Emsal Mahkeme Kararı İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 43. Hukuk Dairesi 2020/503 E. 2021/1424 K. 25.11.2021 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı kesinleşmiş bir karardır.

T.C.
İSTANBUL
BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ
43. HUKUK DAİRESİ
DOSYA NO: 2020/503
KARAR NO: 2021/1424
T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
İ S T İ N A F K A R A R I
İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ: İSTANBUL 13. ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ
TARİHİ: 19/10/2017
NUMARASI: 2014/994 Esas – 2017/758 Karar
DAVA: Tazminat
İSTİNAF KARAR TARİHİ: 25/11/2021
Taraflar arasında görülen dava neticesinde ilk derece mahkemesince verilen hükmün taraf vekillerince istinaf edilmesi üzerine dosya kapsamı incelenip gereği görüşülüp düşünüldü;
TARAFLARIN İDDİA VE SAVUNMALARININ ÖZETİ
DAVA: Davacı vekili dava dilekçesinde özetle; taraflar arasında 01.09.2009 tarihinde Tek Elden Dağıtım Sözleşmesi imzalandığı, davalının mal satışını durdurması üzerine İstanbul … Noterliğinden 17.04.2012 tarihli ihtarnamenin gönderildiği, davalının Zeytinburnu … Noterliği vasıtası ile gönderdiği 15.02.2012 tarihli fesih ihtarının 24.04.2012 tarihinde tebliğ alındığı, fesih için hiç bir neden gösterilmediği, feshin haksız olduğu zira müvekkilince, iyi bir performans gösterilerek münhasır bölgesinde yeni müşteri bağlantısı kurulduğu gibi var olan müşterilerin iş hacminin artırıldığı ayrıca sözleşmenin ifası için yapılan masraflar nedeniyle zarara uğradığını belirterek talebe konu tazminat miktarlarının tam ve kesin olarak belirlenemeyecek olması nedeniyle yargılama sonucu miktarı tespit edildiğinde artırılmak üzere HMK 107. maddesi kapsamında belirsiz alacak davası olarak açılan bu davada, fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla simdilik; davalı ürünlerinin pazarlanması için uyarlanan 9 adet kamyon ve araç için yapılan yatırım nedeniyle uğranılan zarardan 1.000 TL, yalnızca davalıya münhasır kullanılabilecek el terminalleri ve bağlantıları yazıcılar için uğranılan zarar için 1.000 TL, bu yatırımlar için kullanılan banka kredileri için verilen finansman giderlerinden kaynaklanan zarar nedeniyle 1.000 TL, davalının yapmış olduğu promosyon ve iskontolu satışlardan dolayı müvekkilinin kazancından distrübütör indirimi adı altında yapılan 212.426.40 TL’lik haksız kesinti nedeniyle 1.000 TL, ve haksız fesih nedeniyle uğranılan denkleştirme (Portföy) tazminatı olarak 50.000-TL olmak üzere 54.000 TL maddi ve müvekkilinin müşteri portföyü, ticari itibar ve iktisadi menfaatlerde geri dönülemez derecede zarar görmesinden dolayı 50.000-TL manevi tazminat olmak üzere, toplam 104.000-TL’nin dava tarihinden itibaren işleyecek ticari avans faizi ile davalıdan tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiş, daha sonra 03.03.2017 tarihli dilekçesiyle; el terminali ve bağlantılı yazıcılardan kaynaklanan zararı nedeniyle tazminat talebini 3.847,50 TL’ye, portföy tazminatı talebine de 410.947,45 TL’ye yükseltmiş ayrıca dava dilekçesi ile talep edilmeyen 199.766,00 TL kar kaybı zararının faiziyle birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.
CEVAP:Davalı vekili cevap dilekçesinde özetle; davanın HMK107. maddesi çerçevesinde belirsiz alacak davası olarak açılamayacağı, feshin distribütörlük sözleşmesinin 27. maddesine istinaden 15.02.2012 tarihinde yapıldığı ve haksız olmadığı zira 27. maddede en az üç ay öncesinde bildirim yapılmak kaydıyla neden gösterilmeksizin sözleşmenin taraflarca feshedilebileceği ve karşı tarafın tazminat istemeyeceğinin düzenlendiği, fesih ihtarı davacıya 24.04.2012 tarihinde tebliğ edilmekle birlikte tarafların bu konuda daha önceden görüşme yaptıkları ve davacının ihtarın tebliğinden önce fesihten haberdar olduğu buna rağmen müvekkiline 17.04.2012 tarihili ihtarı göndererek sözleşmeye aykırılığın giderilmesi talebinde bulunulduğu, basiretli tacir olan davacının milyonlarca liralık ciroya ulaştığını iddia etmesine karşılık kendisine aylarca mal verilmemesi halinde sessiz kalmasının hayatın olağan akışına aykırı olduğu, 24.04.2012 tarihinde feshin öğrenilmesi halinde bile feshin sözleşmeye uygun olması nedeniyle sözleşme hükmü gereği tazminat isteminde bulunamayacağı, davacının iddiasının aksine taraflar arasında acentalık söz konusu olmadığından eski TTK anlamında acentaya ilişkin hükümlerin uygulanamayacağı, sözleşmenin sona erme tarihinde dahi yeni TTK yürürlüğe girmediğinden TKK 122. maddesindeki portföy tazminatına ilişkin hükmün uygulama alanının olmadığı, taraflar arasındaki sözleşmenin 31 maddesinde: Distribütörün davalı şirketin temsilcisi, acentası, vekili vb olmadığı, sözleşmenin 1. maddesinde sözleşme konusunun; davalı şirketin üretimi ya da temin ettiği her türlü ürünün distribütör olan davacıya tanınan münhasır bölge sınırları içinde satış ve dağıtımının yapılması şeklinde belirlendiği, davacının müşteri kazandırması ya da yeni müşteriler bulmasının söz konusu olmadığı, müvekkilinin pazar payının artırıldığı iddiasının doğru olmadığı, sözleşmenin tasfiyesi anlamında iyiniyet göstergesi olarak el bilgisayarları ve terminalleri hizmet bedeli karşılığında fatura ile teslim alındığı ve bedellerinin ödendiği, taraflar arasında cari hesap anlamında mutabık kalındığı, davacının talebine konu 9 aracın sözleşmenin yapıldığı 2009 veya 2010 yılında değil, 2011 yılında alındığı ve bu işlemlerin müvekkiline bildirilmediği, müvekkilince davacının aldığı her aracın veya bilgisayarın ücretinin ödeneceği konusunda bir taahhüdünün olmadığı, davacının müşterilere iskonto yaptığı, davacının zarara uğradığı iddiasının da haksız ve dayanaksız olduğunu belirterek davanın reddine karar verilmesini savunmuştur.
