Emsal Mahkeme Kararı İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 44. Hukuk Dairesi 2020/1291 E. 2022/657 K. 14.04.2022 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı henüz kesinleşmemiştir. Yararlı olması amacıyla eklenmiştir.

T.C.
İSTANBUL
BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ
44. HUKUK DAİRESİ
T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
İ S T İ N A F M A H K E M E S İ K A R A R I
DOSYA NO: 2020/1291
KARAR NO: 2022/657
İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ: İSTANBUL 1.FİKRÎ VE SINAÎ HAKLAR HUKUK MAHKEMESİ
TARİHİ: 11/12/2018
NUMARASI: 2018/92 E. 2018/487 K.
DAVANIN KONUSU: Marka (Marka Hükümsüzlüğünden Kaynaklanan)
İSTİNAF KARAR TARİHİ: 14/04/2022
Yukarıda yazılı ilk derece mahkemesi kararına karşı, istinaf yasa yoluna başvurulması üzerine yapılan inceleme sonucunda;
GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ: Davacı vekili dava dilekçesinde özetle; Türk Patent ve Marka Kurumu nezdîne … tescil numarası ile davalı … Vakfı adına tescilli “…” markasının marka olarak tescil edilemeyeceğini, “…” ibaresinin ayırt edici niteliğe sahip olmadığını, “…” ibaresi esas unsur olarak coğrafi kaynak belirtmekte olduğundan, ticaret alanında herkes tarafından kullanıldığını, tarihi ve kültürel değeri bakımından halka mal olduğunu, kamuyu ilgilendirdiğini, bir kişi ya da kurumun inhisarına bırakılamayacağını, markanın daha önceden zaten tescil edilmiş bir marka olduğundan, … markasının hükümsüzlüğüne karar verilmesini talep etmiştir. Davalı vekili cevap dilekçesinde özetle; Davanın hak düşürücü süreden sonra açıldığını, ileri sürülen tüm gerekçelerin hukuki olmadığını, davanın reddine karar verilmesini beyan etmiştir. İlk Derece Mahkemesince; “Dava konusu uyuşmazlığın; … tescil numarası ile davalı adına tescilli “…” markasının hükümsüz kılınması istemine ilişkin olduğu, 6769 sayılı SMK’nm 5/c maddesinin “Ticaret alanında cins, çeşit, va sıf, kalite, miktar, amaç, değer, coğrafi kaynak belirten veya malların üretildiği, hizmetlerin sunulduğu zamanı gösteren veya malların yada hizmetlerin diğer özelliklerini belirten işaret veya adlandırmaları münhasıran yada esas unsur olarak içeren işaretler, marka alarak tescil edilemez” hükmünü amir olduğu, (aynı düzenlemenin mülga 556 sayılı KHK’nın 7/1-c maddesinde ise “Ticari alanda cins çeşit, vasıf, kalite, amaç belirten veya malların ve hizmetlerin diğer karakteristik özelliklerini belirten işaret ve adlandırmaları içeren ibarelerin marka olarak tescil edilemeyeceği olarak öngörüldüğü) KHK’nin 7/1-d bendi “Ticaret alanında herkes tarafından kullanılan veya belirli bir meslek, sanat veya ticaret grubuna mensup olanları ayırt etmeye yarayan işaret ve adları münhasıran veya esas unsur olarak içeren markaların tescil edilemeyeceği” hükmünü içerdiği, Tanımlayıcı işaretlerin marka olarak tescil edilemeyeceğine dair kuralın istisnasının, KHK’nin 7. maddesinin son fıkrasında “marka tescil tarihinden önce kullanılmış ve tescile konu mallar veya hizmetlerle ilgili olarak bu kullanım sonucu ayırt edici bir nitelik kazanmış” ise (a), (c), (d) bendi uyarınca tescil reddedilemez.” düzenlemesinin yer aldığı, Bu tanım dikkate alındığında hükümsüzlüğü istenen … ibaresinin ülkemizde cins, çeşit, vasıf, kalite, miktar, amaç, değer, coğrafi kaynak yada ürünün özelliğini belirten bir adlandırma olduğundan bahsedilmeyeceği, … ibaresinin doğrudan bir coğrafi kaynak göstermediği gibi her hangi bir ürünün bir özelliğini tanımlamadığı, ticaret alanında herkes tarafından kullanılmakta