Emsal Mahkeme Kararı İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 43. Hukuk Dairesi 2022/1993 E. 2023/465 K. 04.05.2023 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı henüz kesinleşmemiştir. Yararlı olması amacıyla eklenmiştir.

T.C.
İSTANBUL
BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ
43. HUKUK DAİRESİ
DOSYA NO: 2022/1993
KARAR NO: 2023/465
T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
İ S T İ N A F K A R A R I
İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ: İSTANBUL 5. ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ
TARİHİ: 13/10/2022
NUMARASI: 2022/166 Esas – 2022/654 Karar
DAVA: Banka Dışındaki Diğer Kredi Kuruluşlarına İlişkin Düzenlemelerden Kaynaklanan (Tazminat)
İSTİNAF KARAR TARİHİ: 07/05/2023
Taraflar arasında görülen dava neticesinde ilk derece mahkemesince verilen hükmün davalılar vekili tarafından istinaf edilmesi üzerine düzenlenen rapor ve dosya kapsamı incelenip gereği görüşülüp düşünüldü:
TARAFLARIN İDDİA VE SAVUNMALARININ ÖZETİ:
DAVA: Davacı vekili dava dilekçesinde özetle; davalı …’ün 07/07/2014-01/07/2015 tarihleri arasında … A.Ş.’nin Kobi Satış ve Pazarlamadan sorumlu Genel Müdür Yardımcısı, davalı …’in 01/04/2011-03/08/2015 tarihleri arasında … A.Ş.’nin Kurumsal ve Ticari Kredilerinden sorumlu Genel Müdür Yardımcısı, davalı …’in ise 08/07/2011-14/08/2015 tarihleri arasında … A.Ş.nin Operasyondan sorumlu Genel Müdür Yardımcısı olarak görev yaptıklarını, … A.Ş. Müşterilerinden … San. ve Tic. Ltd. Şti. Firması tarafından muhtelif firmalara herhangi bir iş karşılığında düzenlenmemiş, muhteviyatı itibariyle yanıltıcı olan faturaların …’e ibraz edimesi ve söz konusu sahte faturaların temlik alınması suretiyle … tarafından … firmasına kredi kullandırıldığının anlaşılması üzerine … A.Ş. Teftiş Kurulu Başkanlığı tarafından konunun incelemeye alındığını ve yapılan kapsamlı inceleme sonucunda 02/09/2015 tarih … nolu … Soruşturma Raporu tanzim edildiğini, söz konusu raporda … firmasının müşterilerinden olan …Teknoloji ve … Teknoloji Tekn. Ürn. A.Ş. Firmalarına hitaben fatura düzenlemesi ve bu faturaları …’e temlik etmesi karşılığında kredi kullandığı, yapılan incelemeler neticesinde faturaların önemli bir bölümünün herhangi bir iş karşılğında düzenlenmediği, yanıltıcı olduğu, … firmasının faturalar karşılığında …’den krediler kullandığı, fatura borçlusu şirketler tarafından bahse konu fatura ödenmediği, bu yolla … firmasının …’i dolandırdığı ve ayrıca … şirket Yönetici Müdürlerinin birçok noktadaki ihtimalleri neticesinde dolandırıcılığın zamanında tespit edilmediği ve sonuç olarak …’in çok büyük maddi zarara uğradığının ayrıntılı bir şekilde tespit edildiğini, raporun A maddesinde … firmasının hakim ortağı …’nun gerçek bir ticari ilişkiden kaynaklanmayan …, … ve … firmalarına hitaben keşide edilen ama bu firmaların kayıtlarında bulunmadığı anlaşılan 40 adette toplam 18.042,445 USD ve 12.885,600 TL tutarındaki sahte faturayı …’e temlik ettiği ve temlik etmiş olduğu bu faturalarla …’ten 44.324.918 TL kredi kullanmak suretiyle …’i dolandırdığının belirtildiğini, raporda davalıların dolandırıcılık eylemine karşı görevlerini yerine getirmedikleri, bir çok ihmallerde bulundukları delillendirildiğini, davalı yöneticilerin tespit edilen zararın doğmasına neden olan ihmalleri tek tek sayıldığını, bunların; firma borçlu sayısı az olmasına karşın teyitsiz çalışıldığını, firma ticari ilişkilerinin niteliğinin sorgulanmadığını, fatura vadelerinin dayanıksız bir şekilde ötelendiğini, mutabakat