İLK DERECE MAHKEMESİ KARARI: Mahkemece toplanan deliller ve iki rapor arasındaki çelişkinin giderilmesi için alınan son rapor doğrultusunda; davanın HMK 107. maddesi uyarınca belirsiz alacak davası olarak açılabileceği, taraflar arasındaki sözleşmenin tek satıcılık sözleşmesi olduğu, davalı tarafından gönderilen Zeytinburnu … Noterliğinin 15/02/2012 tarihli fesih ihbarında; ” Piyasadaki rekabet şartlarının her geçen gün daha da yoğunlaştığı mevcut çalışma şeklinin ise maalesef yoğunlaşan rekabet şartlarına gereği gibi cevap veremez hale geldiği, değişen piyasa ve rekabet şartlarının dikkate alınmadan mevcut çalışma şartlarının devam ettirilmesi gerek şirkete gerek distribütöre zarar verecektir.” gerekçesine dayanıldığı dolayısıyla davalının feshinin haklı bir nedene dayanmadığı, sözleşmenin 27. maddesinde de taraflara tek taraflı fesih hakkı tanındığı ve 3 ay önceden ihbar kaydıyla sözleşmenin feshedilmesi hususunun öngörüldüğü, bu durumda 15/02/2012 tarihinde düzenlenen fesih bildiriminin ancak 01/09/2012 tarihinde hüküm ifade edeceği, davalının bu tarihe kadar olan süre içinde sözleşmeden kaynaklanan edimlerini yerine getirme yükümlülüğünün devam ettiği, zira sözleşmenin 26. maddesinde açıkça, sözleşmenin 01/09/2009 tarihinden düzenlendiği ve tarafların sözleşme süre bitiminden en az 3 ay önce fesih ihbarında bulunmamaları halinde sözleşmenin aynı şartlarla birer yıl uzatılmış olacağı kabul edildiği, taraflar arasında tek satıcılık ilişkisi kurulduğu, her ne kadar sözleşmenin bağıtlandığı tarihte 6102 sayılı yasa ve 122. maddesi yürürlükte değil ise de, uygulamada bu tip sözleşmelere dayalı olarak denkleştirme tazminatı talep edilebileceğinin kabul edildiği, kaldı ki sözleşmenin 27. maddesi uyarınca sözleşmenin sona ereceği 01/09/2012 tarihi itibarıyla 6103 sayılı uygulama kanununun 2. maddesi göz önüne alındığında denkleştirme tazminatına ilişkin TTK 122. madde hükmünün somut olaya uygulanması olanaklı olduğu, (Yargıtay 11 HD 23/12/2014 tarih 2014/11631-20304 E.K sayılı kararı ) TTK 122/4 maddede denkleştirme isteminden önceden vazgeçilmesini yasakladığı, bu hüküm karşısında, 01.09.2009 tarihli sözleşmenin 27. maddesinin 4. fıkrasındaki son cümledeki “Tarafların sözleşmenin bu şekilde feshi sebebiyle diğer taraftan her hangi bir talepte bulunmayacaktır” düzenlemesinin geçerli olmadığı, davacının TTK 122. madde kapsamında denkleştirme tazminatı talep edebilmesi için tek başına sözleşmenin sona ermiş olması yeterli olmayıp, diğer şartlarında bir arada bulunması gerektiği, sözleşmenin sona ermesinden sonra davalının davacı şirketin dağıtım ağı ve müşteri çevresini devraldığı, denkleştirme talebi için öncelikle “tek satıcının yapımcının organizasyonu ile bütünleşmiş olması” gerektiği, kural olarak tek satıcının müşteri çevresini, yapımcıya devretme zorunluluğu bulunmadığı, bu nedenle, tek satıcının denkleştirme talep edebilmesi için dağıtım ağı ve müşteri çevresini devir yükümlülüğünün bulunması gerektiği, davacının bu yükümlülüğü yerine getirdiği, sözleşmenin amaç başlığını taşıyan 2. maddesinde “Şirket ve Distribütör iyi ilişkiler kurarak, doğruluk, açıklık, güven, toplam kalite bütünlüğü esasına bağlı kalarak iyi ilişkileri geliştirecek, piyasa payını artırmak için piyasadaki perakendeci ve tüketici memnuniyetini gözönüne alarak çalışmaların yasa ve ticari usuller çerçevesinde rakiplere karşı her alanda üstünlük sağlamayı hedef alacak şekilde planlayacakIardır.” düzenlemesi kapsamında, davacının sözleşme süresi içerisinde, davalının pazar payını, sözleşme öncesi pazar payına göre önemli ölçüde artırdığı, önceki pazar payı rakamları dosyada bulunmamasına rağmen davacı bunun önceki paya göre 7 kat arttığını iddia ettiği, davacıya bırakılan tek satıcılık bölgesinde, sözleşme süresi içerisinde sözleşme konusu ürünlerin sürümünü artırdığı, bu arttırımın sözleşme önceki pazar payına göre 7 kat büyüdüğü iddiası, 2.5 yıllık yıllık satış rakamlarından açıkça anlaşıldığı, sözleşmenin feshi ile davacının gelir elde edemeyeceği dikkate alındığında, denkleştirme talebinin hakkaniyete uygun olduğu, sözleşme kapsamında ve sadece bu ilişkiye münhasır olarak kullandığı açık olan 9 adet el terminali ve bağlantılı 7 adet yazıcılarının sisteme entegre olarak çalıştığı ve başkaca bir amaç için kullanılmasının mümkün olmadığı, diğer zararların kanıtlanamadığı, davacıya duruşmada ıslah için iki haftalık süre verilmişse de; HMK 181. maddesi uyarınca, kısmi ıslahın 1 haftalık süre içinde yapılması gerektiği, ıslahın süresinde yapılmadığı gibi davacının ıslah dilekçesiyle taleplerine yeni bir talep ekleyemeyeceği bunun için davacının HMK180. madde uyarınca davasını tamamen ıslahı gerektiği, davanın tamamen ıslah da edilmediği buna göre, hiç ıslah yapılmamış gibi davaya devam edildiği bu nedenle kabul edilen talepleri bakımından dava dilekçesinde talep edilen miktarlarla bağlı kalındığı, manevi tazminat koşullarının oluşmadığı gerekçesiyle maddi tazminat isteminin kısmen kabulüne, manevi tazminatın ise reddine karar verilmiştir. Bu karara karşı, taraf vekilleri tarafından istinaf yoluna başvurulmuştur.