olduğu, tarihi ve kültürel değeri bakımından halka mal olduğu, kamuyu ilgilendirmekte olduğu, bir kişi yada kurumun inhisarına bırakılamayacağı, … markasının daha önceden zaten tescil edilmiş bir marka olduğu iddialarının da temelinin bulunmadığının anlaşıldığı. … ibaresinin Yunan dilinde öte, öteki anlamında kullanılmakta olup, Yunan dilindeki bir kelimenin Türk toplumunda tarihi ve kültürel bir yeri olduğunun davacı yanca ispat edilmediği gibi, Osmanlı İmparatorluğu zamanında rum kökenli vatandaşların yoğun ticaret yaptığı bir yer olan Beyoğlu ilçesinin bir bölümünün … ibaresi ile anıldığının da bilindiği, ancak hiçbir zaman … ibaresinin coğrafi kaynak olarak resmi kayıtlarda yer almadığı, markanın başkası adına kayıtlı olduğu iddiasının da gelen TPE kayıtları ve devir belgeleri kapsamları dikkate alındığında soyut bir iddia olduğunun anlaşıldığı, 6769 sayılı SMK’nın 5/c hüküm kapsamına giren ibarelerin marka olarak tek işletme adına tescil edilmesini engelleyeceği, Hükmün, bent kapsamına giren ibarelerin herkes tarafından serbestçe kullanılmasını sağladığı ve bu yolla kamu yararına bir amaç gözettiği, Davalının sunduğu deliller res’en incelendiğinde, markanın kullanım sonucu ayırd edici nitelik kazandığı yönündeki savunmasının da haklı görüldüğü, davalı markasının ilk tescil aldığı tarih itibarıyla ticari hayatta bir takım kriterleri yerine getirdiği, vakıf olarak faaliyet gösterdiği, bu eylemlerin uzun bir zaman dilimine yayıldığının anlaşıldığı, markanın tescil aldığı tarih ve davanın açıldığı tarih dikkate alındığında davalı markasının bilinirliği, kullanım sonucu ayrt ediciliğinin söz konusu olduğu, davalıca sunulu delilere göre markanın tescil olduğu tarihler, markanın kullanım süresi, davanın açıldığı tarih, markalar hakkındaki KHK hükümleri, 6769 sayılı Sınai Mülkiyet Yasası hükümleri, yerleşik içhihatlar, 556 sayılı KHK’nin 7/a-c , 6769 sayılı SMS 5-c kapsamında markanın hükümsüzlüğüne ilişkin şartların oluşmadığı anlaşıldığından davanın reddine karar verilmesi gerektiği, Davaya konu … ibareli marka … no ile davalı adına 43. sınıf için ilk kez 2.4.2002 tarihinde tescil edildiği, 26.2.2004 tarihli resmi marka gazetesinde de ilan edildiği, davacının ise davasını 01.03.2018 tarihinde yaklaşık 16 yıl sonra açtığı, markanın tescil edildiği tarihte yürürlükte bulunan mülga 556 sayılı KHK’nin 42. maddesine göre hükümsüzlük davalarının 5 yıllık süre içerisinde açılması gerektiği, davacının 5 yıllık süre geçtikten sonra dava açtığı, Kaldı ki “…Bir marka, 5 inci maddenin birinci fıkrasının (b), (c) ve (d) bentlerine aykırı olarak tescil edilmiş olup da kullanım sonucunda tescil edildiği mal veya hizmetler bakımından hükümsüzlük talebinden önce ayırt edici nitelik kazanmışsa hükümsüz kılınamaz..” ibaresi dikkate alandığında … ibaresinin otelcilik alanında davalı vakıf ile varlık kazandığından, herkesçe bilindiği üzere de … Oteli, 100 yıldan fazla bir süredir mevcudiyetini muhafaza etmekte olduğundan, tescilden 16 yıl sonra davacı tarafın ileri sürmüş olduğu hükümsüzlük iddialarının hiçbirinin somut olayda gerçekleşmediği anlaşıldığından, davanın esastan reddine” karar verilmiştir. Davacı vekili istinaf dilekçesinde özetle; 1-Mahkemenin davalının vakıf olması nedeniyle yanılgıya düşerek, markanın kullanımı sonucu ayırd edici nitelik kazandığı savunmasına itibar ettiğini, davalı yanca markanın ilk tescil aldığı tarih itibariyle ticari hayatta bir takım kriterleri yerine getirdiği belirtilmiş ise de, yerine getirdiği kriterlerin açıklanmadığını