Emsal Mahkeme Kararı İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 43. Hukuk Dairesi 2020/603 E. 2021/764 K. 21.06.2021 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı kesinleşmiş bir karardır.

T.C.
İSTANBUL
BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ
43. HUKUK DAİRESİ
DOSYA NO: 2020/603
KARAR NO: 2021/764
T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
İ S T İ N A F K A R A R I
İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ: İSTANBUL 18. ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ
TARİHİ: 22/11/2018
NUMARASI: 2013/43 Esas – 2018/1261 Karar
DAVA: Tazminat
İSTİNAF KARAR TARİHİ: 21/06/2021
Taraflar arasında görülen dava neticesinde ilk derece mahkemesince verilen hükmün davacı vekilince istinaf edilmesi üzerine dosya kapsamı incelenip gereği görüşülüp düşünüldü;
TARAFLARIN İDDİA VE SAVUNMALARININ ÖZETİ
DAVA: Davacı vekili dava dilekçesinde özetle; müvekkili ile davalı arasında 3 yıl süreli anlaşmaya göre, müvekkilinin Sonbahar/Kış 2011sezonundan itibaren davalıya ait …, … ve … markalarının Türkiye’de tek yetkili satıcılığını yaptığı, davalının 19/07/2012 tarihli e-posta ile; İlkbahar/Yaz 2013 Sezonundan itibaren tek satıcılığa konu üç markasının satışının kendisi tarafından yapılacağını bildirerek sözleşmeyi süresinden önce haksız olarak feshettiği, TTK 122. maddesi gereğince, müvekkiline portföy tazminatı ödemesi gerektiği ayrıca sözleşmenin sona ermesi nedeniyle kardan mahrum kaldığı gibi sözleşmenin 3 yıl süreli olacağı inancıyla yaptığı yapılan masrafların da boşa çıktığı, bu kapsamda yapılan markaların Türkiye pazarına tanıtımı ve büyütülmesi ile reklam ve personel giderleri nedeniyle zarara uğradığını belirterek şimdilik 40.000 TL portföy tazminatı ile 10.000 TL menfi zararının faiziyle birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesini talep etmiş, 23/12/2016 tarihli ıslah dilekçesiyle; portföy tazminatı talebini 523.635,48 TL ‘ye , maddi tazminat talebini ise aylık 19.563,70 TLden olmak üzere 258.228,10 TL’ye artırarak toplam 781.863,58 TL’nin davalıdan tahsiline karar verilmesi talep etmiş ve artırdığı kısım yönünden peşin harcı ikmal etmiştir.
CEVAP: Davalı vekili cevap dilekçesinde özetle; taraflar arasında 2011 Sonbahar/Kış sezonu ile 2012 İlkbahar/Yaz sezonu ürünleri ile ile ilgili anlaşma yapıldığı, davacının tek satıcı olmayıp, üç markaya ilişkin ürünlerin Türkiye’de satışının davacı tarafından gerçekleştirilmesi konusunda anlaşmaya varıldığı, üç yıl süreli bir anlaşmanın bulunmadığı, sürenin sonunda kendiliğinden sona erecek sözleşme ile 19/07/2012 tarihli e-posta ile davacıya bildirim yapıldığı, davacının anılan sürede dahi hedefleri tutturamadığını belirterek davanın reddine karar verilmesini savunmuştur.
