Emsal Mahkeme Kararı İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 43. Hukuk Dairesi 2021/1043 E. 2021/1284 K. 04.11.2021 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı kesinleşmiş bir karardır.

T.C.
İSTANBUL
BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ
43. HUKUK DAİRESİ
DOSYA NO: 2021/1043
KARAR NO: 2021/1284
T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
İ S T İ N A F K A R A R I
İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ: İSTANBUL ANADOLU 13. ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ
TARİHİ: 15/12/2020
NUMARASI: 2020/552 Esas – 2020/557 Karar
DAVA: Menfi Tespit
İSTİNAF KARAR TARİHİ: 04/11/2021
Taraflar arasında görülen dava neticesinde ilk derece mahkemesince verilen hükmün davacı vekilince istinaf edilmesi üzerine dosya kapsamı incelenip gereği görüşülüp düşünüldü;
TARAFLARIN İDDİA VE SAVUNMALARININ ÖZETİ
DAVA:Davacı vekili dava dilekçesiyle; davacı şirketin yönetim kurulu başkanı olarak 2015 yılından itibaren 3 yıl süreyle şirketi münferit temsil yetkisinin bulunduğu, 2019 yılında görev süresi sona erdiğinden ortaklara çağrı yaparak şirket temsilcilerinin seçilmesi için genel kurulu toplantısı yapılmasını sağlamaya çalıştığı ancak ortakların davete icabet etmemeleri nedeniyle genel kurulun toplanamadığı, şirketin diğer ortaklarının dava dışı … ile davalının oğlu … olduğu, …’nin de şirketi temsil yetkisinin bulunduğu, davalı ile şirket ortağı ve temsilci …’nin fiktif alacak yaratarak şirketi zarara uğrattıkları, davalı ile dava dışı arsa maliki arasında imzalanan Kat Karşılığı İnşaat sözleşmesine göre, davalının elde ettiği 4 daireyi damadına devrederek sözleşmedeki diğer hak ve borçlarını şirkete 750.000 TL bedelle temlik ettiği, inşaatın şirket tarafından bitirildiği, davalının temlik bedelini aldığı buna rağmen düzenlediği 31.01.2018 tarihli 1.784.670 TL bedelli faturanın oğlu … tarafından şirket kayıtlarına alındığı ve şirketin haksız yere borçlandırıldığı, davalının 750.000 TL’yi aldığını kabul ederek bakiye 1.000.000 TL için şirket aleyhine icra takibi yaptığı şirket ortakları arasındaki sorun nedeniyle …’nin şirketi kendi işyerine taşıdığı, şirket adresi olarak gayri faal adresin gösterilmesi nedeniyle ödeme emri tebligatından haberdar olunamadığı, takibin bu şekilde kesinleştiğini belirterek takip konusu borcun şimdilik 100.000 TL’sinden borçlu olmadığının tespitine karar verilmesini talep etmiştir.
CEVAP:Davalı vekili cevap dilekçesiyle; davacının aktif dava ehliyetinin olmadığı zira şirket adına dava açan …’nın şirketi temsil ve ilzam yetkisinin bulunmadığı, şirketin en az iki ortak tarafından atılacak imza ile temsil edilebileceği, borcun tamamı inkar edildiğine göre menfi tespit davasının kısmi dava olarak da açılamayacağını belirterek davanın reddine karar verilmesini savunmuştur.
İLK DERECE MAHKEMESİ KARARI: Mahkemece, davacı şirketin sicil kaydına göre, 2016 yılından itibaren üç ortaklı şirkette en az iki ortağın imzası ile temsil edildiği, davayı açan ortağın tek başına şirketi temsil ve ilzam yetkisinin bulunmadığı gerekçesiyle davanın aktif husumet yokluğu nedeniyle reddine karar verilmiştir. Bu karara karşı, davacı vekili tarafından istinaf yoluna başvurulmuştur.
İLERİ SÜRÜLEN İSTİNAF SEBEPLERİ:Davacı vekili istinaf dilekçesiyle; davacı şirket adına davayı açan …’nın görev süresinin bittiği 2019 yılına kadar şirketi münferit imza ile temsil yetkisinin olduğu, görev süresi sona erdikten sonra ortaklar arasındaki anlamazlıklar nedeniyle genel kurulun toplanamadığı ve temsilci seçilemediği,TTK 553. maddesine göre, pay sahibinin tek başına dava açma hakkının bulunduğundan, şirket zarara uğratıldığı için …’nın bu davaya açmakta hukuki yararının bulunduğu, diğer ortakların şirketi zarara uğratma kastı hareket ettiklerinden temsilci seçilmesine yanaşmadıklarını belirterek ilk derece mahkemesi kararının kaldırılmasına ve davanın kabulüne karar verilmesini talep etmiştir.