ve ispat edilmediğini, davalının vakıf olduğu ve faaliyetinin uzun zaman dilimine yayıldığı esas alınarak davanın reddine karar verilmesinin hatalı olduğunu, vakıf olmanın ticari hayatta marka kullanımına dair ayırdedici bir nitelik yahut bir hak tanınmadığını, “otelciliğin vakıf ile varlık kazandığı” değerlendirmesinin subjektif olduğunu, “…” ibaresinin ticaret hayatında, özellikle otelcilik sektöründe, herkes tarafından kullanıldığını, herhangi bir ayırdedici vasfı bulunmadığını, 2-HMK 226.maddesi uyarınca bilirkişi incelemesine gerek duyulmadığı belirtilmiş ise de; gerekçede yer alan “…” ibaresinin otelcilik alanında davalı vakıf ile varlık kazandığı tespitinin öbjektifliği ve teknik anlamda geçerliliği tartışmaya açık, hukuki dayanağı olmayan, sahsi görüş olduğunu, otelcilik sektöründe, tüketici nezdinde …’nın nasıl bir algıya sahip olduğunun, … Oteli ile özdeşlesip özdeşleşmediğinin Otelcilik, turizm, tarih sektörlerince değerlendirilmesi gerektiğini, 556 sayılı KHK’nın (“KHK’) 7/son fıkrasına göre bir markanın hükümsüz kılınmasını engelleyici nitelikte ayırtedicilik kazanmasında, yalnızca yargıcın algısı değil, ilgili sektörde, o mal veya hizmetin ortalama tüketicisi konumunda olan kitlenin algısının dikkate alınması gerektiğini, Otelcilik sektöründe, … ibaresinin pek çok şirket tarafından sayısız otel için kullanıldığını, … Oteli ise … ibaresini kullanan otellerden yalnızca birisi olduğunu, … ismini kullanan otellerden bazılarının; … Otel, …, …, …, …, ….olduğunu, Bu oteller ve diğer tüm oteller gözetildiğinde, … markası için hükümsüzlük nedenlerinden “ticaret havatında herkes turafından kullanılıyor olma” koşulunun gerçekleştiğini, …’nın otelcilik sektörü dışında … Semtinde, Türkiye’de ve hatta dünyada tüm sektörlerde kullanıldığını, koşulun gerçekleştiği yargıç tarafından kesin ve kuşkuya yer vermeyecek şekilde anlaşılamıyorsa bu durumda dosyanın otelcilik alanında uzman sektör bilirkişisine, hatta tarih ve coğrafya uzmanlarından teşkil edecek bir heyete tevdi edilmesi gerektiğini, mahkemenin eksik tahkikat ve inceleme ile vermiş olduğu kararın hukuka aykırı olup, KHK m.7/1-d uyarınca … Tescil No’lu “…” markasının hükümsüzlüğüne karar verilmesi gerektiğini, 3-Mahkemenin … ibaresinin davalı “vakıf” ile özdeşleşmiş olduğuna ilişkin tespitinin hatalı olduğunu, … Oteli; …-…, … (Vakıf değil gerçek kişi), …, … Holding, … A.Ş., … Grup tarafından işetildiğinden, … ibaresinin sürekli olarak değişen bu işletmecilerle özdeşleşemeyeceğini, özdeşleşse bile ancak işletme ile özdeşleştiğinin kabul edilebileceğini, “…” ifadesinin bir bütün halinde tamamen jenerik kelimelerden oluştuğunu, bir işletme ile özdeşleşmediğini, özdeşleşse bile işletme sahibi yahut işleticisinin davalı vakıf olmadığını, kararın bu yönden hukuka aykırı olup, KHK m.7/son hükmünün davaya uygulanamayacağını, 4-Mahkemenin, “…” markasının başkası adına kayıtlı olduğuna ilişkin iddiayı soyut olduğu gerekçesiyle hükümsüzlük talebi bakımından dikkate almadığını, marka sicilinde re’sen yapılacak bir inceleme yahut Türk Patent ve Marka Kurumu’na yazılacak genel bir müzekkere ile durumun anlaşılacağını, mahkemenin eksik inceleme ve tahkikat yaparak sonuca gittiğini, 02.04.2002 başvuru, 14.08.2003 tescil tarihli … teşcil nolu …’ye ait “…” markası ile hükümsüzlük talebine konu … tescil nolu “…” markası için tescil başvurularının aynı tarihte yapıldığını ve aynı tarihte 43. Sınıfta tescil edildiğini, “…” markasının, Maliye Bakanlığı Milli Emlak Genel Müdürlüğü’ne ait olduğunu, … Oteli’nin 1992 yılında