Emsal Mahkeme Kararı İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 43. Hukuk Dairesi 2020/1077 E. 2022/1118 K. 13.10.2022 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı henüz kesinleşmemiştir. Yararlı olması amacıyla eklenmiştir.

T.C.
İSTANBUL
BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ
43. HUKUK DAİRESİ
DOSYA NO: 2020/1077
KARAR NO: 2022/1118
T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
İ S T İ N A F K A R A R I
İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ: İSTANBUL 9. ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ
TARİHİ: 19/09/2019
NUMARASI: 2016/332 Esas – 2019/1145 Karar
DAVA: Tazminat
İSTİNAF KARAR TARİHİ: 13/10/2022
Taraflar arasında görülen dava neticesinde ilk derece mahkemesince verilen hükmün davacı vekilince istinaf edilmesi üzerine düzenlenen rapor ve dosya kapsamı incelenip gereği görüşülüp düşünüldü;
TARAFLARIN İDDİA VE SAVUNMALARININ ÖZETİ
DAVA: Davacı vekili dava dilekçesinde özetle, müvekkili şirketin davalı bankanın kredi müşterisi olduğunu, davalı banka personellerinin davacı şirket yöneticisinin iyi niyet ve güvenirliliğinden yararlanarak imza edilmesini sağladığı 26/03 (78785), 10/04 (81289), 23/05 (90111) 2013 tarihli opsiyon teyit sözleşmeleri ve bu teyit sözleşmelerinin yeniden yapılandırılması amacıyla düzenlediği 10/06 (94703), 03/07 (97675) 2013 tarihli revize edilmiş sözleşmeleri kullanarak, davacının hesaplarından 5.356.460 TL karşılığı EURO ve 4. 400.260 TL karşılığı USD olmak üzere toplam 9.756.720 TL tutarında parayı davalı bankanın hesaplarına geçirerek davacı şirketi zarara uğramasına yol açtığını, opsiyon teyit sözleşmelerinin imzalandığı 2013 yılında teyit sözleşmelerini imzalayan kişilerin işletme konusu ve parasal tutar itibariyle şirketi temsil ve ilzama yetkilerinin olmadığını, şirket genel müdürünün banka personeli tarafından işlemin mahiyeti hakkında hataya sevk edilip kandırıldığını, bu suretle sağlanan iki imza ve konu itibariyle şirkete ilzama yeterli olmadığı bilinerek banka personelince yönlendirilerek alındığını, teyit sözleşmelerinin imzalanması teklifi sırasında davacı şirket genel müdürüne 2011 yılında imzalanmış olduğu sonradan anlaşılan 05/05/2011 tarihli çerçeve sözleşmeden bahsedilmediğini, riskler hakkında hiçbir bilgi verilmediğini, davalı bankanın çerçeve sözleşmesinin imzalanmasından sonra davacı şirketin ortaklık ve yönetim yapısının tamamen değiştiğini, 2011 yılında imzalanan bu sözleşmenin şirket işletme konusu dışında bir işlem olduğunu, o tarihte yürürlükteki esti Ticaret Kanunu hükümlerine göre şirket konusu dışında yapılan işlemlerin işlemin kurucu unsurundaki eksiklik sebebiyle yok hükmünde sayıldığını, onay veya icazet ile de geçerlilik kazanamayacağını, dolayısıyla bankanın elinde hukuken muteber ve davacı şirketi bağlayıcı herhangi bir sözleşme olduğundan bahsedilemeyeceğini, davalının tezgah üstü türev araçlara ilişkin çerçeve sözleşmesinin görünüşte sağladığı hak ve yetkilere dayanarak opsiyon sözleşmelerine konu hukuka aykırı işlemleri tek yanlı olarak gerçekleştirdiğini, davaya konu sözleşmelerin tamamen davacı şirketin işletme konusu dışında kalan son derce riskli kumar vasfını haiz işlemler olduğunu, meyve suyu ve konsantresi ihracatçısı olan davacı şirketin dava konusu işleri yürütüp anlayabilecek organizasyonun ve uzman personelinin bulunmadığı gibi döviz bazında geliri olduğundan, dava konusu işlemlere girişme ihtiyacının bulunmadığını, davacı şirketin kumar