Emsal Mahkeme Kararı İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 44. Hukuk Dairesi 2020/1134 E. 2022/807 K. 20.05.2022 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı kesinleşmiş bir karardır.

T.C.
İSTANBUL
BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ
44. HUKUK DAİRESİ
T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
İ S T İ N A F M A H K E M E S İ K A R A R I
DOSYA NO: 2020/1134 Esas
KARAR NO: 2022/807
İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ: İstanbul Anadolu 1. Fikrî Ve Sınaî Haklar Hukuk Mahkemesi
TARİHİ: 17/07/2018
NUMARASI: 2016/92 E. – 2018/272 K.
DAVANIN KONUSU: Fikir Ve Sanat Eseri (Maddi Tazminat İstemli)|Fikir Ve Sanat Eseri Sahipliğinden Kaynaklanan Haklara Tecavüzün Ref’i, Önlenmesi Ve Tazmini
İSTİNAF KARAR TARİHİ: 20/05/2022
Yukarıda yazılı ilk derece mahkemesi kararına karşı, istinaf yasa yoluna başvurulması üzerine yapılan inceleme sonucunda;
G E R E Ğ İ D Ü Ş Ü N Ü L D Ü: Davacı vekili dava dilekçesinde özetle; Müvekkilinin ülke çapında tanınmış ve saygın bir tiyatro ve sinema sanatçısı olduğunu, adı ve yüzünün bir marka gibi tüm ülke çapında bilindiğini, kendisinin rol aldığı “…” isimli sinema eserinin, kendisinin görüntüsünün bulunduğu bir bölümü, televizyon kanallarında ve internet üzerinde yayınlanan davalıya ait reklam filmlerinde yer aldığının tespit edildiğini, müvekkilinin söz konusu … isimli sinema eseri üzerinde bağlantılı hak sahibi olduğunu, televizyon veya internet vasıtasıyla umuma iletimi ve yeniden iletimi hususunda müvekkilinin herhangi bir kişi veya kuruma izin vermediğini, esere ilişkin söz konusu parçanın, müvekkilinin izni olmadan bir reklam filmi olarak yayınlanması ile davalının müvekkilinin bu hakkını ihlal ettiğini, bu sebeplerle öncelikle söz konusu reklam filmlerinin yayından kaldırılması veya müvekkilinin göründüğü bölümlerin çıkartılması suretiyle tecavüzün ref’ine, tahkikat sonucunda belirlenecek tazminatın FSEK 68.maddesi gereğince rayiç bedelin üç katı fazlası tutarında olacak şekilde davalıdan tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiştir. Davalı vekili cevap dilekçesinde özetle; Müvekkili kurumun sermayesinin tamamının devlete ait bir Kamu İktisadi Devlet Teşekkülü olduğunu ve merkezinin Rize’de bulunduğunu, bu sebeple davanın Rize’de açılması gerektiğini, yetki itirazında bulunduklarını, dava konusu çekilen reklam filminde toplumsal yaşamın bir parçası olan sinema filmlerinden, sadece tarihsel hatırlatma adına kısa kısa kesitler alındığını, alıntılarda filmin orijinalliğine hiç bir şekilde dokunulmadığını, sanatçılara çay reklamı yaptırılmadığını, reklam filminde sanatçıların ağzından günlük yaşantıda kullanıldığı şekliyle sadece çay sözcüğü çıkmakta ya da çay ikramı yapılan sahneler yer aldığını, dava konusu reklam filminde çeşitli sahneleri kullanılan filmlerin müvekkili kurumun çayda münhasır yetkiye sahip olduğu yıllarda çekildiğini, reklam filminin reklam olma özelliğinden öte, filmlerde kullanılan çayların … çayı olması maddi gerçekliğinin aktarılması ve hatırlatılması niteliği taşıdığını, müvekkili kurumun davacının haklarını ihlal etmediğini, davacının devrettiği telif haklarını silsile yoluyla devralan üçüncü şahıslardan bedeli mukabilinde satın aldığını ve imzalanan sözleşmeye