Emsal Mahkeme Kararı İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 43. Hukuk Dairesi 2020/192 E. 2020/424 K. 10.12.2020 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı henüz kesinleşmemiştir. Yararlı olması amacıyla eklenmiştir.

T.C.
İSTANBUL
BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ
43. HUKUK DAİRESİ
DOSYA NO: 2020/192
KARAR NO: 2020/424
T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
İ S T İ N A F K A R A R I
İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ: İSTANBUL 11. ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ
TARİHİ: 27/09/2018
NUMARASI: 2014/423 Esas – 2018/927 Karar
DAVA: Tazminat
İSTİNAF KARAR TARİHİ: 10.12.2020
Taraflar arasındaki tazminat davasının yapılan yargılaması sonunda ilamda yazılı nedenlerden dolayı davanın reddine yönelik olarak verilen hükme karşı süresi içinde davacılar vekili tarafından istinaf kanun yoluna başvurulması üzerine dosya içerisindeki tüm belgeler okunup, incelendi, gereği konuşulup düşünüldü.
TARAFLARIN İDDİA VE SAVUNMALARININ ÖZETİ
DAVA: Davacılar vekili, davacı şirketin tarımsal ilaç sektöründe faaliyet gösterdiğini, diğer davacı …’ın da davacı şirketin hakim hissedarı ve aynı zamanda yetkilisi olduğunu, taraflar arasındaki ticari ilişkinin 2002 yılında, davacı şirketin, davalı şirkete ait bazı ürünlerin Türkiye genelinde satış ve pazarlanmasını yapmak suretiyle başladığını, davacı şirketin bu aşamada gösterdiği başarı sonucunda, 2006 yılında yazılı olarak distribütörülük anlaşmasının imzalandığını, bu tarihten sonra da davalı şirketten alış cirolarında ciddi oranlarda artışlar gösterdiğini, hatta bu durum, davacı şirketin çalıştığı başka toptancı firmaları rahatsız ettiğini, bu firmalardan biri ile davacı şirket arasındaki ticari ilişkisinin sona erdiğini, başlangıçta Antalya bölgesinde faaliyet gösteren davacı şirketin davalı şirket ile gelişen olumlu ticari ilişkilere güvenerek bölge müdürlükleri oluşturduğunu, işçi sayısını artırdığını, kampanyalar düzenlediğini ve bunun gibi bir çok masraf yaptığını, dolayısıyla bu faaliyetlerin davacı şirketin ulusal çapta tanınmasına vesile olduğu gibi, davalının ürünlerinin de tanıtılmasına önemli katkıda bulunduğunu, ancak 2012 yılına gelindiğinde, davalının Türkiye genelinde, davacı şirketin toptan mal verdiği yada cirosu yüksek bayiilerle doğrudan temasa geçtiğini, bu duruma davacı şirketin itirazlarının bir sonuç vermediğini, cirosunun %80’ini davalının ürünlerinin oluşturduğu ve aradaki ticari ilişkiye güven duyarak ulusal çapta örgütelenen davacı şirketin personel çıkarmaya başladığını, satışlarının düştüğünü, stokta bulunan malların davalıya olan borcuna mahsup edilmek üzere davalıya iade edildiğini, böylece davacı şirketin ticaret yapamaz duruma geldiğini, bakiye alacak için davalıya verilen bonolara dayalı olarak davalı tarafından icra takiplerine girişildiğini, davacı şirketin batma noktasına getirildiğini, dolayısıyla davalı tarafça henüz sözleşme feshedilmeden tek satıcılık sözleşmesinin ihlal edildiğini, sözleşmeye aykırı olarak davacı şirketin faaliyet alanının daraltıldığını, rekabet etmeme yasağını aykırı davranıldığını, 01.01.2006 tarihinden 2012 tarihine kadar, satın alınan ürünler, satış ve kar tutarları dikkate alındığında, davacı şirketin uğradığı zararların ortada olduğunu, bu zararlara karşılık olarak fazlaya ilişkin haklar saklı kalmak kaydıyla 100.000 TL’nin hüküm altına alınmasının talep edildiğini, ayrıca, diğer davacı …’ın bu süreçte yaşamış olduğu üzüntü ve ıstırap karşılığı olarak da 400.000 TL manevi tazminata hükmedilmesi gerektiğini ileri sürerek 100.000 TL maddi ve 4000.000 TL manevi tazminata dava tarihinden itibaren işleyecek reeskont faizi ile birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiştir. Davacılar vekili 10.02.2015 tarihli dilekçesinde, fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla 100.000 TL maddi tazminatın 90.000 TL’lik kısmının davacı şirket adına, kalan 10.000 TL’nin ise davacı … adına; yine 400.000 TL’lik manevi tazminatın 300.000 TL’lik miktarını davacı şirket adına, kalan 100.000 TL’nin ise davacı … adına davalıdan tahsiline hükmedilmesini istemiştir.
