Emsal Mahkeme Kararı İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 44. Hukuk Dairesi 2020/1113 E. 2022/985 K. 09.06.2022 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı henüz kesinleşmemiştir. Yararlı olması amacıyla eklenmiştir.

T.C.
İSTANBUL
BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ
44. HUKUK DAİRESİ
T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
İ S T İ N A F M A H K E M E S İ K A R A R I
DOSYA NO: 2020/1113
KARAR NO: 2022/985
İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ: Bakırköy 2. Fikri ve Sınaî Haklar Hukuk Mahkemesi
TARİHİ: 22/03/2017
NUMARASI: 2016/1 E. – 2017/82 K.
DAVANIN KONUSU: Marka (Marka Hükümsüzlüğünden Kaynaklanan)
İSTİNAF KARAR TARİHİ: 09/06/2022
Yukarıda yazılı ilk derece mahkemesi kararına karşı, istinaf yasa yoluna başvurulması üzerine yapılan inceleme sonucunda;
GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ: Davacı vekili dava dilekçesinde özetle; Müvekkili adına tescilli “…” ibareli markayı 2005 yılından beri kullanmakta olduğunu, davalı tarafından … tescil numarası ile “…” ibaresini TPE tescil ettirmiş olduğunu, tescil edilen sınıflar yönünden de benzer olup, iltibasa sebebiyet verecek nitelikte bulunması sebebiyle 556 Sayılı KHK’nın 7/1-a,6. maddeleri gereğince hükümsüzlüğüne karar verilmesini talep etmiştir. Davalı vekili cevap dilekçesinde özetle; Davanın 5 yıllık hak düşürücü süre içerisinde açılmadığını, 556 Sayılı KHK’nin 7.maddesi anlamında aynılık veya benzerlik bulunmadığını, hükümsüzlük koşullarının oluşmadığını, davanın reddine karar verilmesini talep etmiştir. İlk derece mahkemesince; “Davacı tarafın markasına 2004 tarihinden itibaren kullandığı, davalı markanın ise tescil halinden farklı olarak kullandığı tespit edilmiştir. Davacının,davalının markası tescil edildikten itibaren dava tarihi olan 29.12.2015 tarihine kadar ihtilaf konusu yapmadığı, davacının, haklarını kullanırken MK 2.maddesine göre iyiniyetli davranmak zorunda olduğunu, davalının markayı tescilinden itibaren 11 sene sessiz kalmak suretiyle zımni olarak davalının marka tesciline rıza gösterdiğinin kabul edileceği, dosyadaki mevcut delilere göre davacının kötü niyetli olduğuna dair delil bulunmadığından davanın reddine” karar verilmiştir. Davacı vekili istinaf dilekçesinde özetle; 1- Tüm dosya kapsamında sabit olduğu üzere, müvekkilinin, kendi adına tescilli … ibareli markayı 2005 yılından beri kullandığını, ihtilaf konusu markanın yaratıcısı ve ilk kullanıcısı olduğunu, 2- Hal böyle olmasına rağmen davayı açmış oldukları 2015 yılı içerisinde müvekkilinin İstanbul’da ikamet etmekte olan damadı …’nın ‘…’ ibaresinin bir başka kimsenin işletmesinin tabelasında kullanılmakta olduğunu tesadüf eseri gördüğünü, bunun üzerine müvekkiline ait markanın davalı yan tarafından da kullanıyor olduğunun müvekkili tarafından öğrenildiğini, akabinde de işbu davanın açıldığını, 3- Yapılan yargılama sürecinde davalı yan tarafından kendilerince ikame edilen davanın hak düşürücü süre içerisinde açılmamış olduğundan bahisle reddi gerektiği yönünde beyanlarda bulunulduğunu, yerel mahkeme tarafından verilen gerekçeli kararda da ‘Davacı haklarını kullanırken M.K. 2. maddesine göre iyiniyetli davranmak zorundadır, davalının markayı tescilinden itibaren 11 sene sessiz kalmak suretiyle zımni olarak davalının marka tesciline rıza gösterdiği kabul edilir, dosyadaki mevcut delillere göre de davacının kötü niyetli olduğuna dair delil bulunmadığından’ yönündeki gerekçeler ile davanın reddine karar verildiğini, ancak gerekçe olarak kurulan bu cümlenin kendi içerisinde