GEREKÇE:Dava, İİK 72. maddesine dayalı olarak açılan menfi tespit davasıdır. Davacı şirket adına davaya açan … tarafından, şirketin temsilcisinin olmadığı, şirketin diğer ortaklarının şirket temsilci seçilmesine yanaşmadıkları, davalı ile şirket ortağı olan oğlu …’nin birlikte hareket ederek şirketi haksız yere borçlandırdıklarını ileri sürerek takip konusu borç nedeniyle eldeki menfi tespit davasını açmıştır. İlk derece mahkemesince yukarıda yazılı gerekçe doğrultusunda davanın aktif husumet yokluğundan reddine karar verilmiş, bu karara karşı, davacı vekili tarafından istinaf kanun yoluna başvurulmuştur. İstinaf incelemesi, HMK 355. maddesi uyarınca, ileri sürülen istinaf başvuru nedenleriyle sınırlı olarak ve kamu düzenine aykırılık yönüyle re’sen yapılmıştır. 6102 sayılı TTK 365.maddesine göre, kanuni istisnalar saklı kalmak kaydıyla anonim şirket kural olarak yönetim kurulu tarafından yönetilir ve temsil olunur. TTK 367. maddesi uyarınca, yönetim kurulu esas sözleşmeye konulacak bir hükümle, düzenleyeceği bir iç yönergeye göre, yönetimi, kısmen veya tamamen bir veya birkaç yönetim kurulu üyesine veya üçüncü kişiye devretmeye yetkili kılınabilir. TTK 370. maddesi gereğince, esas sözleşmede aksi öngörülmemiş veya yönetim kurulu tek kişiden oluşmuyorsa temsil yetkisi çift imza ile kullanılmak üzere yönetim kuruluna aittir. Yönetim kurulu, temsil yetkisini bir veya daha fazla murahhas üyeye veya müdür olarak üçüncü kişilere devredebilir. En az bir yönetim kurulu üyesinin temsil yetkisini haiz olması şarttır. TTK 408. maddesinde, yönetim kurulunun seçimi ve görev süresinin tayininin genel kurula ait olduğu hükme bağlanmıştır. TTK 410.maddesine göre, yönetim kurulu görev süresi dolmuş olsa bile genel kurulu toplantıya çağrılabilir. Yönetim kurulunun, devamlı olarak toplanamaması, toplantı nisabının oluşmasına imkân bulunmaması veya mevcut olmaması durumlarında, mahkemenin izniyle, tek bir pay sahibi genel kurulu toplantıya çağırabilir. Mahkemenin kararı kesindir. Diğer taraftan taraf ehliyeti, davada taraf olabilme yeteneğidir. Kimlerin taraf ehliyetine sahip bulunduğu Medeni Kanuna göre belirlenir. ( HMK m.50, TMK m.8 ve m.48 ). Buna göre, medeni haklardan yararlanma ( hak ) ehliyeti bulunan her gerçek ( TMK m.8 ) ve tüzel ( TMK m.48 ) kişi, davada taraf olabilme ehliyetine de sahiptir. Bu çerçevede, 6100 Sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 124/4. maddesindeki; dava dilekçesinde tarafın yanlış veya eksik gösterilmesinin kabul edilebilir bir yanılgıya dayanması halinde hakimin karşı tarafın rızasını aramaksızın taraf değişikliği talebini kabul edebileceği düzenlemiştir. Dava ehliyeti ise, kişinin bizzat veya vekili aracılığıyla bir davayı davacı veya davalı olarak takip etme ve usulü işlemleri yapabilme ehliyetidir. Dava ehliyeti, medeni hakları kullanma ehliyetinin usul hukukunda büründüğü şekildir; dolayısıyla, medeni hakları kullanma ehliyetine (fiil ehliyetine) sahip gerçek ve tüzel kişiler dava ehliyetine de sahiptirler. Taraf sıfatına gelince: bir hakkı dava etme yetkisi (dava hakkı) kural olarak o hakkın sahibine aittir. Bir hakkın sahibinin kim olduğu, dolayısıyla o hakkı dava etme yetkisinin kime ait olduğu, (o davada davacı sıfatının kime ait olacağı) tamamen maddi hukuk kurallarına göre belirlenir. Ancak, bir davanın davacısının o dava yönünden davacı sıfatına sahip bulunmadığının belirlenmesi