Emsal Mahkeme Kararı İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 43. Hukuk Dairesi 2020/546 E. 2022/109 K. 02.02.2022 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı henüz kesinleşmemiştir. Yararlı olması amacıyla eklenmiştir.

T.C.
İSTANBUL
BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ
43. HUKUK DAİRESİ
DOSYA NO: 2020/546
KARAR NO: 2022/109
T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
İ S T İ N A F K A R A R I
İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ: İST. ANADOLU 2. ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ
TARİHİ: 06/02/2019
NUMARASI: 2014/673 Esas-2019/100 Karar
DAVA: Tazminat
İSTİNAF KARAR TARİHİ: 02/02/2022
Taraflar arasında görülen dava neticesinde ilk derece mahkemesince verilen hükmün taraf vekillerince istinaf edilmesi üzerine dosya kapsamı incelenip gereği görüşülüp düşünüldü;
TARAFLARIN İDDİA VE SAVUNMALARININ ÖZETİ
DAVA: Davacı vekili, taraflar arasında Ürün Tedarik Sözleşmesi çerçevesindeki ticari ilişkinin 2001 yılında başladığı, 2008 yılından itibaren sözleşmelerin müvekkili aleyhine matbu koşullar taşıdığı ve davalının dayatması ile müvekkilince imzalanmak zorunda kalındığı en son imzalanan sözleşmenin 2012 tarihli olup, 2013 yılı sözleşmesinin karşılıklı görüşmeler ve yazışmalara rağmen koşullarda anlaşma sağlanamaması nedeniyle imzalanamadığı, bu nedenle davalı tarafından 2012 tarihli sözleşmenin 11.10.2013 tarihli ihtarname ile haksız olarak feshedildiği, davalının sözleşmelere aykırı davranışı nedeniyle müvekkilinin maddi ve manevi zarara uğradığı, 2008 ile 2013 yılları arasında piyasada genel kabul oranın % 30 olmasına rağmen taraflar arasındaki ilişkide geri dönüş oranının %54 oranına çıktığı, bu nedenle 361.867,00 TL, 2009-2013 ödenen mağaza açılışlarına karşılık ödenen bedellere göre ürünlerin rafta gereği gibi veya hiç teşhir edilmemesi nedeniyle davalının hak etmediği halde fazladan aldığı 117.158,00TL bedel, 6 yılda satışların devamlı düşüş gösterilmesinden kaynaklı 502.357,00 TL kar kaybı, anlaşmaya aykırı olarak ödenmek zorunda kalınan lojistik ve elleçleme bedeli için 26.677,63.-TL, davalının kötüniyetli davranışları ile satışlara ve markaya verdiği zarara karşılık 260.220,00TL ile ödeme vadelerinin 180 güne uzatılması nedeniyle 75 gün için 19.788,33TL olmak üzere toplam 1.288.067,96 TL maddi ve 100.000 TL manevi zararın fesih tarihinden itibaren faiziyle birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.
CEVAP: Davalı vekili, davanın zamanaşımına uğradığı, 2008 ile 2013 yıllarında prim ve bedeller nedeniyle zarara uğradığı iddiasının dinlemeyeceği zira davacının buna ilişkin faturaları ihtirazi kayıtsız kabul ettiği gibi sonradan da bir itiraz da bulunmadığı, müvekkilinin sözleşmelere tek taraflı olarak hüküm koymadığı aksine karşılıklı anlaşma ile imzalandığı, sözleşmeye aykırı davranışlarının da olmadığı, taraflar arasında 2013 yılına ilişkin sözleşme koşullarında mutabakat sağlanamadığı, sözleşmenin imzalanması için gönderilen ihtara rağmen davacının gelmediği böylece davacının temerrüde düştüğü bu nedenle en son tarihli sözleşmenin haklı olarak feshedildiği, davcının maddi zarar ve manevi zarar iddiasının haksız olduğu ve manevi tazminat koşullarının da oluşmadığını belirterek davanın reddine karar verilmesini savunmuştur.
İLK DERECE MAHKEMESİ KARARI: Mahkemece benimsenen kök ve 2. ek rapor doğrultusunda; taraflar arasında 29.12.2006 tarihinde “2007 Tedarik Sözleşmesi” imzalandığı ve bu sözleşme ile davacının, bildirilen sipariş üzerine davalı şirkete ürün satışı yapacağı, sözleşmenin 3.12 maddesinde; davalının iade edeceği malları, davacı şirketin tamamını teslim almaya yükümlü olduğu ve kargo masraflarını davacının ödemekle yükümlü olduğu, satışta ödeme vadesinin 75 gün olduğunun kararlaştırıldığı, taraflar arasında, aynı içerikli “2008 – 2009 – 2010 – 2011 – 2012 tarihli Tedarikçi Sözleşmelerinin düzenlendiği, sözleşmelerin genel itibariyle 1 yıl süreli olarak akdedildikleri, 2001 ile 2013 yılları arasında birçok sözleşme akdedildiği, bu sözleşmelere dayalı olarak akdi ilişkinin kurulup devam ettiği, her bir sözleşmenin süresinin sora ermesinden sonra davacının davalı ile aynı içerikte yeni bir sözleşme akdetmeye razı olduğu dolayısıyla taraflar arasındaki akti ilişkinin davacı tarafından davacının ekonomik özgürlüğünü kısıtlayıcı bir akdi ilişki olduğu hususunun kabul edilemeyeceği, tacir olan davacının basiretli davranma yükümlülüğünün olduğu, davalı ile yeni bir sözleşme akdetmeye razı olan davacının, bu sözleşmede yer alan hükümlerin dürüstlük kurallarına aykırı olduğu ve aleyhine durumu ağırlaştırıcı hükümler olduğunun ileri sürülemeyeceği, bunun hakkın kötüye kullanılması sonucunu doğuracağı, davacının 2008-2013 