Emsal Mahkeme Kararı İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 44. Hukuk Dairesi 2020/1219 E. 2022/1444 K. 20.10.2022 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı henüz kesinleşmemiştir. Yararlı olması amacıyla eklenmiştir.

T.C.
İSTANBUL
BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ
44. HUKUK DAİRESİ
T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
İ S T İ N A F M A H K E M E S İ K A R A R I
DOSYA NO: 2020/1219 Esas
KARAR NO: 2022/1444
İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ: Bakırköy 1. Fikri ve Sınaî Haklar Hukuk Mahkemesi
TARİHİ: 23/10/2018
NUMARASI: 2017/610 E. – 2018/308 K.
DAVANIN KONUSU: Marka (Marka Hükümsüzlüğünden Kaynaklanan)
İSTİNAF KARAR TARİHİ: 20/10/2022
Yukarıda yazılı ilk derece mahkemesi kararına karşı, istinaf yasa yoluna başvurulması üzerine yapılan inceleme sonucunda;
G E R E Ğ İ D Ü Ş Ü N Ü L D Ü: Davacı vekili dava dilekçesinde özetle; Müvekkilinin menşe memleketi olan ABD’de 1993 yılından bu yana tescilli olan ve yoğun olarak kullanılan “…” markasının gerçek sahibi olduğunu, ancak hal böyle iken davalının, … markasını TPMK nezdinde … sayı ile 03 ve 05. Sınıflardaki mallar için tescil ettirdiğini, tescile konu markanın müvekkili adına tescilli marka ile birebir aynı ve ayırt edilemeyecek derecede benzer ve tescil kapsamındaki malların da müvekkilinin markasının birçok ülkede tescilli olduğu ve üzerinde kullandığı mallar olduğunu, davalının kötü niyetli olduğunu ve müvekkili markasını gaspettiğini, müvekkili adına tescilli “…” markasının aynı zamanda dünya genelinde tanınmış marka olduğunu iddia ederek, davalı adına … sayı ile tescilli markanın hükümsüzlüğünü ve sicilden terkinini talep etmiştir. Davalı vekili cevap dilekçesinde özetle; Müvekkilinin söz konusu markayı kendi tasarımı sonucunda bulduğunu ve 2015 yılında tescil ettirdiğini, müvekkilinin tescil ettirmeden önce de benzerlik olmaması açısından hukuka uygun şekilde benzerlik araştırması yaptığını ve benzerlik araştırması çıkmadığından müvekkili markasının hukuka uygun bir şekilde tescil edildiğini, davacının müvekkilinin markasını tescil ettirip halka tanıttıktan, ülkede yüksek oranda satışlar ile rağbet edilir bir ilaç takviyesi ürün ve ilaç durumuna getirdikten sonra tescilin hükümsüzlüğünü öne sürmesinin tamamı ile kötü niyet taşıdığını, ayrıca davacının markaya yönelik dünya çapında öncelikli ve üstün hak sahibi olduğu iddialarını da gerçekle örtüşmediğini ve bu iddialarını da ispat edemediğini savunarak, davanın reddini istemiştir. İlk derece mahkemesince yapılan yargılama sonunda; “Somut olayda davacı adına 1993 yılı Amerika ve 1997 tarihinde Avrupa Topluluk tescili bulunan … ibareli marka tescilleri söz konusu olup söz konusu tesciller davalının 03.12.20015 tarihinde tescil ettirdiği … markasının tescil edildiği görülmüş Dava konusu markada tek fark davacı markasında bulunan kelimeler arasındaki tire (-) işaretinin kaldırılmış olmasıdır. Bununla birlikte, dava konusu marka tescili ve kullanımı ile de birebir aynı, benzer, ilgili ve aynı sektöre hitap eden malları kapsamaktadır. Davacının tescil ve kullanımı 3.ve 5. Sınıfta tedavi amaçlı mallar olup, dava konusu tescil de birebir bu malları kapsamaktadır. Sonuç olarak her ikisinde