İLERİ SÜRÜLEN İSTİNAF SEBEPLERİ:Davacı vekili istinaf dilekçesiyle; davanın belirsiz alacak davası olarak açıldığı ve mahkeme kararının gerekçesinde, davanın belirsiz alacak davası olarak açılabileceğinin belirtildiği,16.05.2013 tarihli ilk duruşmada, davalının belirsiz alacak davası açılamayacağına yönelik itirazının davacının belirsiz dava açmakta hukuki yararı bulunduğu gerekçesiyle reddedildiği, HMK’nın 107/2 maddesinde “ … alacağı miktarı veya değerini tam ve kesin olarak belirlenebilmesinin mümkün olduğu anda davacı iddianın genişletilmesi yasağına tabi olmaksızın davanın başında belirtmiş olduğu talebini artırabilir” hükmü bulunduğu, buna göre, dava konusu alacak tutarının davacı bakımından belirlenebildiği zamanda davacının davayı değiştirme yasağına tabi olmaksızın talep tutarını artırabilmesi bir ıslah değil sırf belirsiz alacak davasına özgü bir belirleme yetkisi olduğu, dolayısıyla artırım dilekçesinin ıslah dilekçesi olmadığı ve HMK’nın ıslaha ilişkin 181 ve sürelere ilişkin 90. maddelerinin somut davada uygulama yerinin bulunmadığı, belirsiz davası açma hakkının varlığını kabul eden, yaptığı tahkikat ve aldığı bilirkişi raporları sonucunda artırılan dava taleplerimizin dahi maddeten haklı olduğunu benimseyen yerel mahkemenin belirsiz alacak davasıyla ilgisi olmayan ıslah kurumuna sevk edilen HMK 181. ve 90. maddelerini uygulayarak taleplerin dava dilekçesindeki geçici tutarlar üzerinden kabulüne karar vermesinin usul ve yasaya açıkça aykırı olduğu, Anayasanın 40/2 maddesi gereğince, mahkeme tarafından sürelerin doğru ve açık bir biçimde gösterilmesi gerektiği gibi mahkemece ıslah için verilen kesin sürelerin de geçerli hüküm ve sonuç doğuracak nitelikte olmadığı, ayrıca artırım dilekçesinin mahkemenin verdiği iki haftalık süreden sonra verilmiş olsa bile celse kaybına neden olunmadığı zira yasa koyucunun süre koymaktaki temel amacının davaların makul sürede sonuçlandırılmasını sağlamaktan ibaret olduğu, dava talebin artırılmasına ilişkin dilekçenin sürenin verildiği 17.02.2017 tarihli celseye izleyen 10.03.2017 tarihli celseden önce sunulmuş ve buna ilişkin harcın yatırıldığı, müvekkilinin ticari itibar ve güvenilirliğine verilen zarar nedeniyle talep edilen manevi tazminat talebinin de tümden reddinin açıkça usule ve yasaya aykırı olduğunu belirterek ilk derece mahkemesi kararının kaldırılmasına ve davanın kabulüne karar verilmesini talep etmiştir. Davalı vekili istinaf dilekçesiyle; sözleşmenin fesih tarihi anında TTK ‘nın portföy tazminatına ilişkin 122. maddesinin yürürlükte olmayıp, davacı yanın portföy tazminat talep hakkı olmamasına rağmen mahkemece usul ve yasaya aykırı olarak kabul edildiği, tek satıcılık sözleşmesine dayalı portföy tazminatının 01 Temmuz 2012 tarihinde yürürlüğe giren 6102 sayılı Türk Ticaret Kanununun 122. maddesinde düzenlendiği, 6013 Sayılı Türk Ticaret Kanununun yürürlüğü ve uygulama şekli hakkında kanunun 2. maddesine göre, 6102 sayılı kanun öncesinde meydana gelen fiillerde 6762 sayılı Türk Ticaret Kanununun uygulanması gerektiğinin belirtildiği, sözleşmenin 15.02.2012 tarihinde gönderilen ihtarname gereği bu tarihten üç ay sonrasında, 6102 sayılı Türk Ticaret Kanununun yürürlüğe girmeden feshedildiği bu nedenle, davada 6102 Sayılı kanunun uygulanamayacağı, mahkemece sözleşmenin fesih hallerini düzenleyen 27.maddesinin hatalı şekilde yorumlanarak fesih bildirim tarihinin sözleşme uzatma süre sonu olan 01.09.2012 tarihinde hüküm ifade edeceğinin kabul edildiği, sözleşmenin 27. maddesinin düzenlediği fesih hallerinden 4. fıkrasında, taraflardan herhangi birisinin üç ay önceden feshi ihbarda bulunmak kaydı ile herhangi bir sebep göstermesine gerek kalmaksızın bu sözleşmenin geçerlilik süresi içerisinde tek taraflı olarak sözleşmeyi feshetme yetkisine sahip olduğunda taraflar mutabıktır. …’ denildiği, buna göre, sözleşmenin geçerlilik süresi içerisinde üç ay önceden bildirilmesi kaydıyla taraflara fesih yetkisinin tanındığı ve sözleşmenin bitiş tarihinden üç ay önce ihbar şartı ve sözleşme süresinin tamamlanmasının aranmadığı, sözleşme süresi içerinde hangi tarih olursa olsun üç ay önce bildirim ve bildirim şartı ile sözleşmenin feshedileceğinin taraflarca kabul edildiği ayrıca feshin haklı bir sebebe dayanmadığına hükmedilmesinin de hatalı olduğu, 27/4 maddesine göre, sözleşmenin feshi için haklı bir nedenin varlığına ihtiyaç