Emsal Mahkeme Kararı İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 43. Hukuk Dairesi 2022/1028 E. 2022/955 K. 20.09.2022 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı henüz kesinleşmemiştir. Yararlı olması amacıyla eklenmiştir.

T.C.
İSTANBUL
BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ
43. HUKUK DAİRESİ
DOSYA NO: 2022/1028
KARAR NO: 2022/955
T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
İ S T İ N A F K A R A R I
İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ: BAKIRKÖY 3. ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ
TARİHİ: 14/02/2022
NUMARASI: 2021/894 Esas – 2022/163 Karar
DAVA: Tespit
İSTİNAF KARAR TARİHİ: 20/09/2022
Taraflar arasında görülen dava neticesinde ilk derece mahkemesince verilen hükmün davacı vekilince istinaf edilmesi üzerine düzenlenen rapor ve dosya kapsamı incelenip gereği görüşülüp düşünüldü;
TARAFLARIN İDDİA VE SAVUNMALARININ ÖZETİ
DAVA: Davacı vekili dava dilekçesinde özetle; müvekkili …’ün davalı …’ün eşi olup tarafların evlilik tarihinin 18.03.2015 olduğunu, tarafların gönül ilişkisi evvelden başladığını, bu birliktelikten 16.09.2004 doğum tarihli … ve 19.09.2008 doğum tarihli …’ün doğduğunu, taraflar arasında evlilik birliği kurulmadan hemen evvel davalı … 12.03.2015 tarihinde eski eşi …’den anlaşmalı olarak boşandığını, boşanma sırasında … kendi üzerinde kayıtlı olan ve ilk eşinden oğlu … adına kayıtlı ancak aslen davalı …’e ait taşınmazları ve diğer taşınmazlarını tamamen eski eşine devrederek boşandığını, davalı …, 09.05.2016 tarihinde öz yeğenleri olan davalılar … ve …’ye ait davalı şirket; … Limited Şirketi (… Ltd. Olarak anılacaktır) ait %50 hisseleri görünen kadarıyla cüzi bir bedel karşılığında satın aldığını müvekkiline beyan ettiğini, bu hisse devriyle ilgili olarak her ne kadar davalılara beher başına 5.000.TL ödediğini beyan etse de ; bu bedelin gerçek olmadığını, Hülasa davalı kendi öz yeğenlerinden (…- …) görünürde 5.000.-TL (beşbin Türk Lirası) aslen bedelsiz satın aldığı bu hisse sözleşmelerini akdettikten uzunca bir müddet müvekkilinden gizlemiş bu hisse bedelleri karşılığında ne kadar bedel ödediğini halen açıklamadığını, davalı …, bu şirket hisse devir sözleşmesini yaptıktan hemen sonra, o dönem başkaca ortağı olduğu … A.Ş. Şirketindeki ortağı ile sorunlar yaşamaya başladığını, kendisinin unutkanlığından faydalanmak suretiyle tüm malvarlığını bedelsiz olarak üzerine geçirdiğini, bunun dışında şirkette haberi olmadan bir takım sözleşmeler ve evraklar imzalattıklarını, bazı kredi sözleşmelerine şahsi kefalet imzası verdiğini, bunları hatırlamadığını, yaptığı bu sözleşmelerden çok pişman olduğunu ve aile malvarlıklarının bu yolla tükendiğini, tamamen bahsedilen ortağının başını derde sokacak işlere bulaştırdığı ve kendisinin hastalık derecesinde unutkanlık problemi çektiği gerekçesi ile müvekkilinin iradesini fesada uğratıp kendisi hakkında vesayet davası açarak imza yetkisinin kısıtlanması yolu ile, daha evvel imza ettiği sözleşme ve taahhütlerden bu yolla kurtulmayı amaçladığını, tüm bu nedenlerle müvekkili, eşi davalı …’ün hakkında İstanbul Anadolu 2.Sulh Hukuk Mahkemesi’nde dava açarak davalı …’ün arada unutkanlığı olduğundan bahisle kısıtlanmasını talep ettiğini, Hemen akabinde aynı dava dosyasına Davalı …’ün verdiği bilgi ile ilk eşinden olan çocukları …, … ve … müdahale talebinde bulunarak babalarına vasi tayin edilmek istediklerini, ancak bahsedilen vesayet dava dosyasında Haydarpaşa Numune Hastanesi’ne yönlendirilen Davalı … herhangi akıl zayıflığı olmadığı bu nedenle vesayet altına alınmaması gerektiğine ilişkin sağlık heyet