Kültür Bakanlığı tarafından kamulaştırıldığını ve Milli Emlak Genel Müdürlüğü’nün mülkü olduğunu, davalının, kamulaştırmadan 20 yıl sonra 2012 yılında “…”, “…” markalarını tescil ettirdiğini, davalının hiç bir zaman “…” markasını kullanmadığını, 1992 yılından bu yana da otel ile herhangi bir ilgisi bulunmadığını, dava dilekçesinde detaylı açıklanan bu hususların incelenmediğini, davalının vakıf olmasının etkisi ile hatalı şekilde vakıf ile otelciliğin varlık kazandığına hükmedildiğini, 5-Yerel mahkemenin kararında … ibaresinin Yunanca öte, öteki anlamında olduğunu işaret ederek Yunanca bir kelimenin nasıl Türk toplumunda tarihi ve kültürel bir yerinin olduğu ispat edilemediğinden ve … kelimesinin Beyoğlu ilçesinin yalnızca bir kısmını tanımladığı, Galata bölgesinin de Beyoğlu ilçesinde yer almasına rağmen … kelimesinin Galata bölgesini ifade etmediği, kayıtlarda da yer almadığı gerekçesiyle coğrafi kaynak olamayacağına hükmettiğini, Mahkeme’nin tarihi, coğrafi ve sosyolojik açılardan teknik uzman görüşü almaksızın, subjektif bir görüş ortaya koyduğunu, Türkçe’de, Türkçe kelimelerin yanısıra Fransızça, Farsça, Arapça vs. pek çok yabancı kelime bulunduğunu, Türkiye’nin konjonktürel yapısı gereği, “yabancı kökenli kelimelerin kültürel bir yer teşkil edemeyeceği”nin kabul edilemeyeceğini ve bu noktada teknik uzman görüşüne ihtiyaç duyulduğundan, bilirkişi incelemesi yapılmaksızın karar verilmesinin hatalı olduğunu, İstanbul’un eski adının Konstantinopolis olup, coğrafi anlamda bugünkü Fatih ilçesinin tarihi surlar içerisinde kalan büyük bir kısmi ile Galata bölgesinde yer alan ancak bugün bulunmayan surların çevrelediği alanı ifade ettiğini, şehrin dışında, ötesinde yaşayan yabancı, öteki kişilerin bulunduğu ve surların dışında kalan bölgeye ise … ismi verildiğini, Konstantinopolis Osmanlı İmparatorluğu tarafından ele geçirildikten sonra Fatih Sultan Mehmed döneminden itibaren payitahtın yakınında güçlü bir yabancı devlete ait duvar ve kale istenmediğinden, surların peyder pey yıkıldığını, surların yıkılması, şehrin imar düzeninin değişmesi ile geçen zamanda Galata’nın, bugün Fatih olarak bilinen ilçe sınırlarının dışında, Haliç’in karşısında kalan ayrı ve özgün bir semt haline geldiğini, bu nedenle, …’nın Beyoğlu ilçesinin tamamını ifade etmediğine ilişkin Yerel Mahkeme tespitinin hatalı olduğunu, surlar ve kale yıkıldıktan sonra Galata’nın …’nın doğal sınırlarına dahil olduğunu, … en başta bugünkü Kasımpaşa, Okmeydanı’nın bir kısmı, hatta Beşiktaş sınırlarını ifade etmekteyken zaman içerisinde şehirle uyumlu olarak Beyoğlu ilçesinin kapsadığı coğrafi alanı ifade etmeye başladığından, …’nın açıkça bir coğrafi kaynak belirttiğini, İstanbul’un …nın Osmanlı İmparatorluğu’nun ardılı olan Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları için de tarihi ve kültürel önemi haiz olduğunu, KHK m.7/1-e hükmü uyarınca “…” markasının bir özel hukuk kişisinin inhisarına bırakılamayacak olması nedeniyle hükümsüzlüğüne karar verilmesi gerektiğini, (Yargıtav 11.Hukuk Dairesi’nin, 199/5790E, 1999/9590K. sayılı kararı) 6-Tanınmış markalar haricinde, hükümsüzlük davası açılabilmesi için herhangi bir hak düşürücü süre olmadığını, davaya konu … markasının tanınmış bir marka olmadığını, Markanın tescilinde kötü niyet varsa iptal davası süreye bağlı değildir hükmü bulunduğunu, bu hükmün atıf yaptığı 7. maddenin (1) bendinin konusunun “Sahibi tarafından izin verilmeyen Paris Sözleşmesinin 1. mükerrer 6. maddesine göre tanınmış markaların tescil edilemeyeceği” olduğundan, kanun