapora değinilmekle yetinildiğini, uzman görüşünün delil niteliği ile söz konusu rapordaki davanın esasını etkileyen tespitlerin göz ardı edildiğini, uzman görüşü de dâhil olmak üzere dosyadaki toplam 4 rapor arasında çelişki bulunduğunu ancak ilk derece mahkemesince bu hususun gözden ırak tutularak yalnızca bilirkişi raporlarının delil vasfı tanınmış ve hatalı üçüncü rapora dayanılarak hüküm tesis edildiğini, dosyadaki teknik raporlar arasındaki ve uzman görüşü ile üçüncü bilirkişi raporu arasındaki çelişki giderilmeden hüküm tesis edilmesinin hukuka, yasaya, usule ve müstekar hale gelmiş Yargıtay kararlarına aykırı olduğunu, üçüncü bilirkişi raporuna itiraz dilekçelerinde anılan raporda değerlendirilmediği belirtilen dava dilekçesi ile dosyaya sunulan bir kısım delillerinin değerlendirilmesinin talep edildiği, ancak Mahkeme tarafından söz konusu taleplerinin reddedildiğini, böylelikle dosyada mübrez bir kısım delilleri değerlendirilmeden mahkemece hüküm verildiğini, bu durumun eksik inceleme anlamına geldiğini, ayrıca müvekkilinin fikri hak sahibi olduğunu gösteren Al – Azhar Üniversitesi’nin raporlarının ve dünyanın diğer ülkelerindeki tesciller ile müvekkilinin bu fikri hakkının ihlali nedeniyle diğer ülkelerde lehine sonuçlanan davaların bulunduğunu, keza müvekkili ile davalılardan …”ın genel müdürü ve ortağı olduğu … arasında münhasır lisans anlaşması imzalandığını, aleyhe bilirkişi raporlarının hatalı tespitler içerdiğini, hüküm kurmaya elverişli olmayan raporlar olduğunu, müvekkiline ait Kuran-ı Kerim tecvid ahkamına tabi harflerin yazımında renk ve zamansal kodlama buluşunun FSEK, Bern ve Paris Anlaşmaları gereğince koruma altında olduğunu, davalılar ise korunan bu haklarını ihlal ettiğini, dosyaya sunulan uzman görüşü ile bir kısım delillerin hiç değerlendirilmeden hüküm tesis edilmesinin, hukuki dinlenilme hakkının ve dolayısıyla adil yargılanma hakkının ihlali olduğunu, değerlendirme dışı tutulan uzman görüşü ile bir kısım delillerinin incelenip değerlendirilmesi gerektiğini beyanla istinaf istemlerinin kabulüne, kararın kaldırılmasına, davanın kabulüne, gerekirse Mahkemece davanın esasıyla ilgili olarak gösterilen delillerin toplanmadan ve gösterilen deliller hiç değerlendirilmeden karar verilmiş olduğundan davanın yeniden görülmesi için dosyanın kararı veren mahkemeye veya uygun görülen yargı çevresindeki başka bir yer mahkemesine gönderilmesine karar verilmesini talep etmiştir. Davalı … ve … Tic.Ltd.Şti vekili istinafa cevap dilekçesinde özetle; Kur’an’ın tüm insanlığa indirilmiş ilahi bir kitap olduğunu, hiçbir kişi kurum ya da kuruluşun bunu inhisarına almak hak ve yetkisinin olmadığını, Kur’an’ın ticari bir emtia gibi görmenin asla kabul edilemez olduğunu, dava dilekçesine verilen cevaplar ile dava yargılama aşamalarındaki beyanları tekrar ettiklerini, müvekkili davalı …’ın İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Kur’ân-ı Kerîm Okuma ve Kıraat İlmi Öğretim Üyesi olması hasebiyle konunun uzmanı olup yıllarını Kur’an’ı hatasız okuma tekniğini geliştirerek insanların hizmetine sunmak için çalışmalar yapmakla geçirdiğini, Kuran’ın sıradan metin ve kitaplardan farklı olarak bir okunma şekli olduğunu, özellikle anlamın açıkça ortaya çıkmasını sağlamak için Arap dilinin incelikleri üzerinde durulduğunu, Kur’an’ı hatasız okumak için gerekli olan uzatma ve durma yerlerinin renkler ile ifade edilmesinin de bu yollardan