İLK DERECE MAHKEMESİ KARARI: Mahkemece üç ayrı bilirkişi heyetinden rapor alınarak son alınan kök ve ek rapor doğrultusunda; sözleşmenin üç yıl süreli olduğu iddiasının kanıtlamadığı ancak taraflar arasında tek satıcılık sözleşmesi olduğu ve davalı tarafından gönderilen 04/07/2012 tarihli e-postada belirtildiği üzere; 2011-2012 İlkbahar/Yaz sezonu için kurulduğu, yine davalının gönderdiği 19/07/2012 tarihli mail ile satışların davalı tarafından açılacak mağazalar vasıtasıyla yapılacağının ve 2013 İlkbahar/Yaz sezonu itibarıyla sözleşmenin sonlandırıldığının bildrildiği, sözleşmenin süre nedeniyle sona erdirildiğinin anlaşıldığı, davacının her hangi bir kusurunun bulunmadığı, davalıya ait e-posta içreğine göre; davacının TTK 122. maddesi uyarınca denkleştirme tazminatı istemekte haklı olduğu, taraflar arasındaki ticari ilişkinin 23 ay sürdüğü ve TTK 122. maddesine göre tazminatın üst sınırının 494.371,92 TL olarak tespit edildiği Yargıtay uygulamalarında, davacının kazandırdığı müşteri çevresi, gayret başarısı, sözleşme sona erdikten sonra müşteri çevresinden davalının faydalanıp faydalanmadığı, davacının uğradığı ekonomik kayıp ve markanın tanınmışlık derecesine göre tazminatın belirlenmesi gerektiğinin kabul edildiği bu kapsamda alınan ek raporda, davacının talep edebileceği tazminatın 271.904,56 TL olarak tespit edildiği, TTK 122/4 maddesine göre, sözleşmenin sona ermesinden bir yıl içinde portföy tazminatı isteminde bulunulması gerektiği ve davanın 14/02/2013 tarihinde süresinde açıldığı, sözleşmenin süre nedeniyle sona erdiği dikkate alındığında davacının kar kaybı isteminin yerinde olmadığı, menfi zarara konu edilen hususların denkleştirme tazminatının belirlenmesine ve hakkaniyet indirimi yapılmasına etki eden hususlardan olduğu, müspet ve menfi zararın birlikte istenemeyeceği de gözetildiğinde davacının menfi zarar talebinin kabul edilemeyeceği gerekçesiyle, portföy tazminatının dava dilekçesi ve ıslah dilekçesinde talep edilen miktar dikkate alınarak kısmen kabulüne, diğer maddi tazminat isteminin reddine karar verilmiştir. Bu karara karşı, davacı vekili tarafından istinaf yoluna başvurulmuştur.
İLERİ SÜRÜLEN İSTİNAF SEBEPLERİ: Davacı vekili istinaf dilekçesinde özetle; portföy tazminatından yapılacak hakkaniyet indiriminin mahkemece tayin ve takdiri gerekmekte olup, bu konuda bilirkişi incelemesi yapılamayacağı, bu nedenle mahkemece konuya ilişkin ek rapor alınmasının yasaya aykırı olduğu, TMK 4. maddesinde hakimin, hukuka ve hakkaniyete göre karar vereceğinin belirtildiği, bilirkişilere yaptırılabilecek hesaplamanın tazminatın tavan sınırının tespit ettirilmesinden ibaret bulunduğu, Yargıtay 19. Hukuk Dairesinin 21.03.2008 tarih, 2007/9285 E-2008/2759 K sayılı, 11. Hukuk Dairesinin 19.01.2016 tarih,2015/5605 E-2016/476 K sayılı kararlarında belirtildiği üzere, denkleştirme tazminatının tavan sınırının belirlenmesinde bilirkişi incelemesi yapılması gerektiği ancak bu miktarın ne kadarının hüküm altına alınacağının mahkemenin takdirinde olduğu, Müvekkili şirketin tek satıcısı olduğu markaların tanınmış marka olması hakkaniyet indiriminin yapılmasını gerektirmediği, mahkemece %45 oranında yapılan indirimin gerekçesinin markanın tanınmış olduğuna dayandırıldığı, oysa TTK 122. maddesinin gerekçesinde markanın güçlü ve tanınmış olması halinde dahi müşteri ile buluşturulması için gayrete ihtiyaç olduğunun ifade edildiği, müvekkili şirketin