koyucunun iradesinin, hükümsüzlük davalarını bir hak düşürücü süreye bağlamak olmadığını, Paris Sözleşmesinin 1. mükerrer 6. maddesine göre tanınmış marka sayılan markaların Türkiye’de tescil edilmesi halinde açılacak hükümsüzlük davasının 5 yıllık hak düşürücü süreye tabi tutulması olduğunu, Yargıtay’ın, o dönemde verdiği kararlarda, hatalı bir şekilde dava açmak için her marka için 5 yıllık hak düşürücü süre olduğunu kabul ettiğini, Yargıtay II. HD 11.09.2000 tarih, 200075607 E.. 20007466034 K. sayılı kararın da belirtildiği gibi, varılan sonucun bir kanuni düzenlemeye dayanmadığını, TMK’nun 1. maddesi uyarınca yargıç tarafından kanun boşluğunun doldurulduğunu, sınırlayıcı ve özgürlüklerin kapsamını daraltıcı normların dar yorumlanacağını, Yargıtay sınırlayıcı bir normu kıyas yoluyla genişletme yoluna gittiğinden, kararlarında atıf yaptığı Avrupa Topluluğu Anlaşması’nın 190. maddesi uyarınca kabul edilen 89/104 sayılı Yönerge’de sadece tanınmış markalar için 5 yıllık hak düşürücü süre öngörülmesine rağmen, tüm markalar için uygulamasının hatalı olduğunu, KHK’nın hükümlerinde ve 6769 sayılı Sınai Mülkiyet Kanunu’nda mutlak red nedenlerine dayalı hükümsüzlük davalarında herhangi bir hak düşürücü süre veya zamanaşımı süresi öngörülmediğini, KHK’nın 42. maddesinde yer alan “Ancak, 7 nci maddenin (1) bendinde belirtilen tanınmış markalarla ilgili davanın tescil tarihinden itibaren 5 yıl içerisinde açılması gerekir” ibaresinde atıf yapılan 7/1. maddesinin Anayasa Mahkemesi’nin 2015/33 E., 2015/50 K., sayılı ve 27.5.2015 tarihli kararı ile mülkiyet hakkının içeriği ile bağdaşmadığı gerekçesiyle iptal edildiğinden, 42. maddede yer alan tanınmış markalara ilişkin atfın da boşlukta kaldığını, doğan boşluğun, TMK’nın 1. maddesine göre yargıç tarafından doldurulacağını, yargıcın bu noktada uluslarası anlaşmaları referans alarak ve pozitif olarak Anayasa’nın 90/5 maddesine de dayanarak tanınmış markalar için 5 yıllık hak düşürücü süreyi uygulayabileceğini, tanınmış markalar dışındaki diğer markalar için TMK’nın 1. maddesi uygulandığında dava açma özgürlüğünü sınırlamayan ve yasak koymayan bir yorum yapılması ve hükümsüzlük davası için herhangi bir hak düşürücü/zamanaşımı süresi olmadığının kabul edilmesi gerektiğini, KHK’nin tescil tarihindeki versiyonunda yer alan bu boşluğun, sonradan kanun koyucunun gerçek iradesini ortaya koyan yeni tarihli kanun hükümleri kıyasen uygulanarak da marka hükümsüzlük davaları için herhangi hir süre olmadığı sonucuna varılacağını, bu nedenle işin esasına girilerek esastan hüküm verilmesi gerektiğini, 7- Yerel Mahkemece marka hükümsüzlük davasının zamanaşımı yahut hak düşürücü süreye tabi olduğu düşünülüyorsa HMK m. 142 uyarınca 01.11.2018 tarihli ön inceleme duruşmasında karar verilmesi gerektiğini, Yargıtay 11. H.D.’nin 26.11.1999 tarihli, 1999/5790E,, 1999/9590K. Sayılı ilamının; “…” ibaresinin marka olarak tescil edilemeyeceği hususuna dair yasal dayanak ve değerlendirmeleri detaylı bir şekilde izah etmekte ve marka hükümsüzlüğüne karar verilmesi gereğini ortaya koyduğunu, Yargıtay kararı ve “..” ibaresinin tek kelime ve tek bir unsurdan oluştuğu, yüzyıllardır bölgenin adı olduğu, tarihi ve kültürel niteliği gereği kamuya ait olduğu dikkate alındığında. “…” sözcüğünün marka olarak tescil edilemeyeceğinden, hükümsüzlüğüne karar verilmesi gerektiğini, Davalı vakfa ait marka ayırt edici olmadığından, daha önce tescil edildiğinden, coğrafi kaynak bildirdiğinden hükümsüz kılınması gerektiğini, yerel mahkemenin varmış