birisi olduğunu, iddia ediliği gibi Tecvitli Kuran okuma alanında renk kullanımı tekniğini bulan kişinin davacı olmadığını, renklendirmelerle uzatma ve durmaların ne kadar olacağına dair sistemin Türkiyede ilk olarak 1968 yılında … tarafından bulunup geliştirilmiş ve Türk Tarih Kurumunca basılan Amme Cüz’ünde uygulandığını, davacının tescili –eğer geçerli ise- 1994 yılında olduğunu, yani 26 yıl sonraya ait olduğunu, bu metodun tanınan, bilinen ve kamuya mal olmuş bir metot olduğunu, iddianın aksine İslam dünyasındaki en büyük Kur’ân-ı Kerîm basma merkezi olan Suudi Arabistan Vakıflar Bakanlığına bağlı Mushaf Basım Merkezi 31 yıldan beri bastığı Kur’ân-ı Kerîmleri tecvit uygulamalı bastığını ve halen basmakta olduğunu, Suriye’de … Yayınlarının yaklaşık 20 yıldan beri, Lübnan’da İman yayınları, Türkiye’de ise …, … ve … yayınlarının da tecvit kurallarını renkleri kodlama suretiyle göstermek için tecvitli Kur’ân-ı Kerîm bastığını, dolayısıyla bahsi geçen yöntemin davacıya ait bir fikir olduğunun gerçeği yansıtmadığını, davacının zamansal ve renksel kodlama olarak adlandırdığı ve kendisinin icat ettiğini söylediği yöntemin ise Ankaralı … tarafından 1968 yılında bulunduğunu ve Kuran’a uygulanarak baskısının yapıldığını, … tarafından hazırlanan tecvitte 3 ana renk kullanıldığını, davacının da aynı renkleri yani 3 ana rengi kullandığını, müvekkilinin 4 ana, 10 ara renkle tüm detaylarıyla tecvit kurallarını Kuran-ı Kerim’e uyguladığını, davacının kendine ait olduğunu iddia ettiği patenti Ülkemizde aldığına dair bir bilgi bulunmadığını, davacının bu hususta refarans olarak sıraladığı Ülke ve Kurumların FSEK kapsamında kabul gören Ülke ve Kurumlar olmadığını, müvekkili … a yönelik olarak bahsettiği 18.07.2010 tarihinde yapılmış olan sözleşme metninden de anlaşılacağı gibi sadece “Tecvitli Mushaf” satış ve dağıtımı konusuna münhasır lisans anlaşması yapıldığını, bahsi geçen ürünlerin dağıtım ve satış anlaşmasının söz konusu olduğunu, fesih sonrası dağıtımı ve satışı yapılan ürünlerin aynı ürünler olmadığını, Tecvitli Mushaf kavramının ilim isimleri olması nedeniyle patentlenemeyeceğini, müvekkilinin Tecvitli Kurân-ı Kerîm çalışması ile davacının Tecvitli Mushaflarının içerik olarak (imla, hat, sayfa, renk kullanılması, durak kuralları, iklabın uygulanışı, ihvanın açığa çıkarılışı, uzatma kuralları, sayfa düzeni, şedde uygulanışı, diyanet onayı,) birbirlerinden farklı olduğunu, dosyaya sunulmuş olan üç bilirkişi incelemesi içinde en yetersiz ve karar kurmaya elverişsiz olanın ikinci rapor olduğunu, Mahkeme bu rapor ile yetinmediğini üçüncü raporun alındığını, ilk rapor ile üçüncü raporun esas itibarı ile örtüştüğünü, uzman mütalaasının hukukçu tarafından verildiğini, içeriğinde konuya vakıf olunmadığının görüleceğini, imla üzerinde durulmadığını, bilirkişi incelemesinde ve sundukları üzere bir kısım eserlerin davacının beyan ettiği tarihten çok öncesine ait olduklarını, müvekkilinin yaptığı çalışma ile ilgili olarak 26.06.2012 tarihinde Türk Patent Enstitüsü Patent Dairesi Başkanlığı na başvurarak … Sayı ile faydalı model belgesini de aldığını beyanla davacının istinaf başvurusunun reddine karar verilmesini savunmuştur. Davalı … vekili istinafa cevap dilekçesinde özetle; BK m.72 gereği davanın zaman aşımı nedeniyle reddinin gerektiğini, FSEK m.1/B gereği aranan kusur şartının bulunmadığını, davacının iddia ettiği gibi bir eserin mevcut olmadığını, yazım