tarihlerinde, piyasada genel kabul görmüş geri dönüş oranı %30 olmasına rağmen, davacının mallarının davalıya geri dönüş oranının %54′ lere kadar yükselmesinden, dolayı 361.807.00 TL zarara uğradığını öne sürdüğü ancak taraflar arasında düzenlenen 2008 ila 2013 yıllarında düzenlenen Tedarikçi Sözleşmesinin 3.12 maddesinde, tedarikçinin, perakendecinin iade etmek istediği malların tümünü iade almakla yükümlü olduğunun belirtildiği dolayısıyla, davacı/tedarikçi davalı/perakendecinin iade etmek istediği ürünleri geri alma yükümlülüğü altına girdiği, davacının iadesi gereken oranın üzerinde iade işleminin yapılması nedeniyle zarar talebi yerinde olmadığı, 2009-2013 dönemi ödenen mağaza açılışlarına karşılık alınan bedellerin karşılığında ürünlerin rafta gereği gibi veya hiçbir teşhir edilmemesine dayandırılan zarar iddiasının yerinde olmadığı zira davacının; davalının, hangi mağazalarda, hangi yılda, hangi tarihlerde, ne kadar süreyle ürün teşhir etmediğini, dolayısıyla davalının “ürün teşhir etme” edimini hiç ya da gereği gibi yerine getirmediğini kanıtlamayamadığı,Davacının ürünlerinin 6 yılda sürekli düşüş göstererek 953.583 TL olduğu, halbuki 2008 satışları muhafaza edilseydi 1.634.832 litre edeceğini, farkının 681.249 litre olduğu, her yılın kaybının, o yılkı net satış fiyatı ile değerlendirildiğinde kayıp satış bedelinin 2.009.426 TL olacağını ve % 25 kar marjıyla satış zararının 502.357 TL olacağını öne sürdüğü, fesih öncesinde kar mahrumiyetini, 2008-2013 yılı döneminde, 2008 yılındaki olması gereken 272.388 litre meyve suyu miktarını baz aldığı ve yıllara göre artan birim satış fiyatı ve kar marjını hesaplayarak, fiili satış ve karlılık miktarından tenzil etmek suretiyle uğradığı kar mahrumiyetini beyan ettiği yanlar arasında kurulan sözleşmede, davacının, her yıl 272.388 litre meyve suyu satacak olduğuna ilişkin bir düzenleme yapılmadığı, davacının, 2008-2013 yılı döneminde davalı şirkete sattığı içecek ürünlerin litre ve satış tutarı, maliyetlerden çıktıktan sonra elde ettiği kar mevcudunun toplam 576.691 TL olduğu, sözleşme, bu sözleşmenin 01.01.2012-31.12.2012 tarihleri arasında (1yıllık bir süre için) geçerli olacağının belirtildiği, sözleşmenin matbu olarak hazırlanmış olan son sayfasının 3.26 nolu maddesinde ise, bu sözleşmenin 2 yıl süreli olduğu, ek mutabakatla belirlenen kondüsyon oranlarının ilk 12 ay için geçerli olduğu, 2.yıla ilişkin oranların l.yıl için belirlenen kondüsyon oranlarından az olmamak üzere tarafların mutabakatı ile belirleneceği hususunun hükme bağlandığı, iki hüküm birbiriyle çeliştiğinden, bu tip çelişkili hükümlerin yorumlanması hususunda kabul edilen yorum kuralları gereği, 2012 Tedarikçi Sözleşmesi başlığı altındaki hükmün esas alınması gerektiği ve sözleşmenin 01.01.2012-31.12.2012 tarihleri arasında geçerli olmak üzere,1 yıl süreli akdedildiğinin kabulü gerektiği, tarafların birbirlerine çektikleri ihtarnamelerden çıkan anlama göre, taraflar arasındaki sözleşme, 01.01.2013-31.12.2013 tarihleri arasında geçerli olmak üzere 1 yıllık bir süre için yenilendiği, zira taraflar 2013 yılı boyunca sürekli olarak birbirlerine ihtarnameler çektiği ve davalının 11.10.2013 tarihinde davacıya çektiği ihtarnameyle sözleşmeyi feshettiğini bildirdiği buna göre, davalının, sözleşmenin normal sona erme süresini beklemeden, 2 ay 19 gün önce feshettiği, davalının dayandığı fesih nedeninin haklı olmadığı dolayısıyla 1 yıllık sürenin dolmasından 2 ay 19 gün önce sözleşme haksız feshedildiğinden davacının 2 ay 19 gün için mahrum kaldığı kazanç nedeniyle uğradığı zararı (kar mahrumiyeti zararını) talep edebileceği, sözleşmenin 11.10.2013 tarihinde feshedildiği, davacının incelenen kayıtlarına göre , üç yıllık satış kar ortalaması; (80.828 + 96.412 + 70.282) / 3 = 82.507,33 TL/yıl olup, 79 gün için hesaplanan kar mahrumiyeti; (79 x 82.507,33) / 365 = 17.857,75 TL olarak hesaplandığı, davacının, anlaşmaya aykırı olarak ödemek mecburiyetinde bırakıldığı lojistik ve elleçme bedeli 26.677.63 TL’yi talep etmişse de, buna ilişkin faturaların ihtirazi kayıtsız ödenmesi nedeniyle bu talebinin kabulünün mümkün bulunmadığı, davalının kötü niyetli olarak hareket etmesi sonucu satışlarına ve markalarına verdiği zarar karşılığı 1 yıllık satış kaybı, 272.482 TL ortalamasına göre 3.82 TL fiyattan % 25 kar kaybı iddiasının da kanıtlamadığı gibi 180 gün vadenin finansman maliyeti olarak 75 gün için davalıdan 19.788,33 TL finansman maliyet zararının da kanıtlayamadığı ayrıca manevi tazminat koşullarının da bulunmadığı gerekçesiyle davanın kısmen kabulü ile 17.857,75 TL kar mahrumiyetinin davalıdan tahsiline diğer taleplerinin reddine karar verilmiştir. Bu karara karşı, taraf vekilleri tarafından istinaf yoluna başvurulmuştur.
