Emsal Mahkeme Kararı İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 43. Hukuk Dairesi 2020/1249 E. 2023/617 K. 08.06.2023 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı henüz kesinleşmemiştir. Yararlı olması amacıyla eklenmiştir.

T.C.
İSTANBUL
BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ
43. HUKUK DAİRESİ
DOSYA NO: 2020/1249
KARAR NO: 2023/617
T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
İ S T İ N A F K A R A R I
İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ: İSTANBUL 2. ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ
TARİHİ: 30/05/2018
NUMARASI: 2015/786 Esas – 2018/605 Karar
DAVA: İtirazın İptali (Ticari Satımdan Kaynaklanan)
İSTİNAF KARAR TARİHİ: 08/06/2023
Taraflar arasında görülen dava neticesinde ilk derece mahkemesince verilen hükmün davacı vekilince ve davalı vekilince ayrı ayrı istinaf edilmesi üzerine düzenlenen rapor ve dosya kapsamı incelenip gereği görüşülüp düşünüldü:
TARAFLARIN İDDİA VE SAVUNMALARININ ÖZETİ:
DAVA: Davacı vekili dava dilekçesinde özetle; İstanbul … İcra Müdürlüğünün … Esas sayılı dosyasından takibe konu alacak, davalı/borçlunun kefaletiyle, … Bankası T. AŞ, Kazasker Şubesi tarafından, bir diğer takip borçlusu … Turizm AŞ/ne Genel Kredi Sözleşmesi ile kullandırılan ve geri ödenmeyen krediye ilişkin olduğunu, dosya borçlusu davalının, dilekçe ekindeki genel kredi sözleşmesince, müteselsil kefil olarak imzasının bulunduğunu, Kredi kullanan … Turizm A.ş.’nin anılan sözleşmeden kaynaklanan borçlarını ifa etmemesi üzerine, kredi kullandıran … Bankası T. A.Ş. Kazasker Şubesi tarafından, Kadıköy … Noterliğinden keşide edilen 15.01.1998 tarih … Yevmiye numaralı ihtarnamesi ile hesapların kat edildiği ihtar edilmiş, söz konusu ihtarname ile nakit kredi borcunun, faiz ve fer’i haklarının ödenmesi ihtar edildiğini, ihtarname 21.01.1998 tarihinde davalı borçluya tebliğ edildiği ve temerrüde düştüğünü, borçlulara tebliğ edilen hesap kat ihtarnamesi ile, taraflar arasındaki genel kredi sözleşmesinden kaynaklanan alacağın tamamı muaccel hale geldiğini, yukarıda arz ve izahını yaptığımız nedenlere istinaden faiz ve fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla, davalı borçlunun zamanaşımı itirazlarının reddine, davalıların İstanbul … İcra Müdürlüğünün … E, sayılı dosyasına vaki haksız ve kütünlyetli itirazlarının İptali île takibin devamına, davalının % 20’den aşağı olmamak üzere icra inkar tazminatına mahkumiyetine, mahkeme masrafları ile vekalet ücretinin davalılara tahmiline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
CEVAP: Davalı tarafından davaya cevap dilekçesi verilmediği ancak vekili aracılığı ile icra müdürlüğüne hitaben vermiş olduğu itiraz dilekçesinde, alacaklıya borcunun olmadığını, ayrıca bahsi geçen işlemlerin zamanaşımına uğradığını bu nedenle borcun tamamına faiz ve ferilerine itiraz ettiğini, itirazların kabulü ile takibin durdurulmasını, davanın reddine karar verilmesini talep etmiştir.
