Emsal Mahkeme Kararı İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 43. Hukuk Dairesi 2020/1145 E. 2022/1318 K. 29.11.2022 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı henüz kesinleşmemiştir. Yararlı olması amacıyla eklenmiştir.

T.C.
İSTANBUL
BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ
43. HUKUK DAİRESİ
DOSYA NO: 2020/1145
KARAR NO: 2022/1318
T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
İ S T İ N A F K A R A R I
İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ: İSTANBUL 14. ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ
TARİHİ: 27/05/2019
NUMARASI: 2015/1130 Esas – 2019/536 Karar
DAVA: Ticari Şirket (Pay Defteri Kaydına İlişkin)
İSTİNAF KARAR TARİHİ: 29/11/2022
Taraflar arasında görülen dava neticesinde ilk derece mahkemesince verilen hükmün davacı vekilince istinaf edilmesi üzerine düzenlenen rapor ve dosya kapsamı incelenip gereği görüşülüp düşünüldü;
TARAFLARIN İDDİA VE SAVUNMALARININ ÖZETİ
DAVA: Davacı vekili dava dilekçesinde özetle; müvekkilinin İflas halinde İnterroyal şirketinin hissedarı olup 60.000-TL sermayeli şirketin, 100 hissesine sahip olduğunu, şirketin ana sözleşmesinin 8.maddesinde”Nama yazılı hisse senetlerinin başkalarına devir ve temlikinde satış isteğini Yönetim Kurulu aracılığıyla diğer nama yazılı hisse sahibi hissedarlara ulaştırması gerektiğini, davalılardan … mirasçıları olan davalılar ile …, … ve …’ın şirketteki hisselerini esas mukaveleye aykırı olarak davalılar … ve …’a devrettiklerini, esas mukaveleye aykırı devirlerin şirket pay defterine kaydedildiğini YK nun tescile ilişkin aldığı kararların batıl olduğunu, iflas halinde şirketin 10.5.2016 tarihinde yapılan genel kurul toplantısında şirketin sermaye yapısına göre, ve 18.08.2015 tarihinde yapılan olağanüstü genel kurul toplantısındaki hissedarlık yapısına göre, …’in 34.000, …’ında 20.000 hisse sahibi olduğunun anlaşıldığını, buna göre … varislerinin 50.000 payını … ve …’e, …’nın 2000 adet hissesinin, …’ın 1000 adet hissesi ve …’ın 1000 adet hisessinin … ve …’e devredildiğinin anlaşıldığı, yolsuz tescil işlemlerinin iptaline, önalım hakkının kullanılması ile davacı adına devrine ve şirket pay defterine tesciline karar verilmesine talep etmiştir. Davacı 06/11/2017 tarihli ıslah dilekçesi ile, müvekkilinin şirketin yaşadığı ekonomik kriz nedeniyle ve şirket borçlarına şahsi kefaletleri nedeniyle şahsına ait şirket hisselerinin haczedilmesini engellemek maksadı ile şirket çalışanı …’a şirket hisselerini inançlı işlemler kapsamında devrettiğini, …’a devredilen 55.000 adet hisseden kalan 50.000 hissenin … misasçılarından inançlı işlemi bilmesine rağmen TBK 49/2 hükmünün ihlali ile ahlaka ve iyi niyet kurallarına aykırı olarak hareket eden davalılardan … ve …’dan TBK 51.maddesi hükmünce aynen tazmini ile bu 50.000 adet hissenin 24.100 adetinin müvekkili … adına tesciline karar verilmesini, davalılar … ve … adına tescil edilen hisselerin 3.şahıslara satışı ve devrinin cebri icra marifeyitl ede olsa tedbiren yasaklanmaına, tedbire teminatsız olarak bi hakkın hükmedilmesine, talebin reddi halinde şirket pay defterine davalılar adına kayıtlı hisselerin davalı olduğuna ilişkin şirket pay defterine şerh edilmesini ve dava dilekçesindeki taleplerinin kabul edilmesini talep etmiştir.
CEVAP: Davalı … ve … vekilinin Mahkememize vermiş olduğu cevap dilekçesinde özetle, davacının taleplerinin haksız ve hukuka aykırı olduğunu, şirket sözleşmesinin 8.maddesi uyarınca nama yazılı hisse senetlerinin başkalarına devrini kısıtlayan maddeler içermekte ise de, bu kısıtlamalar tasfiyeye giren şirketler için söz konusu olmadığını, davacının sahip olduğu hisseleri 3. Şahıslara devrederken 8.maddenin getirdiği hiçbir şarta uymadığını beyanla davanın reddine, yargılama giderleri ile vekalet ücretinin karşı tarafa yükletilmesine karar verilmesini talep etmiştir. Davalı Müflis … Yatırım ve İşletmeleri vekilinin cevap dilekçesinde özetle; iflas idaresi davalı olarak sadece İflas İdare Memuru Av. … gösterilmekle birlikte dava dilekçesinin talep kısmında iflas idari hakkında herhangi bir talebin mevcut olmadığını, davacı davalara müdahil olarak eklenmelerini talep etmiş ise de iflas idaresi olarak bu talebin reddedildiğini, bunun üzerine İstanbul 19. İcra Hukuk Mahkemesinde 2015/345 esas sayılı dosyası ile şikayette bulunduğunu, şikayetin reddedildiğini beyanla İflas İdaresinin müflis şirketin alacak ve borçlarının tasfiyesi işlemlerinin yürütmekle görevli olduğunu, iflas idaresine karşı aktif husumetin oluşmadığını, davanın reddini, yargılama giderleri ile vekalet ücretinin karşı tarafa yükletilmesine karar verilmesini talep etmiştir. Davalı … vekili cevap dilekçesinde özetle, davacının dava dilekçesinde belirttiği iddiaların aksine hisse senetlerinin davalı adına tesciline ilişkin yönetim kurulu kararlarının batıl olduğuna ilişkin tespit istemi ile yolsuz olduğunu iddia ettiği tescil işlemlerinin iptali istemlerine itiraz edildiğini, yapılan devir ve tescil işlemleri hukuka uygun olarak yapıldığı için buna ilişkin tescil ve yönetim kurulu kararlarının da geçerli olduğunu beyanla öncelikle haksız olan tedbir talebi ve şirket pay defterine davanın şerh edilmesi taleplerinin reddine bunun ile birlikte haksız bir şekilde açılan davanın tüm talepleri ile birlikte reddine, yargılama giderleri ile vekalet ücretinin karşı tarafa yükletilmesine karar verilmesini talep etmiştir. Davalı … vekilinin Mahkememize vermiş olduğu yanıt dilekçesi ile; müvekkilinin söz konusu toplantıda yönetim kurulu üyesi olarak seçildiğini ve 2015/3 sayılı yönetim kurulu kararı il eşirketini tek başına atacağı imza ile temsil ve ilzama yetkili kılındığını, hisse devrini sınırlayan düzenlemeler geçersiz olduğunu, ilgili kanuna uyarlanmayan esas sözleşmelerdeki devir sınırlamaları kendiliğinden ortadan kalkacağını, ilgili kanun maddelerine rağmen geçerli olduğu düşünülse dahi devrin sınırlandırılmasının mümkün olamayacağını, davacının İstanbul CBS’ye başvurarak müvekkili ve diğer davalılar hakkında dolandırıcılık ve benzeri suçlardan şikayette bulunmuş ise de söz konusu şikayet dilekçesi ile iş bu dilekçe arasında sayısız çelişki bulunması, davacının kötü niyetini ortaya koyduğunu beyanla müvekkili hisseleri üzerine konulan ihtiyati tedbir kararının kaldırılmasına, davanın reddine, yargılama giderleri ile vekalet ücretinin karşı tarafa yükletilmesine karar verilmesini talep etmiştir. Davalı … ve … vekilinin Mahkememize vermiş olduğu yanıt dilekçesi ile; davacı yanın taleplerinin haksız, mesnetten uzak ve yasalara aykırı olduğunu, var olan kısıtlamaların tasfiyeye giren şirketler için söz konusu olmadığını, müvekkilinin hukuka ve mevcut yasal mevzuata uygun olarak hisse devrini yaptıklarını, davanın kötüniyete dayandığını beyanla davanın reddine, yargılama giderleri ile vekalet ücretinin karşı tarafa yükletilmesine karar verilmesini talep etmiştir.
İLK DERECE MAHKEMESİ KARARI: İstinaf incelemesine konu kararı veren ilk derece Mahkemesince eldeki dava hakkında yapılan yargılama sonunda, “6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun davanın tamamen ıslahını düzenleyen 180. maddesinde “Davasını tamamen ıslah ettiğini bildiren taraf, bu bildirimden itibaren bir hafta içinde yeni bir dava dilekçesi vermek zorundadır. Aksi hâlde, ıslah hakkı kullanılmış sayılır ve ıslah hiç yapılmamış gibi davaya devam edilir.” şeklinde düzenleme mevcut iken kısmen ıslah 181. maddede kısmen ıslaha başvuran tarafa, ıslah ettiği usul işlemini yapması için bir haftalık süre verileceği, bu süre içinde ıslah edilen işlem yapılmazsa, ıslah hiç yapılmamış gibi davaya devam edileceği kabul edilmiştir. Tamamen ıslahta dava sebebi veya istem konusu tümüyle değiştirilmektedir. Böylece dava dilekçesindeki talepler artık hükme konu olamaz. Kısmen ıslahta ise önceden yapılan usuli bir işlemin düzeltilmesi, örneğin talep sonucunun arttırılması söz konusu olur. Uygulamada, istem sonucuna ilişkin fazlaya dair haklarını saklı tutan davacının dava değerini ıslah yolu ile arttırabileceği tartışmasız kabul edilmektedir. Davacı mahkememize sunmuş olduğu ıslah dilekçesi ile davasını tamamen ıslah etmiş, bu nedenle ıslah dilekçesindeki talepleri esas alınmış, davacı dava konusu hisselerin haciz baskısı altında inançlı işlem ile muris …’a devredildiğini, davalıların inançlı işlemi bildiklerini iddiasına dönüştürmüş, esas sözleşmenin 8. Maddesine aykırı olarak hisse devrinin yapıldığını yinelemiştir.İnançlı işlemler; inananın teminat oluşturmak veya yönetilmek üzere mal varlığı kapsamındaki bir şey veya hakkını, inanılana devretmesi ve inanılanın da inanç anlaşmasındaki koşullara uygun olarak inanç konusu şeyi kullanmasını, amaç gerçekleştiğinde ise belirlenen şekilde inanana iade etmesini içermektedir. Yine inançlı bir işlem ile inanan, sahibi olduğu bir mülkiyet veya alacak hakkını inanılana kazandırıcı bir işlemle devretmekte ancak borçlandırıcı bir sözleşme ile de onu bazı yükümlülükler altına sokmaktadır. İnançlı işlemde inanılan, hakkını kullanırken kararlaştırılan koşullara uymayı, amaç gerçekleşince veya süre dolunca hak veya nesneyi tekrar inanana (veya onun gösterdiği üçüncü kişiye) devretmeyi yüklenmektedir. İnançlı işlem, kazandırmayı yapan kişiye yani inanana belirli şartlar gerçekleşince, kazandırmanın iadesini isteme hakkı sağlayan bir sözleşmedir. Bu yükümlülüğün yerine getirilmemesi halinde bunun dava yoluyla hükmen yerine getirilmesi istenebilir. Öte yandan; inanç sözleşmesi, 05.02.1947 tarihli ve 20/6 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı uyarınca ancak, yazılı delil ile kanıtlanabilir. Bu yazılı delil, tarafların getirecekleri ve onların imzalarını taşıyan bir belge olmalıdır. Açıklanan nitelikte bir yazılı delil bulunmasa da taraflar arasındaki uyuşmazlığın tümünü kanıtlamaya yeterli sayılmamakla beraber bunun vukuuna delalet edecek karşı tarafın elinden çıkmış (inanılan tarafından el ile yazılmış fakat imzalanmamış olan bir senet veya mektup, daktilo veya bilgisayarla yazılmış olmakla birlikte inanılanın parafını taşıyan belge, usulüne uygun onanmış parmak izli veya mühürlü senetler gibi) delil başlangıcı niteliğinde bir belge varsa; 6100 sayılı HMK’nın 202. maddesi uyarınca inanç sözleşmesi “tanık’ dahil her türlü delille ispat edilebilir. İflas halinde … İşletmeleri A.Ş ana sözleşmesinin 8. Maddesinde “Nama yazılı hisse senetlerinin başkalarına devir ve temlikinde, devir ve temlik etmek isteyen hissedar önce satış isteğini ve şartlarını yönetim kurulu aracılığı ile diğer nama yazılı hisse senedi hissedarlara ulaştırır. İş bu ulaşma tarihinden itibaren 10 iş günü içerisinde satış teklifine hissedarlardan bir teklif alınmadığı taktirde satış konusu hisseler 3. Şahıslara satılabilir.” hükmü düzenlenmiştir.01/07/2012 tarihinde yürürlüğe giren 6102 sayılı TTK’nun 492/3 maddesinde ise;”Şirket tasfiyeye girmişse devredilebilirliğe ilişkin sınırlamalar düşer” hükmü düzenlenmiştir. … Yatırım ve İşletmeleri A.