İSTİNAF NEDENLERİ: Davacı vekili istinaf dilekçesiyle; davadaki haklı taleplerin hiçbir şekilde dikkate alınmadığı, müvekkili ile davalı arasında 2001 yılından 2013 yılına kadar süren “tedarikçi sözleşmesi”nin her yıl yeniden imzalandığı, bu sözleşmeler kapsamında yıllar geçtikçe sözleşme şartlarının müvekkili aleyhine ağırlaştığı; önceleri mağaza büyüklüğüne bakılmadan alınan 100 euro bedelin daha sonraları mağaza büyüklüğüne göre 250-750 euro’ya çıkarıldığı, müvekkilinin artan maliyetleri karşılamak için talep ettiği zam isteklerinin aylarca oyalandığı, davalı şirketin bu süreçte kendi ücretlerini 10 misli artırmasına rağmen müvekkilinin mallarını raflardan kaldırmaya başladığı, Raflarda sergilenen ürün çeşidi, 2008 yılında 11 adet iken bu sayının 2013 yılında 4’e düşürüldüğü, davalı tarafından mağazalardaki ürünlerin alım satımlarını takip için müşteri tedarikçi firmalara bedel karşılığı açılan şifreli bilgi paylaşım ağı kayıtlarında görüldüğü, müvekkilince ödenen “aktivite primi, ciro primi vs” gibi bedellerin tahsil edildiği bu bedeller karşılığında “ek teşhir” haklarından yararlandırılmadığı, bu sebeple de müvekkili ürünlerinin davalı şirket bünyesindeki satış, pazarlama ve reklam haklarının kısıtlandığı, yaz aylarında içecek talebinin çok olmasına rağmen, davalı şirket tarafından bu aktivitelerin yapılmadığı, müvekkilinden kesilen % 17 ciro primi, davalı şirket mağazalarında “cam şişe olarak sadece sunpride satılacak” vaadi ile % 23’e çıkartılmış olmasına rağmen davalı şirketçe bu vaadin de yerine getirilmediği, anlaşma gereği “depo teslimi” yapılması gereken sevkıyatların özellikle satışı yüksek olan mağazalara müvekkili tarafından doğrudan yapılmak zorunda kalınarak ilave külfetler getirildiği, fiyat artış dönemlerinde diğer müşterilere uygun zamanlarda zam taleplerini yerine getiren davalının, müvekkilinin zam taleplerini geçiştirerek oyaladıkları ve müvekkilinin diğer şirketler nezdinde mali açıdan zor duruma düşmesine neden oldukları, ödeme süreleri her ne kadar sözleşmede 75 gün olarak belirtilmişse de 2009 yılından itibaren ciro primlerini, aktivite primleri ve mağaza açılış ücretleri alacaktan mahsup edilerek ancak 180 günde tahsil edildiği, 2013 yılında müvekkilinin yazılı ve sözlü olarak defalarca iyileştirme talepleri yapılmasına rağmen davalı şirket tarafından sonuç alınamayan toplantılarla oyalama içerisine girilerek, diğer taraftan Mart ayından itibaren depo stoklarının sıfırlanmaya başlandığı ve bedel ödeyerek hak kazandığı mağazalarda teşhir imkanının yok edilmesine sebep olduğu ve bu nedenle de çok ciddi maddi ve manevi zarara uğratıldığı, davalı tarafından “tedarikçi sözleşmesi”nin haksız olarak feshedilerek müvekkilinin 1.288.067,33.TL maddi ve 100.000,00.TLmanevi zararının tazmininin talep edildiği, taleplerin haklı olduğunu kanıtlayıcı hukuken muteber birçok delil sunulmuş olmasına karşılık mahkemece son bilirkişi raporundaki lehe olan tespitler dikkate alınmayarak önceki bilirkişi raporunda bildirilen görüş doğrultusunda haksız bir karar tesis edildiği, Mahkemece, taraflar arasındaki sözleşmenin 3.14.maddesindeki malların tümünü iade alma yükümlülüğü bulunduğu belirtilerek bu alacak kaleminin yerinde olmadığına karar verildiği, geri dönüş oranlarını hasarlı mal iadesi olarak anlamış olmasının hatalı olduğu, sözleşmeler incelendiğinde; geri dönüş oranlarının belirlenmiş olduğu ve bu geri dönüş oranları içinde B2B ödemesi, ciro primi, aktivite primi, crm primi, hasarlı iade, kampanyalı satışlar, katalog insert, kategori destek, lojistik primi, kota pirimi gibi birçok isim altında davalı firmanın müvekkiline fatura ettiği geri dönüş kalemleri bulunduğu, sözleşmelerde bu geri dönüş oranları belirlenmişken davalı tarafından fatura edilen geri dönüş kalemleri ile sözleşmedeki oranın açıldığı, kök raporda 2008-2013 yılının 5. ayı arasındaki fazladan fatura edilen geri dönüş tutarının 247.587-TL olarak belirlendiği ayrıca da ürün iadesi ile kastedilenin, satılamayan malın iadesi olduğu, davalı uhdesinde iken hasara uğramış ve mal vasfını ve ticari değerini kaybetmiş ürünün iadesinin söz konusu olamayacağı, davalı kendisinde iken kırılan malı da iade etmeye çalıştığı, sözleşmenin 3.14. maddesindeki ürün iadesi hakkının bu gibi durumları kapsamadığı, bilirkişi raporlarına itiraz dilekçeleri ekinde davalı personeli imzalı iade irsaliyeleri ve bu hususta yapılan mail yazışmalarının sunulduğu, kabul anlamına gelmemek üzere geri dönüş oranlarının sadece ürün iadesi olarak kabul edildiğinde dahi son raporda haksız ürün iadesinden dolayı 63.080-TL zarar olduğunun belirlendiği, bu tespite de yerel mahkemece itibar edilmediği,Mağaza açılış bedelleri talebinin ispatlanamadığı gerekçesiyle reddinin hatalı olduğu, mağaza açılış bedelleri alınmış olması nedeniyle sözleşme süresi boyunca davalı firmanın ürünlerini satışa sunma yükümlülüğünün olduğu, dava dilekçesi ekinde, 2008 ila 2013 yılları arasında yeni açılan mağaza bedeli adı altında müvekkilinin hangi mağazalar için kaç para ödediğini, hangi mağazalarda sırf isim değişikliği yaparak mükerrer para alındığını ve bu mağazalarda müvekkil şirketten parayı aldıkları tarihte bulunan çeşit adedinin parayı alır almaz nasıl eksilerek yıllar içinde azaldığını gösteren bir tablo bulunduğu, bu nedenle davalının hangi mağazada hangi yılda ne kadar süre ile ürün teşhir etmediğini