İLK DERECE MAHKEMESİ KARARI: İstinaf incelemesine konu kararı veren ilk derece Mahkemesince eldeki dava hakkında yapılan yargılama sonunda, “…Somut olayda, alacağı davacıya temlik edilen … A.Ş. Kazasker şubesi ile dava dışı asıl borçlu … Turizm A.Ş. arasında bila tarihli 7.000,00 TL limitli kredi sözleşmesi akdedildiği, davalının anılan sözleşmede müşterek borçlu müteselsil kefil sıfatının bulunduğu, sözleşme tutarı ve kullandırılan kredi miktarı nazara alındığında kefalet limitinin 7.000,00 TL olduğu, borcun ödenmemesi üzerine Kadıköy … Noterliğinin 15/01/1998 tarih … yevmiye sayılı ihtarnamesinin keşide edildiği, asıl borçlunun temerrüte düşürüldüğü ancak davalı kefile usulüne uygun bir tebligat yapılmadığından davalı kefilin takip tarihi olan 26/06/2013 tarihinde temerrüte düştüğünün kabulü gerektiği, takip tarihi itibariyle dava dışı asıl borçlu yönünden talep edilebilecek miktarın 4.799,63 TL’si asıl alacak olmak üzere toplam 65.744,74 TL olduğu, ancak davalı kefilin kefalet limitinin 7.000,00 TL olduğu, davalı kefilin takip tarihi itibariyle temerrüte düşürüldüğü, TBK 589 maddesi gereğince kefilin kefalet limiti dahilinde borçlunun temerrütünden de sorumlu olduğu, ancak kefalet limitinin 7.000,00 TL olduğu dikkate alındığında bilirkişi raporunun sonuç kısmına bu sebeple itibar edilmeyerek davanın kısmen kabulüne dair” karar verilmiştir.Bu karara karşı davacı ve davalı vekili tarafından istinaf başvurusunda bulunulmuştur.
İLERİ SÜRÜLEN İSTİNAF SEBEPLERİ: Davacı vekili istinaf dilekçesinde özetle; hesap kat ihtarnamesinin davalı kefil …’a tebliğ edildiğini, davalı kefilin ortağı ve Yönetim Kurulu Başkan Yardımcısı olduğu şirketin belirtildiği adresinde tebligat almaya yetkili sekreter tarafından ihtarnamenin tebliğ alınmış olmasına rağmen, usule aykırı tebligat yapıldığı iddiasının iyi niyet kuralları ile bağdaşmadığını, ayrıca kat edilen ihtarnameye hem kurucu ortağı hem de çalışanı olduğu asıl borçlu şirket adına hem de kefil olarak kendi adına itiraz etmemiş olan davalı kefilin takiple kat ihtarının usulsüz yapıldığı iddiasının da iyi niyet kurallarına aykırı olduğunu, kat ihtarnamesi usulüne uygun tebliğ edildiğini, kefillerin temerrüte düşürüldüğünü, bu sebeplerle davalı kefilin ihtarnamenin tebliğ edildiği ve hesabın kat edilip temerrüte düşürüldüğü kabul edilerek takip talebinde belirtilen tüm borçtan sorumlu tutulması gerektiğini, bilirkişi tarafından raporunda hesaplanan faiz oranlarının hatalı olduğunu, raporda yapılan hesaplamaların kabulünün mümkün olamayacağını, ayrıca temerrüt tarihiyle hesaplanan asıl alacağın kefalet limitinden düşük olması halinde kefilin temerrüt tarihine kadar işleyen akdi faiz ile birlikte tüm borçtan sorumlu olması gerektiğini, belirtilen sebepler neticesinde yerel mahkeme kararının kaldırılmasını, davanın kabulüne karar verilmesini ve yargılama giderleri ile vekalet ücretinin karşı taraf üzerinde bırakılması gerektiğini ileri sürmüştür. Davalı vekili istinaf dilekçesinde özetle; icra takibinin dayanağını müvekkilin kefil sıfatıyla imzalamış olduğu tarihi belirtilmemiş bir kredi sözleşmesinden kaynaklanmakta olduğunu, bu borcun zaman aşımına uğradığını, her ne kadar müvekkile tebliğ edilmemişse de, hesabın 1998 yılında kat edildiğini, bu alacağın davacı varlık yönetim şirketine 2005 yılında temlik edildiğini, 