Ş’nin 16/07/2007 tarihinde iflasına karar verilmiş olup, söz konusu şirket tasfiye halindedir. O halde davacı tarafın şirket ana sözleşmesindeki sınırlamalara dayanması mümkün değildir. Kaldı ki Türk Ticaret Kanununun Yürürlüğü ve Uygulama Şekli Hakkındaki 6103 sayılı kanunun oy hakkı ve oy du imtiyazlı paylar ile nama yazılı payların devredilmelerinin sınırlandırılması başlıklı 28/7 maddesi “Nama yazılı payların devrini, red sebeplerini göstererek veya göstermeyerek sınırlandırmış bulunan anonim şirketler, Türk Ticaret Kanununun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren bir yıl içinde, esas sözleşmelerini değiştirerek, Türk Ticaret Kanununun 492 ilâ 498 inci maddelerine uyarlamak zorundadır; aksi hâlde, bu sürenin dolmasıyla tüm sınırlamalar geçersiz hâle gelir. ” hükmü uyarınca şirket bakımından ana sözleşmesinin 8. Maddesi TTK madde 492. Maddesine uyarlanmadığından, davacının davasının şirket ana sözleşmesindeki hisse devrine ilişkin kısıtlamaya dayandırması mümkün değildir. Zira şirket ana sözleşmesindeki kısıtlama yasanın açık hükmü gereğince geçersiz hale gelmiştir.Yasal dayanakları ortaya konularak yapılan bu açıklamalar sonucunda, yukarıda ayrıntılı açıklandığı üzere, davacının hisselerini …’a inançlı işlem ile devrettiği ve davalıların bu durumdan haberdar olduğu iddiasını kanıtlayamadığı, davacının inançlı işlemi ancak yazılı delil ile ispatlayabileceği, bu nedenle ispat koşulunun gerçekleşmediği, davacının davasını ispatlayamadığı, davacının pay devrinin şirket esas sözleşmesine aykırılığı nedeniyle geçersizliğini ise TTK hükümleri uyarınca ileri süremeyeceği, yapılan devir ve tescil işlemlerinin geçerli olduğu, kanaatiyle davanın reddine” karar verilmiştir.
İLERİ SÜRÜLEN İSTİNAF SEBEPLERİ: Davacı vekili istinaf dilekçesinde özetle; dava dilekçesi ile ıslah dilekçesindeki beyanlarını tekrarla, tanık delillerinin toplanmadan, hukuki dinlenilme hakkının ihlal edilerek hatalı bir karar verildiğini, tam ıslah dava dilekçesinde tanık delilinin bildirildiğini bu delilin ilk derece mahkemesince toplanması gerektiğini, inançlı işlemin yazılı delil başlangıcının bulunması halinde tanık delili ile desteklenerek ispat edilebileceğini, inançlı işlem sözleşmesinin geçerli olmasının hiçbir şekil kuralına bağlanmadığını, sözleşmenin yazılı olmasının bir geçerlilik koşulu olmadığı ispat koşulu olarak karşılarına çıktığını, senetle ispat kuralının sınırını aşmayan inançlı işlem sözleşmesinin tanıkla dahi ispat edilebileceğini, mahkemece iki ayrı asli talep (dava) var iken sadece bir tane hüküm kurulduğunu, yargılama masrafları ve vekalet ücretinin davalılara yüklenmesi gerektiğini, davalıları bir şekilde kandırarak hisseleri devralan …’in davacının akrabası olduğunu, şirketin içine düştüğü durumu başından beri bildiğini, dava dilekçesinin 8.-9. Sayfalarının yeterince incelendiğinde bu durumun görüleceğini, bahsi geçen e-mail’de …’in başından beri hisselerin davacıya ait olduğunu bildiğinin görüleceğini, II. Davaya ilişkin olarak; davalı …’nın İstanbul 6. ATM’nin 2017/994 E. Sayılı dosyasına gönderdiği 07/05/2018 tarihli davayı kabul beyanının tüm iddialarını ispata yettiğini, Yargıtay 11. Hukuk Dairesi’nin dilekçede sunulan kararlara göre; pay devri yasaklarının geçersiz olması için 6103 sayılı yasanın 28/7 maddesinde öngörülen bir yıllık sürenin dolmasının yanı sıra, pay devri yasağının TTK hükümlerine aykırı olması gerektiğini, aksi halde esas mukavele hükmünün geçerliliğini koruyacağını, sözleşmenin 8. Maddesi, payın devrini sınırlayan bir “bağlam hükmü” olmadığını, satılması düşünülen payın önce diğer pay sahiplerine önerilmesinin de bir bağlam hükmü olmadığını, davalı …’ın davacı …’ya gönderdiği 26/10/2015 tarihli e-mailde yer alan inançlı işlem ikrarı ve davalıların ahlaka aykırı fiillerine ilişkin tespitlerin olduğunu, davalı …’in davacı …’ya ve …’ye gönderdiği e-mail ekinin tamamını sunduğunu, inançlı işlemin ve davalıların TBK 49/2 maddesi kapsamındaki eylemlerinin ispatlandığını, davacı …’ya ait 55.000 adet iflas halinde … Yatırım İşletmeleri Ticaret Anonim Şirketine ait hissenini davalılardan BK 49/2 maddesi kapsamında TBK 51. Maddesi hükmünce aynen tazmini ile dava konusu hisselerin davacı adına tesciline karar verilmesi gerektiğini beyanla, ilk derece Mahkemesince verilen kararın kaldırılmasını ve davanın kabulüne karar verilmesini talep ve istinaf etmiştir. Davalı … vekili istinafa cevap dilekçesinde özetle: davacının taleplerini iki mahkemece de reddedildiğini, davacının davasının hak düşürücü süre sonrasında ikame ettiğini, inançlı işlem iddiasında bulunan tarafın iddiasını yazılı ve kesin delille ispat etmesi gerektiğini, inançlı işlemin gerçekleştiği iddia edilen tarihten 10 yıl geçtikten sonra inançlı işlem iddiasını öne sürülemeyeceğini, zamanaşımı defi ile hak düşürücü süre itirazlarının olduğunu, mail çıktılarının delil başlangıcı niteliğinde olmadığını, …’ın iyi niyetli olarak diğer davalı …’den hisseleri satın aldığını, istinaf talebinin reddine karar verilmesini talep etmiştir. Davalı… ve … vekili istinafa cevap dilekçesinde özetle: davacı yanın ileri sürdüğü iddia ve bayanların hukuki mesnedi bulunmadığı hakkaniyete uygun olan kararın onanması gerektiğini ve istinaf talebinin reddine karar verilmesini talep etmiştir.