çelişkili olduğunu, zira cümlenin başından iyi niyetli davranmalarının yasal gerekliliği hususuna dikkat çekildiğini, devamında kötü niyetli olduklarına dair delil bulunmadığının söylendiğini, cümlenin hatalı kurulmuş olduğunu, anlatılmak istenilenin davalının kötü niyetli olduğuna dair delil bulunmadığı olduğu kanaatinde olduklarını, yine yerel mahkemenin, gerekçeli kararında, davalının tescilinden itibaren 11 sene sessiz kaldıkları yönünde hüküm kurmuş ise de, dosyada sabit olduğu üzere davalı yanın markasını 2005 yılında tescil ettirdiğini,, 2015 yılında da işbu davanın ikame edildiğini, bu hususların, esasa ilişkin olmamakla birlikte, ne yazık ki yerel mahkemenin dosyaya dikkatli bir şekilde irdelemediği hususunu gözler önüne serdiğini, 4- Yukarıda yazılan gerekçeler ile dava reddedilmiş ise de; öncelikle hükümsüzlük yaratan konu süreklilik arzettiği için, herhangi bir zamanaşımının söz konusu olmaması gerektiğini, hükümsüzlük iddiasında bulunan kişilerin, diledikleri zaman söz konusu hukuka aykırı durumun hükümsüzlüğüne karar verilmesi için başvuruda bulunabileceklerini, nitekim 556 Sayılı Markaların Korunması Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamede, hükümsüzlük davaları için dava açma süresi olarak herhangi bir zamanaşımı veya hak düşürücü sürenin düzenlenmediğini, yalnızca istisnai olarak ‘tanınmış markalara’ ilişkin davanın tescil tarihinden itibaren 5 yıl içerisinde açılması gerektiği yönünde hüküm bulunduğunu, müvekkile ait bulunan … markası açısından ‘1883 Tarihli Paris Sözleşmesinin 1. Mükerrer 6. Maddesi’ ve ‘556 Sayılı KHK’nin 7/1- ı bendine’ göre markanın tanınmış marka sayılabilmesi için aranılan kriterler mevcut olmadığından tanınmış marka olarak da nitelendirilemeyeceğini, görüldüğü üzere tanınmış markalar haricinde diğer markalar için mevcut bir süre bulunmadığını, sınırlama ve yasaklama getiren hükümlerde, kapsamın kıyas yolu ile genişletilemeyeceğini, Kanunda açıkça süre sınırlaması getiren bir hüküm bulunmadığına göre kıyas yoluyla dava açılmasında süre kısıtlamasına gitmenin doğru olmadığını, 5- Markaların Korunması Hakkında KHK’nın 42. maddesinin devamında ‘Markanın tescilinde kötü niyetin varlığı halinde iptal davasının süreye bağlı olmayacağı’nın belirtildiğini, davanın ihtilaf konusuna bakıldığında, davalının müvekkili tarafından yaratılmış, hayal ürünü bir ibare olan … ibaresini tescil ettirmesinde faaliyet alanı sebebiyle varlığından haberdar olduğu, müvekkilinin markasından faydalanma kastı olduğunun açıkça gözüktüğünü, zira müvekkil aslen İzmir- Tire’li olması sebebiyle ‘herhangi bir kelime anlamı olmayan’ … ibaresini memleketini çağrıştırmasından dolayı seçtiğini ve kullandığını, müvekkilinin, bu ibare üzerinde öncelikli kullanım hakkına sahip olup, bu sebeple davalının kötü niyetli tescilinin hükümsüzlüğüne karar verilmesi gerektiğini, 6- Yapılan yargılama neticesinde müvekkilinin markası ile davalı yanın markası arasında açıkça iltibas olduğu hususunda ihtilaf bulunmadığını, dosyada müvekkilinin … VE … gazetelerinde markası hakkında çıkmış olan haberlerin olduğu da dikkate alındığında; aynı sektörde olan ve hayali bir kelime olan … ibaresini kullanan davalı yanın müvekkilinin markasından haberdar olduğunu, müvekkili, Fransa’nın Nice şehrinde ikamet ediyor olduğundan daha önce bu durumdan haberdar olamadığını, yukarıda da beyan etmiş oldukları gibi, damadı …’nın tesadüf eseri mevcut durumu görmesi ile haberdar olduğunu, bu hususta bilgisine başvurulması adına tarafımızdan … tanık olarak bildirilmiş ise de yerel mahkemenin tanıklarını da gerekçesiz