metinlerinin borçlu firmalar tarafından düzenlendiğinin teyit edilmediğini, firmanın yıllık revizyonunun yapılmadığını, firmanın mali yapısındaki bozulmaya rağmen kredi kullandırılmaya devam edildiğini, davalıların yönetsel olarak yapması gereken hususlarda ihmal göstererek şirketin zarara uğramasına sebebiyet verdiklerini, davalıların özen ve bağlılık yükümlülüğüne aykırı hareket ettiklerini, duruma uygun araştırma yapmadıkları, ilgililerden bilgi almadıkları ve şirket yönetim kurulan ellerinde olan bilgileri de aktarmayarak TTK 369. Maddesinde doğan yükümlülüklerine aykırı davrandıkları tespit olunduğundan … şirketine vermiş oldukları zarardan sorumlu olduklarının sabit olduğunu, davalıların esas sözleşmeden kaynaklanan yükümlülüklerini kusurlarıyla ihlal ettiklerini, bu nedenle şirket zararından sorumlu olduklarını, davalıların …’in uğramış olduğu zararı ödemekle yükümlü olduklarını belirterek fazlaya ilişkin dava ve talep hakkı saklı kalmak kaydıyla davanın kabulüne, şimdilik 10.000,00 TL maddi teminatın davalılardan müştereken ve müteselsilen işleyecek avans faiziyle tahsili ile davacıya ödenmesine karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
CEVAP: Davalılar vekili cevap dilekçesinde özetle; müvekkillerinin davacı kurum bünyesinde çalıştıkları süre boyunca üstlerinin emir ve talimatlarına uygun davrandığını, dikkatli ve tedbirli bir yöneticiden beklenebilecek özeni gösterdiklerini, sorumluluklarını doğuracak herhangi bir eylem ya da ihmalde bulunmadıklarını, ortaya çıktığı iddia edilen zararın davacı şirket yönetim kurulunun aldığı “iş adamı kararları” sebebiyle Faktoring işlemlerini doğası gereği bulunan riski kabul etmesinden doğduğunu, davalı müvekkillerinin sürecin her aşamasında davacı şirket yönetim kurulu emir ve talimatlarına uygun olarak hareket ettiklerini, iddia edilen zararın her faktoring şirketinin faaliyetlerindeki en olağan risk olan “verdiği krediyi geri tahsil edememe” riski ile ilgili olduğunu, Yönetim Kurulu ve davalılarının …’in halihazırda kabul ettiği bu risk çemberi içerisinde hareket ettiğini, müvekkillerinin hem kredilenin ilk tesis edildiği andan itibaren ödeme sorunlarının çıktığı zamandan sonrasına kadar üstlerinin talimatları doğrultusunda veya onların bilgisi dahilinde hareket ettiklerini, hem de …’i sorun çıktığı andan itibaren sıkı takibe aldıklarını ve şirket kuralları dahilinde davranarak ilgili sorunların riskini en aza indirmek için ek teminatlar aldıkları göz önüne alındığında kendilerinden beklenmesi gerektiği ölçüde davrandıklarını ve herhangi bir sorumluluklarının olmadığının açıkça görüleceğini, …’e Tahsilat Yönetim Usulü ile kredi kullandırılması ve sonrasında alınan kararların ticari kararlar olduğunu, TTK M. 369’un gerekçesinin ifadesi ile “iş adamı kararları” olduğunu, dava dilekçesinde dayanak yapılan … Teftiş Kurul soruşturma raporunun tek taraflı ve olayı tüm yönleri ile sorgulamayan bir belge niteliğinde olduğunu, kimsenin kendi düzenlediği belgeye kendi lehine delil olarak dayanamayacağını, ana prensibi karşısında söz konusu soruşturma raporunun huzurdaki davaya esas alınmasının mümkün olmadığını, söz konusu iddia edilen zarar ile davalıların filleri arasında illiyet bağının da kurulamaması dikkate alınarak huzurdaki davanın reddi gerektiğini belirterek davacı tarafından Genel Kurul Kararı süresi içerisinde sunulmadığı ve 2 haftalık kesin süre kaçırıldığı için dosyanın usulden reddine ve davanın pasif husumet nedeniyle reddine karar verilmesini talep etmiştir.