olmadığı, aksinin kabulünün sözleşme serbestisi ve tarafların iradelerinin de hiçe sayılması anlamına geldiği, kaldı ki, kabul anlamına gelmemek kaydıyla, bir an için sözleşmenin feshi için geçerli bir sebebin varlığı şart olsa dahi müvekkilinin sözleşmeyi fesih gerekçesinin haklı bir neden olduğu, zira müvekkilinin davacı ile çalışma döneminde piyasaya yeni firma ve ürünlerin girdiği ve rakip firmalar ile rekabetin had safhaya çıktığı, mevcut rakip firmaların maliyetlerini kısması, piyasaya giren yeni firmaların ise tutunmak amacı ile kar marjlarını düşük seviyelere çekmesi sonucu müvekkilinin pazar payı ve müşterilerini kaybetmemek amacı ile her tacirin yapması gereken olan maliyet düşürme yoluna gittiği aksi halde pazardaki payını rakip firmalara kaptıracağı ve açık şekilde zarara uğrayacağının aşikar olduğu, portföy tazminatına ilişkin TTK 122.maddesindeki deki şartların varlığını hiç bir surette araştırılmadan, salt davacının satış rakamları dikkate alınarak denkleştime tazminatına hükmedildiği, oysa TTK 122 maddesi gereğince, sözleşme ilişkisinin sona ermesinden sonra; müvekkilin, acentenin bulduğu yeni müşteriler sayesinde, sözleşme ilişkisinin sona ermesinden sonra da önemli menfaatler elde ediyorsa, acente, sözleşme ilişkisinin sona ermesinin sonucu olarak, onun tarafından işletmeye kazandırılmış müşterilerle yapılmış veya kısa bir süre içinde yapılacak olan işler dolayısıyla sözleşme ilişkisi devam etmiş olsaydı elde edeceği ücret isteme hakkını kaybediyorsa ve somut olayın özellik ve şartları değerlendirildiğinde, ödenmesi hakkaniyete uygun düşüyorsa, acentenin müvekkilden uygun bir tazminat isteyebileceği, buna göre, portföy tazminatının ana kuralının yeni müşterilerin kazandırıldığının ispatı olduğu, HMK 6. maddesi uyarınca gereği de yeni müşterilerin kazandırıldığını ispat yükünün davacı tarafta olmasına rağmen iddiasını ispatlayamamış olduğu, mahkemenin gerekçeli kararından, denkleştime tazminatını düzenleyen TTK 122. maddesinin uygulanma şartlarının, diğer bir deyişle denkleştirme tazminatı talep etme koşullarının varlığının hiçbir şekilde gereği gibi araştırılmadığının anlaşıldığı, zira kararda,” davacıya bırakılan tek satıcılık bölgesinde, davacının sözleşme süresi içerisinde sözleşme konusu ürünlerin sürümünü arttırdığı, bu arttırımın sözleşme öncesi pazar payına göre 7 kat büyüdüğü iddiası,2.5 yıllık satış rakamlarından açıkça anlaşılmaktadır”denildiği, davacının sözleşme sonrası yeni müşteri kazandırıp kazandırmadığı, yeni müşteriler sayesinde satışların artıp artmadığı, bu sebeple pazar payının yükselip yükselmediğinin araştırılmayıp salt kanuna açıkça aykırı şekilde satış rakamları üzerinden hüküm kurulduğu, üstelik davacının ticari defterlerinin usulsüz tutulan ticari defterlerindeki satış rakamları esas alındığı gibi işbu rakamların portföy tazminata esas olacak şekilde arttırıldığının da ispatlanamadığı, satış rakamlarındaki artışın aslında davacının kar marjının artmasından kaynaklanıp, müvekkilinin yapmış olduğu reklam çalışmaları, marka değerindeki artış, nüfus yoğunluğunun artışı nedeni ile olduğu, davacının şirketin 2009-2012 yılları ticari defterleri incelenerek söz konusu satışların aynı müşterilere mi veya farklı müşterileri mi yapıldığı ve deftere kaydedilip edilmediği veya satış rakamlarında ki artışın aynı müşterinin daha fazla mal alıp almamasından kaynaklanıp kaynaklanmadığı dahi araştırılmadığı, raporlarda açıklanan satış rakamlarına bakıldığında , davacının 2009 yılında 4 aylık sürede sattığı ürünlerden % 4.59 brüt kar elde ederken, 2010 yılında bu oranın %10,85′ e ,2011 yılında % 11,14′ e ve 2012 yılında ise % 12,1′ a çıktığı, davacının aylık çok cüzi miktarlarda artış sağlamış olup, kar ve satışların fazlalığı, ürünlerin değerlerinin artması ve davacının komisyon alacağı oranlarının artması sebebi ile gerçekleştiği, ürün değerlerindeki artışların ve komisyon alacak oranlarındaki artışın dahi dikkate alınmadan salt rakamlar üzerinden hüküm kurulmasının hukuka aykırı olduğu ayrıca davacının, dava dilekçesinde distribütör olurken hazır bir müşteri potföyü üzerine gelindiği ve bu portföyün 7 kat arttırıldığını iddia ettiği ancak bu iddiasını kanıtlayamadığı, müvekkili şirketin 2009 öncesindeki satışlarının incelenerek sözleşme süresinde davacının yaptığı satışlar ile kıyas edilmesi gerektiğinin ileri sürülmesine rağmen mahkemece kabul edilmediği, eksik