raporu tanzim edildiğinden hakkındaki bu dava reddedildiğini, ancak … ‘ün ilk eşinden olan ve davaya asli müdahil olarak katılan çocukları tarafından bu kararın istinaf edildiğini, davalı … ise, davaya konu sözleşmeyi imza ettikten hemen sonra 24.03.2017 tarihinde … Ltd. Şti.’yi kurarak , müvekkili olan eşini %90 ortak yaptığını, üzerine kayıt edilen Hastane Binasının yarısının kira bedelini bu şirket üzerinden tahsilini sağladığını, şirket adına ve hesabına gelen kira bedellerinin ise şirket elemanlarına elden nakden çektirip daha evvel taahhüt ettiği sözlü ve yazılı borçlanmalarına ödediğini belirttiğini, Davalı …; bu borçlarından birisinin de davaya konu limited şirket sözleşmesinin devri nedeniyle kendi özyeğenleri olan davalılar … ve …’ ye taahüt ettiği bedellerin elden nakten ödemesi olarak izah ettiğini, davalı …, müvekkili ile kurduğu … Ltd. …nin vergi ve kamu borçlarını ödemediğini, bu borçlarında şirket dolayısıyla %90ortak eşi üzerinde kalmasını sağladığını, davalı …’ün 09.05.2016 tarihli Üsküdar … Noterliği; … ve … yevmiye numaralı “Limited Şirket Pay Devri Sözleşmeleri” nden üstlendiği borçlarını ödediğini iddia ettiğini, davalı … eşi müvekkilimin iradesini yanıltarak; hakkında açtırdığı İstanbul 2. Sulh Hukuk Mahkemesi’nin 2018/1137E. Sayılı dava dosyası ile 16.01.2020 tarihinde kısıtlanmış; 19.03.2020 tarihli mahkeme kararı ile vesayet altına alınmasına karar verilmiştir. Bu kararla birlikte ilk eşinden doğan kızı … kendisine Vasi olarak atanmıştır. Devamında davalı vesayet korunmasına sığınarak tüm borçları ve ödemeleri müvekkilim üzerine yıkarak kızı ile yaşamaya başlamış ve kızı olan vasi … eli ile müvekkilime, davalı …’i “… Ltd.Şti.” isimli paravan (herhangi bir ticari iştigali olmadığını iddiası ile) aile şirketini kurmak suretiyle eşini dolandırdığı gerekçesi ve (Akıl zayıflığı olan kişinin nitelikli dolandırılması) şikayeti ile dava açmış ve hızla açılan dava neticesinde müvekkil …’ün İstanbul 4.Ağır Ceza Mahkemesinin 2020/ 318 E. sayılı dosyası ile eşini dolandıran kişi olarak kabulü sağlanmıştır. Halen Mahkeme kararı kesinleşmemiş olup istinaf kanun yolu aşamasındadır. Davaya konu dolandırıcılık eylemi davalı … ile …’ün kurdukları şirkete yatırılan kira bedellerinin … tarafından eşinin akıl zayıflığı olduğu sebebiyle ele geçirildiği iddiasıdır. Halbuki davaya konu limited şirket devir sözleşmelerinin tarihi 09.05.2016 tarihi olup Davacı … ve Davalı … tarafından kurulan aile şirketinin tarihi 24.03.2017 tarihidir. Davalı … hakkında kısıtlanması gerekliliğine ilişkin Erenköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Eğitim ve Araştırma Hastanesi (RHSH)’nin sağlık raporu tarihi ise 16.01.2020 tarihli olduğu, Ancak müvekkili, davalı …’ün kısıtlanmasının gerekli olmadığının, davalıların ortak bir amaç için birlikte hareket ederek müvekkilinden mal/para kaçırmak ile muvazaaları bulunduğunu anladığını, zira … kısıtlanmadan evvel müvekkiline … AŞ. Ve … Bank A.Ş. bankalarından şahsen kredi kullandırarak şahsi borçlarını davaya konu limited şirket hisse devrinden kaynaklanan borçlarını ödettiğini, müvekilinin davalı, … kızı vasisi … tarafından çokça savcılık şikayetine maaruz kalarak vesayet dava dosyasından çocuklarına dahi nafaka ödenmesine engel olduğunu, hatta Davalı Vasi … tarafların görüşlerinin engellenmesine dair İstanbul Anadolu 2. Sulh Hukuk Mahkemesi’nin 2018/1137 Esas Sayılı dava dosyasından yasaklanmasına dair karar aldırarak Davalı …’ün müvekkiline karşı boşanma davası açmasını sağladığını, Davalı … hemen karşı dava açarak müvekkilimi tüm ceza dosyalarında suçlu ilan ederek hem borçlu çıkmasını