Emsal Mahkeme Kararı İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 44. Hukuk Dairesi 2020/1220 E. 2022/1445 K. 20.10.2022 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı henüz kesinleşmemiştir. Yararlı olması amacıyla eklenmiştir.

T.C.
İSTANBUL
BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ
44. HUKUK DAİRESİ
T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
İ S T İ N A F M A H K E M E S İ K A R A R I
DOSYA NO: 2020/1220
KARAR NO: 2022/1445
İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ: Bakırköy 1. Fikri ve Sınaî Haklar Hukuk Mahkemesi
TARİHİ: 29/11/2018
NUMARASI: 2018/221 E. – 2018/366 K.
DAVANIN KONUSU: Marka (Marka Hükümsüzlüğünden Kaynaklanan)
İSTİNAF KARAR TARİHİ: 20/10/2022
Yukarıda yazılı ilk derece mahkemesi kararına karşı, istinaf yasa yoluna başvurulması üzerine yapılan inceleme sonucunda;
GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ: Davacı taraf dava dilekçesinde özetle; Müvekkil markası … tarafından ilk olarak 1967 yılında yaratılmış olduğunu, 2007 yılında 4.2 milyon dolara varan cirosu ile Amerika Birleşik Devletleri’ndeki en büyük perakende satış mağazalarından birisi olduğunu, müvekkil … kendisine ait “…” … ” markalarını uzun yıllardır menşe ülke Amerika Birleşik Devletleri başta olmak üzere dünya genelinde, Türkiye’ de dahil 100’den fazla ülkede yoğun ve yaygın bir şekilde kullanmakta ve tescil kayıtları ile koruma altına aldığını, davalının basiretli bir tacir gibi davranmadığını kötü niyetli olduğunu, davalının marka olarak sınırsız tercih seçeneği varken, müvekkil markası ile ayırt edilemeyecek derecede benzer olan davaya konu markayı tescile konu etmesinin tesadüfi olmadığı ve basiretli bir tacir gibi hareket etmediğini bu sebeple dahi davalı markasının emtia listesinde yer alan tüm mallar için reddi gerektiğini, davalı taraf adına Türk Patent nezdinde … sayı ile kayıtlı markanın hükümsüzlüğü ve sicilden terkinine karar verilmesini talep etmiştir. Davalı taraf cevap dilekçesinde özetle; Taraflara ait her iki markanın , sözcük, anlam, şekil ve verdiği mesai itibariyle birbirinden farklı olup, benzerlik ve karıştırma ihtimali bulunmadığını, davacının … ibaresini sözcüğünü kendisi husule getirmediğini, zaten var olan bir oyunu, isim+şekil olarak kullanarak, marka tanınmışlığı sağladığını, bu durumun … ibaresinin ve de … simgeler … şeklinin başkaca markalarda kullanılmayacağı anlamına gelmediğini, davacı markası ile müvekkil markası arasında görsel, işitsel, fonetik, çağrışım, bağlantı ve ilişkilendirme neticesinde, umumi intiba bağlamında ortalama tüketici nezdinde iltibas benzerlik ihtimali olmaması yanında Türkiye’de etkin faaliyette bulunduğunu ifade eden davacının müvekkilinin başvuru süresince itiraz etmeden sessiz kalmakla bu olguyu zımmen benimsedikten sonra açtığı davanın basiret ve iyiniyet ile davranma lüzumu ile bağdaşmadığını, haksız davanın reddini talep etmiştir. İlk derece mahkemesince yapılan yargılama sonunda; “Davaya konu somut olayda davacı tarafa ait tescilli … markası dikkate alındığında davalı tarafa ait “… + Şekil” markaların asli unsuru … markasından ibaret