GEREKÇE: Dava, inançlı işlem ile devredilen nama yazılı anonim şirket hisselerinin kötüniyetli olarak iktisap edildiğinden bahisle haksız fiil hükümlerine göre aynen tazmin ve hisse devrinin pay defterine kaydına ilişkin yönetim kurulu kararlarının geçersizliğinin tespiti ile öneriye muhatap olma hakkı kapsamında payların devri ile pay defterine tescili davasıdır. İstinafa gelen uyuşmazlık temelde, hisselerin inançlı işlem ile devredilip devredilmediği, davalıların iktisaplarında kötüniyetli olup olmadıkları, esas sözleşmesindeki pay devrine ilişkin düzenlemenin bağlam kuralı niteliğinde olup olmadığı, dava konusu payların davacı adına tescilinin gerekip gerekmediği noktasındadır. İflas Halinde … İşletmeleri Tic A.Ş. 04/12/1990 tarihli onama kararı ile kurulmuştur. Şirket ana sözleşmesinin 7. Maddesinde şirket sermayesinin nama yazılı paylara bölündüğü düzenlenmiştir. 05/03/2005 tarihinde yönetim kurulunca onaylanan pay devri ile, davacı … sahip olduğu 22.600 adet payı bir kısım davalıların murisi …’a devretmiştir. Bunun yanı sıra, davacı tarafça davacının kardeşi …’nin15.03.2005 tarihinde 26.500 adet hissesini; davacının annesi …’nin 15.03.2005 tarihinde 2.900 adet hissesini …’a devrettiğini, ayrıca …’a daha önceden 3.000 adet hissenin devredildiğini, daha sonra …’ın, davacı tarafın isteği ile 55.000 adet hissenin 2.000 adedini davalı …’ya, 1000 adedini davalı …’a, 1.000 adedini dava dışı …’ya ve 1000 adedini de davalı …’a devrettiğini ileri sürmüştür. Kalan 50.000 adet hisse …’ın 04/03/2010 tarihinde ölümünden sonra, 18.750 adet hissesi davalı mirasçı …(…) tarafından 15/07/2015 tarihli, 18.750 adet hissesi davalı mirasçı … tarafından 21/07/2015 tarihli, 12.500 adet hissesi davalı mirasçı … tarafından 23/07/2015 tarihli devir sözleşmeleri ile davalı …’e devredilmiştir. Ayrıca 13/07/2015 tarihinde, davalı … tarafından 2.000 adet hisse davalı …’dan, 1000 adet hisse davalı …’dan ve 1000 adet hisse de davalı …’dan devralınmıştır. Devralınan hisselerden 20.000 adedi ise 29/07/2015 tarihinde davalı … tarafından davalı …’a devredilmiştir. Davacı tarafça, davalıların inançlı işlemin gereklerine aykırı davranarak ve kötüniyetli olarak davacının zararına hisseleri edindikleri iddiasıyla 24.100 hissenin TBK’nın 49/2 ve 51. Maddeleri uyarınca aynen tazmin suretiyle davacı adına pay defterine kaydına; ayrıca ana sözleşmedeki hisse devrine ilişkin hüküm nedeniyle “öneriye öncelikle muhatap olma hakkı”nı kullandıklarını, pay devirlerinin batıl olduğunu ve pay devrine ilişkin tescilin yolsuz tescil olduğunu beyanla davaya konu hisselerin davacıya verilmesine ve davacı adına pay defterine tesciline karar verilmesi, olmadığı takdirde davalılar … ve … tarafından davacıya ait olduğunu bildikleri hisseleri ahlaka aykırı eylemlerle ele geçirip davacıya zarara uğrattıkları iddiasıyla 54.000 hissenin TBK’nın 49/2 ve 51. Maddeleri uyarınca aynen tazmin suretiyle davacı adına pay defterine kaydına karar verilmesi istemiyle eldeki dava açılmıştır.Türk hukukunda inançlı işlem müessesi kanunda ayrıca düzenlenmemiştir. İnançlı işlemler öğreti ve yargı uygulamalarıyla ortaya çıkmıştır.İnanç sözleşmeleri kaynağını 05.02.1947 tarihli ve 20/6 E. K. sayılı Yargıtay İçtihadı ları Birleştirme Kararından almaktadır. Anılan kararda; çeşitli sebep ve amaçlarla bir taşınmaz kaydına gerçek malik yerine başka bir nam ve bir sözleşmede akitlerden biri yerine üçüncü bir şahsın gösterilmesinin mümkün olduğu, bu gibi hallerde vekilin kendi namına ve müvekkili hesabına yaptığı tasarruflarda olduğu gibi hukuki bir durum veya herhangi bir maksatla üçüncü şahıslardan gerçeği gizleme gayesi güdülebileceği, “kötü niyetli ve haksız gizlemeler” dışında, belirtilen olasılıklara göre açılacak bir davanın, gerçekten, ya mevcut bir hakka dayanarak bir el değiştirme veya bir hakkın korunması niteliğini taşıyacağı; bu durumda, halefiyeti düzeltme amacıyla öncelikle mülkiyetin vekile aidiyeti düşünülse bile, temsil hükümlerine aykırı olduğundan bunun korunması ve devamına hükmolunamayacağı, zira Borçlar Kanunu’nun “müvekkil vekiline karşı muhtelif borçlarını ifa edince vekilin kendi namına ve müvekkili hesabına üçüncü şahıstaki alacağı müvekkilin olur” hükmünün bu düşünceyi doğruladığına değinildikten sonra sonuç olarak; nam-ı müstear davalarının dinlenebilir olduğuna ve yazılı delil ile ispatının mümkün bulunduğuna karar verilmiştir.