yönteminin telif mevzuatı ile korunamayacağını, sistemin Türkiye’de ilk … tarafından bulunduğunu, ülkesellik ilkesi gereği korumanın bulunduğunu, fikri ve sınai hakların korunmasının yatırımların korunması anlamına gelmediğini, davacının iddia ettiği patent koruma sürelerinin dava tarihi itibarı ile bittiğini, davacının sunduğu kararlarda farklı hususlara değinildiğini, hükme elverişli bilirkişi raporları ile karar verildiğini, FSEK kapsamında ihlalin bulunmadığını, müvekkilinin deneme baskı yapmaktan öteye giden bir sorumluluğunun olamayacağını beyanla davacının istinaf başvurusunun reddine karar verilmesini savunmuştur.Davalı … Tic. A.Ş. vekili istinafa cevap dilekçesinde özetle; Müvekkilinin basım ve ciltleme işiyle iştigal ettiğini, davalı … Ltd. Şti.’nin müvekkilinden telif hakkı kendisine ait olan …’ın (İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Kuran Okuma ve Kıraat İlmi Öğretim Görevlisi) hazırladığı hattı Dr. …’a ait olan Kuran-ı Kerim’i basmasını istediğini, müvekkilinin de ticari faaliyeti kapsamında dava konusu kitabı 2012 yılında istenilen şekilde bastığını, kitabın kapak sayfasında eseri hazırlayan, hattını yazan grafik tasarımını yapan kişilerin isimlerine kendisine bildirilen şekilde iyiniyetle yer verdiğini, müvekkilinin davacı ile davalı … arasındaki ihtilaflarını bilebilecek durumda olmadığını, yaptığı basım işinde iyiniyetle hareket ettiğini, …’ın verdiği bilgilere göre Kuran-ı Kerim’i bastığını, dolayısıyla müvekkilinin sorumluluğunun bulunmadığını beyanla davacının istinaf başvurusunun reddine karar verilmesini savunmuştur. İnceleme, 6100 Sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 342/3 ve 355. maddesi hükmü uyarınca istinaf dilekçesinde belirtilen sebeplerle sınırlı olarak kamu düzenine aykırı hususların olup olmadığı gözetilerek yapılmıştır. Dava; Davacının Tecvitli Kur-an’ı Kerim’in telif haklarının sahibi ve yazılım yönteminin kendi eseri olduğu, bu hakkının davalılarca ihlal edildiği iddiasıyla maddi- manevi tazminat istemine ilişkindir. İlk derece Mahkemesi tarafından 13.02.2017 tarihli birinci ve 06/08/2018 tarihli üçüncü teknik bilirkişi raporları hukuki yorum ile birlikte değerlendirilmiş, hükme esas alınmış ve dava reddedilmiştir. İstinafa konu uyuşmazlık, davacı tarafından dosyaya sunulu 17.11.2015 tarihli uzman mütalaasının, uzman mütalaası ile örtüşen 10/10/2017 ikinci raporun karara esas alınması gerekip gerekmediği, bir kısım delillerin dikkate alınıp alınmadığı, uzman mütalaası ile birinci ve üçüncü raporlar arasındaki çelişkinin giderilip giderilmediği, yabancı devlet emsal kararlarının hüküm verirken dikkate alınmasının gerekip gerekmediği noktasındadır. 6100 sayılı HMK’nın ispat ve deliller kısmında, m.293 uzman görüşü düzenlenmiş olup; taraflar dava konusu olayla ilgili olarak uzmanından bilimsel mütalaa alabilirler. Mahkemece yapılan bilirkişi incelemesi neticesinde ortaya çıkan bilirkişi raporu ile taraflardan biri tarafından dosyaya sunulan uzman görüşü arasında çelişkiler bulunması halinde, çelişkilerin giderilmesi amacıyla dosyanın “yeni bir bilirkişi heyetine” tevdii edilmesi gerekir. Nedeni ise, uzman görüşü sunan tarafın adil yargılanma hakkının ihlalinin oluşabilme ihtimalidir. Eldeki davada, ilk bilirkişi heyeti raporunda, sektörel özel ve teknik inceleme neticesinde, davalılar tarafından bir ihlalin meydana getirilmediği belirlenmiştir. Davacı vekilinin rapora