bir şekilde dinlemediğini belirterek yukarıda açıklanan ve resen gözetilecek diğer sebeplerle istinaf başvurusunun kabulü ile, Bakırköy (kapatılan) 2. Fikri ve Sınai Haklar Hukuk Mahkemesinin 2016/1 E., 2017/82 Karar sayılı kararının itirazları doğrultusunda kaldırılmasına karar verilmesini talep etmiştir. İnceleme, 6100 Sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun(HMK) 355. maddesi hükmü uyarınca istinaf dilekçelerinde belirtilen sebeplerle sınırlı olarak ve kamu düzenine aykırı hususların olup olmadığı gözetilerek yapılmıştır. Davacı vekili, müvekkili adına tescilli “…” ibareli markayı 2005 yılından beri kullanmakta olduğunu, davalı tarafından … tescil numarası ile “…” ibaresini TPE tescil ettirmiş olduğunu, tescil edilen sınıflar yönünden de benzer olup, iltibasa sebebiyet verecek nitelikte bulunması sebebiyle 556 Sayılı KHK’nın 7/1-a,6. maddeleri gereğince hükümsüzlüğüne karar verilmesini talep etmiş, davalı vekili, davanın 5 yıllık hak düşürücü süre içerisinde açılmadığını, 556 Sayılı KHK’nın 7. maddesi anlamında aynılık veya benzerlik bulunmadığını, hükümsüzlük koşullarının oluşmadığını, davanın reddine karar verilmesini talep etmiş, mahkemece davanın reddine karar verilmiş, davacı vekili yukarıdaki sebeplerle kararı istinaf etmiştir. TPMK’dan gelen kayıtlara göre, 23.05.2005 tarihli … tescil nolu “…” ibareli markanın 25. sınıfta tescilli olduğu, dava tarihi itibariyle davacı adına hak sahipliğinin devam ettiği, davalı adına tescil kaydı yapılan dava konusu 16.08.2005 tarihli … tescil nolu markanın 25. sınıfta dava tarihi itibariyle hak sahipliğinin devam ettiği görülmüştür. Tescil edilmiş bir markanın hükümsüzlük hâlleri 556 Sayılı KHK’nın 42. maddesinde düzenlenmiş olup, 556 Sayılı KHK’nın 42/1-b. maddesinde aynı KHK’nın 8. maddesinde sayılan nispi ret sebepleri hükümsüzlük hâlleri arasında belirtilmiştir. Nispi ret sebeplerinden birinin varlığı dolayısıyla tescil olunmaması gerekirken, her nasılsa tescil olunan bir markaya karşı 556 Sayılı KHK’nın 42/1-b. maddesindeki şartlar dairesinde hükümsüzlük davası açılabilir. 556 Sayılı KHK’nın 8/3. maddesi “Tescilsiz bir markanın veya ticaret sırasında kullanılan bir başka işaretin sahibinin itiraz etmesi üzerine, tescili istenilen marka, aşağıdaki hallerde tescil edilmez. a) Markanın tescili için yapılan başvuru tarihinden önce veya markanın tescili için yapılan başvuruda belirtilen rüçhan tarihinden önce bu işaret için hak elde edilmiş ise, b)Belirtilen işaret, sahibine daha sonraki bir markanın kullanımını yasaklama hakkını veriyorsa,” hükmünü haiz olup aynı KHK’nın 42. maddesi uyarınca da tescilli markalar için hükümsüzlük sebebidir. Anılan madde hükmü kapsamında, öncelik ve üstün hakkın belirlenmesinde markayı piyasada ilk kez oluşturup, kullanan kişinin gerçek hak sahipliği ilkesi kapsamında marka üzerinde üstün hak sahibi olduğu kabul edilir. 556 Sayılı KHK’nın 8/1-b. hükmü kısaca, bir marka başvurusunun daha önce yapılmış başvuru veya tescilli bir marka ile “karıştırılma ihtimali” bulunması ve önceki marka ya da başvuru sahibinin itiraz etmesi koşuluyla başvurunun reddini öngörmektedir. Şu halde, iltibas ya da karıştırma riskinin varlığı için, tescil kapsamındaki mal/hizmetlerin ve aynı zamanda başvuru ve markanın (işaretlerin) karıştırma ihtimali bulunacak derecede aynı yada benzer olması gerekir. Mahkemece bilirkişi raporu alınmış, raporda, iltibas halinin hükümsüzlüğe konu markanın daha önce tescil edilmiş olan markaya benzerliği sebebiyle aynı marka zannedilmesi, ya da, markalar arasındaki benzerlik sebebiyle markaların