kanıtlaması gerektiğine ilişkin bir delil tespiti ya da belge olmadığı görüşüne katılmanın mümkün bulunmadığı, bu hususların 26.11.2018 tarihli son bilirkişi incelemesinde davalının B2B kayıtları ile tabloda belirtilen tarihlerdeki mağaza stok kayıtlarını inceleyerek birbirleriyle uyumlu olduğunun ortaya çıkartıldığı, ayrıca 26.11.2018 tarihli bilirkişi raporunun 15. sayfasında bulunan tabloda da görüleceği üzere yapılan anlaşmalarda ürünlerin nerede satılacağına dair “ulusal, bölgesel, lokal kutucuklarının bulunduğu, bunlardan en geniş satış alanını temsil eden “ulusal” kutusunun seçildiğinin görüleceği, bu nedenle ürünleri raflarda bulundurmamanın anlaşma hükümlerine aykırı olduğu, mÜrünlerin raflarda bulundurulmaması nedeniyle uğranılan 502.357,00.TL zarar talebinin yerinde olmadığının kabul edilmeyeceği, sözleşmede her yıl 272.388 litre meyve suyu satmasına ilişkin bir düzenleme olmadığı, serbest rekabet ortamı ve fiyat politikaları çerçevesinde müvekkilinin arz talep dengesi içerisinde sattığı miktar hacmine göre kar elde edeceği gerekçesinin yerinde olmadığı, 2008 de ortalama 10,4 çeşit ürün teşhir edilirken, 2013 Ocağında 5,3 çeşide, 2013 temmuzunda 2,5 çeşide düştüğü, 2013 eylülünde de sıfırlandığı, 2008 yılında yapılan satışın sonraki yıllarda yapılmamasının sebebinin, davalının açılış bedeli almasına rağmen zamanla raflardaki ürün çeşidini düşürmesi, malların bulundurulmaması olduğu, 28.11.2018 tarihli son bilirkişi raporunda bu zararın 459.613 TL olarak tespit edildiğinin açıklandığı, Mahkemenin sözleşmenin süresi sona ermeden fesih edilmesinin haksız olduğu ve 2 ay 19 gün erken fesih nedeniyle 17.857 TL kar mahrumiyeti zararı çıkartmasının da süre yönünden hatalı bulunduğu, her ne kadar hukuki fesih 11.10.2013 tarihinde yapılsa da, yazışmalar ve görülen depo stokları, davalının fesih kararını 2012 sonunda aldığını ve müvekkili şirketi yeni anlaşma koşullarını görüşme bahanesiyle aylarca oyalarken fiili tasfiyeyi 2013 yılı başından itibaren yürürlüğe koyduğu bu nedenle sözleşmenin haksız feshi fiilen 2013 yılı başı olduğu, Sözleşmede elleçleme bedelinin davalı tarafından ödeneceğine ilişkin bir düzenleme olmadığı ve fatura içeriği hizmetin davalı için yapıldığı da somut olarak belli olmadığı gerekçesiyle elleçleme bedeli talebinin reddedilmesinin de yerinde olmadığı zira müvekkilinin yükümlülüğünün, sözleşmede işaretlendiği üzere malı depoya teslim etmekle sınırlı olduğu, malın, depodan mağazaya götürülme bedelinin müvekkiline ait olmadığı aksi yönde bir hüküm bulunmadığı, davalı şirketin sözleşmesel yükümlülüğüne uygun hareket etmemesi nedeniyle müvekkili şirketin ürünleri mağazaya götürmek zorunda kaldığı, bu nedenle ek maliyet çıktığı dolayısıyla elleçleme bedellerinin davalıya ait olduğu, Davalının kötüniyetli hareket etmesi (sözleşmeye aykırı davranışı ve dürüst davranmaması) nedeniyle satışların düştüğü ve bunun sonucunda müvekkilinin markasının zarara uğradığı, davalının, müvekkilinden her mağaza açılışında mağaza açılış bedeli altında belli miktarda bir ödeme aldığı gerçeği karşısında müvekkiline ait ürünleri bu mağazaların raflarında bulundurmasının hakkaniyet gereği olduğu, davalının sözleşmesel yükümlülüklerini yerine getirmediği ve dürüst davranmadığı aksi yöndeki mahkeme gerekçesinin yerinde olmadığı, 19.788,33 TL finansman maliyeti talebinin reddine karar verilmesinin de doğru olmadığı sözleşmelere göre, 75 günlük bir vade belirlendiği, bu belirlenen 75 günlük sürenin üzerine çıkılmaması gerektiği, ödeme süresi ile ilgili anlaşma ve uygulamanın, kasa çıkışından sonraki 75 gün içerisinde ödeme yapılması şeklinde olduğu, promosyon bedelleri bir sonraki faturaya yansıtılarak tahsil edilmesi gerekirken, 2009 yılından itibaren müvekkili şirketin ilk alacağından mahsup edilerek müvekkilinin kestiği faturaların ödeme vadeleri davalı tarafından 180 güne kadar uzatıldığı, oysa tedarikçiye ödemenin 75 günde yapılacağının kararlaştırıldığı ayrıca müvekkilinden tahsil edilen ciro primleri, aktivite primleri ve mağaza açılış ücretleri gibi alacakların, müvekkilinin doğmuş alacağından mahsup edileceğine dair bir hüküm olmadığı, bu yöndeki delillerin ibraz edildiği, Manevi tazminat koşullarının oluşmadığı gerekçesinin yerinde olmadığı zira davalının haksız uygulamaları sebebiyle müvekkilinin markasının tanınırlığı, bilinirliği ve ticari itibarının zedelendiği, Mahkemece benimsenen bilirkişi raporlarına yapılan itirazlara göre aynı bilirkişi heyetine bilgisayar mühendisi dahil edilerek 26.11.2018 tarihli bilirkişi heyet raporunun alındığı bu raporda önceki bilirkişilerin ayrık görüş sunduğu ve zararın tespit edildiği ancak mahkemece kök rapor ile ek rapor ve teknik bilirkişi dahili ile alınan ek rapordaki ayrık görüş arasındaki çelişki giderilmeden karar verilmesinin hatalı olduğu, ayrık bilirkişi raporuna itibar edilmeme nedeninin de açıklanmadığı, 6100 sayılıHMK 266-287.maddeleri uyarınca, bilirkişi raporunun kural olarak hâkimi bağlamayacağı, hakimin raporu serbestçe takdir edeceği ve raporu yeterli görmezse, bilirkişiden ek rapor isteyebileceği gibi gerçeğin ortaya çıkması için önceki bilirkişi veya yeniden seçeceği bilirkişi vasıtasıyla yeniden inceleme de yaptırabileceği ancak bilirkişi raporları arasındaki çelişki gidermeden karar veremeyeceği, mahkemece çelişkinin giderilmemesinin usule aykırı olduğu, bu