itirazları sebebiyle yeni bilirkişi heyetinden rapor alınmasına karar verilmiş, ikinci bilikişi heyeti raporunda sektörel özel ve teknik inceleme neticesinde tarafların ortak baskısını yaptıkları Tecvitli Kur-an’ı Kerimin gerek tanıtımları gerekse basında yer alan ropörtajlarda Türkiye’de bir ilk olduğu, uluslararası ödüllere sahip olduğu ifadeleri doğrultusunda davacının hazırlamış olduğu Kur-an’ın FSEK kapsamında değerlendirilebileceği ayrıca taraflar arasında sözleşmenin feshi sonrası gerçekleşen baskılarda tecvit renkleri aynı kalmak suretiyle yalnızca koyu yeşil ve kahverengi ilave edilerek farklılık getirilmek istendiğini ancak durak yerleri olarak ifade edilmiş olan kahverenginin tecvit kapsamında okumaya ilave bir kolaylığı getirmediği, aslında tecvit konusunun fem-i muhsin olarak adlandırılan iyi bir hocanın vereceği ve kontrol edeceğini, renklendirmenin kafa karışıklığı yapmaktan öte bir iş görmeyeceği, buna mukabil davalının 2012-2013 tarihli baskılardaki idğamlarda şedde kullanmışken, 2015 yılı baskılarında bu şeddelerin kaldırıldığını, tıpkı 2010 baskı tarihli olarak çalışmalarında olduğu gibi son olarak bu çalışmanın ilk kez yapılıp yapılmadığı kapsamında 30. Cüz baskısıyla tespit edilmiş …’nun tecvit çalışmasının bir prototip örnek teşkil edebileceğini ancak yaygın bir kullanımına rastlanmadığını, davacının çalışmasının ise bu bilgiler ışığında ve FSEK kapsamında işleme eser olarak değerlendirilebileceği belirlenmiştir. Taraf vekillerinin ikinci rapora itirazları sebebiyle yeni bilirkişi heyetinden rapor alınmasına karar verilmiş, üçüncü bilirkişi heyeti raporunda sektörel özel ve teknik inceleme neticesinde, davacının geliştirdiğini ileri sürdüğü yöntemin çok yeni bir buluş ve tam bir fikir eseri sayılmayacağını, tecvit kaidelerini öğrenme ve tatbik etme açısından bu yöntemin avantajlarından çok dezavantajları olduğunu ancak buna rağmen davalının renklendirilmiş Kur’an-ı Kerim’in cüz’i değişikliklere tabi tutularak bir benzerini, aralarındaki sözleşmenin feshinden sonra piyasaya sürdükleri ve bu yöntemle Kuran-ı Kerim basmalarından dolayı ne kadar kazanç elde ettiklerinin tespit edilmesinin zor olduğunu, her iki tarafın iddia ve eylemlerinin de ikna edici boyutta olmadığını, davacı tarafın da davalı tarafın da dürüstlük, tutarlılık ve iyi niyetlilik ilkesine kusursuz bir şekilde uymadıkları belirlenmiştir. Davacı tarafından 18.11.2015 tarihinde 17.11.2015 tarihli ticaret hukuku uzman mütalaasının dosyaya sunulduğu, mahkeme tarafından sektörel özel ve teknik incelemenin yapıldığı 13.02.2017 tarihinde birinci bilirkişi raporunun, 10.10.2017 tarihinde ikinci bilirkişi raporunun ve 06/08/2018 tarihinde üçüncü bilirkişi raporunun alındığı; raporlar incelendiğinde tarafların iddia- savunmasının karşılandığı, taraflarca sunulu/ toplanan bilgi- belge ve deliller kapsamında değerlendirme yapıldığı, uzman mütalaasının daha erken tarihli dosyaya sunulu olduğu da dikkate alındığında, birinci bilirkişi raporundaki eksikliklerin tamamlandığı, ikinci bilirkişi raporu ve uzman mütalaası ile birinci bilirkişi raporundaki çelişkinin üçüncü bilirkişi raporu ile giderildiği gibi mevcut dosyadaki durum itibarı ile hukuki bilgi kapsamında çelişkinin hukuki değerlendirmeyi de gerektirdiği, bu kapsamda zaten hakimin görevli olduğu, belirtilen hususların aydınlığa kavuşturulduğu, somut dava bir bütün olarak değerlendirildiğinde tüm delillerin toplandığı