Emsal Mahkeme Kararı İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 43. Hukuk Dairesi 2020/1129 E. 2023/150 K. 16.02.2023 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı henüz kesinleşmemiştir. Yararlı olması amacıyla eklenmiştir.

T.C.
İSTANBUL
BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ
43. HUKUK DAİRESİ
DOSYA NO: 2020/1129
KARAR NO: 2023/150
T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
İ S T İ N A F K A R A R I
İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ: İSTANBUL ANADOLU 7. ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ
TARİHİ: 21/02/2019
NUMARASI: 2014/621 Esas – 2019/216 Karar
DAVA:Davacının Şirkete Hissedar Olduğunun Tespiti ve İş Bu Kararın Ticaret Siciline Tescili İle Sahtecilik Nedeniyle Alınan Yönetim Kurulu ve Genel Kurul Kararlarının İptali
İSTİNAF KARAR TARİHİ: 16/02/2023
Taraflar arasında görülen dava neticesinde ilk derece mahkemesince verilen hükmün davacı vekilince istinaf edilmesi üzerine düzenlenen rapor ve dosya kapsamı incelenip gereği görüşülüp düşünüldü;
TARAFLARIN İDDİA VE SAVUNMALARININ ÖZETİ
DAVA: Davacı vekili dava dilekçesinde özetle; müvekkilinin 05/10/2007 tarihli hisse temliki ile davalı şirkete %6,55 oranında hissedar olduğunu ve yönetim kurulu başkanı seçildiğini; şirketin hakim ortağı olan … Unvanlı şirketin temsilcisi olan …’in çok sayıda hileli işlemlerle şirketi zarara soktuğunu; esasen bu şahsın müvekkilinin eski bir dostu olduğunu ve şirkete ortak olmasının nedeni bulunduğunu; davacının …’e güvenerek çok sayıda kaşelediği boş kağıdı verdiğini; bu şahsın bu şekilde 1.400.000 USD’yi şirket hesabından şahsi hesabına geçirdiğini; davacının şirketi temsil yetkisini ve şirket ortaklığını düşürdüğünü; müdürlüğüne son verilmesine neden olduğunu; sahte belgeler nedeniyle müvekkilinin İstanbul 5. Ağır Ceza Mahkemesinin 2010/386 Esas sayılı dosyası ile ( bozmadan sonra 2015/17 Esas ) sanık haline sokulduğunu; … tarafından açılan icra dosyasında borçlu konumuna sokulduğunu belirterek; sahte belgelerle hisse devri yapmamasına rağmen müvekkilinin hisselerinin devredildi görüldüğünü; şirketin adres değişikliğine ilişkin kararların delil yaratmak için alındığını; yönetim kurulu kararlarının ve ibraların sahte olduğunu belirterek; Davalı şirkette müvekkilinin %6,55 oranında payının bulunduğunun tespitine + Ticaret Siciline iş bu payın tesciline + sahte imzalarla oluşturulan ve geçersiz kararlarla atanmış bulunan şirket müdürü ve şeritlerince alınan yönetim kurulu kararları ve genel kurul kararlarının iptaline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
CEVAP: Davalı vekili cevap dilekçesinde özetle; ptal taleplerinin 3 aylık hak düşürücü süre geçtikten sonra yapıldığını, bu nedenle davanın süre yönünden reddi gerektiğini; kaldı ki, iddialarının hiç birinin gerçek olmadığına; davacının esasen hissedar olmadığını, iş bu davayı açamayacağını; sahtecilik iddiası ile ilgili de İstanbul 5. Ağır Ceza Mahkemesinin 2010/386 Esas sayılı dosyasında yargılama yapıldığını belirterek davanın reddine karar verilmesini talep etmiştir.