kondu bir çok Yargıtay kararı bulunduğu ayrıca davanın gerekçeye göre kısmen reddinin sorumlusu müvekkili şirket olmadığından davalılar yararına masraf ve avukatlık ücretine hükmedilmesinin de yanlış olduğu, Mahkemenin taraflar arasında düzenlenen sözleşme hükümlerinin TBK anlamında dürüstlük kurallarına aykırılık olmadığı, davacı tacir olup basiretli davranmak zorunda olduğundan sözleşme hükümlerini geçersiz sayılmasını gerektirecek bir aykırılık bulunmadığı kanaatine de katılmanın mümkün bulunmadığı, TBK ‘daki genel işlem şartlarına ilişkin düzenlemelerin piyasa ekonomisinin hakim olduğu hukuk sistemlerinde sözleşme özgürlüğünden doğabilecek bazı sakıncalı durumlara engel olmak amacıyla konulduğu, müvekkili bir tacir de olsa karşı taraftaki firmanın marketler zincirinin bulunması, market sektöründe bir tekel oluşturması nedeniyle müvekkilinin davalı ile aynı güçte ve konumda olduğunun düşünülemeyeceği, ilk yapılan sözleşmeden itibaren yapılan sözleşmelerin gerek matbu olması ve gerekse sonraki sözleşmelerde yapılan değişikliklerin tümünün müvekkili şirketin aleyhine değişiklikler olması ve durumunu ağırlaştırması dikkate alındığında davalı lehine güç dengesi bulunduğunun görüleceği, bu nedenle taraflar arasındaki sözleşmelerde bulunan ve genel işlem şartı teşkil eden hükümlerin geçersiz kabul edilmesi ve dava konusu olayın buna göre değerlendirmesi gerektiğini belirterek ilk derece mahkemesi kararının kaldırılmasına ve davanın kabulüne karar verilmesini talep etmiştir. Davalı vekili istinaf dilekçesiyle; mahkemece bilirkişi kök ve ek raporlarında belirtilen sözleşmenin süresinden önce feshedilmesi sebebiyle davacının kar mahrumiyeti talep edebileceği görüşünün benimsendiği ve davacı itirazları doğrultusunda alınan ek raporlar çerçevesinde, sözleşmenin 2 ay 19 gün yani 79 gün önceden feshedildiği kabul edilerek, üç yıllık satış ortalamasının da davacı talepleri doğrultusunda değerlendirilmek suretiyle 79 günlük kar kaybının 17.857,75-tl olduğu yönündeki bilirkişi raporlarına göre hüküm verildiği, kar mahrumiyetine ilişkin verilen hükmün hukuka uygun olmadığı, Sözleşmenin feshi haklı sebeplere dayandığı, bilirkişi raporunda, taraflar arasında 01.01.2013-31.12.2013 tarihleri arasında geçerli olmak üzere bir yıllık süre için sözleşmenin yenilendiği, davalı tarafından bir yıl dolmadan 11.10.2013 tarihinde gönderilen ihtarname ile sözleşmenin feshedildiği ve dolayısıyla 2 ay 19 gün önceden feshedilen sözleşme gereği davacının mahrum kaldığı kazanç nedeniyle 6.194,90TL olarak belirlenen kar mahrumiyeti, davacı itirazları sonucu ek raporlarda 17.857,75-TL olarak belirlendiği, kar mahrumiyetinin belirlenme esaslarının da hatalı olup, denetime uygun olmayan hesap yöntemine dayalı kar mahrumiyeti zararının davalının tazmin etmesi gerektiği yönündeki hükmün yasaya uygun olmadığı, davacı ile müvekkili arasında 01.08.2013 tarihinden itibaren karşılıklı ihtarnameler gönderildiği, 2013 yılı sözleşmesi koşullarına ilişkin gerçekleştirilen ihtarnamelerde müvekkilinin 2012 yılı Tedarikçi Sözleşmesinin 3.26 maddesinin 2. yılın ücret ve oranların bir yıl için belirlenen oranlardan daha az olmamak üzere yeniden belirlenerek tarafların muvafakatının sağlanacağı hükmüne istinaden oran teklifinde bulunduğu ve davacının da mutabık olması halinde 29.08.2013 tarihinde sözleşme imzalamak üzere müvekkili şirket genel müdürlük adresine davet ettiği aksi halde davacının sözleşme hükümlerine uymaması sebebiyle temerrüde düşmüş sayılacağının ihtar edildiği, davacı ile mutabakat sağlanamaması ve davacının sözleşme imzalamaya iştirak etmemesi üzerine sözleşmenin müvekkili tarafından haklı sebeple feshedildiği, sözleşmenin feshi, tüm sözleşmelerde tarafların hukukun genel ilkeleri uyarınca kullandığı bir hak olup, sözleşmenin feshini ortadan kaldıracak şekilde yorumların sözleşme serbestisi ilkesine de aykırı olduğu, müvekkilinin haklı nedenle sözleşmeyi feshettiği, bu sebeple davacının 2 ay 19 günlük kar mahrumiyeti zararının söz konusu olmadığı, tüm bunların dışında, kar mahrumiyeti müspet zararlar arasındadır ve istenebilmesi için sözleşmenin ayakta olması gerektiği, nitekim BK’nun açık hükümleri ve yerleşik içtihatlar çerçevesinde sözleşmenin feshi ile müspet zarar talebinin mümkün olmadığı, kar mahrumiyet talebi de müspet zararlardan olup, talep edilebilmesi için sözleşmenin ayakta olması şartının arandığı, kabul anlamına gelmemek üzere, hesaplanan bedelin de hatalı olduğu, nitekim son üç yıllık satış kar ortalaması alınarak 79 gün için 6.194,90-TL kar mahrumiyeti hesaplandığı, davacı itirazları sonucu alınan bilirkişi ek raporunda hesap yönteminde maddi hata yapıldığı belirtilerek bu kez 17.857,75-TL olarak tespit edeldiği, kar mahrumiyeti hesap yönteminin de hatalı olup, kar mahrumiyetinde neden son üç yıllık satış ortalamasının alındığının da belirsiz olduğu, sözleşmenin haksız feshi iddiasını kabul anlamına gelmemekle birlikte, son 79 gün için ancak o yıla ( son senenin ) aylık satış ortalamasının baz alınması gerektiği ayrıca müvekkil şirketin temerrüde düşmediği, mahkemenin 11.10.2013 başlangıç tarihli faiz kararının yerinde olmadığı gibi işlenecek faiz yasal fazi olması gerekirken, avans faizine hükmedilmesininde hatalı olduğunu belirterek bu iki nedenle ilk derece mahkemesi kararının kaldırılarak davanın reddine karar verilmesini talep etmiştir.