İLK DERECE MAHKEMESİ KARARI: İstinaf incelemesine konu kararı veren ilk derece Mahkemesince eldeki dava hakkında yapılan yargılama sonunda; “…Tüm dosya kapsamının ve delillerin değerlendirilmesi sonucunda davacı ile davalılar arasında işçi işveren ilişkisi olduğu davaya bakmakla görevli mahkemenin 5521 sayılı iş mahkemeleri kanunun 1. Maddesi uyarınca İş Mahkemeleri olduğu, görevin yargılamanın her aşamasında mahkemece resen araştırılması gerektiği anlaşıldığından HMK 114/C ve 115 maddeleri uyarınca Mahkememizin görevsizliğine, İstanbul İş Mahkemelerinin görevli olduğuna, karar kesinleştiğinde ve talep halinde dosyanın görevli Nöbetçi İstanbul İş Mahkemesine gönderilmesine” karar verilmiştir. Bu karara karşı davalılar vekili tarafından istinaf başvurusunda bulunulmuştur.
İLERİ SÜRÜLEN İSTİNAF SEBEPLERİ: Davalılar vekili istinaf dilekçesinde özetle; dava konusu uyuşmazlığın iş akdinden ya da İş Kanunu’na dayalı hak iddialarından kaynaklanmadığını, en genel anlamıyla bir yönetici sorumluluk davası olduğunu, ihtilafın çözümlenmesinde görevli mahkemenin asliye ticaret mahkemeleri olması gerektiğini, davacı şirket ile müvekkiller arasında iş sözleşmesi akdedildiğini, taraflar arasında iş sözleşmesi bulunsa dahi uyuşmazlığın TTK madde 553 uyarınca açılan sorumluluk davası olması nedeni ile asliye ticaret mahkemelerinin görevli olması gerektiğinin TTK hükümleri ve Yargıtay’ın yerleşik içtihatlarında da sabit olduğunu, bu yönü ile görevsizlik kararının ve gerekçesinin yerinde olmadığını, ayrıca davacı tarafça dosya kapsamına sunulan belgeler ile müvekkillerinin davacı şirketin birinci derece imza yetkilileri, dolayısıyla icracı müdür olduklarını, gerekçeli karar incelendiğinde yerel mahkemenin de bu hususu tespit ettiğini, bu duruma rağmen görevli mahkemenin iş mahkemeleri olması gerektiğine karar verildiğini, yerel mahkeme kararının TTK’da belirtilen ve mutlak ticari davalar için görevli mahkemeyi düzenleyen hükümlerine, yerleşik yargı içtihatlarına aykırı olduğunu, belirtilen sebepler neticesinde yerel mahkeme kararının kaldırılmasını, davanın reddine karar verilmesini ve yargılama giderleri ile vekalet ücretinin davacı taraf üzerinde bırakılması gerektiğini ileri sürmüştür. Davacı vekili istinafa cevap dilekçesinde özetle; davalıların öncelikle iş sözleşmesi ve İş Kanunu hükümleri uyarınca sorumlu tutulmaları gerektiğini, aksinin kabulü kanunun amacına aykırılık oluşturacağını, davalıların müvekkili şirket bünyesinde kendi iş kollarını dahi tek başına temsil yetkisinin bulunmadığını, davalıların hukuki/kişisel olarak bağımlı ve talimatlara uygun hareket etmekle yükümlü olduklarını, somut davadan ve davalı tarafın beyanlarından da anlaşılacağı üzere davalıların emir ve talimatlar doğrultusunda hareket etmekte olduklarını, yaptıkları iş süreçleri ve sonuçlarının üstleri tarafından denetlendiğini, davalıların gerçek anlamda ortak olmadıkça, bağımsız hareket etmedikçe ve murahhas üye olmadığı sürece iş ilişkisi kapsamında çalıştığının kabulü gerektiğini, görevin kamu düzenine ilişkin olduğunu, yargılamanın her aşamasında ileri sürülebilecek bir itiraz olduğu gibi dikkate alınması gerektiğini, somut olayda görevli mahkemelerin iş mahkemeleri olduğunu, belirtilen sebepler neticesinde davalılar vekili tarafından yapılan istinaf başvurusunun reddine karar verilmesini ve yargılama giderleri ile vekalet ücretinin karşı taraf üzerinde bırakılmasını talep ve beyan etmiştir.