inceleme ile karar verildiği, portföy tazminatının salt sözleşme döneminde ve salt davacı yanın yapmış olduğu satışların yıllara göre birbiri ile mukayesesi ile hesaplanamayacağı, El terminalleri ve yazıcıların sisteme entegre olarak çalıştığı ve başkaca bir amaçla kullanılmasının mümkün olmadığı sözleşmenin süresinden önce feshinden dolayı bu zararların istenebileceği gerekçesi ile bu talebin kabulüne karar verilmesinin usul ve yasaya aykırı olduğu, sözleşmenin 27/4 maddesinde, taraflardan her birinin sözleşmenin bu şekilde fesih sebebiyle diğer taraftan herhangi bir talepte bulunmayacağının kararlaştırıldığı, kaldı ki, söz konusu el terminallerinin bedellerinin tamamının davalı yanca hizmet faturası adı altında müvekkilinden tahsil edildiği buna göre ödenmiş olan el terminallerinin mükerrer olarak ödenmesi yönündeki hükmün hak ve nefasete aykırı olduğu söz konusu hizmet faturalarının cevap dilekçesi ekinde sunulduğu ancak mahkemece dikkate alınmadığı, fatura karşılığı ödemelerin kabul edilmemesi halinde müvekkilinin davacı ile yaptığı sözleşmenin davacıya salt bedeni güce dayalı bir edim yüklemediği, söz konusu işin yapılması için, davacının da belli bir sermaye ile bu sermayeye dayalı yatırım yapması gerektiği, işin önemi gereği salt vekil edenin kullanmakta olduğunun ve ona tanımlı olan el terminallerini almak zorunda olduğunun sözleşmenin 8. maddesinde belirtildiği gibi sözleşmenin feshi halinde el terminal bedellerinin iade edileceğine ilişkin bir maddenin bulunmadığı, esas itibarıyla fesih işlemi sözleşmeye uygun olduğunu belirterek ilk derece mahkemesi kararının kaldırılmasına ve davanın reddine karar verilmesini talep etmiştir.
GEREKÇE: Dava, sözleşmenin süresinden önce haksız feshedildiği iddiasıyla uğranılan maddi manevi zarar ile portföy tazminatının tahsili istemine ilişkindir. İlk derece mahkemesince yukarıda yazılı gerekçe doğrultusunda davanın kısmen kabulüne karar verilmiş, bu karara karşı, taraf vekilleri tarafından süresi içerisinde istinaf kanun yoluna başvurulmuştur. İstinaf incelemesi, HMK’nın 355.maddesi gereğince, tarafların ileri sürdüğü istinaf başvuru nedenleriyle sınırlı olarak ve kamu düzenine aykırılık yönüyle re’sen yapılmıştır. Taraflar arasında 01.0.9.2009 tarihli Tek Elden Dağılım Sözleşmesi imzalanmıştır. Sözleşmenin amacı, konusu ve distribütörlük sınırlarını düzenleyen maddelerine göre, davalı şirketin ürettiği veya üretimini yaptırdığı mallarının Fatih İlçesi sınırları dahilindeki, Kocamustafapaşa, Çapa, Cerrahpaşa, Şehremini, Fındıkzade, Haseki, Karagümrük, Aksaray bölgesine dağıtım ve pazarlaması için davacıya distribütörlük verildiği anlaşılmakta olup, tek satıcılık sözleşmesinin, yapımcı ile tek satıcı arasında hukuki ilişkileri düzenleyen, yapımcının ürünlerinin tamamını veya bir kısmını belli bir coğrafi bölgede tekel hakkına sahip olarak tek satıcıya göndermeyi, tek satıcının da söz konusu malları kendi adına ve hesabına satarak bu malların sürümünü artırmak için faaliyette bulunma yükümlülüğü üstlendiği bir sözleşme olmasına göre, taraflar arasındaki sözleşmenin tek satıcılık sözleşmesi olduğu anlaşılmaktadır. Sözleşmenin süresine ilişkin 26.maddesinde, sözleşmenin 01.09.2009 tarihinden itibaren bir yıl süreyle geçerli olduğu, tarafların sözleşme süre bitiminden en az 3 ay önce fesih ihbarında bulunmamaları halinde sözleşmenin aynı şartlarla birer yıl uzatılmış olacağı ancak en fazla 5 yıl yürürlükte kalacağı ve 5. yılın sonunda kendiliğinden sona ereceği kabul edilmiştir. Fesih halleri ise 27. maddesinde düzenlenmiş olup, 4. bentte, taraflardan herhangi birinin 3 ay öncesinden fesih ihbarında bulunmak kaydı ile her hangi bir sebep göstermesine gerek kalmaksızın bu sözleşmenin geçerlilik süresi içerisinde tek taraflı olarak feshetme yetkisine haiz olduğu konusunda tarafların mutabık olduğu ve taraflarca sözleşmenin bu şekilde feshi sebebiyle diğer taraftan her hangi bir talebinde bulunmayacağı hükme bağlanmıştır. 