GEREKÇE: Dava, davalının ürün tedarik sözleşmelerine aykırı davrandığı ve son sözleşmeyi haksız feshettiği iddiasıyla uğranılan zararın tazmini istemine ilişkindir. İlk derece mahkemesince, yukarıda açıklanan gerekçe doğrultusunda, davanın kısmen kabulüne karar verilmiş, bu karara karşı, taraf vekilleri tarafından yasal süresi içerisinde istinaf kanun yoluna başvurulmuştur.İstinaf incelemesi, HMK’nın 355. maddesi uyarınca, ileri sürülen istinaf başvuru sebepleriyle sınırlı olarak ve kamu düzenine aykırılık yönüyle re’sen yapılmıştır.Davacı taraf, 2008 yılından itibaren imzalanan matbu sözleşmelerde sadece davalının menfaatleri gözetildiği gibi davalının tek taraflı ve haksız tutumu sonucunda zarara uğradığını ileri sürerek 2008 ila 2013 yıllarına ilişkin sözleşmeler kapsamında oluşan zararının tazminini talep etmektedir. Taraflar arasında 2001 yılından itibaren ürün tedarik sözleşmeleri akdedilmiş olup, en son imzalanan sözleşmenin 2012 tarihli olduğu ve sözleşmenin 2013 yılında uygulanacak koşullarında anlaşma sağlanamaması nedeniyle 2012 tarihli sözleşmenin davalı tarafından 11.10.2013 tarihli ihtarla feshedildiği ihtilafsızdır. Ürün Tedarik Sözleşmelerinde, davacı tedarikçi, davalı ise perakendeci konumundadır. Davacı tarafından, davalının verdiği siparişlerin yine davalının belirlediği noktalara teslim edilmesine ilişkin sözleşmede tarafların karşılıklı edim ve yükümlülükleri gösterilmiştir. 2008, 2009 ve 2010 yılları için imzalanan sözleşmelerde, geçerlilik süresinin 01 Ocak-31 Aralık olduğu belirtilmiştir. 3.24 maddesinde ise, taraflarca yazılı bildirimde bulunulmadığı takdirde sözleşmenin geçerliliğinin devam edeceği, her yeni sözleşmenin bir önceki sözleşmeyi otomatik olarak feshedeceği kararlaştırılmıştır. Bu kapsamda, 2008 yılından itibaren devam eden her yıl için yeni sözleşme imzalanmış ve 3.24. maddesindeki düzenleme gereğince bir önceki sözleşme sona ermiştir.2011 yılı ve en son imzalanan 2012 tarihli sözleşmelerde de, geçerlilik tarihinin 01 Ocak ile 31 Aralık olduğu yazılı olmakla birlikte 3.26 maddesinde, sözleşmenin 2 yıl süreli olduğu, ek mutabakatla belirlenen kondüsyon oranlarının 12 ay için geçerli bulunduğu, 2. yıla ilişkin oranların 1.yıl oranlarından daha az olmamak üzere tarafların mutabakatı ile belirleneceği, davacı tedarikçinin bu duruma şimdiden muvafakat ettiği, 2 yıllık sürenin sonunda sözleşmenin kendiliğinden sona ereceği, davacının yeni dönem için sözleşme imzalama isteğini sözleşmenin sona ermesinden en az üç ay önce davalıya bildirmek zorunda olduğu hükme bağlanmıştır. Buna göre, 2012 tarihli sözleşmenin 2 süreli olduğu sonucuna varılmakla birlikte 2013 yılı için yeni fiyatların belirlenmesi için Nisan 2013 tarihinden itibaren taraflarca karşılıklı görüşme ve yazışmalar yapılarak karşılıklı ihtarnameler gönderilip anlaşmaya varılmaya çalışılmışsa da mutabakat sağlanamamıştır. Davacı, 2008 yılından itibaren imzalanan sözleşmelerin matbu olup, tek taraflı ve davalı yararına olan hükümlerin geçersiz olduğu ileri sürmüştür. Genel işlem koşullarına ilişkin düzenlemeler 01/07/2012 tarihinde yürürlüğe giren 6098 sayılı TBK’nun 20-25. maddeleri arasında yer almaktadır. Bu koşullar, bir sözleşme yapılırken düzenleyenin, ileride çok sayıdaki benzer sözleşmede kullanmak amacıyla, önceden, tek başına hazırlayarak karşı tarafa sunduğu sözleşme hükümleridir. Buna göre bir sözleşmede genel işlem koşulları bulunması bu düzenlemeleri geçersiz kılmaz. Ancak sözleşme kapsamındaki karşı tarafın menfaatine aykırı genel işlem koşullarının geçerli olması, sözleşmenin yapılması sırasında düzenleyenin karşı tarafa, bu koşulların varlığı hakkında açıkça bilgi verip, bunların içeriğini öğrenme imkânı sağlamasına ve karşı tarafın da bu koşulları kabul etmesine bağlıdır. Sözleşmenin niteliğine ve işin özelliğine yabancı olan genel işlem koşulları da yazılmamış sayılır. 6098 sayılı TBK’nın 20 vd. maddelerinde düzenlenen genel işlem koşullarına ilişkin hükümler tacirler hakkında da geçerli olmakla birlikte, genel işlem koşullarının TTK’nın 18/2. maddesinde düzenlenen her tacirin, ticaretine ait bütün faaliyetlerinde basiretli bir iş adamı gibi hareket etme yükümlülüğü ile birlikte değerlendirilmesi gerekir. Somut olayda, davacının uzun yıllardan beri konusunda faaliyet gösteren bir şirket olmasına göre, sözleşmeleri basiretli bir iş adamı gibi davranarak incelemiş olması gerektiği bir yana taraflar arasındaki sözleşmesel ilişkinin 2001 yılında başladığı ve 2008 yılından itibaren imzalanan sözleşmelerin aynı nitelik ve içerikte olduğu, her yıl karşılıklı anlaşma ile yeni sözleşme imzalandığı, arada geçen süre zarfında davacının sözleşme metnine itiraz ettiği yönünde bir delili olmadığı gibi bu yönde bir iddiasının da bulunmadığı gözetildiğinde; davacı tarafın, sözleşmelerin davalı yaranına genel işlem koşullarını içerdiği ve bu hükümlerin geçersiz olduğu yönündeki iddiası dinlenemez. Diğer taraftan genel işlem koşulları ilk kez 01.07.2012 tarihinde yürürlüğe giren 6098 sayılı TBK ile getirilmiş olup, ihtilaf konusu tüm sözleşmelerin yeni kanunun yürürlüğünden önce akdedilmiş olmasına göre, 6098 sayılı yasada yer alan genel işlem koşullarıyla ilgili hükümler somut olaya uygulanamayacağı gibi bu hükümlerin 6101 sayılı TBK’nın Yürürlüğü ve Uygulama Şekli Hakkındaki Kanunun 2. maddesi uyarınca kamu düzeni ve genel ahlaka ilişkin bir kural niteliğinde bulunmaması nedeniyle geçmişe etkili şekilde de uygulanması mümkün değildir. (Yargıtay 19. HD’nin 02.12.2015 Tarih, 2015/6276 E. – 2015/16034 K. Sayılı kararı) Öte yandan 2008 yılından itibaren süreli olarak imzalanan her bir sözleşmede bir yıllık süre dolduktan sonra taraflarca varılan mutabakat çerçevesinde yeni sözleşme imzalanmış ve taraflarca uygulanmıştır. Anılan dönemde, davalı tarafından