GEREKÇE: Dava, yöneticiler aleyhine açılan sorumluluk davasıdır. İlk derece mahkemesince, davanın kısmen kabulüne dair verilen kararın istinafı üzerine dairemizin 2020/681 Esas, 2022/62 Karar sayılı ilamıyla: “Dava konusu faktoring işlemlerinin gerçekleştiği (2013-2014) tarihlerinde yürürlükte olan somut olaya uygulanması gereken 6102 sayılı TTK. m.553/1: “Kurucular, yönetim kurulu üyeleri, yöneticiler ve tasfiye memurları, kanundan ve esas sözleşmeden doğan yükümlülüklerini kusurlarıyla ihlal ettikleri takdirde, hem şirkete hem pay sahiplerine hem de şirket alacaklılarına karşı verdikleri zarardan sorumludurlar.” demektedir. Maddenin bu fıkrasında bahsi geçen kişilerin kusurları ile ihlal ettileri durumlardaki sorumluluklarından bahsedilmektedir. 6102 sayılı TTK’da 6762 sayılı TTK’dan farklı olarak, kasten ve ihmal neticesinde ifadesi yerine kusur kavramı kullanılmıştır. TTK’da 26/06/2012 tarihli ve 6335 sayılı Kanunun 41’inci maddesiyle değişiklik yapılarak “kusurlarının bulunmadığını ispatlamadıkça,” ibaresi madde metninden çıkarılmıştır. Bu sayede sorumluluğun kusur sorumluluğu olduğu belirtilmiş, ispat yükü de yönetim kurulu üyelerine ait olmaktan çıkmış, davacıya yüklenmiştir. TTK.’da sorumluluğu öngörülen kişilerin kendi kusurunun diğerlerinden daha az veya farklı olduğunu öne sürme olanağını tanıyan farklılaştırılmış teselsül kabul edilmiştir. TTK m.553/1 hükmü gereği, sorumlu tutulabilecek kişiler şirketin yönetimiyle ilgili organlarıdır. Bu bakımdan anonim şirketin idaresi ve temsili ehliyeti ile donatılmış yönetim kurulu ve üyeleri bu kapsamda olduğu gibi, ayrıca, yönetim kurulunun görev ve yetkilerini usulüne uygun bir biçimde devrettiği kişiler de buna girmektedir. Bu bağlamda, bu kişiler yetki devri sayesinde, esasen yönetim kuruluna bırakılmış alanlarda şirket idaresinin oluşumunu önemli ölçüde tek başlarına belirlerler.Dosya kapsamından, davacı şirketin hiyerarşik yapılanmasının yönetim kurulu, onun altında genel müdür, onun altında genel müdür yardımcıları ve onların altında da bölüm müdürleri ve birim yönetmenleri şeklinde gerçekleştiği, şirketin ana iştigal konusunu teşkil eden finansman kararlarının genel çerçevesinin aralarında dava dışı Genel Müdür ve aynı zamanda şirket yönetim kurulu üyesi … ve diğer üç yönetim kurulu üyesinden müteşekkil Kredi Komitesi tarafından belirlendiği, dava konusu faktoring işlemlerine dayanak teşkil eden Kredi Komitesi kararlarında, davalıların takdim eden konumunda oldukları görülmektedir. Dolayısıyla dava dışı …’ın icracı müdür olduğu tartışmasız ise de, genel müdür yardımcısı pozisyonundaki davalıların icracı müdür niteliğinde olup olmadığı dosya kapsamından anlaşılamadığı gibi, bilirkişi raporunda bu yönde tespit ve değerlendirmeye yer verilmemiştir. Kaldı ki, yargılama sırasında dosyaya sunulan taraflar vekillerinin yazılı beyanlarından, davalıların icracı müdür olmadıkları, talimatla