niteliğindeki işlerden gelir sağlama maksadının da bulunmadığını, davalı bankanın hem geçersiz sözleşmelerle hem de işlemin icrası sırasında müşteriyi zarara uğratacak, kendine haksız çıkar sağlayacak tarzda davrandığını, çerçeve sözleşme ve teyit sözleşmelerinin davacı şirket yönünden bağlayıcı olmadığı gibi ilgili sermaye piyasası hükümlerine de aykırı olduğunu, bankanın revize edilen sözleşmeleri ilave iki sözleşme yapılmış gibi kullanmasının banka personelinin hileli ve güveni kötüye kullanmak suretiyle, bankaya haksız çıkar temini olduğunu, bu eylemde bankaya yetkilileri tarafından müşterinin zararı üzerinden bankaya haksız kazanç sağlanması söz konusu olduğunu, davacı şirket görevlisi mevcut sözleşmelerden doğacak zararlardan korunmayı beklerken, zararın katlanması anlamına gelen iki yeni sözleşme yapılmasının istenilmesinin ekonomik gerçeklere, akla ve mantığa uygun olmadığını, davalı banka tarafından TL’ye çevrilerek alınan EURO/USD’nin her bir işlem bazında bankaca TL olarak alındığı tarihteki EURO/USD karşılığının tahsil edileceği tarihteki kurlardan tahsil edilerek ödetilmek üzere şimdilik 9.756.720 TL’nin her işlem tarihinden itibaren işletilecek ticari faizi ile birlikte tahsilini talep ve dava etmiştir.
CEVAP: Davalı vekili cevap dilekçesinde özetle, Davacı şirketin müvekkili banka nezdindeki türev işlemlerinin dava konusu ettiği işlemler ile sınırlı olmadığını, 2011 ve 2012 yıllarında gerçekleştirmiş olduğu ve fakat ciddi kazançlar sağlamış olması nedeniyle zikretmekten özellikle kaçındığı türev işlemlerinin mevcut olduğunu, taraflar arasındaki türev işlemler ilişkisinin temelinin taraflar arasındaki 05/05/2011 tarihinde imzalanmış olan “tezgahüstü türev araçlarına ilişkin çerçeve sözleşmesi” olduğunu, dava konusu işlemler ile aynı ayniyet teşkil eden 05/05/2011 tarihli opsiyon teyidi verildiğini, ilki 09/08/2011 ikincisi 10/01/2012 tarihlerinde verilen iki ayrı opsiyon teyit işlemi ile vadeleri uzatılmak suretiyle sürdürüldüğünü, yine aynı süreçte 18/10/2012 tarihinde davacı şirket tarafından müvekkili bankaya 7.486.111,11 EURO tutarındaki dövize ilişkin faiz oranının takası konusunda teyit verildiğini, aktarılan her iki işlem sonucunda toplam 201.390.000 TL işlem karı elde eden davacı şirketin bir süre sonra müvekkili bankaya 26/03/2013, 10/04/2013, 23/05/2013 tarihlerinde üç ayrı opsiyon teyidi verdiğini, ayrıca davacı şirket lehine iyileştirmeler içeren 2 ayrı opsiyon teyit işlemi ile revize edildiğini, davacı yanın alınan opsiyon teyidi işlemleri konusunu teşkil eden döviz kurlarının davacının beklenti ve öngörüsünün aksine sürekli yukarı seyretmesi nedeniyle davacı aleyhine işlem zararına yol açtığını, oluşan işlem zararının çerçeve sözleşmesi ve opsiyon teyidi hükümleri çerçevesinde vade tarihlerinde davacı şirket hesaplarından tahsil olanarak işlemlerin sonlandırıldığını, bunun üzerine davacı şirketin BDDK’ya dilekçe ile müracaat ettiğini, kurumun şikayetin kendileri tarafından idari yoldan çözümlenmesinin mümkün olmadığı yönündeki kararının üzerinden yaklaşık 1 yıl sonra bu davanın açıldığını, davacının müvekkili banka ile imzalanan sözleşmelerdeki imzaların şirketi ilzam etmesinin söz konusu olmadığını, dava konusu sözleşmeler ve içerikleri konusunda yeterince bilgilendirilmediğini, iradesinin hata ve hile ile fesada uğradığını ve dava konusu işlemlerin kumar niteliğinde olduğunu ileri sürdüğünü, 05/05/2011 tarihli tezgah üstü türev araçlarına ilişkin çerçeve sözleşmesinin davacı