uygun şekilde kullandığını, müvekkilinin kültürel amaçlarla Türk sineması ürünü filmlerdeki çay sahnelerinden oluşan bir reklam filmi çektirmek istediğini, bu amaçla aralarında davacının rol aldığı … isimli filmin de yer aldığı bazı filmlerde yer alan çay sahnelerini içeren bir reklam filmi yapmak üzere … Tic. Ltd. Şti ile 1 yıl süreyle gösterilmek üzere sözleşme imzaladığını, Dijital şirketinin bahsi geçen filmlerin işleme, çoğaltma, yayma, temsil ve umuma iletim dahil olmak üzere tüm hakları, eser sahipleri ve bağlantılı komşu haklarını elinde bulunduran … Tic. San. Ltd. Şti’nden bedel karşılığında devraldığını, bu durumda müvekkili kurumun FSEK kapsamındaki mali ve sair hakların bedelini ödeyerek hukuka uygun bir kullanım hakkı elde ettiğini, 1995 yılı öncesine ait filmlere ilişkin icracı sanatçı sıfatıyla hak talebinde bulunulamayacağını, bu sebeplerle açılan davanın reddine karar verilmesini talep etmiştir. Davalı vekilinin talebi üzerine dava … San. Ltd. Şti ile … Dış Tic. San. Ltd. Şti.ne ihbar olunmuş … Ltd. Şti. vekilinin, davalı yanında fer’i müdahil olarak katılma talebinde bulunduğu anlaşılmakla, katılma talebinin kabulüne karar vermek gerekmiştir. İlk Derece Mahkemesince; “Davacı icracı sanatçı ile yapımcı arasındaki şifahi sözleşme ile davacı icracı sanatçının eser sözleşmesi ile taahhüt ettiği oyunculuk vazifesini bedel karşılığında yerine getirdiği, yapımcının FSEK 8.madde gereğince imal ettiren sıfatıyla eser sahibi olduğu ve FSEK 27/son maddesi uyarınca eser üzerindeki hakkının 70 yıl süreyle koruma altında bulunduğu, FSEK 80.madde de sonradan yapılan değişiklikle komşu hak sahibi olan davacının şifahi sözleşme ile mali haklarını devrettiği, yapımcıdan ya da yapımcıdan hakları devralan şirketten sözleşmeye dayalı olarak bedel talebinde bulunmasının mümkün bulunmadığı, davaya konu reklam filminin içeriği ve filmden alınarak reklamda kullanılan sahnelerin kullanılış şekli gözönüne alındığında, davacı sanatçının Türkiye’ de sahip olduğu tanınmışlık ve imajı zedeler mahiyette bulunmadığı, TBK 58.madde kapsamında kişilik haklarına da saldırı oluşturmadığı maddi ve manevi tazminat taleplerinin koşullarının oluşmadığı kanaatine varılarak davanın reddine,” karar verilmiştir. Davacı vekili istinaf dilekçesinde özetle; 1-Mahkeme kararının gerekçesinin çelişkili olduğunu, önce “tarih itibariyle komşu hak ve icracı sanatçı hakkı olmaz, bu bir eser sözleşmesidir” şeklinde değerlendirme yapılmışken, sonra “mali hakların şifahi sözleşme ile devredilmiş sayılacağı” yönünde gerekçe öngörüldüğünü, mahkemenin gerekçesini oluştururken, müvekkili davacı ile davaya konu eserin yapımcısı arasındaki hukuki ilişkiyi hangi temele oturttuğunun anlaşılamadığını, 2-Bununla birlikte, “mali hakların şifahi sözleşme ile devredilmesi” şeklinde bir hususun, hukukumuzda bulunmadığını, söz konusu sözde hak devrinin, ilgili mevzuattan önce gerçekleşmiş olmasının da sonucu değiştirmediğini, çünkü FSEK hükümlerinin, bu hükümlerin yürürlüğe girmesinden önce ortaya çıkarılmış eserler için de geçerli olduğunu, bu konudaki tek istisnanın “sinema eseri sahipliği” ile ilgili olduğunu, bu istisnanın, sinema eserinin sadece sahibinin kim olduğu hakkında düzenlendiğini, sinema eserine bağlı diğer hakları içermediğini, kanun koyucunun