hareket ettikleri ileri sürülmüştür. Hal böyle olmasına karşın, ilk derece mahkemesinin gerekçesinde, davalıların icracı müdür oldukları şeklindeki tespitine nasıl ve hangi gerekçe ile ulaşıldığı anlaşılamamıştır. Bu durumda, ilk derece mahkemesince, davalıların icracı müdür olup olmadığı araştırılarak, icracı müdür olmadığı sonucuna ulaşılması halinde ise, 5521 sayılı İş Mahkemeleri Kanunu’nun 1. maddesi gereğince, ‘İş Kanunu’na göre işçi sayılan kimselerle işveren veya işveren vekilleri arasında iş akdinden veya İş Kanunu’na dayalı her türlü hak iddialarından doğan hukuk uyuşmazlıklarının çözümünde İş Mahkemeleri görevlidir.’ hükmü gereği, iş mahkemesinin görevli olduğu gözetilerek sonucuna göre bir karar verilmesi gerekir.” gerekçesiyle kaldırılmasına karar verilmiştir. İlk derece mahkemesince kaldırma kararı sonrası davacılara ait hizmet sözleşmeleri, SSK kayıtları, davacı şirket iç yönergesi, şirket ana sözleşmesi dosyaya alınıp, yargılama yürütülerek eldeki uyuşmazlığın çözüm yerinin iş mahkemeleri olduğu gerekçesi ile görevsizlik kararı verilmiş, bu karara davalılar vekilince istinaf başvurusunda bulunulmuştur.İstinaf incelemesine konu uyuşmazlık temelde eldeki davada hangi mahkemenin görevli olduğu hususudur.Kaldırma kararı sonrası dosyaya kazandırılan belgelerden davalıların genel müdür yardımcısı statüsünde bulundukları, davacı şirketle ilişkilerinin “hizmet sözleşmesi” kapsamında olduğu, sözleşmenin içeriğine göre işverenin talimatları doğrultusunda, özenle ve bağlılık ile işlem yapacakları, talimat, yönetmelik, tamim ve sirküleri aynen uygulamakla yükümlü oldukları düzenlemelerinin bulunduğu belirlenmiştir Yargıtay 9. Hukuk Dairesinin 2015/25954 Esas – 2015/28123 Karar sayılı ilamında belirtildiği gibi iş sözleşmesini belirleyen ölçüt hukukî-kişisel bağımlılıktır. Gerçek anlamda hukukî bağımlılık işçinin işin yürütümüne ve işyerindeki talimatlara uyma yükümlülüğünü içerir. İşçi edimini işverenin karar ve talimatları çerçevesinde yerine getirir. İşçinin işverene karşı kişisel bağımlılığı ön plana çıkmaktadır. İş sözleşmesinde bağımlılık unsurunun içeriğini, işçinin işverenin talimatlarına göre hareket etmesi ve iş sürecinin ve sonuçlarının işveren tarafından denetlenmesi oluşturmaktadır. İşin işverene ait işyerinde görülmesi, malzemenin işveren tarafından sağlanması, iş görenin işin görülme tarzı bakımından iş sahibinden talimat alması, işin iş sahibi veya bir yardımcısı tarafından kontrol edilmesi, işçinin bir sermaye koymadan ve kendine ait bir organizasyonu olmadan faaliyet göstermesi, ücretin ödenme şekli, kişisel bağımlılığın tespitinde dikkate alınacak yardımcı olgulardır. Bu belirtilerin hiçbiri tek başına kesin ölçüt teşkil etmez. İşçinin işverenin belirlediği koşullarda çalışırken kendi yaratıcı gücünü kullanması ve işverenin isteği doğrultusunda işin yapılması için serbest hareket etmesi bağımlılık