01.09.2009 tarihinde imzalanan sözleşme, 26. madde kapsamında taraflarca en az üç ay öncesinden bildirim yapılarak yenilenmeyeceği konusunda ihbarda bulunulmadığından 2010 ve 2011 yıllarında yenilenmiş ve 01.09.2011 tarihinde yeni sözleşme yılı başlamıştır. Bu tarihten sonra davalı tarafından keşide edilen 15.02.2012 tarihli ihtarname ile sözleşme tek taraflı feshedilmiş ve ihtar davacıya 24.04.2012 tarihinde tebliğ edilmiştir. Davacı taraf, davalının 15.02.2012 tarihli fesih ihtarının 24.04.2012 tarihinde tebliği edilmesine göre, bu tarihten üç ay sonrası olan 24.07.2012 tarihi itibarıyla sözleşmenin haksız olarak feshedildiğini ileri sürerek maddi, manevi zararı ile portföy tazminatının tahsilini istemiş, davalı ise sözleşmenin 27/4 maddesinde, taraflardan her birine neden gösterilmeksizin sözleşmeyi tek taraflı fesih hakkının tanındığı ve böyle bir fesihte diğer tarafın tazminat isteminde bulunmayacağının kararlaştırıldığını ve feshin anılan madde kapsamına uygun olup, 15.02.2012 tarihli ihtardan üç ay sonraki tarih olan 15.05.2012 tarihi itibarıyla sözleşmenin feshedildiğini ve feshin haksız olmadığını savunmuştur. Dosyada mevcut bulunan ve mahkemece benimsenen üçüncü bilirkişi raporunda, sözleşmenin süresine ilişkin 26.maddesi ile her iki tarafa da neden gösterilmeksizin tek taraflı fesih yetkisi tanıyan 27/4 maddesinin birlikte değerlendirilmesi gerektiği ifade edilerek, sözleşmenin 01.09.2011 tarihinden itibaren 1 yıl uzatıldığı ve süre sonunun 01.02.2012 tarihi olduğu, sözleşmenin uygulanma süresi içinde en geç üç ay içinde sebep bildirmeden taraflarca feshine imkan tanındığı, yapılan feshin hukuki sonuçlarını 01.09.2012 tarihinde göstereceği, bu tarihten itibaren uzamayıp sona ereceğinin taraf menfaatleri açısından daha hukuki olduğu, davacının el terminalleri ve yazıcıları bu sözleşmenin ifasından başka bir yerde kullanamayacağı dolayısıyla amortisman değerleri düşülerek belirlenen değerinin davacı tarafından istenebileceği, portföy tazminatının da talep edilebilir olduğu ancak talebine konu diğer zarar kalemlerini kanıtlayamadığı açıklanmıştır. Davalının 15.02.2012 tarihli fesih ihtarında; davacı ile çalışma şeklinin yoğunlaşan rekabet şartlarına gereği gibi cevap veremez olduğu, gelişen piyasa ve rekabet şartlarının dikkate alınmadan mevcut çalışma şartlarının devam ettirilmesinin zarara neden olacağı, maliyetlerin azaltılarak rekabet avantajının sürdürülebilmesi için sözleşmenin 27/4 maddesi uyarınca feshedildiği açıklanmış olup, ileri sürülen nedenin haklılığını ispata yarar delil ibraz edilemediği gibi davacının sözleşmeye aykırı bir davranışta bulunduğu, sözleşmeyi ihlal ettiği veya kusurlu olduğu da ileri sürülmemiştir. Sözleşmenin 27. maddesinde taraflara tek taraflı fesih hakkının tanınması, sözleşmenin haksız olarak feshedilebileceği anlamına gelmeyeceği gibi taraflara haklı bir neden olmaksızın sözleşmenin feshi konusunda hak ve yetki tanındığı şeklinde de yorumlanamaz. Ayrıca haksız fesih nedeniyle zarara uğrayan tarafın tazminat isteme hakkının ortadan kaldırıldığı da kabul edilemez. Zira TMK 2. maddesinde, herkesin haklarını kullanırken ve borcunu yerine getirirken dürüstlük kurallarına uygun davranması gerektiği ilkesi benimsenmiştir. Sözleşmenin feshinde, davacının kusurundan kaynaklanan bir nedene dayanılmadığının anlaşılmasına göre, artık feshin haklı olduğundan söz edilemez. Fesih, bozucu yenilik hak doğuran, karşı tarafa ulaşmakla hüküm ifade eden tek taraflı bir irade beyanıdır. Davalının fesih ihtarının davacıya 24.04.2012 tarihinde tebliğ edildiği tartışmasız olmakla, sözleşmenin 27/4 maddesi kapsamında, sözleşmenin ihtarın tebliğden itibaren üç ay sonra 24.07.2012 tarihi itibarıyla sonlandırıldığının kabulü gerekir. Fesih ihtarnamesinde, davalının sözleşmenin bir sonraki yıl için yenilenmeyeceği yönünde bir açıklaması bulunmamaktadır. Bu nedenle fesih, sözleşmenin 26. maddesi kapsamında değerlendirilemez. Dolayısıyla ilk derece mahkemesince, fesih ihtarının sözleşmenin 26. maddesindeki düzenlemeye göre, sözleşmenin bir sonraki yıl için yenilenmeyeceği yönünde bir bildirim olduğu bu nedenle 01.09.2021 tarihinde başlayan yeni sözleşme yılının sonu olan 01.09.2012 tarihinde hüküm ve sonuç doğurduğunun kabul edilmesi yerinde görülmemiştir. Diğer taraftan sözleşmenin 26. maddesi uyarınca süre sonu olan 01.09.2012 tarihine sona erdiğinin kabul edilmesine rağmen çelişki yaratacak bir biçimde davalının feshinin haksız olduğu belirtilerek davacı tarafça talep edilen el terminalleri ve yazıcıların bedellerinin, davalı tarafın, bu konudaki savunması da gözetilmeksizin eksik inceleme ile hüküm altına alınması da doğru değildir. Zira davalı taraf, el terminalleri ve bağlantılı yazıcı bedellerinin hizmet bedeli faturası karşılığında davacıya ödendiğini savunmuş