hem de herhangi bir bedel ödemeden, mal rejiminden kaynaklanan haklarını dahi almasına rıza göstermeden boşanmasına karar verilmesini talep ettiğini, bu esnada Davalı …, Davalı şirket … Ltd. Şti . Ye müdür tayin edilmesini talep ettiğini, hatta vesayet dava dosyasından bu şirket hisselerinin devri için yetki ve izin istediğini, bu gelişme üzerine davalıların eylem birliği içinde kendisinden mal ve para kaçırma niyeti olduğunu anlayan müvekkilinin vekili eli ile İstanbul Anadolu 15.Aile Mahkemesi’nin 2020/404 E. sayılı dosyasından tedbir talep ettiğini, kabul edildiğini beyanla müvekkilinin tüm davalılar hakkında hukuka aykırı eylemleri sebebiyle savcılık şikayet hakkını şimdilik saklı tutmakla ; davaya konu ; davalılar … – …- … arasında imza edilen 09.05.2016 tarihli Üsküdar … Noterliği; … ve … yevmiye numaralı “Limited Şirket Pay Devri Sözleşmeleri” nin “muvazaa- mutlak butlan” (Kesin Hükümsüzlük) nedeniyle iptalini, sözleşmeler gereği devri yapılan tüm bedel, taşınır ve taşınmaz malların sebepsiz zenginleşme hükümleri gereği hak sahiplerine iadesini, yargılama giderleri ile vekalet ücretinin davalılara tahmiline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
CEVAP: Davalı … vekili cevap dilekçesinde özetle; görevli mahkemenin Asliye Hukuk Mahkemelerinin olduğunu, eğer Asliye Ticaret Mahkemeleri görevli ise davacının arabuluculuğa başvurmadan açmış olduğu işbu davanın usulden reddine karar verilmesinin gerektiğini, harcın tamamlanmasının gerektiğini, davacının işbu davayı açmakta özünde taraf sıfatı bulunmadığını, hangi olguya hangi delil ile dayanıldığına ve davanın konusu ve özüne ilişkin HMK m. 119 f ve g bentleri uyarınca eksikliğin tamamlanması için davacıya 1 haftalık kesin süre verilmesini, işbu eksiklik tamamlandıktan sonra mezkur dava aile birliğine dayalı boşanma ve mal rejimi temelli bir alacak ise görevsizlik kararı verilmesinİ, ya da -TBK muvazaaya dayanıyorsa- yine görevsizlik kararı verilmesini, dava dilekçesindeki HMK m. 119 bağlamındaki eksiklikler tamanlanmaz ise davanın usulden reddine karar verilmesini, dava dilekçesinin sonuç ve istem kısmında da “MUVAZAA- MUTLAK BUTLAN” (Kesin Hükümsüzlük) nedeniyle iptali, Sözleşmeler gereği devri yapılan tüm bedel, taşınır ve taşınmaz malların SEBEPSİZ ZENGİNLEŞME hükümleri gereği hak sahiplerine iadesine” dendiği üzere mezkur dava maktu harca tabii bir tespit davasından ibaret olmayıp aynı zamanda bir ‘eda istemli bir dava” olduğundan ve dahi davacı aynı konulu yine muvazaaya dayalı protokol iptali ve iadeye yönelik hemen hemen aynı tarihlerdeki ve yine müvekkilin de tarafı oldugu bir başka davasını İstanbul 25. Asliye Hukuk Mahkemesi 2021/274 E. Sayılı Dosyada 100 Bin TL bedel üzerinden nispi harç ile açtıgından dolayı, ancak burada harçtan tasarruf etmek adına aynı konulu aynı içerikli işbu davasını bu sefer maktu harç ile açmaya çalıştıgı da açık oldugundan; harcın tamamlattırılmasını ve bu yönde kesin süre verilmesini, ispattan yoksun davanın usulden reddine veya görevsizlik kararı da verilmemesi halinde esasa yönelik inceleme yapılarak esastan reddini, HMK m. 329 uyarınca davanın kötü niyetli olduğunun tespiti ile öncelikle davacı aleyhine mahkeme aksi kanaatte olacak ise davacı vekili aleyhine üst hadden disiplin cezası tayinini, yargılama giderleri ve vekalet ücretinin her halükarda davacı üzerinde bırakılmasına karar verilmesini talep etmiştir. Davalı … ve … vekilinin cevap dilekçesinde özetle; davacı, eldeki davada sonuç olarak Üsküdar … Noterliği’nin 09.05.2016 tarihli … ve … yevmiye sayılı “Limited Şirket Pay Devri Sözleşmeleri”nin iptalini talep