ilişkisini ortadan kaldırmaz. Çalışanın işyerinde kullanılan üretim araçlarına sahip olup olmaması, kâr ve zarara katılıp katılmaması, karar verme özgürlüğüne sahip bulunup bulunmaması bağımlılık unsuru açısından önemlidir. İş sözleşmesinde işçi işveren için belirli veya belirsiz süreli olarak çalışır. Vekâlet sözleşmesinde ise vekil kural olarak uzmanlığı bakımından iş sahibinin talimatları ile bağlı değildir. İş sözleşmesinin varlığı ücretin ödenmesini gerektirir. Oysa vekâlet için ücret zorunlu bir öğe değildir. Vekâlet sözleşmesine ilişkin hükümlerde iş sözleşmesinin aksine sosyal nitelikte edimlere ve koruma yükümlülüklerine rastlanmaz. Vekil bağımsız olarak iş görür, bu nedenle faaliyetini sürdüreceği zamanı belirlemede kısmen de olsa serbestliğe sahiptir. Bütün zamanını tek bir müvekkile özgülemek zorunda olmayan vekil, farklı kişilerle vekâlet sözleşmeleri yapabilir. Ekonomik olarak tek bir işverene bağımlı değildir. Tüzel kişilerde yönetim hakkı ile emir ve talimat verme yetkisi organlarını oluşturan kişiler aracılığıyla kullanılır. Tüzel kişiler yönünden tüzel kişinin kendisi soyut işveren, tüzel kişinin organını oluşturan kişiler ise somut işveren sıfatını haizdir. Ticaret şirketleriyle tüzel kişilerde somut işveren sıfatını taşıyan organ bir kurul olabileceği gibi tek başına bir kişiye verilen yetki çerçevesinde gerçek kişinin de organ sıfatını kazanması mümkündür. Limited, hisseli komandit ve kolektif şirketlerde yönetim yetkisi şirket ortaklarından birine bırakıldığında, bu kişi müdür sıfatıyla kişi-organ sayılır. Türk Ticaret Kanununun 319 uncu maddesine göre, anonim şirketler yönünden yönetim ve temsil yetkisinin yönetim kurulu üyelerine bırakılması halinde, bu kişi veya kişiler kişi-organ sıfatını kazanır. Şirketi temsil ve yönetime yetkili kişi-organ sıfatını taşıyan kişiler işveren konumunda bulunduklarından işçi sayılmazlar. İş Kanununa tabi genel müdür olarak çalışanların aynı zamanda yönetim kurulu üyesi olmaları halinde kişi-organ statüsünü taşıyıp taşımadıklarının araştırılması gerekir. Genel müdürün organ sıfatını kazanmaksızın yönetim kurulu üyesi olması halinde, “genel müdürlük görevi” sebebiyle iş ilişkisinin devam ettiği sonucuna varılmalıdır. Buna karşın şirketi temsil ve ilzama yetkili kişi-organ sıfatı kazanılmışsa, işçi ve işveren sıfatı aynı kişide birleşemeyeceğinden iş ilişkisinin bulunmadığı kabul edilmelidir. 5521 sayılı İş Mahkemeleri Kanununun 1 inci maddesine göre, iş mahkemelerinin görevi “İş Kanununa göre işçi sayılan kimselerle işveren veya işveren vekilleri arasında iş akdinden veya iş Kanununa dayanan her türlü hak iddialarından doğan hukuk uyuşmazlıklarının çözülmesi”dir. İşçi sıfatını taşımayan kişinin talepleriyle ilgili davanın, iş mahkemesi yerine genel görevli mahkemelerde görülmesi gerekir. Somut olayda; Dosya arasına alınan iç yönerge ile her ne kadar davalı genel müdür