CEVAP: Davalı vekili, taraflar arasında imzalanan sözleşmede, müvekkili şirkete ait bazı ürünlerin bayiilere satışı ve dağıtımı konularında davacı şirkete toptancı olarak yetkilendirildiğini, bu yetkinin kesinlikle münhasır olmadığını, sözleşmenin 1. maddesinde de bu hususun açıkça belirtildiğini, dolayısıyla davacı şirketin müvekkili şirketin distribütörü veya tek satıcı olmadığını, toptancısı olduğunu, davacı şirketin 2011 yılında yaptığı alımlara dayanan borçlarını 2012 yılında ödemediğini, ödeme taahhütlerini yerine getirmediğini, davacının elindeki stokların borcuna mahsuben iade alındığını ve fakat bu ürünlerin bir kısmının son kullanma tarihinin geçtiği ve/veya çok yakın olması nedeniyle müvekkilinin zarara uğradığını, cari hesap alacağının tahsili için davacı şirkete aleyhine başlatılan icra takiplerinin davacı şirket hakkında başkaca alacaklıların yürüttüğü takipler ve bunlar lehine verilen rehinler nedeniyle semeresiz kaldığını, bu kadar haklı nedenlere rağmen müvekkilinin sözleşmeyi feshetmediğini, tazminat koşullarının oluşmadığını, iddiların ispata muhtaç olduğunu belirterek davanın reddine karar verilmesini istemiştir.
İLK DERECE MAHKEMESİ KARARI: İlk derece mahkemesince yapılan yargılama ve alınan bilirkişi raporu sonucunda, taraflar arasında imzalanan 01/01/2006 tarihli sözleşmenin herhangi bir sebep göstermeden 90 gün önceden fesih ihbarı ile sonlandırılabileceği, tarafların biri tarafından yapılan haklı bir fesih olmadığı, taraf ticari defter ve kayıtlarında davalının davacıdan alacaklı olduğu, bu durumda sözleşme ihlalinin davacı tarafça yapıldığının kabulü gerektiği, dolayısıyla davacının sözleşme gereği üzerine düşen edimleri yerine getirmeden herhangi bir zarar ve tazminat talebinde bulunamayacağı, karşı tarafın sözleşmeye aykırı davranması halinde TBK hükümleri gereği seçimlik hakların davacı tarafça kullanılmadığı, ayrıca davacının uğradığını iddia ettiği zararları da ispat edemediği gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir. Bu karara karşı davacılar vekili tarafından istinaf başvurusunda bulunulmuştur.
İSTİNAF SEBEPLERİ: Davacılar vekilinin istinaf dilekçesinde özetle; hükme esas alınan bilirkişi raporunun somut olayın gerçekliğini ortaya koyma, ihtilafı çözme, teknik bilgi içerme ve yargı denetimine açık olma özelliğine sahip olmadığını, heyet kök raporunda, talimatla alınan mali müşavir raporunun hiç değerlendirilmediğini, bilirkişi raporunda geçen ibarelerin aksine davalı taraf sözleşmede ana distribütör değil ilaç sağlayıcı ana firma olduğunu, müvekkili firmanın ise alt bayii değil ana distribütör olduğunu, davalının müvekkilin oluşturduğu alt bayiilerle temas kurarak ticari ilişkiye girerek sözleşmeye aykırı davrandığını, bu tespitin yapılmadan dosyada mevcut bilimsel- teknik veri içeren hukuk mütalaası ile şahit ifadelerini değerlendirilmeyen yetersiz rapora göre karar verildiğini, davalının süre gelen haksız eylemleri neticesinde sözleşmeyi örtülü olarak feshettiğinin kabulü gerektiğini, aynı zamanda bu eylemlerin sözleşmeyi ihlali olduğunu, dolayısıyla davacı müvekkillerin uğradığı maddi ve manevi zararlarının belirlenmeden karar verildiğini belirterek ilk derece mahkemesinin kararının kaldırılmasını istemiştir.