aynı ilaç türünde sınıflar ve emtialar yönünden benzer olduğu gibi davacı markasındaki … ibaresi markanın asli unsuru olup davalı tarafın … ibaresi ibaresi asli unsur olup … ibaresi tamamlayıcı ve tanımlayıcı olup … ibaresi davacı markasından üretilmiş marka imajı yarattığından ortalama tüketici nezdinde markaların birbiri ile bağlantılı aynı işletmeden gelen marka algısı yarattığından sonuç olarak tüketicinin hem mallar, hem de malların kaynağı konusunda yanılgıya düşmesi, söz konusu markayı taşıyan hizmetlerden davacıya ait olduğu düşüncesi ile yararlanması gibi davalının davacı ile ile idari veya ticari bir bağlantısı olduğu fikrine kapılması tehlikesi de söz konusudur. Toplanan delillerden davacı tarafın önceye dayalı üstün hak sahibi olduğu da sunulan deliller ve görsel kayıtlardan anlaşılmış o olduğu şirketin markasına benzer davalı adına kayıtlı … sayılı … taraf markasının hükümsüzlüğüne TPMK’ dan terkinine” karar verilmiştir. Davalı vekili istinaf dilekçesinde özetle; -Davacının iddia etmiş olduğu markanın, ülkemizde tescilli veya kullanılan bir marka olmadığını, tanınmış marka vasfına da sahip olmadığını, Davacının iddia etmiş olduğu markanın, Amerikan menşeli bir marka olduğunu, satışının yalnızca lokal düzeyde olduğunu, Yerel Mahkemece bilirkişi incelemesi yapılmadığını, davacının markasının tanınan, Türkiye’de de kullanılan ve bilinin bir marka gibi değerlendirildiğini, bu noktada ülkesellik prensibi uygulanıp uygulanmayacağı dahi değerlendirilmeksizin salt markalar karşılaştırılarak benzerlik ve karıştırılma ihtimali olduğu gerekçe gösterilerek müvekkilinin markasının hükümsüzlüğüne karar verildiğini, -Müvekkilinin “…” markasını tescil ettirdiği 13.02.2015 tarihinde 556 sayılı KHK yürürlükte olduğundan bu madde hükümleri uygulanması gerekirken, hukuka aykırı olarak tescil tarihinde yürürlükte olmayan 6769 sayılı Sınai Mülkiyet Kanunu hükümlerinin uygulandığını, olay tarihindeki kanun hükümlerinin uygulanması gerektiğini, -Davacının, marka unvanı üzerinde araştırma yapıldığında, dünyada pek çok farklı firmalar tarafından “…- …” markasının tescil edildiğini, “…” markasının olağanüstü bir buluş olmadığını, soğuk algınlığını çabuk ve kolay geçiren anlamında dünyada pek çok firma tarafından bu ismin tercih edilerek tescil edildiğini, davacı … tarafından tasarlanıp bulunduğunun dünyaca kabul edildiği iddiasının doğru olmadığını, -Davacının markasının haksız olarak kullanıldığını iddia etmesine rağmen, 15.000,00- USD karşılığında müvekkilinin markasının devrini talep ettiğini, bu hususun tek başına müvekkilinin markasını “…-…” markası ile birlikte ülkemizde tanınıp bilinen bir marka haline getirdiğini, Müvekkilinin, “…-…” markasını kendi adına tescil ettirip ülkemizde tanıttıktan ve tanımır hale getirdikten sonra bu kez bu markanın Türkçe okunuşu “…” markasını kendi adına tescil ettirdiğini, davacının da müvekkilinin bu markaları kendi adına tescil ettirerek tanınır hale getirmesini fırsat bilerek bu tarihe kadar göz yumduğu tescile, ülkede tanınmış bir markanın kendisine devredilmesi için müvekkiline para teklif ettiğini, davacının iddia etmiş olduğu markanın tüm dünyada tanınan ve bilinen bir marka olmadığını “…”nin de Türkiye’de bilinen tanınan ve anlamı bulunan