başarısı ve gayreti ile elde ettiği faydaları davalı şirketin kendisi elde etmek istediğinden Türkiye pazarına bizzat gireceğini belirterek sözleşmeyi sonlandırdığının mahkemenin kabulünde olduğu, hakkaniyete aykırı olanın davalı şirketin bu tutumu olup, hakkaniyet indiriminde bu hususun gözönüne alınması gerektiği, davalının girdiği Türkiye pazarında bir kaç sene sonra çekildiği, bu durumun markanın tanınmış marka olmasının satışlara etkisi olmadığının kanıtı olduğu, bu nedenle portföy tazminatının hiç bir indirim yapılmadan hüküm altına alınması gerektiği, bilirkişi tarafından yapılan hakkaniyet indirimi hesabının da yanlış yapıldığı, raporda sadece Valentino markasının tanınmış marka olup, diğer iki markanın tanınmış olmadığının belirtilmesine göre, kök raporun 7. sayfasındaki tabloda, tazminat hesabında müvekkilinin 23 ay boyunca elde ettiği brüt satış karının 947.546,21 TL olarak tespit edilip tavan sınırın belirlenmesinde bu miktarı esas alındığı ve aynı tabloda … markası ürünlerinin satışından elde edilen meblağın 362.983,65 TL olduğunun gösterildiği, buna göre anılan markanın tazminatın tavan sınırına etkisinin %38.30 oranında olduğu, bu veriler dikkate alınmadan tüm marklar için tavan tazminatın tenkisi yoluna gidildiği, halbuki diğer iki markanın tanınmış olmamasına göre indirim yapılamayacağı, bir an için indirim yapılacağı kabul edilse dahi tavanın %38.30’una tekabül eden 85.205,00 TL indirim yapılarak tazminatın 409.166,92 TL olarak belirlenmesi gerektiği, mahkemece bu itirazların kabul edilmediği gibi bu konuda bir gerekçenin de yazılmadığı, indirim yapılan % 45 oranının fahiş olduğu, bu orana nasıl ulaşıldığının gerekçeli kararda izah edilmediği, Alman hukukunda %10 ile % 30 arasında hakkaniyet indirimi yapılabileceğinin kabul edildiği, Federal Mahkemenin de aynı görüşü benimsediği, Mahkemenin hüküm altına alacağa uyguladığı faizin de hatalı olduğu, her iki tarafın tacir olmasına göre avans faizi uygulanması gerekirken yasal faizin uygulandığı, Taraflar arasındaki sözleşmenin üç yıl olarak belirlendiği, davalı şirket yetkilileri tarafından üç yıllık iş planının kabul edildiğinin bir çok kez ikrar edildiği, mahkemece sözleşmenin 3 yıllık olduğuna dair yazılı belge olmadığı ve 19/07/2012 tarihli e-posta ile sonlandırıldığının kabul edildiği, oysa üç yıllık iş planı üzerinde anlaşmaya varıldığına ilişkin yazışmaların sunulduğu, davalı tarafından gönderilen 28/02/2013 tarihli yazıda yıllar itibarıyla satış hedefleri ve dolayısıyla 3 yıllık iş planı üzerinde anlaşmaya varıldığının açıkça ifade edildiği, hal böyleyken sözleşmenin süresinden önce haksız feshedildiği kabul edilerek kar kaybı isteminin karar altına alınması gerekirken reddedilmesinin hatalı olduğu, sözleşmenin süre bitimi nedeniyle değil, davalı tarafından haksız feshedilmesi ile sonlandığı, mahkemenin sözleşmenin sona erme şekline ilişkin tespitinin hatalı olmasının maddi tazminat isteminin de reddedilmesine yol açtığı, haksız fesih nedeniyle elde edeceği kardan mahrum kaldığı, uğradığı 13 aylık zararın tazminine karar verilmesi gerektiği, sözleşmenin belirsiz süreli olduğu kabul edildiğinde dahi hiç bir önel verilmeden içinde bulunulan sezonu takip eden sezon itibarıyla feshedildiğinden makul süre boyunca yoksun kalınan karın hüküm altına alınması gerektiğini belirterek ilk derece mahkemesi kararının kaldırılmasına ve davanın kabulüne karar verilmesini talep etmiştir.