olup, davalı tarafın bir kısım … şeklinde yabancı sözcükler kullanmak suretiyle ürettiği kelimeler bir bütün halinde bakıldığında davacı markasının tanınmışlığından yararlanmaya yönelik ayırt edicilik sağlamayan ortalama tüketici nezlinde seri marka imajı yaratan bir kullanım olup markaların aynı işletmeden gelen benzer marka imajı uyandırdığından karıştırılma ve benzetme ihtimali söz konusu olup sınıfsal olarak da davalı markalarının davacı markası sınıfı kapsamında kaldığından davalı markalarının hükümsüzlüğüne kayıtlardan terkinine” karar verilmiştir. Davalı vekili istinaf dilekçesinde özetle; -Davacı tarafın “…+şekil’ markasının TPE nezdinde tanınmış marka olarak kayıtlı olduğunu, yine TPE nezdinde müvekkili adına tescil edilmiş bulunan “… +Şekil+Şekil” markasının kendi markası ile benzer olduğunu, müvekkili markasının kötüniyet ile tescil edildiğini, müvekkili markasındaki asıl (esas) unsurun ‘…’ ibaresi ve ‘ … figürlü şekil’ unsuru olduğunu, 25. ve 35. sınıfta tescil edilmiş olan müvekkili markasının hükümsüz sayılması gerektiğini iddia ederek huzurdaki davayı açtığını, müvekkili markasındaki asıl (esas) unsurun “… ve … figürlü şekil unsuru” olmayıp, bunların tali unsurlar olduğunu, esas unsurun “…” kelimesi ve “… ve… harflerinin içinde yer aldığı şekil” unsuru olduğunu, taraflara ait her iki markanın sözcük, anlam, şekil ve verdiği mesaj itibariyle birbirinden farklı olduğunu, benzerlik ve karıştırılma ihtimali bulunmadığını, Davacı markasında da yer alan ‘…’ sözcüğünün; “…” olduğunu, davacının ‘…’ ibaresini-sözcüğünü kendisi husule getirmediğini, zaten var olan bir oyunu, “isim+şekil’ olarak kullanarak, marka tanınmışlığı sağladığını, bu durumun ‘…’ ibaresinin ve de poloyu simgeler ‘…’ başkaca markalarda kullanılamayacağı anlamına gelmediğini, önemli olanın, sonraki kullanımın tescilli marka ile aynılık-benzerlik taşımaması olduğunu, TPE nezdinde “…’ marka araştırması yapıldığında 1970 adet “içinde … ibaresi geçen’ 791 adet “… ile başlayan’ marka sonucu çıktığını, söz konusu markaların sadece davacı şirkete ait olmayıp, onlarca farklı firma veya şâhısa ait bulunduğunu, -Davaya konu markalar arasında 6769 Sayılı SMK’nın 6/1. madde hükmü anlamında karıştırma ihtimali ve iltibas tehlikesi hususlarında, Yerel Mahkemece bilirkişi incelemesi yaptırılmadan karar verildiğini, bu durumun hukuki dinlenilme ve adil yargılanma hakkının ihlali olduğunu, -Somut olayda ortalama tüketici nezdinde bütün itibariyle bıraktıkları izlenim açısından karşılaştırıldıklarında davaya konu markalar arasında karıştırılma anlamında bir benzerlik bulunmadığını, iltibas teşkil etmediğini, müvekkiline ait markanın ayırt edicilik ve yenilik kriterini taşıdığını, ortalama düzeydeki alıcıların/yararlanıcıların her iki markanın farklı işletmelere ait iki ayrı marka olduğunu derhâl ve hiç düşünmeden ilk bakışta algılamalarının mümkün olduğunu, davacıya ait olduğunun düşünülmesinin de imkânsız olduğunu, -Müvekkili marka başvurusuna karşı sessiz kalan davacı tarafın, 16/08/2016’da tescil edilen müvekkili markasının hükümsüz kılınması talepli olarak, tescilden 1 yıl 8 ay sonra