Emsal Mahkeme Kararı İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 43. Hukuk Dairesi 2020/1421 E. 2023/655 K. 15.06.2023 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı henüz kesinleşmemiştir. Yararlı olması amacıyla eklenmiştir.

T.C.
İSTANBUL
BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ
43. HUKUK DAİRESİ
DOSYA NO: 2020/1421
KARAR NO: 2023/655
T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
İ S T İ N A F K A R A R I
İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ: İSTANBUL 14. ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ
TARİHİ: 04/12/2019
NUMARASI: 2018/1083 Esas – 2019/1209 Karar
DAVA: Alacak (Hisse Devir Protokolünden Kaynaklanan)
İSTİNAF KARAR TARİHİ: 15/06/2023
Taraflar arasında görülen dava neticesinde ilk derece mahkemesince verilen hükmün davalı vekilince istinaf edilmesi üzerine düzenlenen rapor ve dosya kapsamı incelenip gereği görüşülüp düşünüldü:
TARAFLARIN İDDİA VE SAVUNMALARININ ÖZETİ:
DAVA: Davacı vekili dava dilekçesinde özetle; kayıtsız şartsız borç ikrarını içeren taahhütnameden kaynaklı davalının taahhüt ettiği borcunu ifa etmediğini, bu protokole göre davalının İstanbul dışında mevcut ya da yeni açacağı hastanelerden münhasıran müvekkilinin belirleyeceği bir yada birden çok hastanede toplamları %15 payı aşmayacak hisseleri satın alıp müvekkiline devrini yada hisse bedelinin ödeneceğini taahhüt ettiğini, buna göre fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydı ile 5.000,00 USD alacağın temerrüt tarihinden 3095 Sayılı Kanunu’nun 4/A maddesi uyarınca işleyecek döviz faizi ile birlikte tahsilini talep ve dava etmiştir.
CEVAP: Davalı vekili cevap dilekçesinde özetle; talebin zaman aşımına uğradığını, müvekkilinin dava konusu taahhütnameyi verdiğini hatırlayamadığını, aralarında bahse konu ticari ilişkinin olmadığını, söz konusu tutarın aralarındaki başka bir ticari ilişkiden kaynaklı bir sebepten ötürü kaynaklı alacak borç ilişkisi olabileceğini belirterek davanın reddini savunmuştur.
İLK DERECE MAHKEMESİ KARARI: İstinaf incelemesine konu kararı veren ilk derece Mahkemesince eldeki dava hakkında yapılan yargılama sonunda, “…Eldeki davada öncelikli olarak sözleşmede zikredilen mevcut yada açılacak hastanelerin nasıl ve hangi sıfatla açılabileceğinin değerlendirilmesi gerekmektedir. HMK’nın 31. maddesi uyarınca Hakim müphem yada çelişkili gördüğü hususlarda uyuşmazlığın aydınlatılabilmesi adına taraflardan o konuya ilişkin delil gösterilmesini, açıklama yapılmasını emre etme hakkı mevcuttur. Davalı tarafın savunması karşısında Sağlık Bakanlığı’ndan davalı adına açılmış hastane bulunup bulunmadığının sorulmasında herhangi bir usul ve yasaya aykırı bir yan bulunmamaktadır. Buna ilişkin davacı vekilinin sonradan delil gösterildiği yönündeki usuli itirazları yerinde görülmemiştir. Sağlık Bakanlığı’nın cevabı yazısından; davalı … adına sağlık kuruluşları yönetim sistemi kayıtlarında İstanbul dışında açılan herhangi bir hastane kaydının bulunmadığı anlaşılmıştır. Diğer yandan davacı vekili mahkememize uyap üzerinden sunmuş olduğu, yine HMK’nın 31. maddesi kapsamında “protokoldeki hükümlerin açıklanması ve aydınlığa kavuşturulması” kapsamında değerlendirilebilecek beyan ve delillerin incelenmesinde; davalı …’nın dava dışı … A.