İnançlı işlem, inananın (itimat edenin) bir hakkını belirli bir süre veya amaçla inanılana geçirmeyi, inanılanın da inananın emir ve talimatlarına göre kullanıp amaç gerçekleşince veya süre dolunca hakkı tekrar inanana devretmeyi yüklendiği sözleşmeler olarak tanımlanabilir (Özkaya Eraslan, İnançlı İşlem ve Muvazaa Davaları, Ankara 2004,s. 25). Yargısal kararlarda ise inançlı sözleşme, inanılan tarafın elde ettiği hakkı, taraflarca güdülen amaç sona erdikten veya belirli bir süre geçtikten sonra inanana veya üçüncü kişiye devretme taahhüdünü içeren bir anlaşma olarak tarif edilmiştir (HGK, 13.5.1992 gün ve 1992/14-249 E, 1992/323 K ). İnanç sözleşmesi, inananla inanılan arasında yapılan, onların hak ve borçlarını belirleyen, inançlı muamelenin sona erme sebeplerini ve devredilen hakkın, inanılan tarafından inanana geri verme (iade) şartlarını içeren borçlandırıcı bir muamele olarak tanımlanabilir(Yargıtay 4. HD’nin 22.9.2016 Tarih ve 2016/6467 E.- 2016/8912 K. Sayılı Kararı – Yargıtay 1. HD’nin 03/10/2022 tarih ve 2022/2161 E. – 2022/6350 Sayılı Kararı). Bu sözleşme, tarafların hak ve borçlarını kapsayan bağımsız bir akit olup, alacak ve mülkiyetin naklinin hukuki sebebini teşkil eder. İnançlı bir işlem ile inanan, sahibi olduğu bir mülkiyet veya alacak hakkını inanılana kazandırıcı bir işlemle devretmekte ancak borçlandırıcı bir sözleşme ile de onu bazı yükümlülükler altına sokmaktadır.İnançlı işlem sonucunda inanılan inanç sözleşmesine konu olan malın mülkiyetini devren kazanır. İnanılan, inançlı işlemin konusu malvarlığı değeri üzerinde malik sıfatını haiz olur. Devir işleminden sonra inanılan, mülkiyet hakkının kendisine tanıdığı yetkilerin hepsinin kullanabilir. İnanç sözleşmesi ile malın kullanımı veya tasarrufu hakkında yeni malik için kısıtlayıcı hükümler getirilmiş olsa bile yeni malikin böyle hükümlerin bulunmasına rağmen yapacağı tasarruf işlemleri geçerlidir. Ancak bu durumda inanç sözleşmesine aykırı davranışlar inanç sözleşmesinin ihlali ve borca aykırılık teşkil edecektir. Yeni malikin yaptığı tasarruflar ise geçerlidir. Malvarlığını yeni malikten devralan üçüncü kişinin iyiniyetli veya kötü niyetli olmasının da önemi yoktur. Söz konusu üçüncü kişiye yapılan devir yolsuz tescile de sebep olmaz. Çünkü inanılan gerçek maliktir ve malvarlığı değeri gerçek malikten iktisap edilmiş durumdadır. İnanç sözleşmesi üçüncü kişiler için bağlayıcı değildir. Yani inanılan inanç sözleşmesine konu malvarlığı değerini bir üçüncü kişiye devrederse inanan inanç sözleşmesinden doğan haklarını devralan üçüncü kişiye karşı ileri süremez. Ancak üçüncü kişi açısından sadece şartları oluşmuşsa TBK m. 49 çerçevesinde haksız fiil hükümlerine başvurulabilir.İnanç sözleşmesine aykırılık olduğu durumlarda TBK m. 112 uyarınca inananın, inanılandan tazminat talep edebileceği de açıktır. Yargıtay uygulamalarında kabul edildiği üzere “İnanç sözleşmesi, 05.02.1947 tarihli ve 20/6 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı uyarınca ancak, yazılı delille kanıtlanabilir. Bu yazılı delil, tarafların getirecekleri ve onların imzalarını taşıyan bir belge olmalıdır. Açıklanan nitelikte bir yazılı delil bulunmasa da yanlar arasındaki uyuşmazlığın tümünü kanıtlamaya yeterli sayılmamakla beraber bunun vukuuna delalet edecek karşı tarafın elinden çıkmış (inanılan tarafından el ile yazılmış fakat imzalanmamış olan bir senet veya mektup, daktilo veya bilgisayarla yazılmış olmakla birlikte inanılanın parafını taşıyan belge, usulüne uygun onanmamış parmak izli veya mühürlü senetler gibi) yazılı delil başlangıcı niteliğinde bir belge varsa HUMK’nın 292. maddesi uyarınca inanç sözleşmesi “tanık” dahil her türlü delille ispat edilebilir. Böyle bir durum söz konusu değilse, taraflar yakın akraba olsalar dahi inanç ilişkisinin varlığı tanıkla kanıtlanamaz. Yazılı delil veya yazılı delil başlangıcı yoksa inançlı işlem iddiasının ikrar (HUMK’nın 236. maddesi), yemin (HUMK’nın 344. maddesi) gibi kesin delillerle de ispat edilmesi olanaklıdır”. (Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 2013/11-376 E, 2014/49 K. sayılı kararı – Yargıtay 11. HD’nin 28.03.2014 Tarih ve 2012/16473 E. – 2014/6087 K. sayılı kararı) Somut olayda, davacı taraf, 05/03/2005 tarihinde yönetim kurulunca onaylanan pay devri ile, davacı …’nin 22.600 adet payını, davacının kardeşi …’nin 26.500 adet payını, davacının annesi …’nin 2.900 adet payını bir kısım davalıların murisi …’a inanç sözleşmesi ile devrettiğini, daha sonra …’ın, davacı tarafın isteği ile 55.000 adet hissenin 2.000 adedini davalı …’ya, 1000 adedini davalı …’a, 1.000 adedini dava dışı …’ya ve 1000 adedini de davalı …’a inançlı işlemle devrettiğini ileri sürmüştür. Ancak iddia olunan inançla işlemlere dair yazılı bir sözleşme bulunmamaktadır. Bu halde inançlı işlem iddiasının kesin delillerle ispatlanması gerekmekte olup, yazılı delil başlangıcı hariç takdiri delil olan tanık delili ile ispatlanması mümkün değildir.HMK’nın 202/2. Maddesinde, delil başlangıcı, iddia konusu hukuki işlemin tamamen ispatına yeterli olmamakla birlikte, söz konusu hukuki işlemi muhtemel gösteren ve kendisine karşı ileri sürülen kimse veya temsilcisi tarafından verilmiş veya gönderilmiş belgedir, şeklinde tarif edilmiştir. Davacı taraf, iddia olunan inanç sözleşmelerinin