aksi bir amaçla hareket etseydi, bunu açıkça ortaya koyacak bir hüküm getirecek olduğunu, mahkemelerin, kanun koyucunun iradesinin tamamen hilafına bir yorum yapma imkanı bulunmadığını, 3-O halde, 1995 öncesinde yapımcı ile oyuncu sözleşme yapınca, oyuncu her türlü hakkı devretmiş sayılır” şeklindeki bir yorumun hukukilikten tamamen uzak olduğunu, kaldı ki, aşağıda ayrıntılı olarak değineceğimiz üzere, aslında dava konusu hukuki sorunun bu bile olmadığını, 4- Mahkemenin taleplerini de yanlış değerlendirdiğini, dolayısıyla davaya konu olayı doğru şekilde çözümlemediğini, ve doğal olarak hatalı bir gerekçe ile hüküm kurduğunu, davayı açarken taleplerinin, sözleşmeye dayalı bedelin ödenmesi olmadığını, tam tersine sözleşmeye aykırı olarak hareket edilmesi sonucu filmdeki görüntülerinin başka bir amaçla ve başka bir alanda kullanılarak bundan maddi menfaat elde edilmiş olması sebebiyle tecavüzün kaldırılması ve tazminat talebinde bulunduklarını, bu haliyle, yani davacının talebinin dahi doğru şekilde değerlendirilemediği bir yargılama sonucu kurulmuş hükmün kaldırılması gerektiğini, 5-Bir şekilde müvekkilinin mali hak devrini şifahi olarak yaptığı kabul edilse bile, ilgili sözleşmenin, bir sinema filminde, o filmin senaryosu çerçevesinde oyunculuk yapmaktan ibaret olduğunu, yani müvekkilinin bu filmde oyunculuk yaparken, yapımcıya “sen benim görüntümü sonra git firmalara reklam filmi için de sat, izin veriyorum” demediğini, böyle bir şey hayatın olağan akışına aykırı olacağı gibi, böyle bir varsayımla hareket etmenin de imkanı olmadığını, böyle bir içerikte hak devri yapılmış olduğunu iddia eden tarafın, bu iddiasını ispatla mükellef olduğunu, sinema eserinin yapımcısının, oyuncu ile yaptığı sözleşmenin sınırları içerisinde kalmak mecburiyetinde olduğunu, 6- Bir kişinin bir reklam filminde oynamasının apayrı bir hukuki ilişkinin konusu olduğunu, ya ayrı bir sözleşme yapılması ya da yapılan sözleşme İçerisinde özel olarak bunun belirtilmesi gerektiğini, Nitekim, günümüzde sinema filmleri ve televizyon dizilerinde “Ürün yerleştirme” şeklinde reklam yapılırken bu şekilde hareket edildiğini, ilgili sahnelerde oynayan oyunculardan bu tip reklamlar için ayrıca izin alındığını, hatta bunun için oyuncuya ayrıca ücret ödendiğini, 7- Mali hak sahibinin, eserin manevi hak sahiplerinden izin almadan o eseri yok edemeyeceğini, eserden mali olarak faydalanmasının da ancak eserin gerek madden gerek fikren bütünlüğü çerçevesinde gerçekleştirilebileceğini, mali hak sahibinin eserin bütünlüğünü bozucu eylemlere girme hakkı olmadığını, eseri anlamının dışına çıkaracak şekilde kullanamayacağını, dava konusu örneğe yaklaşarak söylenirse, sinema eserinin sahnelerini bölüp parçalayıp, bambaşka bir anlama gelecek şekilde sunamayacağını, davalı kurumun yaptığı ise bunu yaptığını, 8- Dava konusu film sahnesi ve başkaca dava dışı film sahnelerinin, elbette parçası oldukları sinema eserlerinin senaryolarından ve anlamlarından bütünüyle bağımsız bir şekilde birleştirilerek, bunlardan yeni bir “reklam filmi” ortaya çıkarıldığını, üstelik burada yapılan, ticari amaç gütmeyen kültürel bir faaliyet de olmadığını, davalı taraf, cevap dilekçesinde, yapılan faaliyeti “Yeşilçam filmlerine dair panoramik bir hatırlatma” gibi gösterme gayretine