düzenlenen faturalar davacı tarafından ihtirazi kayıt ileri sürülmeksizin kabul edilip benimsendiği gibi davalı tarafça yapılan mahsup işlemine yahut davalının sözleşmeye aykırı olduğu iddia edilen işlem veya fiillerine itiraz edildiğini veya uyarı ya da ihtar gönderildiğini ispata yarar bir delil sunulmamıştır. Esasen davacı tarafça bu yönde bir iddia da ileri sürülmüş değildir. Sözleşmesel ilişki devam ederken karşı tarafa sözleşmeye aykırılığın giderilmesi için gönderilen bir ihtar veya uyarı yazısı olmadığına göre, yapılan tüm işlemlerin davacı tarafından benimsendiğinin kabulü gerekir. Kaldı ki her bir sözleşmedeki edimler karşılıklı ifa edilmiş ve süresinin dolmasıyla o sözleşme kendiliğinden sona ermiştir. Taraflarca yeni sözleşme imzalanarak ticari ilişki devam ettirilmiş olduğundan, sözleşmenin icrası sırasında davalının temerrüdü söz konusu olmadığı gibi tüm edimlerin karşılıklı ifası ve süresinin dolması ile birlikte kendiliğinden sona eren bir sözleşmeye aykırı davranıldığı ve bu nedenle zarara uğranıldığı iddiasının dinlenmesine yasal olanak bulunmamaktadır. Saptanan duruma göre, davacının 2008, 2009, 2010 ve2011 yılına ilişkin sözleşmelere dayalı olan tazminat isteminin yerinde olmadığı sonucuna varılmaktadır. 2012 tarihli sözleşmede, kondüsyon rakamlarının 12 ay için geçerli olduğu ve 2. yıl için taraflarca varılan mutabakat sonucu yeniden belirleneceği ve tarafların 2013 yılı rakamları için anlaşma sağlayamadığı ihtilafsız olmakla birlikte bu sözleşme 1 yıllık sürenin geçmesinden sonra davalı tarafından feshedildiği 11.10.2013 tarihine kadar uygulanmıştır.Davalı fesih nedenini, davacının imzaya davet edilmesine rağmen bu davete icabet etmeyip, sözleşmeyi imzalamamasına dayandırmıştır. Bir sözleşme karşılıklı irade uyuşması ile kurulabilecek olup, taraflar arasında sözleşme koşullarında anlaşma sağlanamamasına göre, davacının, davalının teklifini veya icabını kabul etmemesi haklı fesih nedeni olarak kabul edilemez. Zira anılan sözleşmenin kondüsyon oranları bir yıl için geçerli olsa da, sözleşme süresi iki yıl olarak kararlaştırılmış olup, ileri sürülen nedenin haklı olmamasına göre davalının fesihte haksız olduğu sonucuna varılmıştır. Bu durumda davacı taraf 2012 tarihli sözleşmenin haksız olarak süresinden önce feshedilmesi nedeniyle uğradığı bir zararının olduğunu ispatlamak kaydıyla talepte bulunabilecektir. Davacının istemi, piyasada genel kabul oranın % 30 olmasına rağmen taraflar arasındaki ilişkide geri dönüş oranının %54′ e çıkması, mağaza açılışlarına karşılık ödenen bedellere karşılık ürünlerin rafta gereği gibi veya hiç teşhir edilmemesi, satışların devamlı düşüş gösterilmesi nedeniyle kar kaybı, anlaşmaya aykırı olarak ödenmek zorunda kalınan lojistik ve elleçleme bedeli, ödeme vadelerinin 180 güne uzatılması nedeniyle uğranılan zarar ve davalının kötüniyetli davranışları ile satışlara ve markaya verdiği maddi ve manevi zarar ilişkindir. 2012 tarihli sözleşmenin 3.14. maddesinde, davacının, davalı tarafın iade etmek istediği tüm malları iade almakla yükümlü olduğu belirtilmiştir. 2013 yılında, Ocak ve Mayıs ayları arasında davalı tarafından davacıya yapılan mal iadesine ilişkin tüm faturalar davacı tarafından kabul edilerek ticari defterlerine kaydedilmiş olduğu gibi sonrasında da davalıya iade faturası da düzenlemediğinden artık kırık ve hasarlı ürünlerin de iadesi nedeniyle zarar iddiası dinlemez. Davacı taraf tedarikçi olarak, ürünleri depoya teslim etmekle yükümlü olup, lojistik masraf faturalarının depo teslimine olduğu, elleçleme işinin davalı tarafından yapılacağının dair sözleşmede hüküm bulunmadığı bir yana taraflar arasındaki borç alacak ilişkisinde, bu fatura bedellerinin davacı alacağından tenzil edildiği ve taraflar arasında önceden beri bu yönde fiili uygulama olduğu anlaşıldığından davacının bu talebinin de kabul edilebilir olmadığı kanaatine varılmıştır. Tarafların ticari defter ve kayıtlarına göre, davalı tarafından 2013 yılı için davacıya kesilen mağaza açılış bedeli faturasının bulunmadığı başka bir anlatımla davacı tarafından mağaza açılış bedeli ödemesinin yapılmadığı anlaşıldığından ürünlerin raflarda teşhir edilmemesi nedeniyle mağaza açılış bedelinin fazla ödenen kısmın iadesi isteminin de dayanağı bulunmamaktadır. Ayrıca 2012 tarihli sözleşme kapsamında ödeme vadesinin 75 günü aştığı yönündeki iddianın ispatı anlamında da bir delil sunulamadığının yanı sıra davacının ticari defterlerinde 75 günü aşan kayda rastlanmadığı esasen bu konudaki mahsuplaşmaya itiraz da edilmediği nazara alındığında bu istemin de yerinde olmadığı sonucuna ulaşılmaktadır. Davalının kötüniyetli olarak hareket etmesi nedeniyle satışlarının düştüğü ve markasının zarara uğradığı böylece kar kaybının oluştuğu iddiasının ispatı noktasında davacı tarafından her hangi bir delil sunulamamış olup, esasen bu iddianın dayanağının 2008 tarihli sözleşmedeki satış oranları olduğu anlaşılmıştır. Ne var ki 2012 tarihli sözleşmede satış oranlarının ne olacağı konusunda bir düzenleme yapılmadığı gibi ifa edilerek süre sonunda kendiliğinden sona eren 2008 tarihli sözleşmedeki satış oranlarına kıyasla sonraki sözleşme dönemlerinde satışlarda düşüş olduğu ileri sürülerek kar kaybı istenemez. Manevi zarar, malvarlığında bir azalmayı değil ve fakat kişilik haklarına vaki tecavüz nedeniyle bir kimsenin duyduğu cismani ve manevi acı ve ızdırabı, elemi ve böylece yaşama zevkinde bir azalmayı ifade eder. TBK’nın 58. maddesine göre, kişilik hakkı hukuka aykırı bir şekilde tecavüze uğrayan kişi, uğradığı manevi zarara karşılık manevi tazminat namıyla bir miktar paranın ödenmesini dava edebilir. Bu yollamanın kapsamına manevi tazminat da girmektedir. Manevi tazminata hükmedilebilmesi için, borca aykırı davranışın kişilik haklarını ihlal ederek bu tarz bir zarara yol açmış olması gerekir. Ancak her borca aykırılık da kişilik haklarını zedelemez. Bu durumda, davacının kişilik haklarının nasıl ihlal edildiği hususu açıklanmadan ve ispat edilmeden manevi tazminata hükmedilmesi mümkün değildir. ( Yargıtay 11 HD, 02/07/2014 tarih, 2014/6575 – 2014/12690 E.K sayılı ilamı). Dosya kapsamına göre, davacı tarafından, kişilik haklarının veya markasının ne şekilde zarara uğradığını ispata yarar delil ibraz edilememesine göre, manevi tazminat istemi de yerinde değildir. 