tarafı olan muris …’ın mirasçılarından davalı …’ın gönderdiği e postanın yazılı delil başlangıcı olduğunu ileri sürmektedir. Bahsi geçen e-postada söz konusu iddia edilen inançlı işlemle ilgili bir beyan olmadığı gibi, hisselerin muris tarafından daha sonra iade edilmek üzere bedelsiz alındığı veya davalı …’e bedelsiz devredildiğine ilişkin bir ifade de bulunmamaktadır. Bunun yanı sıra, iddia olunan inançlı işlemin tarafı muris … olup, ölümü ile mirasçıları işlemin tarafı olduğuna göre yazılı delil başlangıcı olduğu iddia olunan belgenin tüm mirasçılardan sadır olması gerekir. Dosya kapsamı itibariyle diğer mirasçıların bahsi geçen e postaya muvafakat verdiklerine dair bir iddia ya da kayıt dosyada mevcut değildir. Bu halde anılan e postanın delil başlangıcı olarak kabulü mümkün değildir. Bu e posta ancak şartları bulunması halinde davalı mirasçı … yönünden ikrar niteliğinde olabilir. Bu durumda dahi bu hususun diğer davalılara karşı ileri sürülmesi mümkün değildir. Davalı mirasçı … tarafından gönderilen e posta delil başlangıcı niteliğinde bulunmadığından tanık dinlenmesi mümkün değildir. İddia olunan inançlı işlem yönünden yazılı bir delil sunulmamış olup bu haliyle davacı taraf inançlı işlem iddiasını ispatlyamamıştır.Davacı taraf, muris …’a devrettiği 22.600 adet hisse ile daha önce murise devredilen hisseden miras payına düşecek 1.500 adet payı dava konusu etmiştir. Muris …’ın zama içinde 3.000 adet hisse edindiği 06/01/2005 tarihli olağan genel kurul hazirun cetvelinden anlaşılmakla birlikte bu payı nasıl edindiği dosya kapsamı itibariyle belli değildir. Bahsi geçen 3.000 payın inançlı işlem ile devredildiğine ilişkin bir ispat bulunmadığı gibi bu payların devrinden önce da davacının hak sahipliğine ilişkin bir ispat yoktur. Bunun yanı sıra, davacı tarafça kardeşi …’nin 26.500 adet hissesini; annesi …’nin 2.900 adet hissesini yine inançlı işlemle muris …’a devrettiğini ileri sürmüş ise de, davacının kardeşi … ve annesi …’nin davada taraf sıfatı bulunmadığından onlar yönünden inceleme yapılması mümkün değildir. Muris …’a devredilen toplam 55.000 adet hissenin 2.000 adedini davalı …’ya, 1000 adedini davalı …’a ve 1000 adedini de davalı …’a davacı tarafa iade edilmek üzere yine inançlı işlemle devrettiğini ileri sürmüş ise de, bu hisselerin davacının devrettiği hisselerden gelen hisseler olup olmadığı belli olmadığı gibi inançlı işlem iddiasını ispata yarar bir yazılı delil sunulmamıştır. İnançlı işlem iddiasının iyiniyetli olup olmadığına bakılmaksızın üçüncü kişilere karşı ileri sürülmesi mümkün değildir. Zaten davacı taraf da, haksız fiil hükümlerine göre aynen tazmin istemektedir.6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu(TBK)’nun 49/1,2. Maddesine göre, kusurlu ve hukuka aykırı bir fiille başkasına zarar veren, bu zararı gidermekle yükümlüdür. Zarar verici fiili yasaklayan bir hukuk kuralı bulunmasa bile, ahlaka aykırı bir fiille başkasına kasten zarar veren de, bu zararı gidermekle yükümlüdür.Davacı taraf, inançlı işlem iddiasını ispat edememiş olmakla birlikte, inançlı işlemin üçüncü kişi tarafından biliniyor olması dahi sonuca etkili değildir. Kaldı ki ispatlanamayan inançlı işlemin davalılar … ve … tarafından bilindiğinin kabulü mümkün olmadığı gibi davacı taraf ile davalı … arasında akrabalık bağı olması payların davacıya zarar vermek kastıyla devralındığını ispata elverişli değildir.Haksız fiil halinde TBK’nın 50/1. maddesine göre zarar gören, zararını ve zarar verenin kusurunu ispat yükü altındadır. Ancak dosya kapsamı itibariyle davalı …’in ve daha sonra bu paylardan 20.000 adedini …’den devralan …’ın dava konusu payları hukuka ve ahlaka aykırı kusurlu bir fiil ile devraldıkları ve davacının zararına neden oldukları ispatlanabilmiş değildir. Dava dışı …’in başka bir mahkemeye gönderdiği kabul beyanı ise işbu dosyanın taraflarına karşı ileri sürülebilecek bir husus değildir. Dolayısıyla davalılar … ve … yönünden haksız fiil nedeniyle aynen tazmin talebi yerinde değildir. Davalılar … ve … dışındaki diğer davalılar iddia olunan inançlı işlemin tarafı olduklarından onların sorumluluğu haksız fiil sorumluluğu olmayıp sözleşmesel sorumluluktur. Ayrıca dava tarihi itibariyle bu davalılar üzerindeki paylar devredilmiş olup paydaşlık sıfatları sona ermiştir. Davacı tarafça haksız fiil sorumluluğuna dayanılmış olması ve aynen tazmin talep edilmiş olması karşısında payları devretmiş olmaları nedeniyle davalılar … ve … dışındaki diğer davalılar hakkında aynen tazmine karar verilmesi mümkün değildir. Bu halde haksız fiile dayalı olarak açılan davanın reddine karar verilmesinde bir isabetsizlik görülmemiştir. Davalı İflas Halinde … Tic A.