ettiğini, limited şirketler, tüzel kişiliği haiz sermaye şirketleri olduğunu, limited şirketi ortaklar kurulu ve usulünce yetkilendirilen ortaklar kurulu başkanı temsil ve ilzam ettiğini, usulüne uygun düzenlenmiş vekaletname ile vekil kılınan vekiller vekaletnamelerinde yazılı yetki alanlarında temsil ve ilzam ettiğini, somut olayda davacı …, dava dilekçesinde hem davalı, hemde dava konusu gösterdiği “…”nin dava tarihi itibariyle temsil ve ilzama yetkilisi veya eldeki davayı açmaya yetkili vekili olmadığını, öte yandan eldeki davada dava konusu edilen; hisse devri sözleşmesi olduğunu, limited şirketlerde hisse devrini, şirket hissesine sahip olan ortak yapabileceğini, limited şirket hissesine sahip olan ortağın hissesini / hisselerini hissedar olmayan kişiye / kişilere veya diğer hissedara / hissedarlara devretmesine hukuki bir engel bulunmadığını, dava dilekçesindeki iddialara göre, davalılardan …, sahip olduğu “…” hisselerinin bir kısmını davalılardan müvekkili … ile …’ye Üsküdar … Noterliği’nin 09.05.2016 tarihli … ve … yevmiye sayılı “Limited Şirket Pay Devri Sözleşmeleri” ile satıp devrettiğini, davacı …’ün, kendi adına açtığı eldeki davada bu devir sözleşmelerinin iptali ile devir sözleşmesinin taraflarının aldıklarını birbirlerine geri vermelerini talep ve dava etme hakkı, yetkisi ve aktif husumet ehliyeti bulunmadığını, davada, yalnızca davalılardan … ile … ve … arasında Üsküdar … Noterliğinin 09.05.2016 tarihli … ve … yevmiyeli “Limited Şirket Pay Devri Sözleşmeleri”nin iptali talep edildiği halde; devir sözleşmeleri ile hiç bir ilgisi bulunmadığı anlaşılan …’in ve devir sözleşmelerinin tarafı olmayan “…”nin de davalı gösterilmesi, eldeki davanın talep sonucuyla ilgisi bulunmayan birçok şirketin defter kayıt ve belgelerin celbinin istenmesi, alakasız taleplerde bulunulması, davada taraf olmayan ve eldeki davanın talep sonucuyla ilgisi bulunmayan gerçek ve tüzel kişilerin taşınır, taşınmaz ve likit varlıklarının kayıtlarının celbinin ve ihtiyati tedbirler konmasının istenmesi, alakasız gerçek ve tüzel kişilerin varlıkları üzerindeki tasarruf haklarının sınırlandırılmasının talep edilmesi, davacı ile aralarında boşanma davası olduğu anlaşılan davalı … hakkında ve …’e mahkeme kararı ile vasi tayin edilen … hakkında icapsız kısıtlama taleplerinde bulunulması, eldeki davanın davacının kişisel hırslarının ve boşanma davasında elini güçlendirici sonuçlar elde etmeye yönelik sübjektif düşüncelerinin etkisi ile açıldığı sonucuna ulaştırdığını, davacı, eldeki davanın açıldığı tarihte, eldeki davadaki talep sonucunda kendisinin hukuken korunması gereken bir hakkı bulunmadığından, sözleşmeler gereğince verilenlerin davalılardan alınarak kendisine verilmesini değil, sözleşmenin taraflarının birbirlerinden aldıklarını birbirlerine geri vermelerini talep etmiştir. Davacının böyle bir sonucu talep etmek için aktif husumet ehliyeti bulunmadığını, payın önceki sahibine iadesi halinde de şirketin mal varlığında bir artma oluşmayacağını, davacı tarafın talepleri haksız, yersiz ve anlamsız olduğunu, muvazaa iddiası gerçek dışı olduğunu beyanla davanın hak düşürücü süre aşımı sebebiyle reddini, davanın zamanaşımı süresinin dolmasından sonra açılmış olması sebebiyle reddini, davacının eldeki davayı açmakta aktif husumet ehliyeti ve dava tarihinde hukuken korunması gereken hakka sahip olmaması (menfaat yokluğu) sebebiyle usulden reddini, davacı haksız ve kötü niyetli dava ise hukuki ve maddi dayanaktan yoksun olduğundan esastan da reddini, yargılama giderleri ile avukatlık ücretinin davacı tarafa yükletilmesine karar verilmesini talep etmiştir.