10 yıllık takip zaman aşımının dolduğunu ve müvekkilin borcunun bulunmadığının açıkça ortada olduğunu, davacı şirketin kötü niyetli olarak ve alacağın fon alacağı olduğu iddiası ile 2013 yılında takibe geçmişse de, 5411 sayılı Bankacılık Kanunu gereğince varlık yönetim şirketlerinin TMSF alacakları için düzenlenmiş özel hükümlerden (zamanaşımı dahil) yararlanamayacağı ve bu alacakların fona dahil alacak sayılamayacağı Yargıtay Kararları ile ortaya konulmuş olduğunu, davanın zaman aşımı nedeniyle reddinin gerektiğini, dosya kapsamında alınan bilirkişi raporuna esas alınan hesap kat ihtarı müvekkilinin adresine tebliğ edilmediğini, davacı tarafın yeni Borçlar Kanunu ile getirilen kefalet zaman aşımının dolmaması için müvekkile hesap kat ihtarı göndermeksizin icra takibine geçtiğini, davanın esasını teşkil eden kefalet sözleşmesinin de usul ve Yasaya uygun şekilde düzenlenmediğini, sözleşmenin geçersiz olduğunu, müvekkili tarafından temerrüte düşürülmeden önce kısmi ödeme yapıldığını, müvekkili tarafından yapılan kısmi ödeme hesaplamalarda göz önünde bulundurulmadığını, kefalet limitinden düşülmediğini, ayrıca davacı tarafın konumu gereği kefalet limitinden haberdar olduğunu, ancak kötü niyetli olarak müvekkilini tüm alacaktan sorumlu tuttuğunu, müvekkilinin mağdur olmasına sebebiyet verdiğini, bu sebeplerle davacı taraf aleyhine kötüniyet tazminatına hükmedilmesi gerekirken yerel mahkeme tarafından kötüniyet tazminatına hükmedilmediğini, belirtilen sebepler neticesinde yerel mahkeme kararının bozulmasını, davanın reddine karar verilmesini, davacı kötü niyet tazminatına hükmedilmesine karar verilmesini ve yargılama giderleri ile vekalet ücretinin karşı taraf üzerinde bırakılması gerektiğini ileri sürmüştür.
GEREKÇE: Dava; dava dışı … A.Ş.’nin yine dava dışı … Bankası A.Ş.’den kullanmış olduğu krediye kredi borçlusu ile birlikte müştereken ve müteselsilen kefil olan davalının hakkında başlatılan icra takibine yaptığı itirazın iptaline ilişkindir. Mahkemece dosyaya toplanan deliller ile davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.İstinaf konusu uyuşmazlık temelde; takip konusu alacağın zaman aşımına uğrayıp uğramadığı, zaman aşımı defisinin mahkemece göz önünde bulundurulup bulundurulamayacağı, davalı kefil borçluya çıkarılan tebligatın usulüne uygun olup olmadığı, buradan varılacak sonuca göre davalı kefil borçlunun sorumluluğunun miktarının belirlenmesine ilişkindir. Dava dışı … A.Ş.’nin, dava dışı … Bankası A.Ş.’den üzeride tarih taşımayan “umumi taahhütname” başlıklı kredi sözleşmesine dayanarak kredi kullandığı, davalının dava dışı şirketin yönetim kurulu başkan ve üyesi olarak görevler üstlendiği, kredi sözleşmesine müşterek borçlu müteselsil kefil olarak kefaleti bulunduğu, sözleşme üzerinde düzenleme tarihi bulunmasa da davalı ve diğer kredi borçlularına kredi veren bankaca kadıköy … Noterliğinin 15 ocak 1998 tarih ve … yevmiye numaralı ihtarnamesi ile gönderilen hesap kat ve ödeme ihtarı tarihi dikkate alındığında kredi sözleşmemsinni 818 sayılı borçlar kanununun yürürlükte bulunduğu dönemde imzlandığı anlaşılmaktadır. Davalı vekilinin kefaletin geçersizliğine ilişkin istinaf istemi yönünden yapılan değerlendirmede; Türk Borçlar Kanununun Uygulama Şekli Hakkındaki 6101 Sayılı Kanunun 1. maddesinin son cümlesinde ”…..Türk Borçlar