aynı işletmeye ait olduğunun sanılması durumlarında gerçekleşebileceği, işaretin ayırt ediciliğe sahip olup olmadığına markayı oluşturan unsurlar incelenerek karar verileceği, markanın ayırt edici olmasının, esas unsurunun ayırt ediciliğe sahipse mümkün olacağı, markanın unsurlarının, esas unsur ve yardımcı unsur olmak üzere ikiye ayrıldığını, esas unsurun, markayı benzerlerinden ayırt etmeye yarayan unsurlar oldukları, bu sebeple özgün olması gerektiği, markalar arasında iltibasın varlığı incelenirken işaretin esas unsurunun dikkate alınacağı, markaların esas unsur itibariyle ayırt edilebilir olmasının bütünsel benzerlik şartının en önemli gereği olduğunu, markaların, özellikle kulak ve gözde bıraktıkları tesirler bakımından ayırt edici nitelikte olması gerektiği, Yargıtay 11. DİD. 23/01/1998 1997/7938 E., 1998/158 K. No.lu kararında “…çıplak gözle bakıldığında gözde bıraktığı izlenim, görünüş, okunuş itibariyle davalı markasının orta seviyedeki tüketici kesimi yanıltabilecek düzeyde davacı markası ile benzerlik taşıdığı görülmektedir.. şeklinde karar vererek markaların kulak ve gözde bıraktıkları – tesirler bakımından ayırt edici nitelikte olması gerektiğini belirttiği, benzerliğin tespitinde münferit unsurlardan ziyade, genel görünüm, yani bütünsel benzerliğin dikkate alınacağı belirtilerek, bu ölçüler çerçevesinde dava konusu markalar arasında iltibas bulunduğu tespiti yapılmış olmakla birlikte somut olayda, taraf markalarının kullanılma durumları ve tescil tarihleri ile dava tarihleri yönünden de değerlendirme yapılması gerekmektedir. Davacı tarafın markasına 2004 tarihinden itibaren kullandığı, davalı markanın ise tescil halinden farklı olarak kullandığı tespit edilmiştir. Davacının,davalının markası tescil edildikten itibaren dava tarihi olan 29.12.2015 tarihine kadar ihtilaf konusu yapmamıştır. Sessiz kalma yoluyla hak kaybı, önceki hak sahibinin, hakka konu marka ve işareti iyi niyetli bir şekilde kullanan kişiye karşı dava açma hakkını uzun süre kullanmaması ve sessiz kalarak koruma hakkını yitirmesi demektir. Sessiz kalma yoluyla hak kaybı ilkesinin temeli 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun (TMK) 2. maddesine dayanmaktadır. Anılan madde; “Herkes, haklarını kullanırken ve borçlarını yerine getirirken dürüstlük kurallarına uymak zorundadır. Bir hakkın açıkça kötüye kullanılmasını hukuk düzeni korumaz.” hükmünü haizdir. Buna göre, anılan madde ile hukuk düzeninin kişilere tanıdığı bütün hakların kullanılmasında göz önünde tutulması ve uyulması gereken iki temel ilkeye yer verilmiş olup, öncelikle hakların dürüstlük kuralına uygun kullanılması gerektiği ifade edilmiş, ardından hakların açıkça kötüye kullanılmasını hukuk düzeninin korumayacağı belirtilmiştir. Sessiz kalma yoluyla hak kaybında, hak genel olarak sona ermemekte, sadece bu haktan eylemine sessiz kalınan kişi ya da kişilerin yararlanmasına katlanılmaktadır. Bununla birlikte önceki hak sahibinin uzun süre sessiz kalması mücbir sebep ya da objektif imkânsızlık gibi haklı bir sebebe dayanıyorsa ve bunun ispatlanması hâlinde sessiz kalma yoluyla hak kaybı söz konusu olmayacaktır. Sessiz kalmanın ne kadar süre geçtikten sonra hak kaybına sebep olacağı, dava tarihinde yürürlükte olan ve somut olaya uygulanması gereken 556 Sayılı KHK’da düzenlenmiş değildir. Bununla birlikte 10.01.2017 tarihinde yürürlüğe giren 6769 Sayılı Sınai Mülkiyet Kanunu (SMK) ile ilk defa marka hukukunda hükümsüzlük davaları yönünden sessiz kalma yoluyla hak kaybına ilişkin bir düzenleme getirilmiştir. SMK’nın 26/6. maddesi; “Marka