Emsal Mahkeme Kararı İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 43. Hukuk Dairesi 2020/1049 E. 2022/1128 K. 13.10.2022 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı henüz kesinleşmemiştir. Yararlı olması amacıyla eklenmiştir.

T.C.
İSTANBUL
BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ
43. HUKUK DAİRESİ
DOSYA NO: 2020/1049
KARAR NO: 2022/1128
T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
İ S T İ N A F K A R A R I
İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ: İSTANBUL 2. ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ
TARİHİ: 27/06/2019
NUMARASI: 2017/738 Esas – 2019/587 Karar
DAVA: Tespit
İSTİNAF KARAR TARİHİ: 13/10/2022
Taraflar arasındaki Tespit davasının yapılan yargılaması sonunda ilamda yazılı nedenlerden dolayı davanın reddine yönelik olarak verilen hükme karşı süresi içinde davacı vekili tarafından istinaf kanun yoluna başvurulması üzerine dosya içerisindeki tüm belgeler okunup, incelendi, gereği konuşulup düşünüldü.
TARAFLARIN İDDİA VE SAVUNMALARININ ÖZETİ
DAVA: Davacı vekili dava dilekçesinde özetle; …’nin sermayesi 2.000,00 TL ve hisse adedi 4.000 iken 23.07.1997 tarihli yönetim kurulu kararıyla şirketin sermayesinin 5.000,00 TL’ye, hisse adedinin 5.000‘e çıkarılarak ve sermayenin tamamı ödendiğini,yine şirketin sermayesi 29.03.2006 tarihli yönetim kurulu kararıyla 50.000,00 TL’ye çıkarılmış, hisse adedi ise 50.000 olarak belirlenmiş olup sermayenin tamamının ise ödendiğini,konu 50.000 hissenin 15.000 adedinin …’a ait olup müvekkilinin … AŞ.’nin %30 oranında hissedarı olduğu,hamiline hisse senetlerinin halen müvekkilinin elinde olup ibraz edileceğini,müvekkili şirketin 01.08.2008 tarihindeki olağanüstü olmak üzere 21.06.2016, 24.07.2015, 02.03.2012 ve 24.06.2008 tarihli genel kurul toplantılarına hiçbir şekilde asaleten ve/veya vekaleten katılmadığını,ancak müvekkilinin, davalı şirkette pay sahibi olmasına rağmen; 21.06.2016, 24.07.2015, 02.03.2012 ve 24.06.2008 tarihinde yapılan olağan genel kurul toplantıları ile 01.08.2008 tarihinde yapılan olağanüstü genel kurul toplantısına davet edilmediğini,bu yolla müvekkilinin genel kurula katılma hakkı ortadan kaldırıldığını,yine yok hükmünde olduğunun tespiti istenen olağan ve olağanüstü genel kurul toplantılarına çağrılmayarak, müvekkilinin oy kullanma, karar alma, bilgi alma, inceleme, denetim yapma, hukuki yollara başvurma ve kanunen vazgeçilmez nitelikte olan diğer hakları da sınırlandırıldığını/kaldırıldığını,ayrıca söz konusu genel kurul kararlarına ilişkin ticaret sicil gazetesi suretleri incelendiğinde; 24.06.2008 tarihinde ve sonrasında yapılan genel kurullarda, müvekkil … pay sahibi değilmiş gibi karar alındığını,işlem yapıldığını,müvekkilinin hiç yokmuşcasına yapılan ve müvekkilinin haklarını açıkça ihlal eden genel kurul kararları yok hükmünde olduğunu,her bir pay sahibinin genel kurul toplantısından haberdar olabilmesinin ve anılan temel pay sahipliği haklarını kullanabilmesinin asgari koşullarını düzenlemekte olup bu niteliği itibariyle mutlak emredici bir hüküm olduğunu,ancak yokluğunun tespiti talep edilen toplantıların tamamı davet usulüne uyulmadan ve gerekli ilanlar yapılmadan yapıldığını,müvekkile toplantı yeri, zamanı ve gündemini içerir bir davet gelmediği gibi müvekkilinin bilgi edinebileceği herhangi bir ilan da yapılmadığını,dolayısıyla