olduğu maddi olgulara dair sonuçlar ile hukuki nitelemelerin hatalı olduğunu, belirtilen ve re’sen nazara alınacak sebeplerle, kararın kaldırılmasına, davanın kabulü ile … tescil no’lu markanın hükümsüzlüğüne ve sicilden terkinine karar verilmesini talep etmiştir. İnceleme, 6100 Sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (HMK)355. maddesi hükmü uyarınca istinaf dilekçesinde belirtilen sebeplerle sınırlı olarak kamu düzenine aykırı hususların olup olmadığı gözetilerek yapılmıştır. Karar aleyhine davacı tarafça istinaf yasa yoluna başvurulmuştur. Öncelikle HMK 355.maddesi uyarınca kamu düzenine ilişkin aykırılık yönünden yapılan incelemede; 1-Davacı taraf davalının … numara ile tescilli ‘…’ markasının hükümsüz kılınmasına karar verilmesini talep etmiştir. Dava tarihi itibariye yürürlükte olan ve davaya uygulanması gereken 6769 sayılı yasanın 25/2. maddesi gereğince hükümsüzlük davası açabilecekler; menfaati olanlar, Cumhuriyet Savcıları veya ilgili kurum ve kuruluşlar markanın hükümsüzlüğünü mahkemeden isteyebilir şeklindeki düzenleme ile belirlenmiştir. Yargıtay 11. HD’nin 26/03/2012 tarihli 2010/13687 esas ve 2012/4651 sayılı kararında; Davacı talepleri arasında yer alan marka hükümsüzlüğüne ilişkin davada, aktif dava ehliyeti, Markaların Korunması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname’nin 43. maddesinde düzenlenmiş olup, söz konusu madde uyarınca davacı olabilecekler; zarar gören kişiler, cumhuriyet savcıları veya ilgili resmi makamlar olarak sıralanmış olup, zarar gören kavramının kullanılması, maddenin daraltıcı özellikte olmadığını, bir başka anlatımla dava açabileceklerin tahdidi olarak sayılmamış olduğunu göstermektedir. Zarar gören kavramı, zarara uğrayan veya zarara uğrama tehlikesi altında bulunan ya da söz konusu işareti kullanabilme olanağı haksız bir biçimde kısıtlanan yahut kısıtlanma tehlikesi altında olan herhangi bir gerçek veya tüzel kişidir. Nitekim kavram, madde içeriğine uygun olarak, Dairemizce de geniş yorumlanmakta ve zararın müstakbel bir niteliği haiz olması dahi ilgilinin davacı olabilmesi açısından yeterli kabul edilebilmektedir görüşüne yer verilmiştir. HMK 114/1-d maddesinde; tarafların, taraf ve dava ehliyetine sahip olmaları, 114/1-h maddesinde dava açmakta hukuki yararın bulunmasını dava şartı olarak düzenlemiştir. Davaya konu … tescil numaralı “…” markası davalı adına, … tescil numaralı “…” markası dava dışı … adına tescilli olup, … ile hukuki irtibatı olduğunu, davacı içeriğinde “…” ibaresi bulunan adına tescilli markasının bulunduğunu iddia ve ispat etmemiştir. Dava dilekçesi incelendiğinde; davacı tarafın talebini 556 sayılı KHK’nin 5. maddesine dayandırdığı, cevaba cevap dilekçesinde 556 sayılı KHK’nin 7/a maddesinin Anayasa Mahkemesi’nce iptal edildiğini ileri sürdüğü, davaya konu … tescil numaralı “…” markasının davalı adına tescilli olmasından dolayı zarara uğradığını veya zarara uğrama tehlikesi altında bulunduğuna ilişkin bir iddiasının olmadığı tespit edilmiştir. Bu hali ile davacının Yargıtay 11. HD’nin 26/03/2012 tarihli 2010/13687 esas ve 2012/4651 karar sayılı kararında belirtilen koşulları taşımadığı için, dava açma hakkını düzenleyen HMK 114/1-d maddesindeki davacı olma ehliyeti bulunmadığı gibi, hukuki yaranının bulunduğunu da iddia ve ispat etmediğinden 114/1-h maddesindeki dava şartının da bulunmadığı tespit edilmiştir. HMK 115. maddesi uyarınca ilk derece mahkemesince dava şartları öncelikle incelenip, giderilmesi mümkün olmayan dava şartı olması sebebiyle davanın, dava şartı eksikliği sebebiyle davanın usulden reddine karar verilmesi gerektiği halde, hak düşürücü süre ve esas yönünden inceleyerek karar vermesi usule aykırı olduğundan, istinaf talebinin kabulü gerekmiştir. 