Ş.’nin kurucu ortağı ve aynı zamanda şirket yönetim kurulu üyesi olduğu, dava dışı bu şirketin gerek İstanbul’da gerekse de İstanbul dışında birden fazla hastane işletmelerinin mevcut olduğu anlaşılmaktadır. Mahkememizce temin edilerek dosyaya alınan İTO kayıtlarının incelenmesinde de, dava tarihi itibarıyla davalının hali hazırda adı geçen şirketin yönetim kurulu başkanı olduğu sabittir. Hal böyle iken, sözleşmenin lafzi ve amaçsal açıdan yorumlanmasında esasında davalının irade ve saikinin çoğul bir şekilde dava dışı anonim şirketini kastederek, yönetim kurulu başkanı sıfatıyla şirket olarak var olan ya da açılması planlanan hastanelerin kastedildiği, yukarıda bahsedilen kayıt ve belgeler uyarınca davalının kurucu ortaklı yönetim kurulu başkanı sıfatıyla protokole “şahsi sorumluluk altına girmek” suretiyle imza atma iradesi gösterdiği anlaşılmaktadır. Bu nedenle Sağlık Bakanlığı’nın cevabı yazısı hüküm ifade etmemektedir. Zira davalı taraf Ticaret Sicil Kayıtlarının da aksini iddia etmemiştir. Diğer yandan gelen banka yazı cevabı içeriği uyarınca ödenen nema miktarı ile protokol hükümleri birbiri ile örtüşmektedir. Tespit edilen bu hususlardan sonra ispat külfeti davalı tarafa geçecektir. Bir başka söyleyişle, davalının protokolden doğan edimlerini yerine getirdiğini HMK’nın 200 vd. maddeleri uyarınca yazılı belge ile ispat etmesi gereklidir. Sonuç olarak, yukarıdaki anlatımlara ve dosyadaki mevcut bilgi ve belgelere göre davalının … A.Ş.’nin kurucu ortağı ve yönetim kurulu başkanı sıfatıyla taahhüt başlıklı protokole imza attığı, banka kayıtlarına göre nema ödemesi yapmakla birlikte protokolden doğan asli edimlerini yerine getirdiğine ilişkin ispat vasıtası sunulmadığı tespit edilmekle aşağıdaki şekilde davanın kabulüne” karar verilmiştir.Bu karara karşı davalı vekili tarafından istinaf başvurusunda bulunulmuştur.
İLERİ SÜRÜLEN İSTİNAF SEBEPLERİ: Davalı vekili istinaf dilekçesinde özetle; delil listesinde “yemin” delili belirtilmiş olmasına rağmen, yerel mahkeme tarafından yemin haklarının olduğu hususunun göz ardı edildiğini, yine delil listesinde “bilirkişi” delili belirtilmiş olmasına rağmen yerel mahkeme tarafından dosyanın bilirkişiye tevdi edilmemiş olmamasının da kararın eksik inceleme sonucu verildiğini ortaya koyduğunu, yerel mahkemece imza incelemesi yönündeki beyanlarına da itibar edilmediğini, yerel mahkemece davacı tarafın dosyaya sunmuş olduğu “taahhütname” başlıklı tarihsiz belgenin aslının incelenmediğini, huzurdaki davanın değerinin belirsiz olmadığını, gerek kısmi gerekse de belirsiz alacak davası olarak açılmasının 6100 sayılı HMK gereği mümkün olamayacağını, yerel mahkeme tarafından zamanaşımı itirazlarının kabul edilmemesinin gerekçesinin de hukuka aykırı olduğunu, ayrıca müvekkilinin davacı tarafa herhangi bir borcu bulunmadığını, müvekkili tarafından verildiği iddia edilen taahhütname de yer alan taahhütlerin tamamen şahsi nitelikte taahhütler olduğunu, yerel mahkemenin müvekkilinin taahhütnameyi yönetim kurulu başkanı sıfatıyla imzaladığı şeklindeki gerekçesinin de kanuni dayanaktan yoksun olduğunu, belirtilen sebepler neticesinde yerel mahkeme kararının kaldırılmasını, davanın reddine karar verilmesini ve yargılama giderleri ile vekalet ücretinin davacı taraf üzerinde bırakılması gerektiğini ileri sürmüştür. Davacı vekili istinafa cevap dilekçesinde özetle; işbu davanın kısmi alacak davası olduğunu, somut olayda HMK 109 maddesi doğrultusunda kısmi dava açılabilmesinin koşullarının mevcut olduğunu, davalı tarafın istinaf dilekçesinde belirsiz alacak davasına yönelik olarak yer verdiği iddialarının dava ile uzaktan yakından ilgisi bulunmadığını, yasal süresi geçtikten sonra dosyaya ibraz edilen ve kendilerince muvafakat edilmediği için hiç verilmemiş sayılan cevap dilekçesindeki zamanaşımı def’inin işbu davada dikkate alınmasının mümkün olamayacağını, ayrıca davalı tarafın müvekkili ile aralarında geçmişte var olan ortaklık ve ticari ilişkilerden kaynaklanan müvekkilinin hak ve alacaklarına karşılık ve bu hak ile alacakların ödenmesi amacıyla kayıtsız şartsız borç ikrarını ve imzasını içeren dava konusu taahhütnameyi müvekkile verdiğini, belirtilen sebepler neticesinde davalı tarafın istinaf başvurusunun reddine karar verilmesini ve yargılama giderleri ile vekalet ücretinin davalı taraf üzerinde bırakılmasını talep ve beyan etmiştir.