şirkete münferiden temsil ve imzaya yetkili … tarafından imza edildiğini, davacının dava konusu etmediği 05/05/2011, 09/08/2011 ve 10/01/2012 tarihli opsiyon teyitleri ile 18/12/2012 tarihli faiz oranı takası teyitlerinin üzerinde de genel kurul kararı ve imza sirküleri çerçevesinde davacı şirketin münferiden temsil ve imzaya yetkili … ve …’in imzalarının yer aldığını, dava konusu 26/03/2013, 10/04/2013, 23/05/2013, 10/06/2013 ve 03/07/2013 tarihli sözleşmeler üzerindeki imzaların davacı şirketi müştereken temsil ve ilzama yetkili … ve … tarafından imza edildiğini, davacı şirketin dava konusu ettiği sözleşmelerin en sonuncunun 03/07/2013 tarihli olduğunu, bu sözleşmenin 2014 yılı itibariyle onandığı ve davacı şirket tarafından geçerli ve bağlayıcı hale geldiği ve TBK’nın 39.maddesi gereğince irade fesadı iddialarının reddi gerektiğini, davacı tarafın temelinde bir sözleşme ilişkisi bulunan dava konusu işlemlerin, kumar niteliğinde olduğu iddiası ile bu iddiaya dayanak taleplerinin TBK’nın 604. ve 605. maddeleri karşısında hukuki değer ve önemden yoksun olup reddi gerektiğini, sözleşme serbestisi çerçevesinde akdedilen sözleşmeden kaynaklanan hakların kullanılmasından kaynaklanan eylem ve işlemlerde sözleşmeye bankacılık kabul ve uygulamalarına aykırı hiçbir eylem ve işlem olmadığını, kaldı ki TBK’nın 604. maddesi gereğince kumar ve bahis alacakları hakkında dava açılması ve takip yapılmasının mümkün olmadığını, kumar ve bahis borcu için ödeme yapıldığı iddiasına göre ise yapılan bu ödemelerin TBK.nın 605/2.maddesi gereğince talep edilemeyeceği belirterek davanın reddine karar verilmesini talep etmiştir.
İLK DERECE MAHKEMESİ KARARI: Mahkemece; “…taraflar arasındaki tezgahüstü türev araçlarına ilişkin çerçeve sözleşmesinin ve opsiyon teyitlerinin geçerli olduğu, davacı şirketin dava konusu yaptığı opsiyon işlemleri nedeniyle davalı bankanın gerekli risk bildirimlerini yaptığı, davacının daha önceden de benzer işlemler yaptığı ve kar elde ettiği, davacının ticari şirket-tacir olup basiretli iş adamı gibi gibi hareket etmesi gerektiği hususları dikkate alındığında, davalı bankanın işlemlerinde herhangi bir kusurunun bulunmadığı, bu işlemler sonucunda uğranılan risklere davacı şirketin katlanması gerektiği, davacının daha önce yaptığı ve kar elde ettiği türev işlemlerinin hukuken geçerliliğine hiçbir itirazda bulunmayıp davalı banka ile aralarındaki türev işlemleri sözleşmesinin hukuken geçerli olduğunu kabul ettikten sonra aynı şekilde kurulan ve zarar ettiği türev işlemlerine ait sözleşmelerin hukuken geçersiz olduğu iddiasına itibar edilemeyeceği, davacı tarafın işlemlerde hataya düşürüldüğünü ve davalının hileli hareket ettiğine ilişkin iddiasını ispat edemediği, davalı banka çalışanlarının hukuka aykırı çalışma yaparak davacı şirketi yanlış yönlendirerek, davacının zararına sebebiyet verdiğinin ispatlanamadığı, dava konusu işlemlerin tarafların iradeleriyle kabul ettiği işlemler olup genel işlem şartlarına aykırılık taşımadığından geçersizliklerinin ileri sürülemeyeceği, opsiyon sözleşmelerinin kumar niteliğinde olmadığı, sözleşme serbestisi çerçevesinde iki tarafın serbest iradesiyle yapılan opsiyon sözleşmesinin, tarafları için bağlayıcı olduğu ve sözleşmenin sonuçlarına tarafların katlanması gerektiği, bu nedenlerle davacı şirketin geçerli sözleşme ve opsiyon teyitleri nedeniyle uğradığı zararları davalı bankadan talep edemeyeceği sonuç ve kanaatine varılarak davanın reddine” karar verilmiştir.