2- Mahkemenin kabulüne göre; Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 17/06/2009 tarihli 2009/6-162 esas ve 2009/267 karar sayılı kararında belirtildiği üzere; bir davada zamanaşımı yada hak düşürücü sürenin geçtiği iddiası varsa, bu savunma sebebinin HUMK. m. 77 ve 221 gereğince diğer itiraz ve defilerden önce incelenmesi gerekir(09.10.1946 tarih ve 6/12 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı). Çünkü, zamanaşımı definin yada hak düşürücü süre itirazının kabulü halinde bu nedenle dava reddedileceğinden, artık diğer itiraz ve defilerin incelenmesine gerek kalmaz. (Prof.Dr.Baki Kuru Hukuk Muhakemeleri Usulü 2001, Cilt 2, Sayfa 1943). Kaldı ki hak düşürücü süre mahkemece kendiliğinden inceleneceğinden bu konuda tarafların itirazlarının bulunup bulunmaması da önemli değildir. Davalı her ne kadar vakıf ise de; davacı ve davalının otel işletmecili sebebiyle aynı sektörde oldukları, kaldı ki … Otel’in tanınmışlığı, her iki tarafın İstanbul’da işletmecilik yapmaları sebebiyle davacının basiretli tacir olarak, davalının … markasının varlığından haberdar olmadığını iddia edemeyeceği, en azından markayı bilebilecek durumda olduğu sabittir. Markanın tescil tarihinde yürürlükte olan 556 sayılı KHK’nin 42. maddesi ve dava tarihinde yürürlükte olan 6769 sayılı yasanın 25/6.maddesi uyarınca marka sahibi sonraki tarihli bir markanın kullanıldığını bildiği veya bilmesi gerektiği halde, bu duruma birbirini izleyen beş yıl boyunca sessiz kalmışsa, sonraki tarihli marka tescili kötü niyetli olmadıkça, markasını hükümsüzlük gerekçesi olarak ileri süremez. Davacı tarafın davalı makasının “…” ibaresinin ayırt edici niteliğe sahip olmadığını, “…” ibaresi esas unsur olarak coğrafi kaynak belirtmekte olduğundan, ticaret alanında herkes tarafından kullanıldığından, tarihi ve kültürel değeri bakımından halka mal olduğundan, kamuyu ilgilendirdiğinden, bir kişi ya da kurumun inhisarına bırakılamayacağından, markanın daha önceden zaten tescil edilmiş bir marka olduğundan, … markasının Sınai Mülkiyet Kanunu’nun 5/b, c, ç, d, g maddeleri gereğince hükümsüzlüğünü talep etmiş olup, kötü niyetli tescil olduğunu iddia ve ispat etmediğinden, marka hükümsüzlüğü davasının 5 yıllık süre içinde açılması gerektiğine ilişkin mülga 556 sayılı KHK’nin 42. maddesi ve 6769 Sayılı Sınai Mülkiyet Yasası’nın 25/6.maddesindeki süre hak düşürücü süre niteliğindedir. Mahkemece dava öncelikle bu madde yönünden incelenip, hak düşürücü sürenin varlığına kanaat getirildiği taktirde davanın esasına girilmeden, hak düşürücü süre yönünden reddine karar verilmesi gerekirken, esas yönünden inceleme yapılarak, hem esas hem de hak düşürücü süre yönünden ret kararı verilmesi usule aykırı olmuştur. Davacı vekilinin istinaf talebinin hukuki yarar yokluğu sebebiyle kabulüne ve kararın kaldırılmasına karar verilmesi, bu husus yeniden yargılama yapılmasını gerektirmediğinden, kararın 6100 Sayılı HMK’nın 353/1-b/2. maddesi gereğince kaldırılarak davanın HMK 114/1-h bendi uyarınca hukuki yarar yokluğu dava şartı eksikliği sebebiyle usulden reddine, kabul edilen istinaf sebebi nazara alınarak Yargıtay Hukuk Genel Kurulu kararı uyarınca diğer istinaf sebeplerinin incelenmesine yer olmadığına dair yeniden hüküm kurulmasına karar verilmesi sonuç ve kanaatine varılarak aşağıdaki hüküm kurulmuştur.