İLK DERECE MAHKEMESİ KARARI: İstinaf incelemesine konu kararı veren ilk derece Mahkemesince eldeki dava hakkında yapılan yargılama sonunda, Davacının sözleşmenin tarafı olmaması nedeniyle hukuki menfaati olması halinde dava açabilecek olması, davacının kendi hak iddialarına karşılık devralınan şirket varlıklarına karşı dava açabilecek olması ve boşanma aşamasındaki eşi tarafından şirket hissesi devralınmasına dair sözleşmenin şirketin gerçek değerinin daha yüksek olduğunun iddia edilmesi karşısında sözleşmenin iptalinde davacının menfaatinin olmaması nedeniyle davanın hukuki yarar yokluğu nedeni ile reddine karar verilmiştir.
İLERİ SÜRÜLEN İSTİNAF SEBEPLERİ: Davacı vekili istinaf dilekçesinde özetle; …’ün devraldığı hisseler karşısında gösterilen bedelden çok daha yüksek bir bedel ödediğini, bu bedelin çok büyük bir kısmını elden nakit olarak ödediği bir diğer kısmını da oğlu … üzerinden davalı …-… ve onların sahibi olduğu … Limited Şirketi’ne gönderdiğinin müvekkili tarafından bilindiğini, …’ün akıl sağlığının tam ve yerinde olduğunun tespit edilmesi halinde incelenmesi gereken muvazaa iddiaları açısından davalılar arasında gerçekleşen para transferi hareketlerinin dosyalarında celp edilmesi gerektiğini, boşanma ve mal rejimi davaları nedeniyle aktif husumet ve hukuki yararın bulunduğunu, üstelik …’ün akıl sağlığının tam ve yerinde olmadığının tespiti halinde de taraflar arasında devre konu bedellerin iadesi bakımından da celp edilmesi gereken banka hesap hareketlerinin celp edilmeksizin davanın reddi kararının eksik inceleme ile karar verildiğinin açık ispatı olduğunu, Bakırköy 3. Asliye Ticaret Mahkemesi 2021/894 E. 2022/163 K. Sayılı ve 14.02.2022 tarihli kararının kaldırılmasına, Dava dosyasının yeniden incelenmek ve yargılama yapılmak üzere Bakırköy 3. Asliye Ticaret Mahkemesi’ne iadesine, karar verilmesini talep etmiştir.
GEREKÇE: Dava, limited şirket hisse devirlerinin muvazaalı yapıldığı, hisseleri devralanın akıl sağlığının yerinde olmadığı iddiası ile hisse devir sözleşmesinin iptali/butlanı davasıdır. İstinafa gelen uyuşmazlık temelde, davacının aktif husumeti ve hukuki yararı bulunup bulunmadığı, hisse devir tarihi itibariyle davalı …’ün akıl sağlığının yerinde olup olmadığı noktasındadır. Davalılar … ve …, Üsküdar … Noterliği’nin 09/05/2016 tarih ve … ve … YN’lu Limited Şirket Pay Devri Sözleşmeleri ile …’ndeki 5.000,00’er TL tutarındaki paylarını davalı …’e devretmişlerdir. Davacı taraf, hisse devrinin muvazaalı olduğu ve davalı …’ün devir tarihi itibariyle akıl sağlığının yerinde olmadığı iddiasıyla işlemin iptaline/butlanına karar verilmesi istemiyle eldeki dava açılmıştır. Mahkemece dava aktif husumet ve hukuki yarar yokluğu nedeniyle davanın reddine karar verilmiştir.Bu aşamada taraf sıfatı kavramı üzerinde durulmasında yarar bulunmaktadır. Sıfat, dava konusu sübjektif hak (dava hakkı) ile taraflar arasındaki ilişkidir. Taraf ehliyeti, dava ehliyeti ve davayı takip yetkisi, davanın taraflarının kişilikleriyle ilgili olduğu hâlde, taraf sıfatı (dava konusu sübjektif hakka ilişkindir. Dava dilekçesinde davacı ve davalı olarak gösterilen (nitelendirilen) kişiler, şeklen (biçimsel açıdan) o davanın taraflarıdır. Ancak mahkemenin taraflar arasında dava konusu hakkın esası hakkında bir karar verebilmesi için, bu kişilerin o davada gerçekten davacı ve davalı sıfatına sahip olmaları gerekir. Bir davada taraf olarak gösterilen kişiler, taraf ve dava ehliyetine ve davayı takip yetkisine sahip olsalar bile, bu kişilerden birinin o davada