halinde, mahkeme dava konusu hakkın mevcut olup olmadığını inceleyemeyeceği ve sıfat yokluğundan davanın reddine karar vermek zorunda olduğu için, taraf sıfatı usul hukukunun da düzenleme alanındadır. Eş söyleyişle, sıfat, dava konusu sübjektif hak (dava hakkı) ile taraflar arasındaki ilişkidir. Taraf ehliyeti, dava ehliyeti ve davayı takip yetkisi, davanın taraflarının kişilikleriyle ilgili olduğu halde, taraf sıfatı dava konusu sübjektif hakka ilişkindir (Kuru, Baki-Arslan, Ramazan-Yılmaz, Ejder: Medeni Usul Hukuku, Yetkin Yayınları, Ankara 1995, 7.baskı, s.231). O halde, dava konusu şey üzerinde kim veya kimler hak sahibi ise, davayı da bu kişi veya kişilerin açması gerekir. Davayı açabilmek için gerekli sıfat, dava konusu şey üzerinde hak sahibi olan kişiye aittir. Bir kimsenin davacı veya davalı sıfatına sahip olup olmadığı tıpkı hakkın mevcut olup olmadığının tayininde olduğu gibi maddi hukuka göre belirlenir(Kuru, Baki-Arslan, Ramazan-Yılmaz, Ejder: a.g.e., s.231-232; Üstündağ, Saim: Medeni Yargılama Hukuku, Alfa Basım Yayım Dağıtım, İstanbul 1997, s.307). Mahkemece taraflar arasındaki dava konusu hakkın esası hakkında bir karar verebilmesi için, bu kişilerin o davada gerçekten davacı ve davalı sıfatlarına sahip olmaları gerekir. Bir davada taraf olarak gösterilen kişiler, taraf ve dava ehliyetine ve davayı takip yetkisine sahip olsalar bile, taraflardan birinin o davada gerçekten davacı ve davalı sıfatı yoksa, davanın esası hakkında bir karar verilemez; dava, sıfat yokluğundan (husumetten) reddedilir. Görüldüğü üzere, taraf sıfatı usul hukuku sorunu olmayıp, dava konusu sübjektif hakkın özüne ilişkin bir maddi hukuk sorunu olduğundan taraf sıfatının yokluğu, davada taraf olarak gözüken kişiler arasında dava konusu hakkın doğumuna engel olduğu için def’i değil, yargılamanın her aşamasında taraflarca ileri sürülmesi mümkün ve mahkemece de kendiliğinden nazara alınması zorunlu bir itiraz niteliğindedir. Nitekim aynı ilkeler, Hukuk Genel Kurulu’nun 23.06.2004 gün ve 2004/4-371 E. 2004/375 K.; 18.04.2007 gün ve 2007/5-233 E., 2007/221 K.; 04.03.2009 gün ve 2009/10-34 E. 2009/104 K.; 04.11.2009 gün ve 2009/2-402 E., 2009/484 K.; 03.02.2010 gün ve 2010/4-4 E., 4 K. sayılı kararlarında da benimsenmiştir. (Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 2010/15-657 Esas, 2011/49 Karar sayılı 09.02.2011 tarihli kararı) Bu açıklamalardan sonra somut olaya dönüldüğünde; davaya esas icra takibinde borçlu … A.Ş ‘dir. Dava dilekçesinde borçlu şirket davacı olarak yer almış ancak şirket adına başka bir anlatımla şirket temsilcisi olarak … gösterilmiştir. Davacı şirket üç ortaklı olup, yönetim kurulunda tüm ortaklar yer almaktadır. 2015 yılında kurulan şirketin kurucu ve hali hazırdaki ortakları aynı olup, bu kişilerin …, … ve … olduğu anlaşılmaktadır. Şirketin kuruluşunda ana sözleşme ile ortaklardan …’nın şirketi üç yıl süreyle münferit imza ile temsile yetkili olduğu kararlaştırılmış, 2016 yılında yapılan genel kurulda ise, şirketin, üç yıl süre ile yönetim kurulu üyesi … ile birlikte diğer yönetim kurulu üyeleri … veya …’den herhangi birisinin atacağı çift imza ile temsil edileceği yönünde karar alınmıştır. Bu tarihten sonra genel kurul toplantısının yapılmamış olup, yönetim kurulunun ve temsilcilerin görev süresinin dolduğu anlaşılmıştır. Davacı adına hareket eden şirket ortağı …, ortaklar arasında uyuşmazlık bulunması