GEREKÇE: Dava, tek satıcılık sözleşmesinin haksız feshedildiği iddiasıyla portföy tazminatı, kar kaybı ve menfi zararın tazmini istemine ilişkindir. İlk derece mahkemesince, yukarıda açıklanan gerekçe doğrultusunda, davanın kısmen kabulüne karar verilmiş, bu karara karşı, yasal süresi içerisinde davacı vekili tarafından istinaf kanun yoluna başvurulmuştur. İstinaf incelemesi, HMK 355. maddesi uyarınca, istinaf başvuru nedenleriyle sınırlı olarak ve kamu düzenine aykırılık yönüyle re’sen yapılmıştır. Davacı taraf, taraflar arasındaki üç yıl süreli olan tek satıcılık anlaşmasının davalı tarafından haksız feshedilmesi nedeniyle uğradığı kar kaybı, menfi zararının tazmin edilmesi gerektiği gibi portföy tazminatının da ödenmesi gerektiğini ileri sürmüş, davalı ise davacının müşteri konumunda olup, tek satıcılık yetkisi verilmediği ve anlaşmanın süresinin sona ermesi üzerine ticari ilişkiye devam edilmeyeceğinin bildirilmesi ile sonlandırıldığını ve davanın haksız olduğunu savunmuştur. Mahkemece, davalının üç ayrı markasına ait ürünlerin Türkiye’de satışı konusunda davacının münhasıran yetkilendirilmesi nedeniyle taraflar arasında tek satıcılık anlaşmasının bulunduğu ancak süresinin üç yıl olduğu iddiasının davacı tarafından kanıtlamadığı, 2011/2012 İlkbahar/Yaz sezonu için yapılan anlaşmanın süre sonunda davalı tarafından yapılan bildirim ile sonlandırıldığı kabul edilerek yukarıda açıklanan gerekçeyle davanın kısmen kabulüne karar verilmiş olup, karar, davalı tarafından istinaf edilmemiş olmakla; taraflar arasında tek satıcılık anlaşmasının bulunduğu tartışmasız hale gelmiştir. İstinafa konu uyuşmazlık, tek satıcılık sözleşmesinin üç yıl süreli olup olmadığı, sözleşmenin davalının gönderdiği 19/07/2012 tarihli e-posta ile sonlandırılmasının haksız fesih sayılıp sayılamayacağı buna bağlı olarak davacının kar kaybına ilişkin maddi tazminat talebinin haklı olup olmadığı ve portföy tazminatı hakkaniyet indiriminin yerinde bulunup bulunmadığı noktasındadır. Davacı, sözleşmenin üç yıl süreli olduğu iddiasını davalı şirkete gönderdiği 09/03/2011 tarihli e-postadaki üç yıllık iş planına dayandırmıştır. Anılan belge incelendiğinde; davalıya ait üç ayrı markalı ürünlerin 2012, 2013 ve 2014 yıllarında davacı tarafından satışı öngörülen ürün miktarı ve satış fiyatlarının yazılı olduğu anlaşılmaktadır. Bu e-postadan sonra davalı tarafından, davacıya gönderilen 11/04/2012 tarihli e-posta ile bilgilerin inceleneceği ve dönüş yapılacağı bildirilmiştir. Ancak dosya kapsamında, davacının iş planının davalı tarafından kabul edildiğine ilişkin e-posta veya başkaca bir belge bulunmamaktadır. Davalı şirketin davacıya gönderdiği, “münhasırlık bildirimi” konulu 04/07/2012 tarihli e-postada; “davalının sahibi olduğu, …, … markalarının çanta, aksesuar, ve ayakkabı ürünlerinde ve …’nın maliki olduğu … markasının lisans sahibi olarak talebiniz üzerine 2011-2012 Sonbahar/Kış ve 2011-2012 İlkbahar/Yaz sezonları için davacı şirketin Türkiye sınırları içinde tek yetkili satıcı olduğu ve bu ürünleri ithal etmeye ve satmaya yetkili olduğu” açıklanmıştır. Görüldüğü üzere, davacı tarafından anlaşmanın üç yıl süreli olduğu iddiasına dayanak yapılan 09/03/2011 tarihli elektronik postasından sonra davalı tarafından bu iş planının kabul edildiğine ilişkin her hangi bir e-posta veya başkaca bir belge yahut cevabi bir yazı olmadığı gibi aksine 09/03/2011 tarihli davacı e-postasından sonra davalının gönderdiği 04/07/2012 tarihli elektronik postada, davacının, 2011-2012 yıllarında ikişer sezon yetkili kılındığı belirtilmiş olup, 2013 ve 2014 yılları bakımından tek satıcı olarak yetkilendirildiğine ilişkin bir ibarenin