GEREKÇE: Dava; davalı tarafça davacıya verilen tarihsiz borç tanıma belgesine dayalı kısmi alacak istemine ilişkindir.İlk derece mahkemesince davanın kabulüne karar verilmiştir. Karara karşı davalı vekili tarafından yukarda yazılı sebepler ile istinaf başvurusunda bulunulmuştur.İstinaf incelemesine konu uyuşmazlık temelde; süresinde davaya cevap vermeyen davalının, süresinden sonra verdiği dilekçe ile ileri sürdüğü zamanaşımı, davaya dayanak borç tanıma belgesindeki imzanın kendisine ait olmadığı, yemin delilinin hatırlatılmamış olması hususlarının ve ilk derece yargılamasında eksik inceleme bulunup bulunmadığı noktalarında toplanmaktadır. Eldeki dava ilk önce İstanbul 11. Asliye Hukuk Mahkemesinde açılmış, dava dilekçesi ve tensip zabtı davalıya 07/08/2018 tarihinde tebliğ edilmiştir. Davlı vekilince 07/09/2018 tarihnde dosya vekalet sunulup fotokopisi alınmış, bu mahkemece 10/10/2018 tarihinde görevsizlik kararı verilmiş, talep üzerine dosya İstanbul 14 Asliye Ticaret Mahkemesine gönderilerek 2018/1083 esasını almıştır. Mahkemece tensip zabtı düzenlenerek duruşma günü ile bilikte taraflara tebliğ edilmiş, davalı vekilince cevap süresinin dolmasından sonra 27/03/2019 tarihinde davaya cevap ve delillerin sunmuştur. Davacı vekilince 28/11/2019 tarihli beyan dilekçesi ile cevap dilekçesinin süresinde verilmediğini belirtip savunmanın genişletilmesine muvafakatlarının bulunmadığını ve davalı delillerinin dikkate alınamayacağını beyan etmiştir. Öncelikle süresinde cevap dilekçesi verilmemesinin sonuçlarına değinmek gerekmektedir. HMK’nin “Süresinde cevap dilekçesi verilmemesinin sonucu” başlıklı 128. maddesine göre; süresi içinde cevap dilekçesi vermemiş olan davalı, davacının dava dilekçesinde ileri sürdüğü vakıaların tamamını inkâr etmiş sayılır. Cevap vermemek davalının bilerek cevap vermemesi biçiminde olabileceği gibi, cevap süresinin kaçırılması suretiyle de olabilir. Davayı inkâr etmiş sayılan davalı, daha sonra ikinci cevap dilekçesi veremez. Zira ikinci cevap dilekçesi cevaba cevap dilekçesine karşı verilir. Cevap dilekçesi vermemiş olan davalının sadece inkâr ile yetinmiş olduğu varsayılır ve ön inceleme ile tahkikat aşamasında sadece inkâr çerçevesinde savunma yapabilir ve bu yönde ispat faaliyetinde bulunarak delil gösterebilir (Pekcanıtez, s. 1206). Öte yandan davalının süresinde cevap dilekçesi vermemesi sonucunda davacının da artık cevaba cevap dilekçesi veremeyeceğinin tabii bulunması karşısında, HMK’nin 136. maddesine göre dilekçelerin karşılıklı verilmesi aşamasının tamamlanması nedeniyle ön inceleme aşamasına geçilecek ve kanundan kaynaklı istisnai hâller dışında görülmekte olan davaya ilişkin taraflar açısından iddia ve savunmanın genişletilmesi veya değiştirilmesi yasağı başlamış olacaktır. Ancak, süresinde cevap dilekçesi vermemek suretiyle davanın inkârı ileri sürülen vakıaların inkârı niteliğinde olup bu inkarın zamanaşımı def’ini de kapsadığı söylenemez.Bununla birlikte süresinde cevap vermediği için