İLK DERECE MAHKEMESİ KARARI: İstinaf incelemesine konu kararı veren ilk derece Mahkemesince eldeki dava hakkında yapılan yargılama sonunda, “… davacının hissesini devrederek ortaklıktan ayrılmak istediğine ilişkin davalı şirkete vermiş bulunduğu dilekçenin aslının, davacının ortaklıktan ayrılışının tasdikine ilişkin 09/04/2009 tarihli yönetim kurulu kararının aslının ve bunun tasdikine ilişkin 30/04/2010 tarihli genel kurul tutanakları ve hazirun cetvelinin aslının sahte olduğu iddia edildiğinden bu belgelerin temini cehidine gidilmiş; davalı şirketin bu belgelerin kayıp olduğunu bildirdiği ve İstanbul Anadolu 1. Asliye Ticaret mahkemesinin 2017/215 Esas sayılı dosyasında kayıp şirketin bu belgeleri için iptal davası açtıklarını bildirmiş ise de; yeni TTK’nun 82/7 ve eski yasa 68/4 maddesi gereğince zayi nedeniyle iptal davasının açılması tarihi öğrendikten sonraki 15 gün olacağı; oysa davalı tarafın bu durumu çok önce öğrendiği ve mahkememiz ara kararı ile açılmış bir dava varsa bildirmesi yönünde ara karar kurulduktan sonra açılmış olduğu nedeniyle; söz konusu davanın sonucunun beklenmesine gerek bulunmadığı değerlendirilmiş ancak taraf beyanlarından ve gelen ceza dosyaları tutanaklarından sahte olduğu iddia edilen şirket kayıtlarının İstanbul 5. Ağır Ceza Mahkemesinin 2010/386 Esas sayılı ( bozmadan sonra 2015/17 Esas sayılı ) dosyasında davalı şirket vekili Av. …’a teslim edildiği; daha sonra bu belgeler İstanbul C.Savcılığının 2011/19894 sayılı evrakı yönünden istenince, davalı şirket yetkilisi tarafından savcılık dosyasına “araç içinde çalındığını” beyan ettiği; zaten bu beyandan da TTK’nun 82/7 ve eski TTK’nun 68/4’deki sürenin 2017/215 Esas sayılı dosyanın açılış tarihinden geçmiş olduğunun açıkça belli olduğu; bu nedenle mahkememizce sahteliği iddia edilen belgelerin tetkikinin mümkün olmadığı; ancak İstanbul 5. Ağır Ceza Mahkemesindeki yargılamanın dosyamız yönünden büyük önem arz ettiği; her ne kadar davacı vekili o dosyanın konusunun “sahte senet” olduğu, dosyamızın davası ile alakalı olmadığını bildirmiş ise de; o dosyada sadece senedin sahteliğinin değil, davacımızında gerçekten şirketin ortağı olup olmadığının maddi vakıa olarak incelendiği, söz konusu senedi şirket adına imzalayarak veren davacımızın söz konusu senedin sahteliği yönünden şirketin gerçek yöneticisi ve buna bağlı olarak gerçek ortağı olup olmadığının araştırılıp tartışılığı; o dosyada incelendiği üzere 21/04/2009 tarihli taahhütname / ibraname başlıklı yazıda davacımızın hissesini açık açık devredeceğini, yöneticiliği bırakacağını, şirketle alakası kalmayacağının beyan ettiği; davacı tarafın bu belgedeki imzanın sahte olduğunu ileriye sürdüğü; ceza davasında bu belgenin incelenmek suretiyle imzanın sahte olmadığı, ancak içeriğinin sonradan oluşturulduğunun belirlendiği; fakat ceza dosyasında belirlendiği üzere, davacımızın iptalini istediği 29/04/2009 tarihli yönetim kuruluna başkanlık yapıp hisse devrine ilişkin orada da alınan kararı imzaladığı, imzasının da bizzat ceza dosyasında kendine ait çıktığı; ayrıca davacının, şirketi temsilen verdiği ve Ağır Ceza Mahkemesine de sahteciliğe konu olan 1.400.000 USD’lik senetten dolayı, şirketin katıldığı ve davacının da yargılandığı ceza