İLERİ SÜRÜLEN İSTİNAF SEBEPLERİ: Davacı vekili istinaf dilekçesinde özetle; davalının yetkisiz olduğu halde dava konusu işlemleri gerçekleştirdiği, davalı tarafından dosyaya ibraz edilen 08.04.2010 tarihli … 165 sayılı yetki belgesinin sadece yurtdışı piyasalarda ve borsada işlem gören türev araç alım satım yetkisini içerdiği, dava konusu olan tezgah üstü olan türev araç alım satım yetkisini içermediği, türev araçlarından birisi olan opsiyonlarının tezgah üstünde alım satımının sermaye piyasası mevzuatına göre yasaklanmış bir faaliyet olduğunu, dolayısıyla bilirkişi raporunun bu yöndeki tespitlerinin hukuki bir dayanağının bulunmadığını, davalının yetki belgesinin kapsamı ile dava konusu işlemlerin gerçekleştirilme koşullarının SPK’ dan sorulmasına ilişkin mahkemeden talepte bulunduklarını ancak söz konusu talebin karşılanmadığını, işlemlerin mevzuatın aradığı koşullara uygun yapılıp yapılmadığının mahkemece incelenmediği, davalının hileli yollarla müvekkilini işlemin tarafı konumuna sokmak çabası ile hareket ettiğini, davalının kendisine haksız çıkar sağlamak amacıyla koruma özelliği taşımayan opsiyon işlemleri gerçekleştirdiğini, bu işlemlerin adi fiyat dengesi içermediğini, dolayısıyla davacının zararının ortaya çıkmasının kaçınılmaz olduğunu, dosyada mübrez delillerin ve uzman mütealasının mahkemece yeterince incelenmediğini, kapatma talimatının yerine getirilmediğini ve zararı kapatma amacıyla bizzat banka tarafından yapılan işlemlerden oluşacak zararın ikiye katladığını, mahkemece somut olaya ilişkin bir kusur değerlendirmesi dahi yapılmadığını, bankanın zararı durdurmak için verilen kapama talimatını uygulamak yerine iki yeni sözleşmeyi bizzat ve tamamen kendi insiyatifi ile yaptığını, bu iki yeni sözleşme neticesi yeni işlemler ilave edilerek ve mevcut işlemlerin vadeleri uzatılarak mevcut zararın ikiye katlandığını, esasen taraflar arasında sözleşme ilişkisinin hiçbir zaman kurulmadığını, bilirkişi raporunda salt imzasının mevcut olması sebebiyle müvekkilinin sözleşmeye taraf gösterildiğini, oysa ki 05.05.2011 tarihli …. 48 nolu tezgah üstü türev araç çerçeve sözleşmesi adlı belgenin 6272 TTK gereği yok sayılması gerektiğini, mahkemenin bu hususa değinmeden hukuka aykırı sonuca ulaştığını, davalı bankanın önce imza yetkisinin tam olduğunun ve belgelerin tek tek incelediğini öne sürdüğünü ve bu kapsamda isme yönlendirilen maillere itiraz etmediğini, sonrasında ise bankanın, imza yetki değişikliğini bilmediğini savunma sebebi olarak ileri sürdüğünü, oysa ki imzaların yeterliliğini incelemenin bankanın kanuni bir görevi olduğunu, ayrıca davalı bankanın imza sirkülerindeki imzaları bildiğine yönelik ikrarının bulunduğunu, son imza yetkisinden bir önceki imza yetki belgesinde davalının bilgisine sunulduğunu, davacı şirketin 2011 yılı itibari ile profesyonel yatırımcı olduğunu savunan bankanın davacının 2013 yılındaki durumu gereği ortaklık yapısının değişime uğramış olması hususunu davalının bilmesi gerektiğini, 2011 yılındaki risk bildiriminin mahkemece geçerli sayıldığı ve bu noktada davalının aydınlatma yükümlülüğünü yerine getirmiş olduğunun haksız şekilde kabul edildiğini, oysaki bankanın faaliyetinin yasak bir faaliyet olduğunu, davalı bankanın kanunsuz faaliyetlerde bulunmuş olması nedeni ile yurtdışında cezalar aldığı, bahsi geçen sebeplerle ilk derece mahkemesi kararının kaldırılarak davanın kabulüne karar verilmesini talep etmiştir.