bir anlamı da bulunmadığını, -Müvekkil markasını tescil ettirmeden önce, gerekli ar-ge çalışmalarını ve gerekli başvurularını yaptırdığını, her ay milyonlarca ciro yaptığını, müvekkilinin marka hackerlığı yaparak bundan para kazanmaya yeltenecek bir pozisyonunun olmadığını, …’ın müvekkili şirketin kurucu ortağı ve sahibi olduğunu, ülkesinde uzun yıllardan beri eczacılıkla ilgili faaliyet gösterdiğini, müvekkilinin üretmiş olduğu bu gibi ayrıca daha pek çok ilaç markası bulunduğunu, ecza deposu olarak faaliyet gösteren … Ltd. Şti. şirketi bulunduğunu, müvekkilinin satışını yapmış olduğu ve soğuk algınlığına iyi gelen ve üretimi durdurulan “Soğuk algınlığını eks eden, öldüren” manasına gelen “…” ilaç markasından etkilendiğini, ülkemizdeki soğuk algınlığı hastalığının yoğunluğunu da göz önüne alarak soğuk algınlığına iyi gelen ve gıda takviyesi niteliğinde bir ilaç üretmeye karar verdiğini, Müvekkilinin de bu şekilde “soğuk algınlığını kolay şekilde yok eden” anlamıma gelen “…” ismini tasarladığını, ülkemizde satışı yapılan ve ismi … ile başlayan pek çok soğuk algınlığı ilacı bulunduğunu, “…”, “…”, “ … & …” “…”, “…” “ …” “ …” “… & …” “ … &… ” “…” “ … & …” “… ” “ …” “… ” bunlardan sadece bazıları olduğunu, Müvekkilinin bu isim ile TPE’ye başvurduğu gün ayrıca “…” hem türevlerini adına tescil ettirmek hem de bu marka isminin Türkçe okunuşu olan olan “…” adı ile de TPE’ye başvuru yaptığını ve 05.08.2016 tarihinde … tescil numarası ile marka olarak tescil ettirdiğini, -Dava konusu edilen marka ile müvekkilinin tescilini ettirdiği marka açısından anlam ve tasarım bakımından benzerlik bulunmadığını, “…”’nin tek başına bir anlam ifade etmediği gibi, ülkede de kullanımı olmayan, anlamı olmayan bir kelime olduğunu, müvekkilinin telaffuz açısından “…” markasına alternatif olarak “…”nin Türkçe okunuşu olan “…” ismini 05.08.2016 tarihinde … tescil numarası ile marka olarak tescil ettirdiğini, müvekkilinin “…” markasını tamamı ile “…” markasının Türkçe okunuşunu türevi ve alternatif olarak tescil ettirdiğini ve bu marka ile de ilaç başvurusu yaptığını, taklit gibi bir amaç bulunmadığı gibi taklit olmasının bir anlamı da bulunmadığını, “…”’nin ülkede herhangi bir anlamı olan tanınıp bilinen bir isim olmadığını, “…” markasının ruhsat süreci henüz devam etmekte olduğunu ve müvekkilinin ruhsat işlemleri tamamlanmış olan …-… markası için satış işlemleri yaptığını ve markayı tanıtarak rağbet gören bir hale getirdiğini, dava konusu marka ile müvekkilinin tescil ettirdiği marka arasında tasarım bakımından da herhangi bir benzerlik bulunmadığını -Davacının iddia etmiş olduğu markanın, ülkemizde tescilli bir marka olmadığını, kullanılmamakta, bilinmemekte olduğunu, gerek 10.01.2017’de yürürlüğe giren Sınai Mülkiyet Kanunu, gerek de müvekkilinin markasının tescil edildiği tarihte yürürlükte olan 556 Sayılı KHK uyarınca, Paris Sözleşmesi’nin 1. mükerrer 6. maddesi bağlamında bir markanın varlığının ülkemizdeki bir markanın hükümsüzlüğüne sebep olabilmesi için, bu markanın tanınmış marka olması gerektiğini, Davacının iddia ettiği markanın dünyada da tanınmış marka özelliğini taşımadığını, -WİPO’nun 34. Yönetim birliği toplantısında kabul edilen “ortak kararın” 1.maddesindeki tanımlarda tanınmış markalara