ve değerlendirildiği, davacının kendisinin geliştirdiğini iddia ettiği Kur-an’ı Kerim okuma yönteminin FSEK kapsamında eser veya işleme eser olarak kabul etmenin mümkün olmadığı, son bilirkişi raporunda değinildiği üzere, uzun yıllar önce bu yöntemin kullanıldığı, yabancı mahkeme kararlarının ülkemiz mahkemelerine emsal teşkil edemeyeceği, davacı tarafından emsal gösterilen kararların da davada uygulama olanağının bulunmadığı, farklılık arz ettiği dolayısıyla davacının korunmaya değer bir hakkı ve ihlal edilmiş bir hakkının bulunmadığı yani tazminat koşullarının oluşmadığı tespit edilmiştir. 6100 Sayılı HMK m.266, 279, 281 uyarınca yapılan değerlendirmede; bilirkişi raporu çözümü özel ve teknik değerlendirme, uzmanlığı gerektiren hususlarda alınır. Bunun dışında raporda açıklama yapılması, hakim tarafından yapılması gereken hukuki nitelendirme ve değerlendirmelerin yapılması yasaktır. Rapora itiraz, belirsiz ve eksik olan hususlar için açıklama yapılmasını istemektir. Eğer itiraz yerinde görülürse açıklama yapılması amacıyla ya ek rapor alınması ya da yeni bilirkişi raporu alınması cihetine gidilir. Raporun denetimi hakim tarafından yapılmakla birlikte belirsizlik ve/ veya eksiklik bulunmuyorsa ya da hukuki bilgi ile çözümlenmesi gereken hususlarda açıklama yapılması bekleniyorsa, çözüm hukuki bilgi ile giderilebilecek nitelikte ise, itiraz yerinde bulunmayabilir zaten hukuki konularda bilirkişiye başvurulması da yasaktır. Somut davada rapora karşı beyanlar ve itirazlar birlikte değerlendirildiğinde açıklanan hususlar gözetildiğinde iddia- savunma- toplanan bilgi, belge, deliller ile itirazların raporda ve gerekçeli kararda karşılandığı saptanmıştır. Saptanan ve hukuksal durum bu olunca; tarafların dayandıkları belgelere, hukuki ilişkinin nitelendirilmesine, dosyadaki tespitlere ve uyuşmazlığa uygulanması gereken hukuk kurallarına göre, davacının istinaf sebepleri yerinde görülmemiş, yapılan inceleme sonucunda ilk derece Mahkemesi kararında usul ve esas yönünden hukuka aykırılık bulunmadığı, kararın isabetli olduğu anlaşılmakla, davacı vekilinin istinaf talebinin 6100 Sayılı HMK’nın 353/1-b/1. maddesi gereğince esastan reddine karar verilmesi gerektiği kanaat ve sonucuna varılarak aşağıdaki hüküm kurulmuştur.
HÜKÜM: Gerekçesi yukarıda açıklandığı üzere; 1- Usûl ve yasaya uygun Bakırköy 1. Fikri ve Sınaî Haklar Hukuk Mahkemesi’nin 29/01/2019 tarih ve 2015/62 E. 2019/20 K. Sayılı kararına karşı davacı vekili tarafından yapılan istinaf talebinin 6100 Sayılı HMK’nın 353/1-b/1. maddesi gereğince ESASTAN REDDİNE, 2- 492 Sayılı Harçlar Kanunu gereğince alınması gereken 80,70 TL maktu istinaf karar ve ilam harcından peşin yatırılan 44,40 TL harcın mahsubu ile bakiye 36,30 TL harcın davacıdan tahsiliyle Hazineye gelir kaydedilmesine, 3- Davacı tarafça istinaf aşamasında yapılan yargılama giderlerinin üzerinde bırakılmasına, 4- İncelemenin duruşmasız olarak yapılması sebebiyle taraflar yararına vekalet ücreti tayinine yer olmadığına, 5- 6100 Sayılı HMK’nın 333. maddesi gereğince var ise bakiye gider avansının karar kesinleştiğinde taraflara iadesine, Dosya üzerinde yapılan inceleme sonucunda, 20/07/2017 tarih ve 7035 Sayılı Kanunun 31. maddesiyle değişik 6100 Sayılı HMK’nın 361/1. maddesi gereğince, kararın tebliğinden itibaren 2 hafta içerisinde Yargıtay’a temyiz başvurusunda bulunma yolu açık olmak üzere, oy birliğiyle karar verildi. 01/12/2022