dosyasında; davacımızın, hisse devri için …’ten alınan paralara karşı, sonradan hisse devri gerçekleşmeyince şirket adına bu senedi verdiğini bizzat beyan ettiği; o senet davasında 5. Ağır Ceza Mahkemesinde alınan rapor ve verilen hükümde açık açık davacımızın esasen sembolik hisse sahibi olduğu, fiilen ve esasen hissedar olmadığı, off-shure ve mafyadan kaçmak için …’in bunu sağladığı; şirketin tamamen …’e ait olduğu; davacımızın “saman adam” konumunda olduğu; Yargıtay bozması üzerine verilen ikinci kararda bizzat bunların tespit edilmek suretiyle ve bilirkişi raporlarına dayalı olarak hüküm oluşturulduğu; bunların maddi vakıa niteliğinde olduğu, dosya içine getirtilen bilirkişi raporunun mahkememiz heyetince denetlendiği ve tespitleri yerinde ve kabule şayan bulunması sebebiyle davacımızın o dosya kapsamına nazaran şirketin esasen hissedarı olmadığı, kağıt üzerinde hissedar olduğu, şirketin …’e ait olduğu kanaatine varılmış; davacı vekilinin ısrarla ceza dosyasının sonucunun beklenmeksizin karar verilmesini, hatta son celsede 5. Ağır Ceza Mahkemesinin 2015/17 Esas sayılı dosyasında verilen son karar çerçevesinde ve bu kararın kesinleştiği kabul edilmek suretiyle karar verilmesini talep ettiği nazara alınarak ve ceza dosyasından ortaya çıkan sonucunda yukarıda izah edilen durum olması nedeniyle davanın reddine ” karar verilmiştir.
İLERİ SÜRÜLEN İSTİNAF SEBEPLERİ: Davacı vekili istinaf dilekçesinde özetle; karara gerekçe yapılan İstanbul 5. Ağır Ceza Mahkemesi kararı, İstanbul Anadolu 7. Asliye Ticaret Mahkemesi’nin karar tarihi itibariyle kesinleşmemiş olup, İstanbul 5. Ağır Ceza Mahkemesi kararı Yargıtay 15. Ceza Dairesi tarafından bozulmuş olup dosya İstanbul 5. Ağır Ceza Mahkemesi 2019/478 Esas sayılı dosyası ile halen derdest olduğunu, dolayısıyla kesinleşmemiş İstanbul 5. Ağır Ceza Mahkemesi kararını hukuk yargılamasında karara gerekçe yapılması usul ve yasaya aykırı olduğunu, İstanbul Anadolu 7. Asliye Ticaret Mahkemesi 2014/621 E. Sayılı dosya ile görülen davanın konusu davacıl …’ın davalı şirketteki ortaklığını ve yönetim yetkisinin ortadan kaldırmaya, şirketin hesabına intikal etmiş borcu davacının üzerine yıkmaya yönelik olarak hazırlanan bir dizi sahte genel kurul ve yönetim kurulu kararlarının iptali talebi olduğunu, ispat yükü davalı tarafın üzerinde olmakla Davalı şirket dava dosyasına sürekli gerçek dışı ve fotokopi belgeler ibraz ettiğini, mahkemece davalı şirkete ispat yükü kapsamında 10.03.2016 tarihli ve 26.01.2017 tarihli duruşmalarda iki defa kesin süre vermek suretiyle defter ve belge asıllarının dosyaya ibrazını istemiş olup davalı şirketin iddiasına göre davaya konu defter ve belgeler 19.05.2011 tarihinde (iddiaya göre) çalınmış olup defter ve belgelerin çalındığı iddia edilen tarihte yürürlükte olan 6752 …T.K. 68/4. Md.si uyarınca davalı şirket 19.05.2011 tarihinden itibaren 15 günlük hak düşürücü süre içerisinde çalındığını iddia ettiği defter ve belgeler ile ilgili zayi kararı almadığını, dolayısıyla davacı şirketin bu defter ve belgelerin fotokopilerine dayanmak suretiyle ispat yükümlülüğünü yerine getirmesinin mümkün olmadığını, davacının tüm haklarından feragatini içerdiği iddia edilen 21.04.2009 tarihli belgenin sahte olduğunun bilirkişi