karar – vermeye yetkili otoritelerin, markaların korunmasını sağlayan yetkili kurumlar ve mahkemeler olduğunu, Markaların tanınmışlığı yönünde TPE.’ne başvurulup, tescil prosedürü tamamlamadan, bu yönde nihai karar oluşmadan, doğrudan tescil davası yolu ile bu sonuca ulaşılmak istenilmesi markaların tescil sistemine uygun düşmediğini, markanın “tanınmış marka” yada “tanınmışlık düzeyine erişmiş marka” olmasının sonuçlarının da farklı olduğunu, Davacının dava dilekçesinde göstermiş olduğu internet sitesi incelendiğinde davacının iddialarının aksine markanın, yalnızca üretildiği yerel bir bölge üzerinde satılmış olduğu ve ürünün bu bölge halkı tarafından tanınıp bilindiğini apaçık gösterdiğini, markanın tanınmış marka olup olmadığı, eğer tanınmış marka ise bu tanınmış markanın ülkemizde geçerli olabilmesi için TPE nezdinde tanınmış marka tescilinin yapılıp yapılmadığı hususları hiçbir şekilde araştırılmaksızın, uzman bilirkişiler eliyle inceleme yapmaksızın, salt markalar üzerindeki benzerlik ve karıştırılma ihtimali üzerinde durulmasının hukuka aykırı olduğunu, istinaf başvurularının kabulü ile Yerel Mahkeme kararının kaldırılması ile davanın müvekkili Sanayi ve Tic. Ltd. Şti. yönünden reddine karar verilmesini talep etmiştir. Davacı vekili istinafa cevap dilekçesinde özetle; -Huzurdaki davanın konusunun hiçbir şekilde davalının … markası ile ilgili olmadığını, davalının … ibareli marka tesciline ilişkin olduğunu, … markasının, sözlüklerde anlamı bulunmayan, yaratılmış, özgün bir marka olduğunu, davalının markanın … ibaresinden türediği ve “…” ibaresinin bunun Türkçe karşılığı olduğu şeklindeki savunmasının da dayanaktan yoksun olduğunu, davalı tarafından https://www…org/ ve https://www…. adreslerinden alınmış çıktılara yer verilerek, müvekkillerinin … markasının pek çok ve birbirinden farklı firmalar adına tescilli olduğu ileri sürülmüşse de, “…” (geçerlilik süresi dolmuş), “…” (sona ermiş) ve “…” (geçersiz) statüsündeki tesciller ile davalı şirketin markası haricindeki geçerli tüm tescillerin, müvekkillerinin de dahil olduğu … grubuna dahil şirketler ile müvekkilinin … adına tescilli olduğunun görüldüğünü,Müvekkilimizin 1993 başvuru tarihli 1,838,542 sayılı Amerika tescili ile 1997 başvuru tarihli … sayılı Avrupa Topluluk Tescil …, Davalının 2005 başvuru tarihli … sayılı dava konusu tescili … Markasının ayniyet derecesinde benzer olduğunu, huzurdaki davanın konusunun, teknik bir hususu gerektirmemesi sebebiyle Hukuk Muhakemeleri Kanunu uyarınca hakimin hukuki bilgisi ile çözülebilecek bir mesele olduğunu, dava konusu marka tescilinin 2015 tarihli olmasından bahisle, dava tarihinde yürürlükte olan 6769 sayılı Sınai Mülkiyet Kanunu değil, mülga 556 sayılı KHK uygulanarak hüküm verilmesi gerektiği yönündeki gerekçenin de hatalı olduğunu, huzurdaki davanın 15 Aralık 2017 tarihinde ikame edildiğini, örnek mahiyetinde yer verilen Yargıtay kararları da “olay tarihinde” yürürlükte olan mevzuat hükümlerinin uygulanacağından söz eden marka tecavüz talepli davalar olduğunu, markanın tanınmış sayılabilmesi için söz konusu markanın o ülkede kullanılıyor olması zorunluluğu bulunmadığını, markanın ilgili sektörde bilinirliğinin, markanın tanınmışlığı için yeterli olduğunu, huzurdaki