davayı inkâr etmiş sayılan davalının mevcut vakıanın içeriğine dâhil olan bir husus ileri sürmesi veya açıklaması yeni vakıa ileri sürüldüğü anlamına gelmez. Bu itibarla süresinde cevap dilekçesi vermeyen davalının, davacının dava dilekçesinde bildirdiği vakıaların doğru olmadığını (inkârı) ispat için karşı delil göstermesi mümkündür. Ancak davalı, davayı inkârının karşı delilini göstermek bahanesi ile yeni vakıalar ileri sürerse, bununla savunmasını genişletmiş olur. Bu hâlde mahkeme, davacının iddiasının doğru olmadığını ispat için davalının göstereceği delilleri inceleyip, davacının delilleri ile birlikte değerlendirerek varacağı sonuca göre hüküm vermelidir (Kuru, Baki: Hukuk Muhakemeleri Usulü C. II, İstanbul, 2001, s. 1848). (Emsal HGK 2017/11-144 e. 2021/834 k) Davalı vekili süresinden sonra verdiği cevap dilekçesinde zamanaşımı def’ini ileri sürmüş olmakla savunmanın genişletilmesi mahiyetinde olan zamanaşımı defi ancak karşı tarafın açık rızası veya ıslah yolu ile mümkün olabileceğinden süresinde verilmemiş cevap dilekçesindeki zamanaşımının esasının incelenmesi imkânı bulunmamaktadır. Bu durumda davacının bu yöne ilişkin istinaf istemi yerinde değildir. Davacının dayandığı belge 6098 sayılı TBK 18 madde kapsamında borç tanıması mahiyetinde bir belgedir. Davacının dayandığı taahhütname başlıklı tarihsiz, davalı …’ya atfen atılı imza taşıyan belgede; “… olarak Anadolu’da (İstanbul dışında) mevcut veya yeni açacağımız hastanelerimizden, münhasıran benim belirleyeceğim bir veya birden çok hastanede toplamları %15 payı aşmayacak hisseleri satın alıp …’ye devredeceğimi veya aynı şekilde belirlenecek hisseleri bedeli tarafımdan ödenerek doğrudan … veya göstereceği üçüncü kişiler adına alacağımı gayri kabil-i rücu kabul ve taahhüt ederim.” şeklinde düzenlemenin bulunduğu, altında el yazısı ile “…’nin ortak olacağı hastanelerin değerinin Ümraniye’de bulunan … Hastanesi’nin değerinden (3-4 Milyon Dolar) düşük olmayacağını kabul ve taahhüt ediyorum.” şeklinde beyan bulunduğu anlaşılmaktadır. Belge içeriğinden borç tanımasının bir miktar paranın ödenmesi mahiyetinde olmayıp “toplamları %15 payı aşmayacak hisseleri satın alıp …’ye devredeceğimi veya aynı şekilde belirlenecek hisseleri bedeli tarafımdan ödenerek doğrudan … veya göstereceği üçüncü kişiler adına alınacağı” taahhüdünde bulunulduğu anlaşılmaktadır. Borcun sebebini içermemiş olsa bile borç tanıması geçerlidir. Borç tanıması ispat yükünü bir taraftan diğer tarafa taşıma özelliğine sahiptir. 6098 sayılı TBK 18. Maddenin gerekçesi; “Tasarının tek fıkradan oluşan 18 inci maddesinde, borcun sebebini içermeyen borç tanıması düzenlenmektedir. 818 sayılı Borçlar Kanununun 17 nci maddesinin kenar başlığında kullanılan “C. Borcun sebebi” şeklindeki ibare, madde içeriğiyle uyumlu hâle getirilerek, “C. Borç tanıması” şeklinde değiştirilmiştir. 