olmadığı ayrıca sözleşmenin üç yıl süreli olarak akdedildiği konusunu ispata yarar başkaca belge ve delilin bulunmadığı anlaşılmakla; ilk derece mahkemesince, tek satıcılık anlaşmasının üç yıl süreli olduğu iddiasının davacı tarafından kanıtlamadığı yönündeki tespiti ve kabulünde bir isabetsizlik bulunmadığı sonucuna varılmıştır. Öte yandan davalı tarafından gönderilen ve az önce içeriği özetlenen 04/07/2012 tarihli e-postada, davacının hangi süre için tek satıcı tayin edildiği çok açık bir biçimde belirtilmiş olduğundan anlaşmanın belirsiz süreli olduğu da kabul edilemeyecektir. Taraflar arasındaki anlaşmanın, davalı tarafından davacıya gönderilen 19/07/2012 tarihli e-postada belirtilen tarih itibarıyla sona erdiği ihtilafsızdır. Bu e-postada; davalı şirketin Türkiye’de 5 yıl içinde 30 adet mağaza açmaya yönelik perakendecilik faaliyet stratejisine karar verdiği ve 2013 İlkbahar/Yaz sezonundan itibaren hizmet sunamayacaklarının bildirildiği görülmektedir. Sözleşmenin 2011 ile 2012 yılları Sonbahar/Kış ve İlkbahar/Yaz sezonları için yapılmış olması, süresinin zaten 2012 yılı sezonlarından sonra sona ereceği dolayısıyla 2013 yılını kapsamadığı dikkate alındığında, davalının bu bildiriminin sözleşmenin süresinden önce haksız olarak feshedildiği iddiasının delili olamayacağı aksine açıklayıcı mahiyette bir beyan olduğu kanaatine varılmaktadır. Saptanan hukuki duruma göre, davalının haksız feshi söz konusu olmadığından artık borçlunun kusuruna bağlı olarak TBK 112. veya 125. maddesi kapsamında talep edilebilecek müspet zarar niteliğinde olan kar kaybı talebinin bir dayanağının bulunmadığı kabul edilmelidir. Öte yandan menfi zarar uyulacağı ve yerine getirileceğine inanılan bir sözleşmenin hüküm ifade etmemesi ve yerine getirilmemesi yüzünden güvenin boşa çıkması dolayısıyla uğranılan bir zarar olarak sözleşmeden dönmeye bağlı olarak istenebilecek bir zarar olup somut olayda sözleşmenin süre bitiminde sona ermesine göre menfi zararın koşulları da oluşmadığından ilk derece mahkemesince menfi zarar ve kar kaybı isteminin reddine karar verilmesinde de hukuka aykırılık bulunmamaktadır. 6102 sayılı TTK’nın 122. maddesinde, acentelik sözleşmeleri bakımından düzenlenen portföy tazminatı aynı maddenin 5.fıkrası gereği, hakkaniyete aykırı düşmedikçe, tek satıcılık ile benzeri diğer tekel hakkı veren sürekli sözleşme ilişkilerinin sona ermesi hâlinde de uygulanacaktır. 6102 sayılı TTK.nın 122. maddesi uyarınca portföy tazminatı istenebilmesi için maddede aranan tüm koşulların birlikte gerçekleşmesi gerekir. Denkleştirme talebinde bulunabilmek için sözleşmenin sona ermesi yeterli olup, sözleşmenin hangi sebeple sona erdiğinin bir önemi yoktur. Sözleşme; sürenin son bulması, iflas, ölüm, kısıtlama veya feshi ihbarla sona ermiş olabilir ( Sabih ARKAN, Ticari İşletme, 2015, s.228 ) Sözleşmenin sona ermesinde acentenin kusurlu bir davranışının olmaması gerekir. ( Rıza Ayhan, Mehmet Özdamar, Hayrettin Çağlar, Ticari İşletme, 2016, s.546 ). (Yargıtay 11. Hukuk Dairesi 2015/13003 E- 2017/1215 K sayılı 1.3.2017 tarihli kararı) Bundan başka tek satıcının sözleşmenin ifası sırasında sözleşmeye konu ürünün, markanın yayılmasına katkıda bulunarak müşteri çevresini oluşturması veya önemli ölçüde geliştirmesi ve sözleşmenin sona ermesinden sonra, tek satıcı tarafından oluşturulan müşteri çevresinden üreticinin yararlanmaya devam etmesi gerektiği gibi tek satıcının da, sözleşme sonrasında kendisinin oluşturduğu veya önemli ölçüde geliştirdiği müşteri çevresinden artık yararlanamaması gerekir. TTK 122/4 maddesi uyarınca denkleştirme istem hakkının sözleşme ilişkisinin sona ermesinden itibaren bir yıllık hak