yardımcılarına yapılacak işlemin niteliğine göre birden çok kişi ile birlikte müştereken kullanmak şartıyla 1. Derece imza yetkisi verilmiş ise de verilen yetkinin yönetim organının yetkilerini devir mahiyetinde olmadığı, 6102 sayılı TTK 370/2 maddesi gereği temsil yetkisinin devri mahiyetinde olduğu, yine aynı yasanın 371/7 maddesi “(7) (Ek: 10/9/2014 – 6552/131 md.) Yönetim kurulu, yukarıda belirtilen temsilciler dışında, temsile yetkili olmayan yönetim kurulu üyelerini veya şirkete hizmet akdi ile bağlı olanları sınırlı yetkiye sahip ticari vekil veya diğer tacir yardımcıları olarak atayabilir. Bu şekilde atanacak olanların görev ve yetkileri, 367 nci maddeye göre hazırlanacak iç yönergede açıkça belirlenir. Bu durumda iç yönergenin tescil ve ilanı zorunludur. İç yönerge ile ticari vekil ve diğer tacir yardımcıları atanamaz. Bu fıkra uyarınca yetkilendirilen ticari vekil veya diğer tacir yardımcıları da ticaret siciline tescil ve ilan edilir. Bu kişilerin, şirkete ve üçüncü kişilere verecekleri her tür zarardan dolayı yönetim kurulu müteselsilen sorumludur.”düzenlemesini içerdiği, davalıların organ sıfatıyla işlem yapmadıkları, yargılama konusu sorumluluğu doğurduğu iddia edilen olayda da davalıların karar merciinde olmayıp veriyi hazırlayıp kredi komitesine sunmak şeklindeki görevlerinin ihlal ediliğinin ileri sürüldüğü, bu durumda ticari temsilcinin gerçek anlamda ortak olmadıkça, bağımsız hareket etmedikçe ve murahhas üye olmadığı sürece, iş ilişkisi kapsamında çalıştığının kabulünün gerektiği, ticari temsilci olan, genel müdür veya müdür ile tacir olan kişi arasında çıkan uyuşmazlıkların iş ilişkisi olması halinde uyuşmazlığın 6102 sayılı TTK.’nun 5/1 maddesi yollaması nedeni ile 5521 sayılı İş Mahkemeleri Kanunu’nun 1. maddesi uyarınca iş mahkemesinde görülmesi gerektiği anlaşılmakla ilk derece mahkemesince görevsizlik kararı verilmesinde bir isabetsizlik bulunmamaktadır. HMK’nın 355. Maddesi uyarınca kamu düzenine aykırılık ve istinaf dilekçesinde belirtilen sebeplerle sınırlı olarak yapılan istinaf incelemesi sonunda; ilk derece mahkemesi kararının usul ve esas yönünden hukuka uygun olduğu anlaşıldığından Davalı vekilinin yerinde görülmeyen istinaf başvurusunun reddine karar verilmiştir.
KARAR: Yukarıda ayrıntısı ile açıklanan nedenlerle;1-Davalılar vekilinin istinaf başvurusunun HMK’nın 353(1)b-1 maddesi uyarınca ESASTAN REDDİNE, 2-Davalılar tarafından başvuru sırasında peşin olarak yatırılan 783,10 TL nispi ve 80,70 TL maktu olmak üzere toplam 863,80 TL harcın, alınması gerekli olan 683,10 TL harçtan mahsubu ile fazla yatırılan 180,70 TL istinaf karar harcının istemi halinde davalılara iadesine,3-Davalılar tarafından istinaf aşamasında yapılan yargılama giderlerinin kendi üzerinde bırakılmasına, Dair, dosya üzerinden yapılan inceleme sonunda, HMK’nın 362(1)a maddesi uyarınca kesin olarak oy birliğiyle karar verildi.07/05/2023