Ş.’nin hisse senetlerinin devrine ilişkin 8. Maddesi, nama yazılı hisse senetlerinin başkalarına devri ve temlikinde, devir ve temlik etmek isteyen hissedar önce satış isteğini ve şartlarını yönetim kurulu aracılığıyla diğer nama yazılı hisse sahibi hissedarlara ulaştırır, işbu ulaşma tarihinden itibaren 10 iş günü içinde satış teklifine hissedarlardan bir cevap alınmadığı takdirde satış konusu hisseler üçüncü şahıslara satılabilir, şeklindedir. Davacı tarafça, 18/08/2015 tarihli olağanüstü genel kurul toplantısına ilişkin hazirun cetvelinde davalı …’ın 20.000 hissesi, davalı …’in 34.000 hissesi bulunduğu beyan edilmiştir. Anılan genel kurulu 60.000 adet hisseden 57.000 adet hisse toplantıda temsil edilmiştir. Davalardan biri, davalı şirketin ana sözleşmesinde yer alan ön alım hakkı nedeniyle diğer davalı şahıslar arasında yapılan pay devir işleminin geçersizliğinin tespiti ile devir işlemini onaylayan yönetim kurulu kararının batıl olduğunun tespiti istemine ilişkindir. Ancak, mülga 6762 sayılı TTK’nın 418/1 maddesinde, şirketin devir keyfiyetini ana sözleşmede düzenlenen sebeplerle pay defterine kayıttan imtina edebileceği düzenlenmiş, aynı maddenin ikinci fıkrasında ise, sebep gösterilmeksizin dahi kayıttan imtina edilebileceği şartının ana sözleşmeye konulmasının mümkün olduğu hüküm altına alınmıştır. Anılan yasal düzenleme uyarınca, anonim şirketlerde pay devri olgusunun diğer pay sahiplerini beklenmedik veya istenmeyen durumlarla karşı karşıya bırakmasını önlemek amacıyla ana sözleşmeye, nama yazılı hisse senetlerinin devrini kısıtlayan veya tamamen yasaklayan hükümler konulabilir ki bu hükümler “bağlam” meydana getirirler ve bu tür senetlere de bağlı nama yazılı senet denir. Davalı şirketin ana sözleşmesinin ”Hisse Senetlerinin Devri” başlıklı 8. maddesinde de bu türden bir bağlam kuralı öngörülmüştür. Anonim Şirketlerde pay senetleri hamiline veya nama yazılı olabilir. Hamiline yazılı pay senetlerinin devri şirket ve üçüncü kişiler arasında zilyetliğin geçirilmesi ile hüküm ifade eder. Nama yazılı paylar ise ilke olarak herhangi bir sınırlandırmaya bağlı olmaksızın devredilebilir. Devir, ancak kanunla veya esas sözleşme ile sınırlandırılabilir. Bu kapsamda, bedeli tamamen ödenmemiş nama yazılı paylar yine ilke olarak ancak şirketin onayıyla devredilebilir. Yine esas sözleşme ile 6102 sayılı TTK’nın 492 ila 498 maddelerinde gösterildiği üzere nama yazılı payların devri sınırlandırılabilir. Bu sınırlamaların neye ilişkin olabileceği aynı Yasa’nın 493 ve 495. maddelerde gösterilmiş olup, aynı Yasa’nın 493/7 maddesine göre esas sözleşme devredilebilirlik şartlarını hafifletebilir ise de ağırlaştıramaz, TTK’nın 340. maddesi de buna cevaz vermez. 6103 sayılı TTK’nın Yürürlüğü ve Uygulama Şekli Hakkındaki Kanunu’nun 28/7 maddesine göre esas sözleşmelerinde nama yazılı payların devrine ilişkin bu tür sınırlandırmalar bulunan şirketler Yasa’nın yürürlülüğe girdiği tarihten itibaren bir yıl içinde esas sözleşmelerini TTK’nın 492 ila 498. maddelerine uyarlamak zorundadır. Aksi takdirde 6762 sayılı TTK’nın yürürlükte olduğu dönemde hazırlanan şirket ana sözleşmesinin pay devrinin sınırlandırılmasına ilişkin düzenlemeleri 6102 sayılı TTK’nın yürürlüğe girdiği 01/07/2012 tarihinden sonraki 1 yılın bitimi olan 01/07/2013 tarihinde 6103 sayılı Yasa’nın 28/7 maddesi uyarınca kendiliğinden geçersiz hale hale gelir. Pay devirlerine ilişkin ön alım hakkı ise TTK’da ayrıca düzenlenmemiş olup tüm ortaklar için tanınmış ve esas sözleşme ile güvence altına alınmış sözleşmesel bir haktır. Yargıtay 11. Hukuk Dairesinin 1994/7138 E. – 1995/1522 K sayılı ve 23.02.1995 tarihli kararında da açıklandığı üzere, ana sözleşmede eski paydaşa tanınan bu hak rüçhan hakkından daha çok Medeni Kanunun 658 (TMK md. 732) ve izleyen maddelerinde düzenlenen bir ön alım hakkına benzerlik arz etmektedir. Nitekim öğretide de ana sözleşmelere bu yolda konulan hükümlerin yani satış henüz gerçekleşmeden uygulanması gereken bu prosedürün gerçek anlamda bir ön alım hakkı oluşturmadığı kabul edilmekle birlikte yenilik doğuran böyle bir hakkın kullanılmasında, ön alım hüküm ve ilkelerinin örnekseme yolu ile uygulanmasının gerektiği kabul edilmektedir. (Bkz. Poroy/Tekinalp/Çamoğlu, ortaklıklar ve Kooperatif Hukuku, İst. 1993 sh. 491 vd.) Ön alım hakkı sadece şirket dışında üçüncü kişilere yapılacak devirler için değil aynı zamanda şirketin ortakları arasında yapılacak devirler içinde öngörülebilir. Ana sözleşmede bu yönde hüküm olmasına rağmen ön alım hakkı tüm ortaklara tanınmadan yapılan devirler onaylanıp pay defterine kaydedilirse bu durum TTK’nın 391/a maddesindeki eşit işlem ilkesine aykırılık oluşturur(Yargıtay 11. Hukuk Dairesi’nin 12/02/2020 Tarih ve 2019/3127 E.