GEREKÇE: Dava; taraflar arasında SPK mevzuatı kapsamında imzalanan “Opsiyonlu Döviz Mevduatı ve Opsiyon İşlemleri Çerçeve Sözleşmesi” neticesi davalı bankanın haksız ve usulsüz işlemleriyle gerçekleştirilen opsiyon işlemleri sonucu, kur artışına bağlı olarak davacıdan haksız şekilde tahsil edildiği iddia edilen tutarların geri tahsili istemiyle açılmış bir alacak davasıdır. İlk derece mahkemesince davanın reddine karar verilmiş, davacı vekilince karar istinaf edilmiştir. İstinaf incelemesi, HMK’nın 355. maddesi uyarınca, ileri sürülmüş olan istinaf nedenleriyle ve kamu düzeni yönüyle sınırlı olarak yapılmıştır. Taraflar arasında opsiyon işlemlerine dair sözleşme ilişkisi bulunduğu, bu kapsamda yine risk bildirim formunun imzalandığı ihtilafsızdır. Davacı taraf, davalı banka çalışanı tarafından güven telkin edilip yönlendirmesi ve kendilerini yanıltılarak onay ve talimatını da sonradan alarak opsiyon alım işlemleri yaptığını, üç adet opsiyon teyit sözleşmeleri ve bu teyit sözleşmelerinin yeniden yapılandırılması amacıyla düzenlenen iki adet revize edilmiş sözleşmeleri kullanarak, davacının hesaplarından hukuka aykırı şekilde davalı bankanın hesaplarına para geçirerek davacı şirketi zarara uğramasına neden olduğu, dolar kurlarının yükselmesi nedeniyle pozisyonunu kapatmak zorunda kalıp, kendilerinin böylece bankaya borçlandırıldıklarını ve dava konusu tutarların haksız olarak kendilerinden tahsil edildiğini iddia etmekte ve alacak talebini bu haksız olduğunu ileri sürdüğü tahsilat işlemine dayandırmaktadır. Davaya konu opsiyon işlemlerinin oluşan kur farkından ötürü, taahhüde konu alım vadesi beklenmeksizin kapatılması üzerine davacılar hesabından bankanın rehin, takas mahsup yetkisine dayalı olarak tahsil edilen tutarlar nedeniyle bu davanın açıldığı anlaşılmaktadır. Opsiyon satıcısı, ilerideki bir tarihte belli bir kur üzerinden belli bir miktar döviz satmayı taahhüt eder; opsiyon alıcısı ise belirlenen tarihte, belirlenen miktarda dövizi satın almayı taahhüt eder. Opsiyon alıcısı banka, satıcının verdiği satım taahhüdü karşılığında opsiyon satıcısına “opsiyon primi” denilen bir bedeli peşin olarak öder.Somut olayda, opsiyon alıcısı olarak opsiyonu kullanma hakkının sadece davalı bankaya ait olacağı ve bu nedenle opsiyon satıcısı olan davacı opsiyonun vadesinden önce kullanılması kararını veremeyeceği , opsiyon satıcısı olan davacının erken sonlandırma talebi olabileceği ancak opsiyon sahibi olmaması nedeniyle erken sonlandırmaya karar verme hakkının olmadığı, opsiyon sahibinin davacının erken sonlandırma talebini kabul etmesi durumunda ise, USD cinsinden fiyat verebileceği, müşterinin var olan bir işlemin vadesini beklemeden sonlandırmayı talep edebileceği, bu durumda bankanın kendi insiyatifinde ve tek taraflı olarak belirleyebileceği bir fiyatı verebileceği, erken sonlandırma, opsiyonun kullanılması durumunda yapılacak olan netleşme değil, belirli bir fiyat ödeyerek satılan opsiyonun sona erdirilmesine yol açan