raporu ile sabit olduğu gibi belgenin içeriği beyanlar, metnin altında şirket kaşesinin bulunmasıyla da anlaşıldığını, ortağı ve müdürü olduğu şirkete karşı bir taahhüdü veren kişinin bu taahhüdünü şirket kaşesi altına imza atarak vermesi hiçbir ticari bilgi ve eğitim düzeyi ile izah edilebilir bir durum olmadığını, davalı taraf davaya cevap dilekçesinde ”genel kurullar usulüne uygun olarak çağrılmış komiser huzurunda yapılmış geçerli genel kurullardır” iddiasında bulunmakta olup bu ”geçerli” genel kurullarda tutulan hazırun tutanaklarının aslı, genel kurul tutanaklarının asılları, varsa vekaletnameler ile genel kurullara kimlerin iştirak edip etmediği, kimlerin vekaleten yine genel kurulda olduğu ve kimlerin oy kullandığının açıkça görüleceğini, davalının tüm bu belge asıllarını dosyaya sunmadığını, Yurt dışından kiralanmış iki ortağın ve yine ortaklıktan haberi bile olmayan …’in adına atılmış asıl imza ve vekalet imzalarının sahte olduğu ve bu imzalarla yapılmış genel kurulların yokluk ile malul olduğunu, Davalı tarafın savunmalarının ısrarla yabancı ortaklara genel kurul belgelerinin tercüme edilerek gönderildiği ve mahallinde (Amerika Birleşik Devletlerinde) imzalarının alınması olup oysa genel kurul hazırun tutanaklarına göre bunun doğru olmadığını ve imzaların sahte olduğunun belli olup mahkemece bu konu ile ilgili bir değerlendirme yapılmadığını, beyanla, ilk derece Mahkemesince verilen kararın kaldırılmasını ve davanın kabulüne karar verilmesini talep ve istinaf etmiştir.
GEREKÇE: Dava, anonim şirket ortağı olduğunun tespit, sahtecilik nedeniyle alınan yönetim kurulu ve genel kurul kararlarının iptali davasıdır. İstinafa gelen uyuşmazlık temelde, davaya konu belgelerin sahte olup olmadığı ve bu kapsamda davacının şirkete ortak olup olmadığı ve bahsi geçen yönetim kurulu ve genel kurul kararlarının iptalinin gerekip gerekmediği noktasındadır. Davalı …’nin … başkanlığında alınan 09/07/2007 tarih ve 2007/1 sayılı yönetim kurulu kararı ile şirketin ödenmiş sermayesi 50.000,00 TL oranında hamiline yazılı hisse senedi çıkarılarak ortaklara teslimine karar verilmiştir. Hisse senedi basımına ilişkin fatura ve sevk irsaliyesi dosyaya sunulmuştur. Davalı …’nin 05/10/2007 tarih ve 2007/5 sayılı yönetim kurulu kararında şirket ortaklarından …’ün 10 adet hisseye tekabül eden 5.000,00 TL’lik hissesini davacı …’a devrettiği belirtilerek yeni pay yapısının pay defterine kaydedilmesine karar verilmiştir. Davalı şirketin, bakanlık komiseri huzurunda yapılan ve davacının divan başkanlığı yaptığı 05/10/2007 tarihli olağan genel kurul kararı ile şirket sermayesi 10.000.000,00 TL’ye çıkarılmıştır. Bu genel kurula ilişkin hazirun cetvelinde davacının pay adedi 10 olarak gösterilmiştir. Davalı şirketin davacı … başkanlığında alınan 10/12/2017 tarih ve 2007/6 sayılı yönetim kurulu kararı ile şirket sermayesi 20.000.000,00 TL’ye çıkarılmasına karar verilmiştir. Davalı şirketin davacı … başkanlığında alınan 31/12/2017 tarih ve 2007/7 sayılı yönetim kurulu kararında şirket ortaklarından davacı …’ın 1300 adet hisseye tekabül eden 650.000,00 TL’lik hissesini dava dışı … firmasına devrettiği belirtilerek yeni pay yapısının pay defterine kaydedilmesine karar verilmiştir. Davalı