sahibi, sonraki tarihli bir markanın kullanıldığını bildiği veya bilmesi gerektiği hâlde bu duruma birbirini izleyen beş yıl boyunca sessiz kalmışsa, sonraki tarihli marka tescili kötü niyetli olmadıkça, markasını hükümsüzlük gerekçesi olarak ileri süremez” hükmünü haizdir. Buna göre marka hükümsüzlük davalarında sessiz kalma yoluyla hak kaybı ilkesinin uygulanabilmesi için beş yıllık sürenin geçmiş olması gerekmektedir. Ancak somut olay yönünden mevzuatta bir süre belirlemesi bulunmadığından TMK’nın 2. maddesi de gözetilmek suretiyle her somut olayın özellikleri dikkate alınarak sürenin belirlenmesi gerekmekte olup, uygulamada genellikle bu süre beş yıl olarak yerleşmiştir. Hemen belirtilmelidir ki; sessiz kalma sebebiyle dava açılamayacağı yönündeki savunma bir def’i olmayıp itirazdır. Zira sessiz kalma yoluyla hak kaybı ilkesinin dayanağı TMK’nın 2. maddesi olduğuna göre, dava açılması açıkça hakkın kötüye kullanılması niteliğinde ise ve bu durum dava dosyasından ortaya konulabiliyorsa, sessiz kalma yoluyla hak kaybı bir itiraz olarak kabul edilip hâkim tarafından resen dikkate alınmalıdır. Keza TMK’nın 2/2. maddesi gereğince bir hakkın açıkça kötüye kullanılmasını hukuk düzeni korumaz. Yukarıdaki açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde, mevcut delillere ve denetime elverişli bilirkişi raporuna göre, davalıya ait … tescil numarası ile “…” ibaresini 16.08.2005 tarihinde TPE nezdinde tescil ettirmiş olduğunu, davacının ise eldeki davayı 04.01.2016 tarihinde ikame ettiği, her iki markanın tescil tarihleri dikkate alındığında davalının kötü niyetli olduğuna dair dosyaya yansıyan bir delilin bulunmadığı, aradan geçen 15 yıl boyunca davacının markasını çekişmesiz bir biçimde kullanmasına sessiz kalarak dava hakkını kaybettiği bu sebeplerle davacı vekilinin istinaf talebinin reddine karar verilmesi gerekmiştir. Dosya içeriğine, tarafların karşılıklı iddia ve savunmalarına, dayandıkları belgelere, hukuki ilişkinin nitelendirilmesine, dosyadaki tespitlere ve uyuşmazlığa uygulanması gereken hukuk kurallarına göre, 6100 Sayılı HMK’nın 355. maddesi gereğince istinaf sebepleriyle sınırlı olarak yapılan inceleme sonucunda ilk derece mahkemesi kararında esas yönünden yasaya aykırılık bulunmadığı anlaşılmakla, davacı vekilinin istinaf talebinin, 6100 Sayılı HMK’nın 353/1-b/1. maddesi gereğince esastan reddine karar verilmesi gerektiği kanaat ve sonucuna varılarak aşağıdaki hüküm kurulmuştur.
HÜKÜM: Gerekçesi yukarıda açıklandığı üzere; 1- Usûl ve yasaya uygun Bakırköy 2. Fikri ve Sınaî Haklar Hukuk Mahkemesi’nin 22/03/2017 tarih ve 2016/1 E., 2017/82 K. sayılı kararına karşı davacı vekili tarafından yapılan istinaf talebinin 6100 Sayılı HMK’nın 353/1-b/1. maddesi gereğince ESASTAN REDDİNE, 2- 492 Sayılı Harçlar Kanunu gereğince alınması gereken 80,70 TL maktu istinaf karar ve ilam harcından peşin yatırılan 35,90 TL harcın mahsubu ile bakiye 44,80 TL harcın davacıdan tahsiliyle Hazineye gelir kaydedilmesine, 3- Davacı tarafça istinaf aşamasında yapılan yargılama giderlerinin üzerinde bırakılmasına, 4- İncelemenin duruşmasız olarak yapılması sebebiyle taraflar yararına vekalet ücreti tayinine yer olmadığına, 5- Taraflarca yatırılan gider avansından harcanmayan kısmın karar kesinleştiğinde iadesine, Dosya üzerinde yapılan inceleme sonucunda, 20/07/2017 tarih ve 7035 Sayılı Kanunun 31. maddesiyle değişik 6100 Sayılı HMK’nın 361/1. maddesi gereğince, kararın tebliğinden itibaren 2 hafta içerisinde Yargıtay’a temyiz başvurusunda bulunma yolu açık olmak üzere, oy birliğiyle karar verildi. 09/06/2022