pozisyon kapatma kavramına karşılık geldiği, opsiyon sözleşmelerinin USD üzerinden prim (opsiyonun fiyatı) ödenerek alınıp satıldıysa, pozisyon kapatmanın fiyatının da USD üzerinden belirlenebileceği tüm işlemlere ilişkin formların davacı tarafından ihtirazı kayıt konulmaksızın imzalandığı anlaşılmaktadır. Kaldı ki davacı tarafından aynı uygulama ile yapılan dava konusu işlemler dışında başka işlemlerin de bulunduğu, bu işlemlerden davacının elde ettiği kar ve primlerin hesabına geçtiği, bu opsiyon işlemlerini davacının benimsediği, dava konusu işlemlerin de davacının bilgi ve talimatıyla yapıldığı, anlaşılmaktadır. Davalının hileli bir davranışı olduğunu ispata yarar bir delil dosya kapsamında yoktur. Çerçeve sözleşmesinin 10. maddesinden anlaşılacağı üzere davacı şirketin şirketlerin yetki değişikliği söz konusu ise bu durumu davalı bankaya bildirmekle yükümlü olması sebebiyle bu durumda davalı bankanın özen yükümlülüğüne aykırı bir davranışı bulunduğundan bahsedilemeyecektir.Tezgahüstü türev araçlara ilişkin SPK tarafından yetkilendirme yapılması sözkonusu olmadığından bankalarca anılan dönemde gerçekleştirilen işlemlere dair yetki belgesine sahip olma şartının bulunmaması sebebiyle , gerek 5411 sayılı Bankacılık Kanunu ve gerekse 1567 sayılı TPKK Kanunu’na göre ,bankalar tezgahüstü piyasalarda altına ve dövize dayanan vadeli işlemleri ve opsiyon işlemlerini serbest olarak yapabilecekleridir.Davacı vekilince HMK 293 madde kapsamında sunulan bilirkişi mütalası gözönünde bulundurulmadan hüküm kurulmuş olması da istinaf nedeni yapılmıştır. Davacı, dosyaya sundukları hukuki mütalaanın mahkemece nazara alınmadığı iddiasında bulunmuşlardır. Ilk Derece Mahkemesince alınan raporlar kapsamlı ve detaylıdır. Taraflarca sunulan hukuki mütaala hukuki konulara ilişkin olup, HMK 282 mad. uyarınca “Hakim bilirkişinin oy ve görüşünü diğer delillerle birlikte serbestçe değerlendirir” düzenlemesi uyarınca, bilirkişi ve uzman görüşü takdiri delil olmakla davacı vekilinin bu yöndeki istinaf nedeni de yerinde görülmemiştir. Tüm bu açıklamalara göre, HMK 353/(1)b-1 maddesi uyarınca dosya üzerinde yapılan inceleme sonucunda, ilk derece mahkemesinin davanın reddine ilişkin kararı isabetli bulunduğundan, davacı vekilinin istinaf başvurusunun esastan reddine karar verilmesi gerekmiştir.
HÜKÜM:Yukarıda açıklanan nedenlerle: 1-Davacı vekilinin istinaf başvurusunun HMK’nın 353(1)b-1 maddesi uyarınca ESASTAN REDDİNE, 2-Davacı tarafından başvuru sırasında istinaf karar harcı peşin olarak yatırıldığından başkaca harç alınmasına yer olmadığına, 3-Davacı tarafından istinaf aşamasında yapılan yargılama giderlerinin kendi üzerinde bırakılmasına,4-Kararın, HMK’nın 359/4 maddesi uyarınca Dairemiz Yazı İşleri Müdürlüğünce taraflara resen tebliğine,Dair, dosya üzerinden yapılan inceleme sonunda, gerekçeli kararın taraflara tebliğinden itibaren 2(iki) hafta içerisinde Yargıtay’a temyiz yasa yolu açık olmak üzere oy birliğiyle karar verildi.13/10/2022