davanın konusunun, müvekkilinin markasının tanınmış olup olmamasından bağımsız olarak, davalının müvekkilinin gerçek ve öncelikli hak sahibi olduğu markayı kötü niyetle kendi adına tescil ettirmiş olması olduğunu, kötüniyetin bir tescilin hükümsüzlüğü için yeterli bir gerekçe olarak kabul edildiğini, müvekkillerinin konuyu HMK’nın ruhuna da uygun olacak şekilde sulhen çözümlemeye gayret ettiklerini ancak, davalı tarafça devir karşılığında markanın gerçek hak sahibi olan müvekkilinden 110.000 TL tutarında astronomik bir miktar talep edildiğini, dava konusu markayı taşıyan ilaçların 2015 senesinden beri satıldığını, davalının kötüniyetli olup istinaf başvurusunun usul ve esas yönünden reddine karar verilmesini talep etmiştir. İnceleme, 6100 Sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun(HMK) 355. maddesi hükmü uyarınca istinaf dilekçelerinde belirtilen sebeplerle sınırlı olarak ve kamu düzenine aykırı hususların olup olmadığı gözetilerek yapılmıştır.Dava, marka hükümsüzlüğü istemine ilişkindir. Öncelikle; Dava tarihi 15/12/2017 olup, 6769 Sayılı Sınai Mülkiyet Kanunu’nun yürürlük tarihinden sonra olması sebebiyle, somut olayda; uyuşmazlığın çözümünde SMK. hükümleri uygulanacaktır. Bununla birlikte 6769 sayılı SMK düzenlemelere benzer düzenlemelerin 556 sayılı KHK’da yer aldığı görülmektedir. Her ne kadar mahkemece, davalının markaları ile davacı markalarının benzer olduğu gerekçesi ile hükümsüzlük kararı verilmiş ise de bu değerlendirme doğru değildir. Davacı taraf, davalının markasının kötüniyetli tescil olduğunu ve kendi markasının tanınmış olduğunu, öncelik hakkı iddiasında dayanmış olup, Mahkemece bu hususlar hiç değerlendirmeye alınmadan karar verilmiştir. Marka koruması tescille elde edilir, tescil ve korumada ülkesellik ilkesi geçerlidir. Ülkemizin de taraf olduğu Paris Sözleşmesi ve TRIPS hükümleri dahilindeki bir marka sahibinin Türkiye’de tescilli olmasa dahi ülkemizde ticari faaliyette bulunması koşuluyla öncelik ve üstün hak sahipliği iddiasına dayanması, tanınmışlık halinde de üçüncü kişilerce gerçekleştirilen başvuruya itiraz ve tescil halinde de hükümsüzlük davası açma hakkı mevcuttur. Bir markanın Paris Sözleşmesi anlamında tanınmış marka sayılabilmesi için Türkiye’de ilgili sektördeki kişilerin geneli bakımından tanınmış olduğu ispat edilmelidir. Öncelik ve üstün hakkın belirlenmesinde markayı piyasada ilk kez oluşturup, kullanan kişinin gerçek hak sahipliği ilkesi kapsamında marka üzerinde üstün hak sahibi olduğu kabul edilir. Davacı taraf gerçek hak sahibi olduğu iddiasında ise de, Davacı tarafın piyasada ilk kez markayı oluşturup kullanan kişi olup olmadığı konusunda dosyada yeterince delil olmadığı, bu konuda gerekli araştırma yapılmadığı anlaşılmıştır. Kötü niyet yönünden yapılan istinaf istemi incelendiğinde, Kötü niyetli tescil Avrupa Topluluğu’nun 89/104 Sayılı Marka Yönergesi’nin 3.2.d maddesi ile 40/94 Sayılı Topluluk Marka Tüzüğü’nün 51/1 (b) maddesinde mutlak red sebebi olarak sayılmıştır. Mülga 556 Sayılı KHK’nın yürürlükte olduğu dönemde de Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 16/07/2008 Tarihli 2008/11-501 Esas, 2008/507 Karar sayılı kararı ve sonrasında, kötü niyetli tescilin hükümsüzlük sebebi olduğu konusunda