6100 sayılı HMK 266/1.maddesine göre; mahkeme, çözümü hukuk dışında, özel veya teknik bilgiyi gerektiren hâllerde, taraflardan birinin talebi üzerine yahut kendiliğinden, bilirkişinin oy ve görüşünün alınmasına karar verir. HMK’nın 282. maddesine göre de, hâkim, bilirkişinin oy ve görüşünü diğer delillerle birlikte serbestçe değerlendirir.Takdiri delil niteliğindeki bilirkişi kök raporu ile iki ayrı ek rapordan sonra teknik bilirkişinin dahili ile alınan 3. raporda, teknik bilirkişi uzmanlığı dışında hukuki nitelikteki açıklamaları ile diğer bilirkişilerin tespitleri arasında çelişki olmasının neticeye etkisi bulunmamaktadır. Zira teknik tespitlerin ve ticari defterlerdeki kayıtların ortaya konulmasından sonra hukuki değerlendirme mahkeme tarafından yapılacak olup, mahkemece teknik verilerden yararlanılarak bilirkişilerin hukuki niteleme ve değerlendirmesinden farklı sonuca varılması usul ve yasaya aykırı olarak kabul edilemez. Yukarıda açıklanan nedenlerle, davacının maddi ve manevi tazminat isteminin reddine karar verilmesi yerinde olup, davacı vekilince ileri sürülen istinaf nedenlerine nedenlerine itibar edilmesi mümkün görülmemiştir.Davalı vekilinin istinaf nedenleri bakımından inceleme yapıldığında; mahkemece, sözleşmenin süresinden 2 ay 19 gün önce feshedilmesine göre, fesih ile sözleşme süresi sonuna kadar olan dönem için kar mahrumiyeti hüküm altına alınmıştır. Kar kaybı müspet zararlar arasında yer almaktadır. Müspet zarar; borçlu edayı gereği gibi ve vaktinde yerine getirseydi alacaklının mameleki ne durumda olacak idiyse, bu durumla eylemli durum arasındaki farktır. Diğer bir anlatımla, müspet zarar, sözleşmenin hiç veya gereği gibi yerine getirilmemesinden doğan zarardır. Borcun yerine getirilmesinin kusurla olanaksız hale gelmesinde, temerrüde düşen borçludan, gecikmiş ifa ile birlikte gecikme dolayısıyla tazminat istenmesinde, yahut borçlunun temerrüdü halinde ifadan vazgeçilip, ifa yerine tazminat istenmesinde ve sözleşmenin olumlu biçimde ihlalinde, müspet zararın giderimi söz konusu olur.(Tandoğan, Haluk, Türk Mesuliyet Hukuku 1961 s. 426 vd.).Sözleşme feshedildikten sonra kar mahrumiyeti talep edilebilmesi için sözleşmede bu yönde açık bir düzenleme bulunması gerekmektedir. Aksi halde aktin feshinden sonra kar mahrumiyeti talep edilemez. Aktin feshinden sonra talep edilebilecek zarar menfi zarardır. (Yargıtay 19. Hukuk Dairesi 2016/7973 esas-2017/6774 karar sayılı 10.01.2017 tarihli ilamı) Somut olayda, taraflar arasındaki sözleşmede, fesihten sonra veya feshe bağlı olarak kar mahrumiyetinin talep edilebileceğine ilişkin bir düzenleme bulunmamaktadır. Bu durumda, davacı taraf fesihten sonraki dönem için kar mahrumiyeti talebinde bulunmayacak olup, ilk derece mahkemesince fesih tarihinden sözleşme süresi sonuna kadar olan 2 ay 19 günlük süre için kar mahrumiyeti isteminin hüküm altına alınması doğru görülmemiştir. Açıklanan nedenlerle; davacı vekilinin yerinde olmayan tüm istinaf nedenlerinin esastan reddine, davalı vekilinin karar altına alınan kar mahrumiyetine ilişkin istinaf nedeninin kabulü ile ilk derece mahkemesi kararının kaldırılmasına ancak yeniden yargılamaya gerek olmadığından davanın reddine dair aşağıdaki hüküm kurulmuştur.
HÜKÜM: Yukarıda açıklanan nedenlerle: 1-Davacı vekilinin istinaf başvurusunun HMK’nın 353(1)b-1 maddesi uyarınca ESASTAN REDDİNE, 2-Davalı vekilinin istinaf başvurusunun KABULÜ ile; istinafa konu ilk derece mahkemesi kararının HMK 353(1)b-2 maddesi uyarınca KALDIRILMASINA; 1-Davanın REDDİNE, 2-Karar tarihi itibariyle yürürlükte bulunan harçlar tarifesi gereği alınması gereken 80,70-TL karar harcının peşin alınan 23.704,75-TL harçtan mahsubu ile fazla alınan 23.624,05‬-TL harcın karar kesinleştiğinde talep halinde davacıya iadesine, 3-Davacı tarafından yapılan yargılama giderlerinin kendi üzerinde bırakılmasına, 4-Kullanılmayan gider avansının karar kesinleştiğinde yatıran tarafa iadesine,5-Davalı kendisini vekil ile temsil ettirdiğinden karar tarihi itibariyle yürürlükte bulunan Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi gereğince reddedilen maddi tazminat tutarı üzerinden takdir ve tayin olunan 77.882,36 -TL, manevi tazminat yönünden ise 5.100-TL olmak üzere toplam 82.982,36‬-TL vekalet ücretinin davacıdan alınarak davalıya verilmesine, 6-İstinaf yargılamasına ilişkin olarak; a-Davacı tarafından yatırılan 44,40-TL istinaf peşin karar harcının alınması gereken 80,70-TL harçtan mahsubu ile 36,3‬0‬-TL eksik harcın davacıdan tahsili ile Hazineye irad kaydına, b-Davalı tarafından yatırılan istinaf karar harcının karar kesinleştiğinde talep halinde davalıya ilk derece mahkemesince iadesine, c-Davalı tarafından istinaf aşamasında sarf edilen 121,30 TL istinaf başvuru harcı ve dosya masrafı toplamı 43-TL olmak üzere toplam 164,3‬0-TL’ yargılama giderinin davacıdan alınarak davalıya verilmesine, d-Davacı tarafından istinaf aşamasında yapılan yargılama giderlerinin üzerinde bırakılmasına,Kararın, HMK’nın 359/4 maddesi uyarınca Dairemiz Yazı İşleri Müdürlüğünce taraflara resen tebliğine, Dair, dosya üzerinden yapılan inceleme sonunda, gerekçeli kararın taraflara tebliğinden itibaren 2(iki) hafta içerisinde Yargıtay’a temyiz yasa yolu açık olmak üzere oy birliğiyle karar verildi.02/02/2022