Kanununun yürürlüğe girmesinden sonra bu fiili ve işlemlere ilişkin olarak gerçekleşecek temerrüt, sona erme ve tasfiye Türk Borçlar Kanununun hükümlerine tabidir.” denilmiştir. Aynı yasanın 5/2. maddesinde ”Türk Borçlar Kanunu ile hakdüşürücü süre veya özel bir zamanaşımı süresi ilk defa öngörülmüş olup da başlangıç tarihi itibariyle bu süre dolmuş ise, hak sahipleri Türk Borçlar Kanununun yürürlüğe girdiği tarihten başlayarak bir yıllık ek süreden yararlanırlar. Ancak bu ek süre, Türk Borçlar Kanununda öngörülen süreden daha uzun olamaz.” 6. maddesinde ise ”Bu kanunun 5. maddesi uygun düştüğü ölçüde Türk Borçlar Kanununda öngörülen diğer süreler hakkında da uygulanır.” şeklinde düzenleme yapılmıştır. TBK’nun 598/3. maddesi, ”Bir gerçek kişi tarafından verilmiş olan her türlü kefalet, buna ilişkin sözleşmenin kurulmasından başlayarak 10 yılın geçmesiyle kendiliğinden ortadan kalkar.”, 598/4. maddesi, ”Kefalet 10 yıldan fazla bir süre için verilmiş olsa bile uzatılmış veya yeni bir kefalet verilmiş olmadıkça kefil, ancak 10 yıllık süre doluncaya kadar takip edilebilir.” hükmünü içermektedir.818 sayılı BK.’nun yürürlükte olduğu dönemde akdedildiği anlaşılan genel kredi sözleşmesi, 6101 sayılı 6098 sayılı kanunun yürürlüğü ve Uygulama Şekli Hakkında kanunun 1.maddenin 2.cümlesi uyarınca, TBK.’nun yürürlüğe girmesinden sonraki sona erme, tasfiye ve temerrüd 6098 sayılı TBK hükümlerine tabi olup, buna göre kefaletin 10 yıl için verildiğinin kabulü gerekmektedir. 6098 sayılı kanunun 598. maddesinde kefalet için öngörülen 10 yıllık sürenin kendiliğinden sona ereceği düzenlenmesi karşısında; sürenin kamu düzenine ilişkin resen nazara alınması gerekli hak düşürücü süredir. Türk Borçlar Kanunu ile 10 yıllık hak düşürücü süre ilk defa öngörülmüş olup, başlangıç tarihi itibarıyla bu süre dolduğundan, hak sahipleri 6101 Sayılı 5. Maddesi uyarınca Türk Borçlar Kanununun yürürlüğe girdiği tarihten başlayarak bir yıllık ek süreden yararlanabilecektir. Davaya esas kredi sözleşmesinin imzalandığı tarihte yürürlükte bulunan 818 sayılı Borçlar Kanunu’nda gerçek kişi kefillerin kefaletlerinden sorumlu olacakları süre yönünden bir zaman sınırlaması öngörülmemiştir. Ancak 01.07.2012 tarihinde yürürlüğe giren 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu (TBK)’nun 598. maddesinin üçüncü fıkrası ile gerçek kişilerin kefaletinin kefalet tarihini takip eden 10 yılın sonunda kendiliğinden sona ereceği düzenlenmiştir. Yine 6101 sayılı Türk Borçlar Kanununun Yürürlüğü ve Uygulama Şekli Hakkında Kanun’un 5. maddesinin ikinci fıkrasında, Türk Borçlar Kanunu ile hak düşürücü süre veya özel bir zamanaşımı süresi ilk defa öngörülmüş olduğunda başlangıç tarihi itibariyle bu süre dolmuşsa, hak sahiplerinin Türk Borçlar Kanununun yürürlüğe girdiği tarihten başlayarak bir yıllık ek süreden yararlanacakları, ancak, bu ek sürenin, Türk Borçlar Kanununda öngörülen süreden daha uzun olamayacağı öngörülmüştür. Dava ve icra takibine konu genel kredi sözleşmesinden kaynaklanan kefalet borcunun sona ermesiyle ilgili olarak 6098 sayılı TBK hükümlerinin uygulanması gerekli olup, kullandırılan krediye ilişkin borcun kat edildiği ve alacağın 15/01/1998 tarihinde muaccel hale geldiği , TBK’nun yürürlüğe girdiği 01.07.2012 tarihinden önce, 15/01//2008 tarihinde 10 yıllık hak düşürücü sürenin