doktrinde ve yargı kararlarında görüş birliği bulunmaktadır. TMK 2. maddesinde düzenlenen “Herkes haklarını kullanırken ve borçlarını yerine getirirken dürüstlük kuralına uymak zorundadır. Bir hakkın açıkça kötüye kullanılmasını hukuk düzeni korumaz.” hükmü ile TTK 18/2. maddesinde düzenlenen “Her tacirin, ticaretine ait bütün faaliyetlerinde basiretli bir iş adamı gibi hareket etmesi gerekir” hükmü kötü niyetin tespitinde dayanılan yasa maddeleridir. HGK’nın 16.07.2008 tarih 2008/11-501 ve 2008/507 sayılı kararı ile de benimsendiği üzere, tescil başvurusunda kötü niyetin varlığı başlı başına hükümsüzlük sebebidir. Ancak, kötü niyetin varlığı her somut olayın özellikleri ve hükümsüzlüğü istenen marka ya da markaların tescil başvurularının yapıldığı tarihteki hukuki durumu dikkate alınmak suretiyle değerlendirilmelidir. Davacı tarafça kötü niyet delili olarak davacı markasının davalı tarafından bilindiğinin ispatı yönünde dosya kapsamında yeterli araştırma yapılmadığı bu hususunda değerlendirilmediği kanaatine varılmıştır. 10.01.2017 tarihinde yürürlüğe giren 6769 Sayılı Sınaî Mülkiyet Kanunu’nun (SMK) 6/9 maddesinde, kötü niyetle yapılan marka başvurularına itirazın nispi ret sebebi olduğu açıkça düzenlenmiştir. Ayrıca hükümsüzlük hâllerinin düzenlendiği SMK’nin 25. maddesinde nispi ret sebeplerinden birinin mevcut olması hâlinde mahkeme tarafından markanın hükümsüzlüğüne karar verileceği belirtilmiştir. Bu kapsamda kötü niyetli tescil 556 Sayılı KHK döneminde öğreti ve uygulama ile hükümsüzlük sebebi olarak kabul edilmiş iken SMK ile birlikte artık açıkça hükümsüzlük hâli olarak düzenlenmiş bulunmaktadır. Öte yandan ne 556 Sayılı KHK’de ne de SMK’de hangi hâllerde kötü niyetli marka başvurusunun söz konusu olduğu belirtilmemiştir. Ancak genel olarak kötü niyetli marka başvurusu; hak sahibi olmadığını bilmesine rağmen dürüstlük kuralına aykırı şekilde tescil için başvuruda bulunulması veya başvurunun tescil ettirilmesi olarak tanımlanabilir. Bu kapsamda başvuru sahibinin markanın aynısının veya benzerinin bir başkası tarafından kullanıldığını bilmesi veya bilmesi gerekmesi hâli, kötü niyetin varlığında önem kazanmaktadır. Örneğin, gerçek hak sahibi olmamakla birlikte başkasının ticaretinde kullandığı tescilsiz bir işareti, kendisinin hak sahibi olmadığını bile bile tescili için başvuruda bulunan kimse kötü niyetli sayılacaktır. Yine başkası tarafından kullanılan bir markanın aynısını veya benzerini bilerek ve haklı bir neden olmaksızın sırf rakibini engellemek amacı taşıyan engelleme markaları kötü niyetli marka başvurusu olarak değerlendirmelidir. Ayrıca başkasının markasından haksız olarak yararlanmak veya gerçekte kullanılmayıp yedekleme ve marka ticareti yapmak ya da şantaja yönelik başvuruda bulunmak ve tescil ettirmek de kötü niyetli olarak kabul edilmelidir (Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 16.07.2008 tarihli ve 2008/501 E., 2008/507 K. sayılı kararı). Görüldüğü üzere kötü niyetli marka başvurusu hâli her somut olay kapsamında ayrıca değerlendirilmesi gereken bir husustur. Bu kapsamda marka hükümsüzlüğü davalarında kötü niyet iddiası ileri sürülmüş ise TMK’nin 2. maddesi gereğince kötü niyetin korunması söz konusu olamayacağından her somut olayın