şirketin, bakanlık komiseri huzurunda yapılan ve davacının divan başkanlığı yaptığı 21/01/2008 tarihli olağan genel kurul kararı ile şirket sermayesi 20.000.000,00 TL’ye çıkarılmıştır. Bu genel kurula ilişkin hazirun cetvelinde davacının pay adedi 10 olarak gösterilmiştir. Davalı şirketin davacı … başkanlığında alınan 08/08/2008 tarih ve 2008/05 sayılı yönetim kurulu kararı ile şirketin ödenmiş sermayesinden hisse senedi basılmayan 19.950.000,00 TL oranında hamiline yazılı hisse senedi çıkarılarak ortaklara teslimine karar verilmiştir. Davalı şirketin davacı … başkanlığında alınan 29/04/2009 tarih ve 2009/1 sayılı yönetim kurulu kararında, yönetim kurulu başkanı davacı …’ın 21/04/2009 tarihinde yazılı taahhütname ve ibraname sunduğu belirtilerek anılan belge içeriği doğrultusunda ortaklıktan ayrılmak isteyen davacı …’ın sahip olduğu 10 adet hissenin dava dışı …’a devrinin kabulü ile istifa dilekçesinden sonra ortaklar pay defterine işlenmesine karar verilmiştir. Davalı şirketin 30/04/2009 tarih ve 2009/2 sayılı yönetim kurulu kararında, davacı …’ın istifa mektubu gönderdiği belirtilerek istifanın kabulüne karar verilmiştir. Davalı şirketin 30/04/2009 tarih ve 2009/3 sayılı yönetim kurulu kararında, şirket ortaklarından davacı …’ın 10 adet hisseye tekabül eden 5.000,00 TL’lik hissesini dava dışı…’a devrettiği belirtilerek yeni pay yapısının pay defterine kaydedilmesine karar verilmiştir. Davacı tarafça, pay devirlerinin, yönetim kurulu ve genel kurul kararlarının sahte belgelere dayalı olduğundan bahisle davalı şirkette 6.55 oranında pay sahibi olduğunun tespiti ve sahte imzalarla oluşturulan yönetim kurulu ve genel kurul işlemlerinin geçersiz olduklarının ve davacının şirket müdürü olduğunun tespitine karar verilmesi istemiyle eldeki dava açılmıştır. Davalı şirket vekilince, şirket hisselerinin hamiline basılmasına ilişkin 09/07/2007 tarihindeki karara istinaden 23/07/2007 tarihinde şirket hisselerinin hamiline basıldığı, davacıya şirketin 5.000 TL karşılığı payın bila bedel verildiğini ve hamiline yazılı senetlerin şirket tarafından teminat olarak tutulduğu beyan edilmiştir. Davalı şirketin 09/07/2007 tarih ve 2007/1 sayılı yönetim kurulu kararı ile şirketin ödenmiş sermayesi 50.000,00 TL oranında hamiline yazılı hisse senedi çıkarılarak ortaklara teslimine karar verilmiş ve hisse senedi basımına ilişkin fatura ve sevk irsaliyesi dosyaya sunulmuş ise de, davacıya herhangi bir hisse senedi teslim edilmediği davalı şirketin beyanı ile sabittir. Davalı taraf, hisse senetlerinin teminat olarak tutulduğu ileri sürülmüş ise de buna ilişkin bir delil sunulmamıştır. Aynı şekilde, davalı şirketin 08/08/2008 tarih ve 2008/05 sayılı yönetim kurulu kararı ile şirketin ödenmiş sermayesinden hisse senedi basılmayan 19.950.000,00 TL oranında hamiline yazılı hisse senedi çıkarılarak ortaklara teslimine karar verilmiş ise de hisse senetlerinin basıldığına ve pay sahiplerine teslim edildiğine dair dosyada bir belge veya kayıt bulunmamaktadır. Bu halde şirket hisselerine ilişkin olarak senede bağlanmış paylar hakkındaki hükümler değil çıplak paya ilişkin hükümlerin uygulanması gerekir. Anonim ortaklığın çıplak paylarının devri konusunda TTK bünyesinde bir hüküm bulunmamaktadır. Payın