huzurdaki davasını açtığını, iyiniyet ve dürüstlük kurallarına aykırı olduğunu, davacı markasının tanınmış marka olmasının, mevzuata uygun olarak başkaca şahıs-firmaların, ayırt edici vasfı taşıyan ve fakat tamamlayıcı unsur olarak davacı markasında yer alan sözcük ya da şeklin bir başkası tarafından marka olarak tescil ettirilmesine mani olmayacağını, müvekkili firmanın, milli ekonomiye katma değer sağlayan, yasalara saygılı, kimsenin hakkına tecavüz etme amacı olmayan bir firma olduğunu, davacının, “markasından, giyim sektöründe edindiği yerden, haksız ve hukuka aykırı biçimde istifade etme amacıyla hareket ettiğimiz iddia-isnat ve ithamını kesinlikle kabul etmediklerini Mahkeme kararının kaldırılmasına, haksız davanın reddine karar verilmesini talep etmiştir. Davacı vekili istinafa cevap dilekçesinde özetle; -Davaya konu markalar arasındaki benzerlik ve iltibas değerlendirmesinin, hukuki bir değerlendirme olduğunu, Yargıtay’ın bu sebeple bu konularda bilirkişiye başvurulamayacağı ile aksi tutumun bilirkişinin hakimin yerine konulması anlamına geleceğinin ifade ettiğini, -İstinafa konu dosyaya ilişkin olarak görülen, 29.11.2018 tarihli celsede açıkça tahkikatın bittiği belirtilerek, taraflara sözlü yargılama için süre isteyip istemedikleri sorulduğunu, taraflarca süre istenmemesi üzerine sözlü yargılama safhasına geçildiğini ve davalı vekilinin de sözlü savunma beyanlarında bulunduğunu, dolayısıyla davalı tarafın bu yöndeki beyanlarının tamamen gerçeklikten uzak beyanlar olduğunu, -Markalar arasındaki benzerlik değerlendirmesinin markanın bütünü nazara alınarak yapılmasının Türk Marka Hukukundaki ilkelerden biri olduğunu ancak; bu ilkenin uygulanabilirliğinin, ancak markaların esas unsurlarının benzerlik göstermemesi durumunda mümkün olduğunu, davalı markasında yer alan “…” sözcüğünün, “…” sözcüğünü destekler nitelikteki bir yardımcı unsur olmaktan öteye gitmediğini, 6/1 hükmünde yer alan karıştırılma ihtimalinin değerlendirilmesinde, markaların ayniyeti veya benzerliğine ilişkin unsurların karşılıklı bir bağımlılık ve dengeleme ilişkisi içinde olduğunu, markaların aynı sınıfta tescilli olduğunu, -Bir markanın birçok firma tarafından taklit edilmeye çalışılıyor olmasının, markayı zayıf marka statüsüne sokacağı düşüncesinin hukuk mantığıyla bağdaşmadığını, herkesin aynı suçu işliyor olmasının, suçu meşrulaştıramayacağını, davalı tarafın haksız istinaf beyanlarının reddi ile davanın esastan kabulüne karar verilmesini talep etmiştir. İnceleme, 6100 Sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun(HMK) 355. maddesi hükmü uyarınca istinaf dilekçelerinde belirtilen sebeplerle sınırlı olarak ve kamu düzenine aykırı hususların olup olmadığı gözetilerek yapılmıştır. Dava, marka hükümsüzlüğü istemine ilişkindir. Davacının 03, 05, 08, 09, 14, 16, 18, 20, 21,24, 25, 27, 28 ve 35. Sınıflarda TPE nezdinde tescilli … sayılı “…” ibareli, … sayılı “…” ibareli, … sayılı “…” ibareli, … sayılı “… şekil” ibareli, … sayılı “…” ibareli, … sayılı “…”, … sayılı “…” ibareli, … sayılı “…” ibareli, … “…” ibareli, … sayılı “… ” ibareli, … sayılı “…” ,… sayılı “…” ibareli, … sayılı “… ” ibareli, … sayılı “…” ibareli, … sayılı “… ” ibareli, … sayılı “…” ibareli, … sayılı “…” ibareli, ve … sayılı “… ” ve … figürlü … sayılı şekil, …“şekil ” … sayılı “şekil” markalarının sahibi olduğu görülmüştür. Karıştırma ihtimali değerlendirmesi yapılırken tüketicilerin her iki markayı yan yana koyarak değerlendirme yapmaları beklenmemeli, önceki markayı bir şekilde görmüş, kullanmış, tecrübe etmiş olan tüketicilerin, o markanın baskın unsurunun zihinlerinde bıraktıkları genel izlenimin etkisiyle sonraki markayı gördüklerinde her iki markanın aynı ticari işletme veya aralarında ticari, ekonomik veya idari işletmesel bağ bulunan farklı işletmeler tarafından sunulan mal veya hizmetler olduğunu düşünme ihtimallerinin bulunup bulunmadığı değerlendirilmelidir. Somut uyuşmazlıkta, davacı markaları ve davalı markası arasında iltibas ya da iltibas tehlikesi hususu karşılaştırıldığında, benzerliğin yazım tarzı, sesteşlik, kavramsal benzerlik veya görsel benzerlik gibi hususlar nazara alınarak, markalar bütünsel olarak değerlendirilip incelendiğinde, … kelimesinin tasviri bir kelime olduğu ve bu kelime ile ifade edilen oyunun dörderli iki takım oyuncularının ellerindeki özel oyun sopaları ile 10 cm çapındaki bir topa vurmaları ile oynanan bir oyun olduğu, … ibaresinin zayıf marka niteliğinde değerlendirileceği, ancak her iki markanın kullanılacağı mallar bakımından ortalama tüketiciler zihninde baskın olarak ve figürler arasındaki ayrıntılardan ziyade “…” figürü izlenimi bırakacağı göz önüne alınacağından, söz konusu genel izlenim itibariyle işaretler arasında iltibas tehlikesi oluşacağı, davacının … ibaresi ile birlikte şekillerin de bulunduğu markaları ile bu ibareye ilave edilen tasviri olmayan kelimelerden oluşan diğer markalarının kuvvetli marka olduğu, davalının markasının” … + Şekil” ibaresinden oluştuğu, bu ibare içerisinde davacının zayıf markası olan … ibaresinin mevcut olduğu, ancak belirtildiği üzere tasviri nitelikli olan bu kelimenin yanında bulunan … figürü sebebiyle davalı markası içerisinde doğrudan belirleyici unsur niteliğinde bulunduğu, ülkemizde bu oyunu bilen insanların sayısının oldukça düşük bir yüzdeyi temsil ettiği göz önüne alındığında, bu figürü gören bir tüketicinin doğrudan … , “…,… figürü” ile özellikle dava konusu markanın tescili kapsamında yer alan emtialarda karşı karşıya kalan tüketicinin bu ibareyi bir oyundan çok, bu işareti önceden beri bildiği davacı markaları olarak yorumlayacağı yani … ibaresinin ülkemizde ortalama bir tüketici için … sporuna dair bir kelimeden ziyade bir marka algısı yarattığı, davacı markaları ile davalının markasında sınıfsal olarak da aynilik bulunduğu, yapılan bütünsel değerlendirmede, tüketicilerin davacı markası ile davalı markası arasında doğrudan irtibat kurup, karıştırma ihtimalinin bulunacağı, davacının markasının tescil tarihi ve uzun süreli olan kullanım durumu nazara alındığında, ayırt edici nitelik taşıdığı gibi, tescilli sınıftaki mal ve hizmeti alan tüketicilerin davalı markasını gördüklerinde, davacının … unsurlu markaları dolayısıyla davalı ile davacı arasında