özellikleri göz önüne alınarak açıkça kötü niyetle gerçekleştirildiği belirlenen marka tescilinin hükümsüzlüğüne karar verilmelidir. Yapılan açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde; öncelikle davacı tarafça söz konusu markanın Türkiye’deki ilgili çevrede tanınmış marka niteliğinde olduğunun ispatı gerekirken, Mahkemece rapor alınmaksızın veya bu konudaki deliller ve davalı markasının tescilinin davacının menfaatlerine ne şekilde zarar vereceği denetime elverişli şekilde değerlendirilmemiştir. Mahkemece, davacı yanca sunulan delil ve belgeler çerçevesinde, davalının marka başvuru tarihi itibariyle, davacı markalarının Türkiye’deki ilgili çevrede Paris Sözleşmesi ile TRIPs Sözleşmeleri kapsamında tanınmış marka olup olmadığı ve davalı markasının tescil olunmasının tescil kapsamındaki mal ve hizmetler itibariyle davacı tarafın meşru haklarına zarar verip vermeyeceği, davalının kötüniyetli olup olmadığı hususunda, ilgili sektörden bilirkişisinin de bulunduğu heyetten denetime elverişli rapor alınarak sonucuna göre hüküm kurulması gerekirken yazılı gerekçeyle davanın kabulü doğru olmamış, Marka korumasında ülkesellik prensibinin geçerli olduğu, ülkesellik prensibinin istisnasının ise yurt dışında tescilli markanın tanınmış olması ve davalı tescilinin kötüniyetli olması hali olduğu, davacının tescilli markasının tanınmış olduğu ve davalının markasının kötüniyetle tescil edildiğini ispatlar somut delillerin Mahkemece tartışılıp yeterli araştırma yapılmadığı, davacının Türkiye ‘de üstün ve öncelikli hakka sahip olup olmadığı konusunda değerlendirme yapılmadığı, davalının dava konusu markayı daha önceden kullandığı ve bu markayı piyasada meşhur hale getirdiği, davacının söz konusu markayı davalının aktif kullanımından önce kullandığına dair bilgi ve belgelerin toplanmadığı, davacının markayı ilk ihdas ve istimal eden olup olmadığı yönünde değerlendirme yapılması gerekmekte olup, bu sebeplerle, delillerin yeniden değerlendirilerek yeni bir karar verilmesi gerektiğinden, davalı vekilinin istinaf itirazlarının kabulü ile 6100 Sayılı HMK’nın 353/1-a/6. maddesi gereğince yerel mahkeme kararının kaldırılmasına, dosyanın davanın yeniden görülebilmesi için mahkemesine iadesine karar verilmesi gerektiği kanaat ve sonucuna varılarak aşağıdaki hüküm kurulmuştur.
HÜKÜM: Gerekçesi yukarıda açıklandığı üzere;1- Davalı vekilinin istinaf isteminin KABULÜ ile;2- Bakırköy 1. Fikri ve Sınaî Haklar Hukuk Mahkemesi’nin 23/10/2018 tarih, 2017/610 E. 2018/308 K. Sayılı Kararının 6100 Sayılı HMK’nın 353/1-a/6. maddesi gereğince KALDIRILMASINA,3- Dosyanın, yukarıda gösterilen biçimde inceleme ve değerlendirme yapılmak üzere mahkemesine GÖNDERİLMESİNE, 4- İstinaf yasa yoluna başvuran davalı tarafından peşin olarak yatırılan istinaf karar ve ilam harcının talebi halinde kendisine iadesine,5- Dosya üzerinde inceleme yapılması sebebiyle vekalet ücreti tayinine yer olmadığına, 6- İstinaf yasa yoluna başvuran davalı tarafından istinaf aşamasında yapılan giderlerin ilk derece mahkemesince verilecek nihai kararda dikkate alınmasına, 6100 Sayılı HMK’nın 353/1-a/6. ve 362/1/g. maddeleri gereğince dosya üzerinde yapılan inceleme sonucunda ve KESİN olmak üzere, oy birliğiyle karar verildi. 20/10/2022