devredilebilirliği ilkesi uyarınca, çıplak payın da senede bağlanmış paylar gibi serbestçe devredilebileceği hususunda görüş birliği mevcuttur. Ancak payın serbestçe devredilebilirliğine getirilen kanuni ve iradi sınırlamalar kuşkusuz çıplak pay için de geçerlidir. Çıplak payın devri genel hükümler doğrultusunda yapılır. Uygulanacak hükümler payın bedelinin tamamen ödenmiş olup olmadığı hususuna göre değişir. Bedelinin tamamı ödenmiş çıplak payın devri genel hüküm niteliğindeki alacağın temliki hükümlerine göre gerçekleşir. Alacağın temliki tasarrufi bir işlem olduğu için, bununla çıplak pay devralana geçer. Şekil olarak bedeli tam ödenmiş çıplak payın devri, payın devredildiğini içeren yazılı bir temlik beyanının devralana verilmesi ile söz konusu olur. Anonim ortaklık payı bünyesinde çeşitli alacak hakları bulundurmaktadır. İşbu alacak haklarının devredilmesi eğer pay senede bağlanmamışsa, ancak BK’da düzenlenen alacağın temliki vasıtasıyla gerçekleşebilir. Alacağın temliki de yazılı şekilde yapılır. Bedeli hiç ödenmemiş veya kısmen ödenmiş çıplak payın devrinin hukuki niteliği bedelinin tamamı ödenmiş çıplak payın devrinden faklıdır. Zira, bedelinin tamamı ödenmiş pay tali yükümleri bir yana bırakacak olursak, pay sahibi açısından herhangi bir malvarlıksal borç içermediğinden sahip olduğu alacak hakkı niteliğindeki haklarından ötürü devri alacağın temliki hükümlerine göre gerçekleşecektir. Oysa, bedeli tam olarak ödenmemiş pay için aynı şeyi söylemek mümkün değildir. Çünkü bedeli tam ödenmemiş pay, pay sahibi dışından malvarlıksal borç niteliğindeki taahhüt edilen pay bedelinin ödenmesi borcunu içerir. Anonim ortaklıklarda pay sahibinin asli borcu, taahhüt ettiği payların karşılığını oluşturan edimin ifasıdır. Bu kural hem nakdi hem de ayni sermaye taahhüdü için geçerlidir. Pay sahiplerinin taahhüt ettikleri payların karşılığını oluşturan edimi ifa etme borçları, ortaklık dışında da bir alacak hakkı teşkil eder. Bu durumda, karşılığı tamamen ödenmemiş bir payın devri devralan kişi açısından bir borç yüklenmesi niteliğine sahip olacağından ötürü devir işleminin borcun üstlenilmesi hükümleri uyarınca, yani bir iç üstlenme sözleşmesi ve alacaklı konumundaki anonim ortaklığın onayı alınmak sureti ile yapılması gereklidir. İç üstlenme sözleşmesinin tabi olduğu şekil şartı hakkında hiç bir hüküm öngörülmemiştir. Bu nedenle, hukukumuzda hakim olan şekil serbestisi ilkesi uyarınca tarafların söz konusu nakil sözleşmesini herhangi bir özel şekle bağlı olmaksızın sözlü, yazılı veya resmi şekilde yapabilme hususunda serbest oldukları düşünülebilir. Ancak pay, sadece kendisine bağlanan borçların değil aynı zamanda hakların da kaynağını teşkil eder. Alacak haklarının devrinin alacağın devri hükümlerine tabi kılındığı düşünülecek olursa, taahhüt edilen payın karşılığını ödeme borcunun yanında, ortaklık haklarını da içeren bedeli tam ödenmemiş payın devri işleminin de yazılı şekilde yapılması zorunluluğu söz konusudur. Dolayısıyla bedeli tam olarak ödenmemiş çıplak payın devri yazılı bir devir beyanı ile birlikte anonim ortaklığın onayının alınması ile gerçekleşir. Anonim ortaklık adına devir işlemine onay vermeye eğer ana sözleşmede farklı bir düzenleme bulunmuyorsa yönetim kurulu yetkilidir. (Sevi, Ali Murat, Anonim Ortaklıkta Payın Devri , Ankara 2012, 294 vd.)