olup, cevap dilekçesi ekinde ibraz ettiği faturalar ve dayanak kayıtlarının el yazıcı ve bağlantılı terminal bedellerini kapsayıp kapsamadığı buna göre davacı tarafa ödenip ödenmediğine yönelik araştırmanın yapılmadığı, taraf defterlerinde yapılan incelemede eksik bırakıldığı görülmektedir. Portföy tazminatı hukukumuzda ilk kez 01.07.2012 tarihinde yürürlüğe giren 6102 sayılı TTK 12. maddesinde düzenlenmiş olmakla birlikte bu kanunun yürürlüğe girmesinden önce 6762 sayılı eski TTK’nın yürürlükte olduğu dönemde de, doktrinde çoğunlukla kabul edildiği gibi yerleşik yargı kararları ile uygulama alanı bulduğu tartışmasızdır. Öte yandan 6102 sayılı TTK’nın Uygulanma Usulüne ilişkin 6103 sayılı yasanın 2/c maddesine göre,Türk Ticaret Kanununun yürürlüğe girdiği tarihten sonra meydana gelen olaylara Türk Ticaret Kanunu hükümleri uygulanır. Aynı yasanın 4. maddesi uyarınca, eski hukuk yürürlükte iken gerçekleşmiş olup da, Türk Ticaret Kanununun yürürlüğe girdiği tarihte henüz herhangi bir hak doğurmamış olaylara Türk Ticaret Kanunu hükümleri uygulanır. Somut olayda, davalının fesih ihtarının 24.07.2012 tarihinde sonuç doğurduğunun kabul edilmesine göre, sözleşmenin sona ermesine bağlı olarak talep edilebilecek portföy tazminatı isteme koşulları ve miktarının tespitinde yeni kanun hükümlerinin uygulama alanı bulacağı açıkça anlaşılmaktadır. Bilindiği üzere, portföy tazminatı, acentenin, sözleşmenin devamı süresince ticari faaliyetleri sonucu bir müşteri çevresi oluşturmuş veya genişletmişse, sözleşmenin feshinden sonra vekil edenin bu müşteri çevresinden yararlanmasının söz konusu olduğu hallerde vekil edenden talep edilebilecek bir tazminat türü olup, 6102 sayılı TTK 122. maddesinde düzenlenmiştir.TTK122/5 maddesi uyarınca; potföy tazminatı hakkaniyete aykırı düşmedikçe tek satıcılık ile benzeri diğer tekel hakkı veren sürekli sözleşme ilişkilerinin sona ermesi hâlinde de uygulanacaktır. Portföy tazminatı istenebilmesi için maddede aranan tüm koşulların birlikte gerçekleşmesi gerekir. Sözleşmenin sona ermesi yeterli olup, hangi sebeple sona erdiğinin bir önemi yoktur. Sözleşme; sürenin son bulması, iflas, ölüm, kısıtlama veya feshi ihbarla sona ermiş olabilir. ( Sabih ARKAN, Ticari İşletme, 2015, s.228 ) Bu noktada önemli olan, sözleşmenin sona ermesinde acentenin (tek satıcının) kusurlu bir davranışının olmamasıdır. (Yargıtay 11. Hukuk Dairesi 2015/13003 E- 2017/1215 K sayılı 1.3.2017 tarihli kararı) Başka bir anlatımla, acentenin (tek satıcının) kusuru olmaksızın sözleşmenin her hangi bir şekilde sona ermesi durumunda talep edilebilecektir. Dava konusu olayda, fesih tarihi itibariyle uygulanması gereken 6102 sayılı TTK.nın 122. maddesi uyarınca, taraflar arasındaki sözleşmenin tek satıcılık sözleşmesi olmasına ve sözleşmenin davacının bir kusuru olmaksızın davalı tarafından sona erdirilmesine göre; diğer koşulların da bulunması kaydıyla denkleştirmeye ilişkin bu tazminat davacı tarafından talep edebilecektir. Mahkemece benimsenen bilirkişi raporunda, davacının mal alışları ve satışlarından elde ettiği brüt gelir dikkate alınarak sözleşmenin devam ettiği 31 aylık süre boyunca davalıdan satın aldığı malın aylık ortalaması bulunup, davacının pazar payını 7 kat artırdığı ve davalının bir itirazının bulunmadığı belirtilerek aylık ortalamanın 1/7’sinin davacı tarafından talep edilebileceği açıklanmıştır. Davalı tarafından, davacının münhasır satış yetkisinin bulunduğu bölgede, daha önceden … isimli firmanın faaliyette bulunduğu ve davacının mevcut müşteri çevresini olduğu gibi devraldığı yeni müşteri kazandırması gibi bir durumun olmadığı ileri sürülmüş olup, mahkemece bu husus araştırılmaksızın sonuca gidilmiştir. Oysa, yukarıda açıklandığı üzere, TTK 122. maddesi hükmü gereğince sözleşme ilişkisinin sona ermesinden sonra; davalının, davacının bulduğu yeni müşteriler sayesinde, sözleşme ilişkisinin sona ermesinden sonra da önemli menfaatler elde edip etmediği, davacı tarafından sözleşme ilişkisinin sona ermesinin sonucu olarak, onun tarafından işletmeye kazandırılmış müşterilerle yapılmış veya kısa bir süre içinde yapılacak olan işler dolayısıyla sözleşme ilişkisi devam etmiş olsaydı elde edeceği ücret isteme hakkını kaybedip etmediği, somut olayın özellik ve şartlarına göre, talebin hakkaniyete uygun düşüp düşmediğinin tespiti zorunludur. TTK 122/2 maddesinde, tazminatın üst sınırı gösterilmiş