dolduğu ve 6101 sayılı yasanın 5/2 maddesinde ifade edilen 1 yıllık ek sürenin de 01.07.2013 tarihi itibariyle sona erdiği anlaşılmaktadır. Somut olayda icra takibi yasal olarak öngörülen 1 yıllık ek süre içerisinde 26/06/2013 tarihinde yapılmasına göre hakdüşürücü sürenin dolmadığı ve kefaletin sona ermediği anlaşılmaktadır. Davalı-kefil …’ın sözleşmede 7.000,00 TL kefalet limiti dahilinde müşterek borçlu ve müteselsil kefil sıfatıyla kefalet imzalarının bulunduğu görülmektedir. Sözleşme 818 sayılı B.K döneminde imzalanmıştır. Buna göre kefaletin geçerli olabilmesi için;1) Yazılı şekilde yapılması, 2) Kefilin sorumlu olacağı belirli bir miktarın açıkça gösterilmesi, 3) Kefalet edilen borcun geçerli bir borç olması, 4) Kefilin medeni hakları kullanma ehliyetinin bulunması icap gerekmektedir. Dava ve takibe konu Genel Kredi Sözleşmesinde kefillerin sorumlu olacağı kefalet limitinin açıkça 7.000,00 TL olarak gösterilmiş olduğu anlaşılmakla şeklen ve hukuken geçerli bir kefalet sözleşmesi bulunduğu anlaşılmakla davalı vekilinin bu yöne ilişen istinaf talepleri de yerinde görülmemiştir. Bahsi geçen ihtarname davalı kefilin kredi sözleşmesinde bildirdiği adresine değil, asıl borçlu şirketin adresine tebliğe çıkarılmış, noterlikte ihtara verilen şerhe göre adreste daimi olarak çalışan …’a tebliğ edilmiştir. Yapılan tebligat davalıya ait olmayan ayrı tüzel kişiliği bulunan şirket adresinde şirket çalışanına yapılması, davalının şirket adresinde bulunmama nedeninin belirlenmemiş olması karşısında usulsüz ve geçersiz bir tebligattır. Davalı borçlunun dava dışı şirketin yönetim kurulu üyesi olmasının da tebligatın geçerliliğine herhangi bir etkisi yoktur. Bu durumda davalı kefil borçlu yönünden temerrüt ancak takip tarihi olan 26/06/2013 tarihi itibarıyla oluşmaktadır. Dava konusu alacak dava dışı banka tarafından 15/01/1998 tarihinde kat edilmiş, davlıya yapılan kat ihtarı da geçersiz kabul edilmiş olmakla alacak 15/01/1998 tarihinde muaccel hale gelmiş, davalı ise takip tarihi olan 26/06/2013 tarihinde temerrüde düşmüştür. Eldeki davada davalı tarafça icra takibine yapılan itirazda zamanaşımı defisinde bulunulmuş, ancak eldeki itirazın iptali davasına süresinde cevap verilmemiş ve zamanaşımı defisinde bulunulmamıştır. İlk derece mahkemesince ön inceleme aşaması ve devam eden yargılama süresince zamanaşımı defisi konusunda olumlu veya olumsuz bir karar vermediği, gerekçeli kararda da bu hususta bir değerlendirme yapmadığı anlaşılmaktadır.Öncelikle davalı borçlunun icra takibine itirazında zamanaşımı def’inde bulunduktan sonra itirazın iptali davasının görülmesi sırasında aynı def’iyi yeniden ileri sürmesinin gerekip gerekmediği noktasında inceleme yapılması gerekmektedir. İcra takibine karşı zamanaşımı def’inde bulunan borçlunun bu itirazının iptali için açılan davada, davacı, zamanaşımı def’inin yerinde olmadığını ileri sürerek itirazın iptali davasını açtığından mahkemece zamanaşımı def’inin yerinde olup olmadığı konusu üzerinde durularak dava karara bağlanacaktır. Bu nedenle mahkemece kendiliğinden üzerinde durulacak ve araştırılacak bir konuda davalıya icra takibi sırasında belirttiği zamanaşımı def’ini mahkemede de ileri sürmesi zorunluluğu yüklenmemelidir. Bu nedenle ödeme emrine itiraz ederken zamanaşımı def’ini ileri sürmüş olan borçlunun itirazın