(Yargıtay 11. HD’nin 12/11/2019 tarih ve 2018/1486 – 2019/7096 E-K).Davalı şirketin sermayesinin 10.000.000,00 TL’den 20.000.000,00 TL’ye çıkarıldığı 21/01/2008 tarihli olağan genel kurula ilişkin hazirun cetvelinde davacının pay adedi 10 olarak gösterilmiştir. Bu genel kurulda davacı divan başkanlığı yapmıştır. Bu halde 21/01/2008 tarihi itibariyle davacının şirketteki pay adedinin 10 adet olduğunun kabulü gerekir. Bu tarihten sonra şirketin sermayesi 20.000.000,00 TL’ye çıkmış olmakla birlikte davacı tarafça sermaye arttırımına katılındığı ve bunun sonucunda yeni pay alındığı iddia ve ispat edilmediğine göre davacının şirkette 10 adet payı kalmış durumdadır. Davalı tarafça sunulan 29/04/2009 tarihli pay devir senedi başlıklı belgeye göre, davacı davalı şirkette kalan 10 adet hissesini dava dışı …’a devretmistir. Ayrıca davacının Eyüp … Noterliği’nin 18/09/2007 tarih ve … YN’lu vekaletnamesi ile davalı şirket hisselerini devretme yetkisi vererek vekil tayin ettiği dava dışı … tarafından 30/04/2009 tarihinde hisse devrine onay verilmiştir. Devir tarihi itibariyle yürürlükte bulunan 6762 sayılı Türk Ticaret Kanunu(e.TTK)’nun 416 ve 417. Maddesinde pay defterine kayıt ile ilgili sadece nama yazılı hisse senetleri ile ilgili düzenleme bulunuyor ise de senede bağlanmamış payların da da pay defterine yazılması uygulamada yerleşmiştir. Bu yerleşik uygulama zaten TTK’nın 499. Maddesinde kanunlaştırılmış vaziyettedir. Buna göre, payın usulüne uygun olarak devredildiği durumlarda devralan pay defterine yazılır. Bu kapsamda davacının hisse devrine yetkili vekili tarafından 29/04/2009 tarihli pay devrine onay verildiği de nazara alındığında davalı şirketin pay devrini pay defterine işlemesinde bir usulsüzlük görülmemiştir. Davacı tarafça, davalı tarafın davacının hisselerini devrettiğini yazılı delille ispatlaması gerektiğini ileri sürmüş ise de, davalı şirket hisse devirlerinin tarafı olmayıp, şirketin yükümlülüğü pay devirlerinin usulüne uygun devredildiğini belirledikten sonra pay defterine kaydetmekten ibarettir. Hisseyi devralan ve/veya davacının vekili ile arasında olan hukuki ilişkiye dair hususların davalı şirkete karşı ileri sürülmesine olanak bulunmamaktadır. Davacı tarafça, şirket müdürü olduğunun tespitine karar verilmesi de istenmiştir. Davalı şirketin 30/04/2009 tarih ve 2009/2 sayılı yönetim kurulu kararı ile davacı …’ın istifa mektubu gönderdiği belirtilerek istifanın kabulüne karar verilmiş olmakla birlikte dosyada bir istifa mektubuna rastlanılmamıştır. Buna karşın 21/04/2009 tarihli taahütname-ibraname başlıklı belgede davacının yönetim kurulu başkanlığından istifa edeceği belirtilmiştir. Bu belgede şirket kaşesi ve davacının imzası bulunmaktadır. Davacı imzayı kabul etmekle birlikte belgenin boş olarak verildiğini ve sonradan doldurulduğunu ileri sürmektedir. Davacı yönetim kurulundan ayrıldıktan sonra yerine dava dışı … seçilmiş ve daha sonra yapılan görev dağılımı ile bu kişi yönetim kurulu başkanı olmuştur. Ayrıca davacı tarafça, müdürlükten istifa etmediğinin tespiti halinde İstanbul 5. Ağır Ceza Mahkemesi’nin 2019/478 esas sayılı dosyasında yürütülen ceza