gerçekten davacı veya davalı olmak sıfatı yoksa dava konusu hakkın esasına ilişkin bir karar verilemez. Dava sıfat(husumet) yokluğundan reddedilir. Bir subjektif hakkı dava etme yetkisi (dava hakkı) kural olarak o hakkın sahibine aittir. Bu nedenle, o hakka ilişkin bir davada davacı olma sıfatı da o hakkın sahibine aittir. Meselâ, bir alacak davasında davacı olma sıfatı o alacağın alacaklısına aittir. Alacak davası, o alacağın alacaklısından başka bir (üçüncü) kişi tarafından açılırsa, dava, davacı sıfatına sahip olmadığından (sıfat yokluğundan) dolayı reddedilir (Kuru, Baki/Arslan, Ramazan/Yılmaz, Ejder: Medeni Usul Hukuku, 22. Baskı, Ankara 2011, s. 234; Yılmaz, Ejder; Hukuk Muhakemeleri Kanunu Şerhi, Ankara 2012, s. 530). Bir subjektif hak kendisinden davalı olarak istenebilecek olan kişi, o hakka uymakla yükümlü (borçlu) olan kişidir (davalı sıfatı). Örneğin bir alacak davasında davalı olma sıfatı o alacağın borçlusuna aittir. Alacak davası, o alacağın borçlusundan başka bir (üçüncü) kişiye karşı açılırsa davalının davalı (borçlu) sıfatına sahip olmadığından (sıfat yokluğundan) dolayı reddedilir. Bu açıklamalardan anlaşılacağı üzere, bir subjektif hakkın sahibinin ve o hakka uymakla yükümlü olan kişinin kimler olduğu (yani bir davada, davacı ve davalı sıfatının kimlere ait olduğu) tamamen maddî hukuka göre belirlenir. Bu nedenle, bir kişinin belli bir davada gerçekten davacı veya davalı sıfatına sahip olup olmadığı hususu, usul hukuku sorunu olmayıp, dava konusu (subjektif) hakkın özüne ilişkin bir maddi hukuk sorunudur.Sıfatın usul hukuku bakımından önemi (usul hukukunu ilgilendiren yönü) şudur: Bir davanın tarafları (veya taraflardan biri) o davada gerçekten (davacı veya davalı olarak) taraf sıfatına sahip değilse mahkeme, dava konusu hakkın esası (mevcut olup olmadığı) hakkında inceleme yapıp karar veremez. Mahkeme, davanın sıfat yokluğundan reddine karar verir. Bu karar, davanın mesmu olmadığına (dinlenemeyeceğine) ilişkin bir karar olmayıp, gene davanın esasına ilişkin bir karardır (taraf olarak gösterilenlerden birinin taraf sıfatının bulunmadığını tespit eden bir karardır).Mahkemenin sıfat yokluğunu kendiliğinden (resen) gözetmesi gerekir. Çünkü sıfat yokluğu, bir defi değil, davada taraf olarak gözüken kişiler arasında dava konusu hakkın doğumuna engel olan bir itirazdır. Hâkim, kendisine sunulan dava malzemesinden (davalı veya davacının bildirdikleri vakıalardan, yani dava dosyasından) bir itiraz sebebinin varlığını (sıfat yokluğunu) öğrenirse, bunu kendiliğinden (resen) gözetir.Az yukarıda değinildiği gibi taraf sıfatı, usul hukukuna değil maddî hukuka ilişkin bir sorundur; diğer bütün maddi hukuk sorunlarında olduğu gibi, dava şartı değildir. Taraf sıfatının yokluğu, davada taraf olarak gözüken kişiler arasında dava konusu hakkın doğumuna engel olduğu için (defi değil) bir itirazdır. Diğer bütün itiraz hâllerinde olduğu gibi, sıfat yokluğu da, ancak dava dosyasından anlaşılabildiği ölçüde hâkim tarafından kendiliğinden (resen) gözetilir (Kuru/Arslan/Yılmaz, s. 234- 237).Bu aşamada muvazaa ve kesin hükümsüzlük davalarının özelliklerine de değinmek gerekir.6098 sayılı TBK’nın 19. Maddesinde; “Bir sözleşmenin türünün ve içeriğinin belirlenmesinde ve yorumlanmasında, tarafların yanlışlıkla veya gerçek amaçlarını gizlemek için kullandıkları sözcüklere bakılmaksızın, gerçek ve ortak iradeleri esas alınır. Borçlu, yazılı bir borç tanımasına güvenerek alacağı kazanmış olan üçüncü kişiye karşı, bu işlemin muvazaalı olduğu savunmasında bulunamaz” şeklindeki