818 sayılı Borçlar Kanununun 17 nci maddesinde kullanılan “…borç ikrarı muteberdir.” şeklindeki ibare yerine, Tasarının 18 inci maddesinde, “Borç tanıması… geçerlidir.” şeklindeki ibarenin kullanılması, teorik esaslara daha uygun görülmüştür. Gerçekten, söz konusu maddeyle, medenî yargılama usulünde, davanın tarafları arasında bir çekişmenin varlığını gerektiren bir borç ikrarının düzenlenmesi amaçlanmamıştır. Tasarının 18 inci maddesinde, borcun sebebi (ifa sebebi, alacak sebebi, bağışlama sebebi veya rücu alacağına sahip olma sebebi) belirtilmemiş olsa bile, böyle bir borç tanımasının geçerli olduğu kabul edilmektedir. 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun 236 ncı ve onu izleyen maddelerinde düzenlenen “ikrar” terimiyle karıştırılmaması için, “borç ikrarı” yerine, “borç tanıması” teriminin kullanılması tercih edilmiştir. Metninde yapılan arılaştırma dışında, maddede 818 sayılı Borçlar Kanununa göre bir hüküm değişikliği yoktur.” şeklindedir. Bu durumda borç tanıması medeni usul hukukundaki taraflar arasındaki vakıayı çekişmesiz hale getiren ikrar değildir. Davalının 27/03/2019 tarihli duruşmada davanın esasını ve davacının alacak hakkının doğumuna dayanak teşkil eden taahhütname başlıklı belgediki imzasını inkar etmiştir. İlk derce mahkemesince imza incelemesi yoluna gidilmemiş, gerekçeli kararda da “Davalı vekili müvekkilinin imza atıp atmadığını hatırlamadığını belirtmiş ise de, tutarlı ve devamlı olacak şekilde açık bir şekilde imzaya itiraz etmemiştir.” gerekçesi ile imza inkarına yönelik bir inceleme yapmamıştır. Oysa ki, davacının alacığına dayanak yaptığı adi yazılı taahhütname başlıklı belge davacının davasına dayanak olan temel vakıadır. Davalı taraf cevap dilekçesi sunmamakla, bu belgeyi inkar etmiş sayılması gerekir. Kaldı ki davalı süresinden sonra verdiği dilekçeye iddianın dayanağını teşkil eden tarihsiz taahhütname niteliğindeki belge altındaki imzayı inkar etmiştir. Sahtecilik her zaman ileri sürülebilen mutlak def’ilerdendir. (Emsal Yargıtay 19. Hukuk Dairesinin 2007/7105 Esas – 2008/2309 Karar ve Yargıtay 11. Hukuk Dairesinin 2012/9845 Esas – 2013/8014 Karar sayılı kararları). Bu durumda davaya dayanak belgedeki davalıya atfen atılan imzaların davalı eli ürünü olup olmadığı konusunda HMK 211 vd.maddeleri uyarınca imza incelemesi yapılmadan karar verilmesi doğru bulunmadığı gibi ;yine mahkemece Taahhütname başlıklı belgede davalı tarafça davacıya yeni kurulacak şirketlerden %15 pay taahhüt edilmiş, taahhütnamenin el yazıyla yazılan bölümünde “…’nin ortak olacağı hastanelerin değerinin Ümraniye’de bulunan … Hastanesi’nin değerinden (3-4 Milyon Dolar) düşük olmayacağını kabul ve taahhüt ediyorum.” taahhüt edilmiştir. Taahhüdün yerine getirilmediği taraflar arasında uyuşmazlık konusu değildir. Davacı tarafça davalıya 09/04/2018 tarihli ihtarname gönderilerek taahhüdün yerine getirilmesi aksi takdirde taahhütnameden doğan alacağın tahsil edilmek üzere icra ve mahkeme yoluna başvurulacağı bildirilmiştir. Taahhütname içeriğinden davalının davacıya taahhüt ettiği borcun … Hastahanesinin sözleşme tarihindeki %15 hissesinin