GEREKÇE: Davacılar, dava şirket ile davalı arasında 2002 yılına dayanan ticari ilişkinin bulunduğunu, bu süreçte taraflar arasında, 01.01.2006 tarihli distribütörlük anlaşmasının imzalandığını, bu anlaşma uyarınca, davacı şirketin davalının bazı ürünlerini ulusal ölçekte satış ve pazarlamasını yaptığını, 2012 yılına doğru davalı şirketin davacı şirketin alt bayiileri ile doğrudan ticari ilişkiye geçtiğini, bu nedenle davacı şirketin cirolarının düştüğünü ve küçülmeye gittiğini, davalı şirkete olan borçlarını ödemekte güçlüğe düşen davacı şirket aleyhine icra takiplerinin başlatıldığını, davalı şirketin bu eylemlerinden dolayı maddi ve manevi olarak zarara uğradıklarını iddia ederek 100.000 TL maddi ve 400.000 TL manevi zararın tazmininin yanısıra portföy tazminatına karar verilmesini istemiş, davalı ise, taraflar arasındaki sözleşmenin distribütürlük anlaşması olmadığını, sözleşmenin de taraflarınca feshedilmediğini, halihazırda ayakta olduğunu, iddiaların gerçeği yansıtmadığını, tazminat koşullarının bulunmadığını belirterek davanın reddini savunmuştur. İlk derece mahkemesince, yukarıda açıklanan gerekçe doğrultusunda davanın reddine karar verilmiştir. İstinaf incelemesi, HMK’nın 355. maddesi uyarınca, istinaf başvuru nedenleriyle ve kamu düzenine aykırılık yönüyle sınırlı olarak yapılmıştır. Uyuşmazlık, davacı şirket ile davalı arasında imzalanan anlaşmanın distribütörlük anlaşması olup olmadığı ve sözleşmenin feshedilip feshedilmediği noktalarında toplanmaktadır. Davacı şirket ile davalı şirket arasında imzalanan orjinalı yabancı dilde (İngilizce) olarak düzenlenmiş ve dosyaya Türkçe tercümesi sunulan 01.01.2006 tarihli Sözleşmenin “1.ATAMA” başlığı altındaki 1. bendinde; “İşbu sözleşme ile …, Ek A’da yer alan ürünün/ürünlerin ve zaman zaman yazılı şekilde tamamem …’un takdirine bağlı olarak … tarafından belirlenebilecek diğer ürünün/ürünlerin (sayılan veya belirlenen ürün ya da ürünler bundan böyle “ürünler” olarak anılacaktır.) satışı için Distribütörü tayin etmektedir. Sözkonusu atama münhasır nitelikte değildir. Distribütörün birincil sorumluluğu dahilinde olan ve …’un Distribütörünün performansı hakkında değerlendirme yapacağı alan Türkiye’dir.” 4. bendinde; “ … yazılı olarak veya telgraf ile otuz (30) gün önceden bildirimde bulunmak suretiyle Ek A’da yer alan ürünlerden bir veya bir kaçını Ek A kapsamından çıkarabilir. Böyle bir bildirimde belirtilen değişiklikler Distribütör için bağlayıcı nitelitedir ve Distribütör bu bildirimin kendisine tebliğinden itibaren otuz (30) gün içinde …’a sözleşmeyi değişikliklerin geçerli olduğu tarih itibariyle feshettiğini yazılı olarak bildirmedikçe işbu sözleşme, değişikliğe uğramış haliyle yürürlükte ve geçerli olmaya devam eder.” “11. SÖZLEŞME SÜRESİ” başlıklı maddede ise, “ İşbu sözleşmede aksi belirtilmediği sürece, işbu sözleşme 1 Ocak 2006 tarihinde yürürlüğe girer ve taraflardan herhangi birinin diğer tarafa doksan (90) gün önceden yazılı veya yazılı