hükmü ile genel muvazaa düzenlenmiştir. Türk Hukuku’nda doktrin ve uygulama açısından geniş bir yere sahip olan bu kurum, çeşitli şekillerde tanımlanmaktadır. Bir tanım yapmak gerekirse muvazaa, tarafların üçüncü kişileri aldatmak amacıyla gerçek iradelerine uymayan görünüşte yaptıkları hukuki işlemin hiç hüküm doğurmaması ya da görünüşteki işlemin arkasına gizleyip gerçek iradelerine uygun olarak gerçekleştirdikleri işlemin hükümlerini doğurması yönünde anlaşmalarıdır (OĞUZMAN M. Kemal / ÖZ Turgut, Borçlar Hukuku Genel Hükümler, 6098 Sayılı Yeni Türk Borçlar Kanunu’na Göre Güncellenmiş 9. Bası, İstanbul 2011, s. 136; TEKİNAY S. Sulhi / AKMAN Sermet / BURCUOĞLU Haluk / ALTOP Atilla, Borçlar Hukuku, Cilt I, İstanbul 1985, s. 547-548). Uygulamada ise 1953 tarihli Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararında, açıklanan beyanlarının gerçek maksatlarına uymadıklarını bildikleri halde, tarafların kastettikleri durumdan başka bir ilişkide kendilerini anlaşmış gibi göstermeleri hali olarak tanımlanmıştır (YİBK., 07.10.1953 tarih, 8/7 sayılı). Muvazaa mutlak muvazaa ve nisbi muvazaa olarak ikiye ayrılmakta olup muvazaalı bir hukuki işlemden sözedilebilmesi, tarafların iradeleri ile beyanları arasında bilerek yaratılmış bir uygunsuzluk, muvazaa anlaşması ve üçüncü kişileri aldatma (muvazaa) kastı unsurlarını taşımasına bağlanmaktadır. Ayrıca muvazaaya dayalı davalar, işlemin tarafları veya menfaati bulunan üçüncü kişiler tarafından açılabilir.Davacı taraf, istinaf dilekçesinde davacı ile davalı … arasında devam eden boşanma davası ve mal rejiminin tasfiyesi davaları nedeniyle eldeki davayı açmakta hukuki yarar ve aktif husumet ehliyeti bulunduğunu ifade etmiştir. Bu ifadeden, eldeki davanın açılmasındaki amacın mal rejiminin tasfiyesi sonucu hesaplanacak katılma alacağına etkisi nedeniyle hak kazanacağı alacağını alabilmeye yönelik olarak, muvazaalı olduğunu ileri sürdüğü hukuki işlemlerin kendisi yönünden geçersizliğini sağlamak olduğu anlaşılmaktadır.Tarafların dilekçelerinden anlaşıldığı kadarıyla, … ile davalı …’ün 18/03/2015 tarihinde evlenmişler, boşanma davası ile mal rejiminin tasfiyesi davası ise ayrı ayrı mahkemelerde 08/07/2020 tarihinde açılmıştır. Kural olarak üçüncü kişiler, muvazaalı işlem nedeniyle hakları zarara uğratıldığı takdirde tek taraflı veya çok taraflı olan bu hukuki işlemlerin geçersizliğini ileri sürebilirler. Çünkü muvazaalı bir hukuki işlem ile üçüncü kişilere zarar verilmesi onlara karşı işlenmiş bir haksız eylem niteliğindedir. Ancak üçüncü kişilerin muvazaalı işlem ile haklarının zarara uğratıldığının benimsenebilmesi için, onların, muvazaalı işlemde bulunandan alacakları olmalı ve danışıklı işlem o alacağın ödenmesini önlemek amacıyla yapılmış bulunmalıdır. Diğer yandan; zarara uğradığını ileri süren üçüncü kişi ile danışıklı işlemde bulunduğu iddia edilen kişi hakkında açılmış olan katkı payı ya da tazminat davası bulunması durumu bu davanın kabulü için tek başına yeterli olmadığından danışıklı işlemde bulunanın üçüncü kişilere borçlu bulunduğunun gerçekleşmesi ve borcunu ödememek için danışıklı hukuki işlem yapmış olması gerekir. Davacının bu davayı açmaktaki amacı açılan dava sonucu hak kazanacağı alacağını alabilmeye yönelik olarak, danışıklı olduğunu ileri sürdüğü hukuki işlemin kendisi yönünden geçersizliğini sağlamaktır. Zira yargılama sonunda davaya konu edilen işlemin danışıklı olduğunun kanıtlanması hâlinde davacı devir işlemine konu edilen maldan da alacağın tahsili için