nedeniyle biraraya gelmediklerini, şirketin organsız kaldığını ve davalı ile dava dışı şirket ortağı oğlu …nin birlikte hareket ederek şirketi borçlandırdıklarını ve TTK 553. maddesine göre pay sahibinin dava açabileceğini ileri sürmüştür. TTK 553. maddesine göre, pay sahibi, şirketin yönetim kurulu üyelerine veya yetkili müdürüne karşı sorumluluk davası açabilecekse de; somut olayda, şirket müdürü veya yönetim kurulu üyesi davalı olmadığı gibi davanın şirket tarafından açıldığının anlaşılmasına göre, anılan maddenin uygulama yeri bulunmamaktadır. Yönetim kurulu veya genel kurulun toplanamaması hallerinde hangi yasal yollara başvurulabileceği veya sonucunun ne olduğu yasada gösterilmiş olmakla birlikte eldeki menfi tespit davası organsız kaldığı anlaşılan şirket tarafından açılmış olup, görev süresi dolan yönetim kurulunun, genel kurulu toplantıya çağırabileceği gibi mevcut durumda şirketin korunması gereken bir menfaatinin bulunması halinde durum ve koşulların gerektirdiği iş ve işlemleri yapabileceği kabul edilmelidir. Davacı iddialarının ileri sürülüş biçimine göre; şirketin korunması gereken bir menfaatinin bulunduğu açıktır. İş bu dava, takip borçlusu şirket tarafından açıldığından, davacı şirketin taraf sıfatı bulunmaktadır ve davanın bulunduğu aşama itibarıyla aktif husumet ehliyetine sahiptir. Dava dilekçesinde davacı şirket adına sadece …’nın gösterilmesi temsil eksikliğinden ibaret olup, bu husus tamamlanabilir bir dava şartıdır. Davacı şirket adına hareket eden …, yönetim kurulu üyesi … ile birlikte müştereken şirketi temsile yetkili olduğuna göre, adı geçenin şirket tarafından açılan iş bu davaya bizzat veya vekili vasıtasıyla muvafakatının sağlanması ve davacı şirketin her iki temsilcinin hazır olduğu halde veya vekilleri huzurunda devam edilmesi, bu koşulun yerine getirilmemesi halinde ise 4721 sayılı TMK 426. maddesi gereğince sadece eldeki davada şirketi temsil edecek bir kayyumun atanmasını teminen davacı vekiline süre verilerek atanacak kayyum huzurunda davaya devam olunması gerekirken mahkemece, dava ve taraf ehliyeti ile aktif husumet kavramları birbirine karıştırılarak yazılı şekilde davanın dava şartı yokluğundan reddine karar verilmesi doğru olmadığı gibi kabule göre de; aktif husumet yokluğu durumunda davanın usulden değil, esastan reddine karar verilmesi gerektiğinin gözetilmemesi ve davacı adına hareket edenin şirketi tek başına temsil yetkisinin bulunmadığı belirtildiği halde davanın aktif husumetten usulden reddine karar verilmesi de doğru değildir. Açıklanan nedenlerle, davacı vekilinin istinaf başvurusunun kabulü ile ilk derece mahkemesi kararının kaldırılmasına ve yeniden yargılama yapılmak üzere dosyanın mahkemesine iadesine karar verilmesi gerekmiş ve aşağıdaki hüküm kurulmuştur.
HÜKÜM:Yukarıda açıklanan nedenlerle: 1-Davacı vekilinin istinaf başvurusunun KABULÜ ile, istinafa konu ilk derece mahkemesi kararının HMK.’nun 353(1)a-6. maddesi gereği KALDIRILMASINA; 2-Davanın yeniden görülmek üzere dosyanın mahkemesine GÖNDERİLMESİNE, 3-Davacı tarafından yatırılan istinaf karar harcının istemi halinde davacıya iadesine, 4-Davacı tarafça istinaf aşamasında yapılan yargılama giderlerinin ilk derece mahkemesince yapılacak yargılama sırasında değerlendirilmesine, Dosya üzerinde yapılan inceleme sonunda oy birliği ile, HMK.’nın 362(1)-g maddesi uyarınca KESİN olmak üzere karar verildi. 04/11/2021