girmişse de, yapılanın tamamen bir “reklam filmi” olduğunu, davalı firmanın bu reklam filmi ile kendi ürünlerinin tanıtımını yapmaya ve firmasının itibarını arttırmaya çalıştığı, yani reklam filminin ticari amaçlarla hazırlandığının apaçık ortada olduğunu belirterek, yukarıda açıklanan sebeplerle, İstanbul Anadolu Fikri ve Sınai Haklar Hukuk Mahkemesinin 17.07.2018 tarih, 2016/92 E. 2018/272 K. sayılı kararının duruşmalı olarak yapılacak istinaf incelemesi neticesinde kaldırılması ve talebi doğrultusunda davanın kabulüne karar verilmesini talep etmiştir. İnceleme, 6100 Sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun(HMK) 355. maddesi hükmü uyarınca istinaf dilekçelerinde belirtilen sebeplerle sınırlı olarak ve kamu düzenine aykırı hususların olup olmadığı gözetilerek yapılmıştır. Dava davalı kurum tarafından çekilen reklam filminde, davacıdan izin alınmaksızın bağlantılı hak sahibi olduğu … isimli filmden alıntı yapılmak suretiyle davacının görüntülerine yer verilmesi sebebiyle meydana geldiği iddia edilen tecavüzün ref’i ile FSEK 68.maddesi gereğince tazminat davasıdır. Davacı vekili, müvekkilinin rol aldığı “…” isimli sinema eserinin, görüntüsünün bulunduğu bir bölümü, televizyon kanallarında ve internet üzerinde yayınlanan davalıya ait reklam filmlerinde yer aldığını, müvekkilinin söz konusu … isimli sinema eseri üzerinde bağlantılı hak sahibi olduğunu, televizyon veya internet vasıtasıyla umuma iletimi ve yeniden iletimi hususunda müvekkilinin herhangi bir kişi veya kuruma izin vermediğini, esere ilişkin söz konusu parçanın, müvekkilinin izni olmadan bir reklam filmi olarak yayınlanması ile davalının müvekkilinin bu hakkını ihlal ettiğini belirterek bu sebeplerle öncelikle söz konusu reklam filmlerinin yayından kaldırılması veya müvekkilinin göründüğü bölümlerin çıkartılması suretiyle tecavüzün ref’ine, tahkikat sonucunda belirlenecek tazminatın FSEK 68.maddesi gereğince rayiç bedelin üç katı fazlası tutarında olacak şekilde davalıdan tahsiline karar verilmesini talep etmiş, davalı vekili, müvekkilinin kültürel amaçlarla Türk sineması ürünü filmlerdeki çay sahnelerinden oluşan bir reklam filmi çektirmek istediğini, bu amaçla aralarında davacının rol aldığı … isimli filmin de yer aldığı bazı filmlerde yer alan çay sahnelerini içeren bir reklam filmi yapmak üzere … Ltd. Şti ile 1 yıl süreyle gösterilmek üzere sözleşme imzaladığını, Dijital şirketinin bahsi geçen filmlerin işleme, çoğaltma, yayma, temsil ve umuma iletim dahil olmak üzere tüm hakları, eser sahipleri ve bağlantılı komşu haklarını elinde bulunduran … Tic. San. Ltd. Şti’nden bedel karşılığında devraldığını, bu durumda müvekkili kurumun FSEK kapsamındaki mali ve sair hakların bedelini ödeyerek hukuka uygun bir kullanım hakkı elde ettiğini, 1995 yılı öncesine ait filmlere ilişkin icracı sanatçı sıfatıyla hak talebinde bulunulamayacağını, bu sebeplerle açılan davanın reddine karar verilmesini talep etmiş, mahkemece davanın reddine karar verildiği, iş bu karar davacı vekilince yukarıdaki sebeplerle istinaf edildiği görülmektedir. İhbar olunan … Yapımevi şirketi ile … Ltd. Şti. arasında 25.03.2016 tarihli Sinema Eserleri Telif Hakları Devir Sözleşmesi imzalandığı, davacının başrol oyuncusu olduğu … isimli filmin ve dava dışı filmlerin