değeri kadar olduğu ve belirlenecek değerin 3.000.000,00 Dolardan aşağı ve 4.000.000,00 Dolardan yukarı olamayacağının kararlaştırıldığı anlaşılmaktadır. Bu durumda taahhütname başlıklı belgede tarih bulunmamakla davalı tarafça davacıya ilk ödemenin yapıldığı 02/03/2011 tarihi baz alınarak… Hastanesi’nin bu tarihteki değeri belirlenerek değerin 3.000.000,00 USD’den düşük olması halinde bu miktar, 4.000.000,00 USD’den yüksek olması halinde ise en fazla bu miktar, bu iki rakam arasında ise belirlenecek değer esas alınarak davalının davacıya taahhüt ettiği hisse bedeli USD doları cinsinden belirlenmesi gerekmekte olup buhususta herhangi bir inceleme yapılmadan karar verilmesi de isabetli olmamıştır. Ayrıca Davacı banka hesabına davalı tarafça yapılan ödemelerin kendisine taahhüt edilen hisse senetlerinin getirisi olduğunu ileri sürmüştür. Davacı taraf yapılan bu ödemenin kendisine taahhüt edilen hisse senetlerinin getirisi olduğuna ilişkin iddiasının TMK 6 ve HMK 190 maddesi gereği ispat yükü altındadır. Ödenen bedelin miktarı göz önüne alındığında bu iddianın 6100 sayılı HMK 200 ve devamı maddeleri gereği senetle ispatı gerekir. Ancak davacı tarafça bu konuda herhangi bir delil dosyaya sunulmuş değildir. Davalı taraf önce bu ödemlerin başka bir ilişkiye ait olduğunu, ancak mahkemce bunun kabul edilmemesi halinde anapara borcuna sayılması gerektiğini savunmuştur. Bu durumda davalı tarafça yapılan ödemelerin öncelikle ödeme tarihlerindeki kur üzerinden USD olarak değeri belirlenmeli, bu miktar az yukarıda … Hastahanesinin değeri olarak belirlenecek miktardan TBK 100 maddesi gereği mahsup edilerek davacının taahhüt edilen hissenin yerine getirilmemesinden kaynaklanan müspet zararı belirlenerek hüküm kurulması gerekirken, kısmi dava olarak açılan eldeki davada davacının talep edebileceği toplam alacak miktarı belirlenmeden hüküm kurulması da isabetli görülmemiştir. HMK’nın 355. Maddesi uyarınca kamu düzenine aykırılık ve istinaf dilekçesinde belirtilen sebeplerle sınırlı olarak yapılan istinaf incelemesi sonunda; Mahkemece eksik inceleme ile davanın sonuçlandırılması isabetli görülmemiş ve bu nedenle davalı vekilinin istinaf başvurusunun kabulü ile İlk Derece Mahkemesi kararının kaldırılarak, davanın yeniden görülmesi için dosyanın kararı veren mahkemeye gönderilmesine dair aşağıdaki şekilde karar verilmiştir.
KARAR:Yukarıda açıklanan nedenlerle: 1-Davalı vekilinin istinaf başvurusunun KABULÜ İLE, istinaf incelemesine konu İlk Derece Mahkemesi kararının HMK’nın 353(1)a-6 maddesi uyarınca USULDEN KALDIRILMASINA, davanın yeniden görülmesi için dosyanın kararı veren mahkemeye gönderilmesine, 2-Davalı tarafça yatırılan istinaf karar harcının istem halinde kendisine iadesine, 3-İstinaf aşamasında yapılan yargılama giderlerinin İlk Derece Mahkemesince yapılacak yargılama sırasında değerlendirilmesine, Dair, dosya üzerinde yapılan inceleme sonucunda HMK’nın 362(1)g maddesi uyarınca kesin olarak oy birliğiyle karar verildi.15/06/2023