iptali davasında bu def’iyi tekrar ileri sürmesi gerekmemektedir. (Yargıtay HGK ‘ nun 01/10/2014 tarihli 2013/17-1101 E – 2014/716 sayılı kararı, Sakarya BAM 7. HD 2018/35 e. 2018/35 K. Sayılı kararı ) Bu açıklamalara göre davalının zamanaşımı defisinin incelenmesine usuli bir engel bulunmamaktadır. Bilindiği üzere zamanaşımı, maddi hukuktan kaynaklanan bir def’i ve savunma aracıdır. Somut olayda, davalı tarafça yasal süresi içerisinde zamanaşımı def’i ileri sürülmüş ancak, mahkemece bu def’i hakkında olumlu veya olumsuz bir karar verilmemiştir. Davalı, zamanaşımı definde bulunduğuna göre 11.04.1940 gün ve 15/70 sayılı YİBK gerekçesinde açıklandığı üzere zamanaşımı defi mevcut olduğu takdirde mahkemece herşeyden önce bu defin incelenmesi, gerçekleşmesi halinde, artık esas hakkında incelemeye devam olunmayıp davanın bu yönden reddi gerekir. Davanın zamanaşımı yönünden reddi, işin esasının incelenmesine engel teşkil edecek bir husustur. Mahkemece, davalının zamanaşımı defisi hakkında olumlu ya da olumsuz bir karar verilmeden yazılı şekilde davanın kısmen kabulüne karar verilmiş olması usul ve yasaya aykırı olmuştur.Mahkeme ön incelemede; dava şartlarını ve ilk itirazları inceler, uyuşmazlık konularını tam olarak belirler, hazırlık işlemleri ile tarafların delillerini sunmaları ve delillerin toplanması için gereken işlemleri yapar, tarafların üzerinde serbestçe tasarruf edebileceği davalarda onları sulhe veya arabuluculuğa teşvik eder ve bu hususları tutanağa geçirir. Ön inceleme tamamlanmadan ve gerekli kararlar alınmadan tahkikata geçilemez ve tahkikat için duruşma günü verilemez (HMK m. 137/2). Tahkikat, tarafların ön inceleme duruşmasında anlaşamadıkları hususlar esas alınarak yürütülecektir.HMK.m.142 uyarınca, ön inceleme duruşması tamamlandıktan sonra hakim, tahkikata geçmeden önce zamanaşımı defi ve hak düşürücü süreler hakkında karar verir. Buna göre mahkemece talep edilen alacağın hukuki nitelemesinin yapılıp hangi zamanaşımı süresine tabi olduğu belirledikten sonra zamanaşımı defini karara bağlaması gerekirken, bu zorunluluğa uymadan ve bu konuda tahkikat aşamasında da bir karar vermeden davayı esastan karara bağlanması, hükümde de zamanaşımı defisi hakkında değerlendirme yapılmamış olması isabetli değildir. 26.12.2003 tarihinde yürürlüğe giren 5020 sayılı Kanunun 27. maddesiyle 4389 sayılı Kanuna eklenen ek 3. maddesiyle, Fon alacaklarına ilişkin dava ve takiplerde zamanaşımı süresi 20 yıl olmuştur. 01.11.2005 tarihinde yürürlüğe giren 5411 sayılı kanunun 141. maddesinde de Fon alacaklarına ilişkin dava ve takiplerde zamanaşımı süresinin 20 yıl olduğu hükme bağlanmıştır. 5411 sayılı Kanunun geçici 16. maddesinde ise 141. maddede öngörülen 20 yıllık zamanaşımı süresinin geçmişe etkili olduğu belirtilmiştir. Bu durumda 26.12.2003 tarihinde yürürlüğe giren ek 3. madde ile bu tarihte on yılını doldurmamış tüm fon alacaklarının zamanaşımı süresi 20 yıla uzamıştır. Anayasa Mahkemesi’nin 04.06.2014 gün 2014/85 E. – 2014/103 K. sayılı ilamı ile Bankacılık Kanunu’nun 141.madde hükmü iptal edilmemiş, 5411 sayılı Bankacılık Kanunu’nun geçici 16.maddesine ilişkin esas incelemenin “zamanaşımı” sözcüğü ile sınırlı olarak yapılmasına ve bu maddede yer alan “zamanaşımı” sözcüğünün Anayasa’ya aykırı olduğuna ve iptaline karar verilmiştir. (Yargıtay 19. Hukuk