sözleşmenin 3.5 maddesi gereğince bir takım sahnelerinin devralan şirket tarafından yaratılacak olan “…- …” isimli filmde kullanılmasına muvafakat edildiği, Davalı …(…) nün, … ürünü filmlerdeki çay sahnelerinden oluşan bir reklam filmini yapmak üzere ihbar olunan … Ltd. Şti. ile 1 yıl süreyle gösterilmek üzere sözleşme imzaladığı, davacı sanatçı …’ın icracı sanatçı olduğu … isimli sinema eserinin sahnelerinden de bir kısmının reklam filmde kullanıldığı, davacının Türkiye çapında tanınan ve sevilen bir sinema ve tiyatro sanatçısı olduğu konusunda taraflar arasında ihtilaf bulunmadığı, Kültür Bakanlığı Telif Hakları Genel Müdürlüğü’nün 02.02.1987 tarihli eser işletme belgesinden; yapım tarihinin 11.12.1986 ve yapımcısının … Film isimli firma olduğu, filmin mali haklarının … Film- …’e geçtiği, 15.02.1996 tarihinde de … A.Ş ‘ye devredildiği, 01.06.2003 tarihli … sayılı devir sözleşmesi ile eserin tüm haklarının … Ltd. Şti.ne devredildiği, uyuşmazlığın, davacının bağlantılı hak sahibi olup olmadığı, bu sebeple haklarının ihlal edilip edilmediği, hak ihlalinin varlığı halinde davacının tazminat hakkının bulunup bulunmadığı ve miktarı hususlarında uyuşmazlık bulunduğu anlaşılmaktadır. İlk Derece Mahkemesi tarafından verilen kararda, Yargıtay 11. Hukuk Dairesi’nin yerleşik içtihadıyla benimsenen görüş vurgulanarak davanın reddine karar verilmiştir. Bu kararda; Uyuşmazlık konusu sinema eserlerinin yapımının tamamlandığı 12/06/1995 tarihinden önce yürürlükte bulunan 5846 sayılı FSEK’in 8. maddesine göre, bir sinema eserinin sahibinin onu imal ettiren olduğu, 4110 sayılı Kanun ile değişiklikten önceki FSEK’in 8. maddesi uyarınca sinema eserlerinin eser sahibi için koruma süresi 20 yıl ile sınırlı iken, 4630 sayılı Kanun ile sinema eserleri hakkındaki uzatılmış koruma süresinin eser sahiplerine avdet etmesi neticesinde dava konusu filmlerin yapımcısı olan şirketin halen söz konusu eserler üzerinde tüm mali hakları kapsar şekilde eser sahipliğini devam ettirdiği, 4110 sayılı Kanun ile yapılan değişiklikten önce meydana getirilen dava konusu filmlerde o tarihler itibariyle icracı sanatçı hakları mevcut olmadığından; yapımcı/eser sahibi olan şirket ile davacı … arasında akdedilen sözleşmenin kural olarak belirli bir sonucun taahhüt edildiği işgörme sözleşmesi niteliği taşıdığı, dava konusu sinema eserlerinin meydana getirilmesi esnasında taraflar arasında yazılı bir sözleşme olmamakla birlikte, yapımcı şirket ile davacının oyunculuğuna ilişkin şifahi sözleşmenin taraflarca ifa edilip söz konusu sinema filmleri 12.06.1995 tarihinden önce meydana getirildiğine göre, film yapımcısının (imalatçının) herhangi bir sınırlama olmaksızın eserden doğan bütün mali hakları iktisap ettiği, sonradan çıkarılan 4630 Sayılı kanun ile sinema eserlerini de kapsayacak şekilde icracı sanatçılara bağlantılı hak sahipliği hakkı tanınmış olmasının da eser sahibi olan film yapımcısının mali haklarına herhangi bir kısıtlama getirmediği, zira davacının FSEK m. 80 ile sahip olduğu mali hakları filmlerin yapımı öncesinde yapımcıya uygun bir bedel karşılığında sözleşme ile devrettiği, yapımcı şirketin bu kapsamda eser sahibi olup, filmlerin tüm haklarını davalıya devrettiği, aralarında lisans sözleşmesi bulunduğu, gerekçelerine yer verilmiştir. Bu