HÜKÜM: Gerekçesi yukarıda açıklandığı üzere; 1- Davacı vekilinin istinaf isteminin KABULÜ ile, 2- İstanbul 1.Fikrî ve Sınaî Haklar Hukuk Mahkemesinin 11/12/2018 tarih, 2018/92 E., 2018/487 K. Sayılı kararının 6100 Sayılı HMK’nın 353/1-b-2. maddesi gereğince KALDIRILMASINA, ancak belirtilen hususlar yeniden yargılamayı gerektirmediğinden, 3-Bu kapsamda; 3/a- Davanın HMK 114/1-h bendi uyarınca hukuki yarar yokluğu dava şartı eksikliği sebebiyle USULDEN REDDİNE, 3/b – Kabul edilen istinaf sebebi nazara alınarak Yargıtay Hukuk Genel Kurulu kararı uyarınca diğer istinaf sebeplerinin incelenmesine yer olmadığına, 4- İlk derece mahkemesinde yapılan yargılama giderleri ve harca ilişkin; 4/a-492 Sayılı Harçlar Kanunu gereğince alınması gereken 80,70 TL maktu harçtan, peşin yatırılan 35,90 TL’nin mahsubu ile bakiye 44,80 TL harcın davalıdan tahsiliyle Hazineye irad kaydedilmesine, 4/b-Davacı tarafından ilk derece mahkemesinde yapılan giderlerin üzerinde bırakılmasına, 4/c-Davalı tarafın ilk derece mahkemesinde yargılama gideri olmadığından karar verilmesine yer olmadığına, 4/d-Karar tarihinde yürürlükte bulunan Avukatlık Asgari Ücret Tarifesine göre takdir edilen 7.375,00 TL maktu vekalet ücretinin davacıdan tahsiliyle davalıya verilmesine, 5- İstinaf aşamasında yapılan yargılama giderleri ve harca ilişkin; 5/a-İstinaf talebi kabul edildiğinden davacı tarafça yatırılan istinaf karar harcının karar kesinleştiğinde ve talep halinde iadesine, 5/b-İstinaf yargılaması için davacı tarafından yapılan 121,30 TL istinaf yoluna başvurma harcı, 54,00 TL tebligat, müzekkere ve posta gideri olmak üzere toplam 175,30 TL yargılama giderinin davalıdan tahsiliyle davacıya verilmesine, 5/c-İstinaf incelemesi duruşmasız yapıldığından vekalet ücreti tayinine yer olmadığına, 6- 6100 Sayılı HMK’nın 333. maddesi gereğince var ise bakiye gider avansının karar kesinleştiğinde taraflara iadesine, Dosya üzerinde yapılan inceleme sonucunda, 20/07/2017 tarih ve 7035 Sayılı Kanunun 31. maddesiyle değişik 6100 Sayılı HMK’nın 361/1. maddesi gereğince, kararın tebliğinden itibaren 2 hafta içerisinde Yargıtay’a temyiz başvurusunda bulunma yolu açık olmak üzere, oy birliğiyle karar verildi. 14/04/2022