dairesinin 2017/5273 Esas) Dava konusu alacak TMSF’den temlik alınan fon alacağı olması nedeniyle 5411 sayılı yasanın geçici 11.maddesi yollamasıyla 4389 sayılı yasaya 5020 sayılı yasaya eklenen ek 3.madde ve 5411 sayılı yasanın 141.maddesi uyarınca, zamanaşımı süresinin 20 yıl olarak uygulanması gerekmekte olup bu süre alacağın muaccel olduğu tarihten başlayacaktır. Muacceliyetin hesabın kat edilmesi ile gerçekleştiği ve mülga 4389 sayılı kanuna eklenen ve 26/12/2003 tarihinde yürürlüğe giren ek 3 maddeyle söz konusu maddenin yürürlüğe girdiği, 26/13/2003 tarihinde henüz 10 yılını doldurmamış tüm fon alacaklarına ilişkin zamanaşımı süresi 20 yıla uzadığından alacağın muaccel hale geldiği 15/01/1998 tarihinden takip tarihi olan 26/06/2013 tarihine kadar 20 yıllık zamanaşımı süresi geçmemiştir. Bu durumda davalı vekilinin bu yöne ilişkin istinaf talebi yerinde değildir. (Yargıtay 19. Hukuk dairesinin 2017/5273 Esas, 2019/2644 Karar, Yargıtay 22. Hukuk dairesinin 2017/11921 Esas, 2018/17436 Karar) Davacı vekilinin kefilin borcun tamamından sorumlu tutulması gerektiğine yönelik istinaf istemi yönünden yapılan değerlendirmede; TBK’nın 589/1. maddesi gereği kefil; asıl borç ve borçlunun kusur ve temerrüdünden kefalet limiti ile, kendi temerrüdünün sonuçlarından ise sınırsız olarak sorumludur. Bir başka anlatımla kendi temerrüdü oluştu ise bu aşamadan sonra limit ile sınırlı olmaksızın kendi sorumluluğu başlar. Kefil, takipten önce temerrüde düşürülmemişse hesap kat tarihinden takip tarihine kadar işleyen akdi faizden limiti dahilinde sorumlu olur.Az yukarıda ayrıntılı olarak açıklandığı üzere dava konusu alacağın dayanağı kredi ilişkisi dava dışı banka tarafından 15/01/1998 tarihinde kat edilmiş, davlıya yapılan kat ihtarı da geçersiz kabul edilmiş olmakla alacak 15/01/1998 tarihinde muaccel hale gelmiş, davalı ise takip tarihi olan 26/06/2013 tarihinde temerrüde düşmüştür. Bu durumda davalının asıl alacak ve takip tarihine kadar işlemiş faizin 7.000 TL lik kefalet limitine kadar olan 2.200,37 TL lik kısmından sorumlu tutulup bakiye işlemiş faiz yönünden davanın reddine karar verilmesinde ve davacı davaya konu takipte kısmen haksız is de kötüniyetli olduğu dosya kapsamında delillerle ispatlanamadığından yasal koşulları oluşmayan kötüniyet tazminat talebinin reddine karar verilmesi sonuç itibarıyla doğrudur. Açıklanan nedenlerle HMK’nın 355. Maddesi uyarınca kamu düzenine aykırılık ve istinaf dilekçesinde belirtilen sebeplerle sınırlı olarak yapılan istinaf incelemesi sonunda; davacı ve davalı vekillerinin yerinde görülmeyen istinaf başvurularının ayrı ayrı reddine dair aşağıdaki şekilde karar verilmiştir.
KARAR: Yukarıda ayrıntısı ile açıklanan nedenlerle; 1-Davacı ve davalı vekilinin istinaf başvurusunun HMK’nın 353(1)b-1 maddesi uyarınca ayrı ayrı ESASTAN REDDİNE, 2-Alınması gereken 179,90 TL istinaf karar harcının davacı taraftan tahsili ile hazineye irad kaydına, 3-Alınması gereken 478,17‬ TL nispi istinaf karar harcından peşin alınan 119,54 TL harcın mahsubu ile bakiye 358,63‬ TL harcın davalıdan alınarak Hazine’ye gelir kaydına,4-Taraflarca istinaf aşamasında yapılan yargılama giderlerinin kendi üzerinde bırakılmasına, Dosya üzerinden yapılan inceleme sonunda, HMK’nın 362(1)-a maddesi uyarınca kesin olarak oy birliğiyle karar verildi.08/06/2023