gerekçeler aynı zamanda yukarıda anılan Yargıtay kararlarının da gerekçesini oluşturmaktadır. Kararda özetle; Eserin yapım yılında, davacı … ile yapımcı arasında sözlü bir sözleşme yapıldığı faraziyesinden yola çıkılarak, eserden kaynaklı mali hakların yapımcıda olduğu, daha sonra yapımcının bu hakları davalı televizyon kanalına devrettiğine işaret edilmiştir. … bir icracı sanatçı olup, 07.06.1995 tarihinde kabul edilen ve 12.06.1995 tarihli resmi gazetede yayımlanan 5846 sayılı yasanın 80. maddesinde değişiklik yapan 4110 sayılı Kanunla birlikte artık bağlantılı hak sahibidir. Değişiklikten önceki 5846 sayılı yasa hükümlerine göre bağlantılı hak kavramı henüz hayata geçirilmemişti ve sinema eserinin sahibi onu imal ettirendi. Ancak 4110 sayılı Kanun ile yapılan değişiklik ile sinema eseri sahipliğini düzenleyen 8. madde hükmü değişikliğe uğrayarak, ”Sinematografik eserlerde yönetmen, özgün müzik bestecisi ve senaryo yazan eserin birlikte sahibidirler.” denilmek suretiyle, sinema eseri üzerindeki eser sahipliği üç kişiye yani, yönetmen, özgün müzik bestecisi ve senaryo yazarına tanımış ve bağlantılı hak kavramı getirilmiştir. Diğer yandan 4110 sayılı Kanun değişikliği öncesinde sinema eserleri açısından koruma süreleri FSEK’in 29.maddesinde düzenlenmiş olup, bu hükme göre, sinema eserlerinde koruma süresi alenileşmeden itibaren 20 yıl olarak öngörülmekteydi. 1995 yılında 4110 sayılı Kanun ile yapılan değişiklik neticesinde sinema eserleri için koruma süresi aleniyet tarihinden itibaren 70 yıl olarak değiştirilmiştir. Aynı kanun ile FSEK’e ek 2. madde eklenmiş olup bu maddeye göre; ” Bu kanundaki koruma süreleri komşu haklar, sinema eserleri, bilgisayar programlan ve veri tabandan bakımından, Kanunun yürüdüğe girdiği tarihten sonra alenileşen eserlere, işlenmeler ve mahsullere uygulanır. Bu Kanunun sinema eseri sahipliği ile ilgili hükümleri, 4110 sayılı Kanunun yürürlüğe girdiği 12.06.1995 tarihinden sonra yapımına başlanan sinema eserlerine uygulanır.” düzenlemesi getirilmiştir. Kanun koyucu ek maddedeki değişikliği, sinema eseri sahipliğinin 4110 ve 4630 sayılı Yasada yapılan değişiklerde oluşan mevcut durumun özellikle koruma sürelerindeki değişikliğin, 1995 yılı öncesi sinema eseri sahipleri ile 1995 yılından sonraki sinema eseri sahipleri arasında oluşabilecek koruma sürelerine ilişkin eşitsizliği ortadan kaldırmak maksadıyla yapmış ve uygulamanın da geçmişe yönelik yapılmasını uygun görmüştür.Burada esasen tartışılması gereken, söz konusu kanun değişikliği ile getirilen ”bağlantılı hak” kavramının geçmişe uygulanabilir olup olmadığı hususudur. 5846 sayılı yasanın bazı maddelerinde değişiklik yapan 4630 sayılı yasanın 35.maddesi ile ek madde 2 de değişikliğe gidilmiştir. Ek madde 2/1.fıkraya göre “bu kanunla korunan T.C. vatandaşı eser sahipleri ve eser sahiplerinin hakları ile bağlantılı hak sahipleri tarafından üretilmiş Türkiye’de mevcut bütün eserlere, tespit edilmiş icralara ve fonogramlara uygulanır. Ek maddenin son fıkrasında ise, önceki yasada olduğu gibi “bu kanunun sinema eserleri ile ilgili hükümlerinin 4110 sayılı yasanın yürürlüğe girdiği 12/06/1995 tarihinden sonra yapımına başlanan sinema eserlerine uygulanacağı belirtilmiştir. Aynı maddenin 2.fıkrasında “1.fıkranın uygulanması