ekonomik bir bağ ya da işletmesel ilişki olduğu sonucuna varabileceklerinden ve iltibas değerlendirmesinin hakimlik mesleğinin gerektirdiği genel hukuki bilgi ile çözümlenmesi mümkün olduğundan bilirkişi incelemesinin yapılmasının gerekmediği anlaşılmıştır. Davalının tescile uzun süre sessiz kaldığına ilişkin istinaf isteminin de değerlendirilmesinde, Yargıtay 11. Hukuk Dairesinin 21.12.2017 tarih 2016/6803-2017/7532 sayılı kararında da belirtildiği üzere, TTK’da düzenlenmemekle birlikte, yasal dayanağı TMK’nin 2. maddesi olan “uzun süreli sessiz kalma suretiyle hak kaybı müessesesine” göre, bir hak ihlali karşısında, hak sahibinin bu ihlali bildiği veya bilebilecek durumda olduğu halde bu hususta karşı tarafta dava açılmayacağı yolunda güven oluşturulduktan sonra, oluşturulan bu güvene aykırı olarak, ihlal konusu hakka önemli yatırım yapan kişilere karşı ihlali sona erdirmek amacıyla dava açılmasının çelişkili davranış yasağı teşkil edeceği, böyle bir davranışın TMK 2. maddesi uyarınca dürüstlük kuralına aykırı olacağı ve hukuk tarafından himaye edilmeyeceği, bu sürenin belirlenmesinde de dürüstlük kuralının esas alınacağı, bu süre Yargıtay uygulamalarında kural olarak beş yıl olarak uygulanmakta olduğu, davalı markalarının tescil tarihi olan 2016 yılı dikkate alındığında, davanın 2018 yılında açılmış olması sebebiyle uzun süre sessiz kalma durumunun bulunmadığı anlaşılmıştır. Dosya içeriğine, tarafların karşılıklı iddia ve savunmalarına, dayandıkları belgelere, hukuki ilişkinin nitelendirilmesine, dosyadaki tespitlere ve uyuşmazlığa uygulanması gereken hukuk kurallarına göre, 6100 Sayılı HMK’nın 355. maddesi gereğince istinaf sebepleriyle sınırlı olarak yapılan inceleme sonucunda ilk derece mahkemesi kararında esas yönünden yasaya aykırılık bulunmadığı anlaşılmakla, davalı vekilinin istinaf talebinin, 6100 Sayılı HMK’nın 353/1-b/1. maddesi gereğince esastan reddine karar verilmesi gerektiği kanaat ve sonucuna varılarak aşağıdaki hüküm kurulmuştur.
HÜKÜM: Gerekçesi yukarıda açıklandığı üzere; 1- Usûl ve yasaya uygun Bakırköy 1. Fikri ve Sınaî Haklar Hukuk Mahkemesi’nin 29/11/2018 tarih ve 2018/221 E., 2018/366 K. sayılı kararına karşı davalı vekili tarafından yapılan istinaf talebinin 6100 Sayılı HMK’nın 353/1-b/1. maddesi gereğince ESASTAN REDDİNE, 2- 492 Sayılı Harçlar Kanunu gereğince alınması gereken 80,70 TL maktu istinaf karar ve ilam harcından peşin yatırılan 44,40 TL harcın mahsubu ile bakiye 36,30 TL harcın davalıdan tahsiliyle Hazineye gelir kaydedilmesine, 3- Davalı tarafça istinaf aşamasında yapılan yargılama giderlerinin üzerinde bırakılmasına,4- İncelemenin duruşmasız olarak yapılması sebebiyle taraflar yararına vekalet ücreti tayinine yer olmadığına,5- Taraflarca yatırılan gider avansından harcanmayan kısmın karar kesinleştiğinde iadesine, Dosya üzerinde yapılan inceleme sonucunda, 20/07/2017 tarih ve 7035 Sayılı Kanunun 31. maddesiyle değişik 6100 Sayılı HMK’nın 361/1. maddesi gereğince, kararın tebliğinden itibaren 2 hafta içerisinde Yargıtay’a temyiz başvurusunda bulunma yolu açık olmak üzere, oy birliğiyle karar verildi. 20/10/2022