düşürücü süre içinde ileri sürülmesi gerekmekte olup, somut olayda, taraflar arasındaki ilişkinin sona erdiği tarih ve davanın açılış tarihi dikkate alındığında, istemin süresinde olduğu gibi toplanan deliller ve tüm dosya kapsamına göre, davacının sözleşmenin sona ermesinde bir kusurunun olmaması sebebiyle denkleştirme talebinde bulunabilecektir. Esasen bu husus istinaf aşamasındaki uyuşmazlık konularından da değildir. Portföy tazminatı yönünden istinafa gelen uyuşmazlık, ilk derece mahkemesince yapılan hakkaniyet indirimine ve buna bağlı olarak hüküm altına alınan tazminatın miktarına ilişkindir. Portföy tazminatının belirlenmesinde TTK 122/2 maddesi dikkate alınacak olup, anılan hüküm gereği, tazminat, tek satıcının son beş yıllık faaliyeti sonucu aldığı yıllık komisyon veya diğer ödemelerin ortalamasını aşamaz. Sözleşme ilişkisi daha kısa bir süre devam etmişse, faaliyetin devamı sırasındaki ortalama esas alınır. Portföy tazminatı koşularının oluştuğunu ispat yükü tek satıcı olan davacıya, tazminat miktarının indirilmesi gerektiğinin ispatı ise davalıya aittir. (Yargıtay 11. Hukuk Dairesi 2016/2170 E- 2017/2780 K sayılı 10.5.2017 tarihli kararı) Mahkemece benimsenen bilirkişi raporunda; davacı şirketin ticari defter ve kayıtları incelenmek suretiyle, taraflar arasındaki sözleşmenin 2011 yılında 4 ay, 2012 yılında 12 ay ve 2013 yılında 7 ay olmak üzere toplam 23 ay devam ettiği belirtilerek gelir tablosunun ve faaliyet giderlerinin bu süre dikkate alınarak oluşturulduğu, brüt satış karı toplamının 947.546,21 TL, 23 aylık ortalama brüt satış karının da 41.197,66 TL olarak tespit edildiği buna göre TTK 122/2 maddesine göre tazminatın üst sınırının 23 ayın ortalaması olan 494.371,92 TL olduğu açıklanmış, aynı bilirkişi heyetine marka uzmanı da dahil edilerek alınan ek raporda da; davacının gösterdiği gayret ve başarısı ile kazandırdığı müşteri çevresinden, sözleşme sona erdikten sonra davalının faydalanacağının muhakkak olduğu ancak davalının markalarından birinin daha önceden tanınmışlığı da dikkate alındığında tazminattan %45 oranında hakkaniyet indirimi yapılabileceği belirtilmiştir. Mahkemece hakkaniyet indirimine esas olacak teknik verilerin incelenmesi bakımından bilirkişiden ek rapor veya görüş alınmasında usul ve yasaya aykırılık bulunmadığı gibi TTK 122. maddesine göre üst sınırı 494.371,92 TL olarak tespit edilen tazminattan ek raporda açıklanan hakkaniyet indirimine esas kriterlere göre %45 oranında indirim yapılarak geri kalan % 55 oranına tekabül eden miktarın portföy tazminatı olarak davacıya ödenmesine ve davacı vekilinin dava ve ıslah dilekçesinde açıkça yasal faiz istemesine göre, taleple bağlılık ilkesi gereğince; hüküm altına alınan tazminata yasal faiz uygulanmasında bir isabetsizlik bulunmadığından davacı vekilinin yerinde olmayan nedenlere göre istinaf başvurusunun esastan reddine karar verilmesi gerektiği kanaatine varılmış ve aşağıdaki hüküm kurulmuştur.
HÜKÜM:Yukarıda açıklanan nedenlerle: 1-Davacı vekilinin istinaf başvurusunun HMK’nın 353(1)b-1 maddesi uyarınca ESASTAN REDDİNE, 2- Davacı tarafından yatırılan 44,40 TL istinaf peşin karar harcından alınması gereken 59,30 TL’nin mahsubu ile bakiye 14,90 TL’nin davacıdan alınarak Hazineye irad kaydına, 3-Davacı tarafından istinaf aşamasında yapılan yargılama giderlerinin kendi üzerinde bırakılmasına, 4-Kararın, HMK’nın 359/4 maddesi uyarınca Dairemiz Yazı İşleri Müdürlüğünce taraflara resen tebliğine, Dair, dosya üzerinden yapılan inceleme sonunda, gerekçeli kararın taraflara tebliğinden itibaren 2(iki) hafta içerisinde Yargıtay’a temyiz yasa yolu açık olmak üzere oy birliğiyle karar verildi. 21/06/2021