sonucu kanun kapsamına alınan eserlerin tespit edilmiş icraların ve flogramların yasal kopyalarını elinde bulunduran kişilerin bu kanunun yürürlüğe girdiği tarihi takip eden 6 aylık sürenin sonuna kadar yazılı bir izne tabi olmaksızın bu kopyaları satabileceği, bununla birlikte eserler tespit edilmiş icralar ve flogramlara ilişkin olmak üzere bu kanunla birlikte eser sahipleri ve diğer hak sahiplerine sağlanan hakların kullanılması eser veya bağlantılı (komşu) hak sahiplerinin iznine tabi olduğu belirtilmiştir. Bu hüküm bir geçiş hükmü olarak düzenlenmiştir. Görüldüğü üzere, bağlantılı haklar geçmişe yürütülmüş, değişiklikten önce hak sahibi olanların haklarının sona erdiği de bu değişiklikle belirtilmiştir. Aynı doğrultuda, kanununun geçici 1.maddesi ile, “bu kanun hükümleri yürürlükten önce ilk defa memleket içinde umuma arz yahut sicile kaydedilen eserlere de uygulanır. Eser veya mahsulün 08/05/1326 tarihli “Hakkı Telif Kanunu hükümlerine tabi olup olmaması bu durumu değiştirmez”. denilmek suretiyle hakkın geçmişe yürütülmesine izin verilmiştir. Bu madde 5846 sayılı yasanın ilk kez yürürlüğe girdiği tarihte kabul edilen bir düzenleme olup, o tarihte icracı hakları (somut olay açısından bağlantılı hak) tanınmadığı için sadece eser sahiplerinin haklarından söz edilmiştir ve maddeden çok açık bir biçimde yeni yasayla tanınan hakların yürürlük tarihinden önce oluşturulan eserlere de uygulanacağı belirtilerek yasanın getirdiği yeni koruma geçmişe yürütülmüştür. Bir başka deyişle, 5846 sayılı yasada değişiklik yapan 4110 sayılı yasa ile sağlanan korumanın sadece yasanın yürürlüğe girdiği 1995 tarihinden sonraki icralara değil, yasanın yürürlüğe girdiği tarihte Türkiye’de mevcut tespit edilmiş icralara da uygulanacağı, dolayısıyla komşu haklar bakımından geriye yürüyeceği kabul edilmiştir. Sanatçı, sermayesi emek olan bir kişidir. 5846 sayılı Kanunun 1. maddesinde, ”Bu Kanunun amacı, fikir ve sanat eserlerini meydana getiren eser sahipleri ile bu eserleri icra eden veya yorumlayan icracı sanatçıların, seslerin ilk tespitini yapan fonogram yapımcıları ile filmlerin ilk tespitini gerçekleştiren yapımcıların ve radyo-televizyon kuruluşlarının ürünleri üzerindeki manevi ve mali haklarını belirlemek, korumak, bu ürünlerden yararlanma şartlarını düzenlemek, öngörülen esas ve usullere aykırı yararlanma halinde yaptırımları tespit etmektir. ” denilmek suretiyle kanunun amacının sanatçıyı korumak olduğu açıkça vurgulanmıştır. Aksine yorumların, yasanın amacıyla bağdaşmayacağı su götürmez bir gerçektir. Her ne kadar 4110 sayılı yasa ile yapılan değişiklikten önce, sinema eserinin sahibi onu imal ettiren olsa da, bağlantılı hak sahipliğinin korunmasının bu kapsamda değerlendirilemeyeceği ortadadır. Zira eser sahipliğinin verdiği hak, bağlantılı hak sahipliğine üstün tutulmamalıdır. Her ikisi de kendi bağımsızlığı içerisinde korunması gereken haklardır. Gerek Yargıtay’ın ve gerekse İlk Derece Mahkemesinin kararına konu olan gerekçeye göre, her ne kadar somut olayda, icracı sanatçı ile yapımcı arasında sözlü bir sözleşme yapıldığı ve bu sözleşmeyle mali hakların yapımcıya devredildiği belirtilmiş ise de, icracı sanatçının henüz bağlantılı hak sahibi olmadığı bir dönemde, sonradan yasa değişikliyle tanınan hakkın