yararlanabilecektir. Ancak, davacının bu hakkı ayni değil şahsi sonuç doğuracağından, muvazaalı işlemin kanıtlanması durumunda devir işleminin iptaline değil kıyasen İİK’nın 283/1. maddesi gereğince haciz ve satışa karar verilecektir. Bunun için davacının karşılanması gereken bir alacağı bulunup bulunmadığının belirlenmesi bakımından, davacı tarafından açılan boşanma davası sonunda davacı lehine tazminata hükmedilmesi, yine katkı payı alacağına ilişkin davada da davacı lehine alacağa hükmedilmesi ve her iki davanın da kesinleşmiş olması gerekmektedir. Tazminat ve katkı payı davası kesinleştiğinde, mahkemece davacının kesinleşip tahsili gereken bir alacağı bulunduğu dikkate alınıp, davalılar arasında yapılan satış işleminin muvazaalı olup olmadığı araştırılarak ortaya çıkacak sonuca göre, İİK’nın 283/1 maddesi kıyasen uygulanmak suretiyle işlemin iptaline gerek olmadan davacının alacağı alabilmesini sağlamak için dava konusunun haciz ve satışını isteyebilmesi yönünde hüküm kurulmalıdır. Ancak muvazaa iddiasına konu, limited şirket hisse devir sözleşmesinde hisseleri devralan davalı … olup, devir bedeli olarak işlemin karşı tarafına 5.000,00’er TL ödemiş olup, üçüncü kişi nezdinde bulunan ve davalı … tarafından devredilen bir malvarlığı değeri bulunmadığından İİK’nın 283/1. Maddesinin somut olayda uygulanmasına olanak yoktur. Bu nedenle davacının, limited şirket hisse devrinin muvazaa nedeniyle iptalini istemekte hukuki yararı bulunmamaktadır. 6098 sayılı TBK’nın 27. maddesinde kanunun emredici hükümlerine aykırı işlemlerin kesin hükümsüz olduğu, aynı Kanunun 1. maddesi uyarınca sözleşme kurulması için taraf iradelerinin arandığı, 4721 sayılı MK’nın 9. maddesinin mefhumu muhalifinden ayırt etme gücüne sahip olmayan kimsenin kendi iradesi ile hak sahibi olamayacağı ve borç altına giremeyeceği anlaşılmaktadır. Ehliyetsizlik nedeniyle hukuki işlemin sakat olması bir kesin hükümsüzlük hali olup, bu durum hukuki yararı bulunan herkes tarafından ileri sürülebilir. Görüldüğü üzere, üçüncü kişinin gerek muvazaa nedeniyle iptal davası açılabilmesi ve gerekse kesin hükümsüzlük davası açabilmesi için bu davaları açmakta bir menfaatinin bulunması gerekir.Bir eşin mal rejiminin devamı süresince diğer eşin katılma alacağını azaltmak kastıyla yaptığı devirlerin edinilmiş mallara değer olarak eklenip eklenmeyeceği hususu mal rejiminin tasfiyesi davasında değerlendirilecek olması nedeniyle, davacının eldeki davada ayrıca hisse devir sözleşmesinin ehliyetsizlik nedeniyle butlanını istemesinde de hukuki yararı bulunmamaktadır. Bu hususlar birlikte değerlendirildiğinde mahkemece davanın hukuki yarar yokluğu nedeniyle reddine karar verilmesinde bir isabetsizlik görülmemiştir.HMK’nın 355. Maddesi uyarınca kamu düzenine aykırılık ve istinaf dilekçesinde belirtilen sebeplerle sınırlı olarak yapılan istinaf incelemesi sonunda; ilk derece mahkemesi kararının usul ve esas yönünden hukuka uygun olduğu anlaşıldığından davacı vekilinin yerinde görülmeyen istinaf başvurusunun reddine karar vermek gerekmiştir.
KARAR: Yukarıda ayrıntısı ile açıklanan nedenlerle; 1-Davacı vekilinin istinaf başvurusunun HMK’nın 353(1)b-1 maddesi uyarınca ESASTAN REDDİNE, 2-Davacı tarafından başvuru sırasında istinaf karar harcı peşin olarak yatırıldığından başkaca harç alınmasına yer olmadığına, 3-Davacı tarafından istinaf aşamasında yapılan yargılama giderlerinin kendi üzerinde bırakılmasına, Dosya üzerinden yapılan inceleme sonunda, HMK’nın 362(1)-a maddesi uyarınca kesin olarak oy birliğiyle karar verildi. 20/09/2022