olarak onaylanmış teleks ile bildirimde bulunarak işbu sözleşmeyi feshetmesine kadar geçerliliğini sürdürür.” Denilmektedir. Tek satıcılık sözleşmesi; üretici ile tek satıcı arasındaki ilişkileri düzenleyen, üreticinin mallarını belirli bir bölgede tekel şeklinde satmak üzere tek satıcıya göndermeyi üstlendiği, tek satıcının da kendisine gönderilen malların sürümünü artırmak için kendi adına ve hesabına faaliyette bulunduğu, taraflar arasında sürekli borç ilişkisi doğuran isimsiz bir sözleşmedir (Yargıtay 19.Hukuk Dairesi’nin 28.09.2016 tarihli 2016/5707 E., 2016/12723 K. sayılı emsal kararı). Somut olayda, yukarıda anılan sözleşmede, davacı şirkete atfen “distribütör” kelimesi kullanılmış ise de, sözleşmede açıkça, davacının distribütör atanmasının münhasır nitelikte olmadığının hükme bağlandığından sözleşmenin tek satıcılık sözleşmesi olarak kabulü mümkün değildir. Diğer taraftan, davalının davacı şirketin alt bayiileri ile doğrudan ticari ilişki kurduğu iddiasına dayalı eylemlerinin sözleşmeyi ihlal ve aynı zamanda sözleşmenin zımnen feshi anlamına geldiği ileri sürülmüş ise de, sözleşmeye aykırılık teşkil ettiği iddia edilen davalının bu eylemlerinden dolayı davacı tarafça davalının usulüne uygun olarak temerrüde düşürüldüğü ispat edilemediği gibi, davalının sözleşmeyi feshettiğinin de yine usulüne uygun delillerle kanıtlanamamıştır. Dolayısıyla, taraflardan biri tarafından yapılan haklı bir fesih de bulunmamaktadır. Hal böyle olmakla beraber, eldeki davayı açmakla davacının sözleşmeyi feshettiğinin kabulü halinde dahi, davalının davacı şirketten cari hesaptan kaynaklı ödenmeyen ve icra takiplerine konu olan alacaklarının bulunduğu ihtilafsız olup, bu durumda, davacının sözleşmeyi haklı nedenle feshettiğini de ispat edemediği ve HMK’nın 282. maddesi uyarınca bilirkişi raporu takdiri delillerden olup, mahkemenin, bilirkişi raporundaki tespitleri, diğer delillerle birlikte serbestçe değerlendirme yetkisine haiz olduğu gözetildiğinde, ilk derece mahkemesinin kararı ve gerekçesi yerindedir. HMK’nın 355. Maddesi uyarınca kamu düzenine aykırılık ve istinaf dilekçesinde belirtilen sebeplerle sınırlı olarak yapılan istinaf incelemesi sonunda; ilk derece mahkemesi kararının usul ve esas yönünden hukuka uygun olduğu anlaşıldığından davacı vekilinin istinaf isteminin reddine karar vermek gerekmiştir.
KARAR: Yukarıda ayrıntısı ile açıklanan nedenlerle; 1-Davacı vekilinin istinaf başvurusunun HMK’nın 353(1)b-1 maddesi uyarınca ESASTAN REDDİNE, 2-Davacı tarafından yatırılan istinaf başvuru harçlarının Hazineye irad kaydına, 3-Davacı tarafından istinaf aşamasında yapılan yargılama giderlerinin kendi üzerinde bırakılmasına, 4-Kararın, HMK’nın 359/4. Maddesi uyarınca Dairemiz Yazı işleri Müdürlüğünce taraflara resen tebliğine, Dair, dosya üzerinden yapılan inceleme sonunda, gerekçeli kararın taraflara tebliğinden itibaren 2(iki) hafta içerisinde Yargıtay’a temyiz yasa yolu açık olmak üzere oy birliğiyle karar verildi