geçmişe dönük bir şekilde eserin yapıldığı tarihte devredildiğini kabul etmek hukuken olanaklı görünmemektedir. Somut olayda davalı, yapımcı şirket ile lisans sözleşmesi yapan televizyon kanalıdır. Yukarıda açıklanan sebeplerle yapımcı yeni yasa gereği hak sahibi olmayıp, davalı da FSEK’in 54/1 maddesi gereğince hak sahibi değildir. Dolayısıyla icracı sanatçının izni olmaksızın işleme, çoğaltma, yayma, temsil, işaret, ses veya görüntülü araçlarla kamuya sunma gibi yasayla tanınan haklar, davalı da dahil olmak üzere başkaları tarafından izinsiz olarak kullanılamayacaktır. Özetle, davacı … bir icracı sanatçı olup, kendisinin 4110 sayılı Kanunla değiştirilen 5846 sayılı yasanın 80. maddesine göre bağlantılı hak sahibi olduğu, bu hakkın ilk defa 4110 sayılı yasa ile yapılan değişiklikle tanındığı, yine FSEK’in ek 2.maddesi ve geçici 1.maddeleri ile bu hakkın, yürürlük tarihinden önceki icraları da kapsayacak şekilde geri yürütüldüğü, FSEK’in 27/son maddesi ile koruma süresinin 70 yıla çıkarıldığı, yine FSEK’in 80. maddesi uyarınca icracı sanatçılara tanınan komşu hakların, izinsiz kullanımının yasaklandığı, somut olayda FSEK’in 52.maddesi kapsamında kullanıma ilişkin yazılı bir izin veya mali hak devrinin bulunmadığı, eserin yapıldığı tarihte var olmayan bir hakkın devrinin de hukuken mümkün olmadığı, farazi olarak kabul edilen devir sözleşmesinin yasa değişikliği ile tanınan bağlantılı hakkı içerdiğinin kabul edilemeyeceği, 5846 sayılı kanunun amacının sanatçıyı korumak olduğu, Mahkemece tazminat talepleri yönünden değerlendirme yapılması gerektiği halde, eksik araştırma ve incelemeyle davanın reddine karar verilmiş olmasının hatalı olduğu anlaşılmakla aşağıdaki şekilde hüküm kurulmuştur. Yukarıda açıklanan sebeplerle, ilk derece mahkemesince esasa tazminat hesabına esas münhasır delil toplanmadan, eksik inceleme ve değerlendirmeye dayalı olarak karar verilmesinin, usul ve yasaya aykırı olması ve ilk derece mahkemesi kararının tüm istinaf sebepleriyle birlikte değerlendirilmesinin gerekmesi karşısında, istinaf istemine konu karara yönelik denetim yapılması mümkün bulunmamakla davacı vekilinin istinaf başvurusunun kabulü ile 6100 Sayılı HMK’nın 353/1-a-6. maddesi gereğince kaldırılmasına karar verilmesi gerektiği kanaat ve sonucuna varılarak aşağıdaki hüküm kurulmuştur.
HÜKÜM: Gerekçesi yukarıda açıklandığı üzere; 1- Davacı vekilinin istinaf isteminin KABULÜ ile; 2- İstanbul Anadolu 1. Fikrî Ve Sınaî Haklar Hukuk Mahkemesi’nin 17/07/2018 tarih, 2016/92 E. 2018/272 K. Sayılı Kararının 6100 Sayılı HMK’nın 353/1-a-6. maddesi gereğince KALDIRILMASINA, 3- Dosyanın, yukarıda gösterilen biçimde inceleme ve değerlendirme yapılmak üzere mahkemesine GÖNDERİLMESİNE, 4- İstinaf yasa yoluna başvuran davacı tarafından peşin olarak yatırılan 35,90 TL maktu istinaf karar ve ilam harcının talebi halinde kendisine iadesine, 5- Dosya üzerinde inceleme yapılması sebebiyle vekalet ücreti tayinine yer olmadığına, 6- İstinaf yasa yoluna başvuran davacı tarafından istinaf aşamasında yapılan giderlerin ilk derece mahkemesince verilecek nihai kararda dikkate alınmasına, 6100 Sayılı HMK’nın 353/1-a-6. ve 362/1/g. maddeleri gereğince dosya üzerinde yapılan inceleme sonucunda ve KESİN olmak üzere, oy birliğiyle karar verildi. 20/05/2022