- 2020/1303 K. sayılı kararı). Somut olaya gelince, davalı şirketin dosya içinde mevcut ana sözleşmesinin 8/c maddesine göre, hissedarlar, sahip oldukları hisselerin tamamını veya bir bölümünü devretmek istediklerinde diğer hissedarların ön alım hakkı vardır. Bu halde hissesini devretmek isteyen hissedar diğer grup hissedarlara sermaye iştirak oranına göre asgari 10 gün içinde ön alım hakkını kullanmak imkanı verir. Belirtilen süre içinde teklif edilen hissedarlar ön alım hakkını kullanmazlar ise hisseler serbestçe devredilebilir. Ana sözleşmenin bu hükmü son derece açık olup payın devrinde üçüncü kişi veya paydaş ayrımı yapmadan her türlü devirde diğer paydaşlara hisseleri nispetinde paydan satın alma hakkı tanınmıştır. Pay devrindeki ön alım hakkı yasal bir hak olmayıp yukarıda da belirtildiği gibi sözleşmesel bir hak olduğundan TMK’nun 732. maddesinden hareketle sadece üçüncü kişilere yapılacak devirler için ön alım hakkının öngörüldüğü kabul edilemez. Hal böyle olmakla birlikte TTK’nın 493/7, 340 ve Yürürlük Yasasının 28/7. maddesi gözetilerek esas sözleşmede yer alan hükmün TTK’nın 493/2 maddesi bağlamında haklı sebep oluşturup oluşturmayacağı, şirket yönetim kurulunun ana sözleşmenin bu hükmü nedeniyle davalı şahıslar arasında yapılan devri onaylamaktan kaçınması gerekip gerekmediği üzerinde durulması gerekir.Somut olayda, şirket ana sözleşmesinin düzenlendiği tarihte, 6762 sayılı TTK yürürlükte olup, şirket ana sözleşmesinin 8. Maddesi pay devrine ilişkin kısıtlayıcı hüküm içermektedir. Davaya konu hisse devirlerinden önce 6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu yürürlüğe girmiş ve TTK’nın 492/1. maddesi, esas sözleşme, nama yazılı payların ancak şirketin onayıyla devredilebileceğini öngörebilir, şeklinde; 493/1. Maddesi ise, şirket, esas sözleşmede öngörülmüş önemli bir sebebi ileri sürerek veya devredene, paylarını, başvurma anındaki gerçek değeriyle, kendi veya diğer pay sahipleri ya da üçüncü kişiler hesabına almayı önererek, onay istemini reddedebilir, şeklinde düzenlenmiştir. Görüldüğü üzere, esas sözleşmedeki hisse devrine ilişkin düzenlemeye ilişkin olarak devrin kabulü ya da reddedilmesi yönetim kurulunun takdirindedir. Yönetim kurulunun hisse devrine ilişkin onay istemini reddetmemesi tek başına yönetim kurulu kararının butlanı için yeterli değildir. Ayrıca pay devrine ilişkin olarak yönetim kurulunun takdir yetkisini kaldıran düzenlemeler TTK’nın 492 ile 494. Maddelerindeki düzenlemelere aykırı olup geçerli değildir. Davalı şirket ana sözleşmesinin hisse devrine ilişkin 8. Maddesi de, davacının iddiasını ileri sürüş biçimine ve TTK ‘nın 493/7 maddesinindeki “Esas sözleşme, devredilebilirlik şartlarını ağırlaştıramaz” düzenlemesine göre hisse devirleriyle ilgili yönetim kuruluna takdir hakkı tanımamakta olup, 6103 sayılı Kanun’un 28/7. maddesi uyarınca, TTK’nın yürürlüğü tarihinden itibaren bir yıl içinde esas sözleşme değiştirilerek, TTK’nın 492 ila 498. madde hükümlerine uygun hale getirilmediğinden ana sözleşmenin hisse devrini kısıtlayan 8. maddesi geçersiz hale gelmiştir. Diğer taraftan, davaya konu hisse devir tarihlerinde davalı şirketin iflasına karar verilmiş olup, şirket iflas nedeniyle tasfiyeye girmiş durumdadır. TTK’nın 492/3. Maddesindeki, şirket tasfiyeye girmişse devredilebilirliğe ilişkin sınırlamalar düşer, düzenleme uyarınca davalı şirket iflas nedeniyle tasfiye sürecine girmiş olduğundan, pay devrine ilişkin sınırlamalar kendiliğinden düşmüş durumdadır. Bu nedenle de hisse devir tarihinde geçerliliğini koruyan bir bağlam kuralının bulunduğundan bahsetmek mümkün değildir. Bu durumda, öneriye muhatap olma hakkı ile ilgili davası yerinde olmayıp mahkemece verilen kararda bir isabetsizlik görülmemiştir.Davacı taraf, öneriye muhatap olma hakkının kullanılmasıyla ilgili taleplerinin kabul edilmemesi halinde talep konusu yapılan 54.000 payın haksız fiil hükümlerine göre aynen tazmini talep edilmiştir. Ancak yukarıda açıklandığı üzere haksız fiilin şartları oluşmadığından bu istemin reddine karar verilmesinde de bir isabetsizlik görülmemiştir.HMK’nın 355. Maddesi uyarınca kamu düzenine aykırılık ve istinaf dilekçesinde belirtilen sebeplerle sınırlı olarak yapılan istinaf incelemesi sonunda; ilk derece mahkemesi kararının usul ve esas yönünden hukuka uygun olduğu anlaşıldığından davacı vekilinin yerinde görülmeyen istinaf başvurusunun reddine karar vermek gerekmiştir.
KARAR: Yukarıda ayrıntısı ile açıklanan nedenlerle;1-Davacı vekilinin istinaf başvurusunun HMK’nın 353(1)b-1 maddesi uyarınca ESASTAN REDDİNE,2-Davacı tarafından başvuru sırasında istinaf karar harcı peşin olarak yatırıldığından başkaca harç alınmasına yer olmadığına,3-Davacı tarafından istinaf aşamasında yapılan yargılama giderlerinin kendi üzerinde bırakılmasına,4-Kararın, HMK’nın 359/4 maddesi uyarınca Dairemiz Yazı İşleri Müdürlüğünce taraflara resen tebliğine,Dair, dosya üzerinden yapılan inceleme sonunda, gerekçeli kararın taraflara tebliğinden itibaren 2(iki) hafta içerisinde Yargıtay’a temyiz yasa yolu açık olmak üzere oy birliğiyle karar verildi. 29/11/2022