yargılamasının temelinden çökeceği ileri sürülmüştür. Ancak davacının yönetim kurulu üyeliği yönetim kurulu kararı ile 30/04/2009 tarihi itibariyle sona ermiş olup, ceza yargılamasına konu bono davacı tarafça şirketi temsilen ve yetkili olduğu dönemde 20/03/2009 tarihinde keşide edilmiştir. Ayrıca İstanbul 5. Ağır Ceza Mahkemesi’nin 05/11/2020 Tarih ve 2019/478 E. – 2020/406 K. Sayılı kararında “fikir ve eylem birliği içerisinde hareket eden sanıklardan sanık …’ın kendisini lehtar olarak göstererek şirket adına düzenlediği 1.400.000 USD bedelli bonoyu ciro yoluyla sanık …’a, …’ın da sanık …’e verdiği, adı geçen tarafından da katılan şirket aleyhine icra takibi başlatıldığı, bu suretle TCK’nın 158/1-d-h maddelerinde düzenlenen nitelikli dolandırıcılık suçlarını işlediklerinin sabit olduğu” gerekçesiyle davacının mahkumiyetine karar verilmiş ve bu karar Yargıtay 11. Ceza Dairesi’nin 13.10.2021 Tarih ve 2021/35381 E. – 2021/8335 K. Sayılı kararı ile onanmıştır. Görüldüğü üzere ceza yargılamasında davacının yönetim yetkisi sona erdikten sonra geçmiş tarihli bono düzenlemesinden değil senedin düzenleme sebebine ilişkin iddiaların mahkemece yerinde görülmemesi nedeniyle cezalandırılması yoluna gidilmiştir. Bu haliyle davacının yönetim yetkisinin devam edip etmediğinin ceza yargılamasına bir etkisi bulunmamaktadır. Bu durumda davacının yönetim yetkisinin devam ettiğinin tespitini istemekte hukuki yararı bulunmamaktadır. Davacı tarafça yönetim yetkisinin devam ettiğinin tespitinde başkaca hukuki yararı bulunduğu ise iddia ve ispat edilmemiştir, Bunun gibi, davacının şirkette ortaklığı bulunmadığından talebi konu yönetim kurulu ve geçersizliğinin tespitinin istenmesinde de hukuki yararı bulunmamaktadır. Davacı tarafça, şirketin talebe konu genel kurullarda Amerikalı ortakların imzalarının sahte olduğu ileri sürülmüş ise de, davalı şirketin 05/10/2007 ve 21/01/2008 tarihli genel kurullarına ilişkin hazirun cetvellerinin davacının sorumluluğunda hazırlandığı ve yukarıda açıklandığı üzere davacının şirkete ortak olmadığı nazara alındığında bu iddianın davacı tarafça ileri sürülmesi mümkün değildir. Açıklanan nedenlerle, mahkemece davanın reddine karar verilmesinde bir isabetsizlik görülmemiştir. HMK’nın 355. Maddesi uyarınca kamu düzenine aykırılık ve istinaf dilekçesinde belirtilen sebeplerle sınırlı olarak yapılan istinaf incelemesi sonunda; ilk derece mahkemesi kararının usul ve esas yönünden hukuka uygun olduğu anlaşıldığından davacı vekilinin yerinde görülmeyen istinaf başvurusunun reddine karar vermek gerekmiştir.
KARAR: Yukarıda ayrıntısı ile açıklanan nedenlerle;1-Davacı vekilinin istinaf başvurusunun HMK’nın 353(1)b-1 maddesi uyarınca ESASTAN REDDİNE,2-Davacı tarafından başvuru sırasında istinaf karar harcı peşin olarak yatırıldığından başkaca harç alınmasına yer olmadığına,3-Davacı tarafından istinaf aşamasında yapılan yargılama giderlerinin kendi üzerinde bırakılmasına, 4-Kararın, HMK’nın 359/4 maddesi uyarınca Dairemiz Yazı İşleri Müdürlüğünce taraflara resen tebliğine,Dair, dosya üzerinden yapılan inceleme sonunda, gerekçeli kararın taraflara tebliğinden itibaren 2(iki) hafta içerisinde Yargıtay’a temyiz yasa yolu açık olmak üzere oy birliğiyle karar verildi. 16/02/2023