olup, bu tazminat son beş yıllık faaliyeti sonucu aldığı yıllık komisyon veya diğer ödemelerin ortalamasını aşamaz. Sözleşme ilişkisi daha kısa bir süre devam etmişse, faaliyetin devamı sırasındaki ortalama esas alınır. Bu durumda, öncelikle taraf defterleri incelenerek davacının göreve başladığı tarihte devraldığı mevcut olan müşteri çevresi hariç faaliyete başladıktan sonra sözleşme ilişkisi sonlandırılıncaya kadar oluşturulan yeni müşterilerin sayısal ve diğer verilerle ortaya konulması, davacının davalıya ne kadar yeni müşteri kazandırdığının sayısal verileriyle belirlenmesi ve bundan sonra, davacının kendi çabasıyla kazandırdığı yeni müşteri çevresinden davalının elde ettiği/ elde etmesi muhtemel gelirlerin buna bağlı olarak davacının oluşturduğu bu yeni müşteri çevresiyle işlem yapamayacak olması nedeniyle uğradığı gelir kaybının tespiti ve yukarıdaki şekilde belirlenen alacak tutarında somut olayın özelliklerine göre, hakkaniyet ilkesi gereğince, indirim veya artırım yapılıp yapılmayacağının değerlendirilmesi; son aşamada tazminatın üst sınırının belirlenerek bu sınır aşılmayacak şekilde sonuca gidilmesi gerekirken portföy tazminatının; eksik inceleme ile yetersiz hesaplamayı içeren bilirkişi raporuna göre yazılı şekilde hüküm altına alınması isabetli değildir. Davacı vekilinin istinaf nedenlerinin incelemesine gelince; davanın, haksız fesih iddiasına dayalı olarak uğranılan maddi zararın tazmini istemine ilişkin olmasına göre 6100 sayılı HMK 107. maddesine uyarınca belirsiz alacak davasına konu olabileceği kabul edilmelidir. Davacı taraf, dava dilekçesinde açıkça davanın belirsiz alacak davası olarak ikame edildiğini de beyan etmiştir. Esasen mahkemece davanın, konusuna göre belirsiz alacak davası olarak açılabileceği kabul edilmesine rağmen kısmi dava olarak ele alınıp, davacının talep artırım dilekçesi ıslah olarak değerlendirilerek HMK 181. maddesine göre ıslah dilekçesinin 1 haftalık kesin süre içerisinde verilmediği gerekçesiyle artırıma konu kısmın reddine karar verildiği görülmektedir. 7251 sayılı yasa ile değiştirilmeden önce, hükmün verildiği tarihte yürürlükte bulunan HMK 107/2 maddesine göre; tahkikat sonucu alacak miktarı belirlendiği anda iddianın genişletilmesi yasağına tabi olmadan bedel artırımı yapılabilecektir. Mahkeme tarafından bedel artımı için 2 haftalık kesin süre verilmesi gerektiği 7251 sayılı kanunla yapılan değişikle getirilmiş olup, anılan tarihteki 107/2 maddesinde bir süre öngörülmüş değildir. Bu durumda davacının 03.03.3017 tarihli dilekçesi dava konusu talepler bakımından artırım dilekçesi olarak kabul edilmesi gerekmekte iken ıslah dilekçesi olarak yorumlanıp gerekçede kendi içinde çelişki yaratılması da doğru görülmemiştir. Ancak dava dilekçesinde talep edilmeyen bir alacak veya zarar kalemine arıtım dilekçesinde yer verilemeyeceği gibi davanın tam ıslahı dışında dava konusu yapılmayan bir talebin ileri sürülmesinin mümkün olmamasına göre, dava konusu yapılmayan kar kaybı alacağının talep edilemeyeceği yönündeki mahkeme gerekçesi yerindedir. Açıklanan nedenlerle; portföy tazminatı hesabı ve davalının el terminalleri ile bağlantılı yazıcıların bedelinin ödendiğine yönelik savunması kapsamında deliller toplanmadan eksik incelemeyle ve davacı vekilinin 03.03.3017 tarihli dilekçesinin dava konusu alacak kalemleri bakımından bedel artırım dilekçesi olduğu gözetilmeksizin yazılı şekilde karar verilmesi nedeniyle taraf vekillerinin istinaf başvurularının kabulü ile ilk derece mahkemesi kararının kaldırılmasına ve yukarıda yapılan açıklamalar doğrultusunda yeniden yargılama yapılmak üzere dosyanın mahkemesine gönderilmesine karar verilmesi gerekmiş ve aşağıdaki hüküm kurulmuştur.
H Ü K Ü M:Yukarıda açıklanan nedenlerle: 1-Taraf vekillerinin istinaf başvurusunun KABULÜ İLE, İstinaf incelemesine konu ilk derece mahkemesi kararının HMK’nın 353(1)a-6 maddesi uyarınca, KALDIRILMASINA, 2-Davanın yeniden görülmek üzere dosyanın kararı veren mahkemeye GÖNDERİLMESİNE, 3-İstinaf yoluna başvuran davacı … davalı tarafından yatırılan peşin istinaf karar harcının istek halinde ayrı ayrı kendilerine iadesine, 4-İstinaf aşamasında yapılan yargılama giderlerinin ilk derece mahkemesince yapılacak yargılama sırasında değerlendirilmesine, Dair, dosya üzerinde yapılan inceleme sonucunda HMK ‘nın 362(1)g. maddesi uyarınca kesin olarak oy birliğiyle karar verildi.