pay sahibi olan müvekkilin genel kurula davet edilmemiş olması; Türk Ticaret Kanunu’nun emredici hükümlerine aykırılık teşkil ettiğinden ve pay sahibi olan müvekkilinin kanuni haklarını ortadan kaldırdığından, müvekkilin davet edilmeden yapılan genel kurullarda alınan kararların yok hükmünde olduğunu, 24.06.2008 tarihli genel kurula davetin yetkili organ veya kişilerce yapılmadığını,genel kurula davetin yetkili organ veya kişilerce yapılmaması da genel kurulda alınan kararların batıl olması sonucunu doğurmadığını,huzurdaki davada yokluğu istenen 24.06.2008 tarihli olağan genel kurul toplantısına davet yetkili kişi veya organlarca yapılmadığını,genel kurula davet olağan hallerde ancak yönetim kurulu tarafından yapılabileceğini, geçerli bir davet yapılmış olması için yönetim kurulunun davet konusunda aldığı kararın da hukuken geçerli olması gerektiğini,genel kurula davet, ’Yönetim Kurulu’’ adına yetkisiz kişilerce yapılmışsa, yokluğun söz konusu olacağını,davalı şirket ana sözleşmesindeki açık hüküm gereğince, genel kurula davet kararının yönetim kurulu başkanı ve en az bir üyesinin müşterek imzası ile alınması gerekmekte olduğunu, şirket ana sözleşmesinin 27.maddesi gereği, “Şirketin idaresi ve dışarıya karşı temsili İdare Kurulu’na aittir. Şirketi ilzam edecek bilumum muamelat ve akdolunacak mukavelelerin ve mali taahhüdatın muteber olabilmesi için şirketin mührü altında İdare Kurulu Reisi ve İdare Kurulunca intisap olunacak diğer bir azanın müşterek imzalarını taşıması gerekir” hükmünün mevcut olduğunu, yokluğunun tespitini talep ettikleri 24.06.2008 tarihli olağan genel kuruldan önce yapılan 24.01.2006 tarihli olağanüstü genel kurul toplantısında müvekkil …’un üç yıllığına yönetim kurulu başkanı seçildiğini,dolayısıyla şirket ana sözleşmesindeki hüküm gereğince; 24.06.2008 tarihli genel kurula davet kararı ancak müvekkilin ve müvekkil ile birlikte bir yönetim kurulu üyesinin müşterek kararı ile alınabileceğini,ancak müvekkili …’un, yönetim kurulu başkanı olduğu dönemde, 24.06.2008 tarihli olağan genel kuruluna ilişkin davet kararı vermediğini, bu nedenle 24.06.2008 tarihli genel kurul toplantısında alınan kararın yok hükmünde olduğunu, ayrıca 24.06.2008 tarihinde yapılan olağan genel kurul toplantısı yok hükmünde olduğundan; bu genel kurulda seçilen yönetim kurulu ve yönetim kurulunun aldığı tüm kararlar ile 24.06.2008 tarihinden sonra yapılan tüm genel kurulların da yok hükmünde olduğunu,davalı … A.Ş.’nin; 21.06.2016, 24.07.2015, 02.03.2012 ve 24.06.2008 tarihli olağan genel kurulları ve genel kurulda alınan kararları ile 01.08.2008 tarihli olağanüstü genel kurulun ve genel kurulda alınan kararın yok hükmünde olduğunun tespitine karar verilmesini talep etmiştir.
CEVAP: Davalı vekili cevap dilekçesinde özetle; davacı …’un, işbu tarih itibariyle davalı şirketin tek hissedarı olan … ile kardeş olduğunu, … ve davacı …’un 01.02.2006 tarihine kadar yıllardır devam eden ortaklıkları süresinde edinilmiş şirketleri, eşleri ve kendileri adına olan menkul ve gayrimenkul mallarının tamamının taksimi için 06.01.2006 tarihinde hakem tayin sözleşmesi yaparak hakem heyetine başvurduğunu, bunun üzerine yapılan yargılama sonucunda 20.10.2007 tarihli hakem heyeti kararı verildiğini,kararın taraf asillerine 24.10.2007 tarihinde tebliğ edildiğini, tarafların itirazı veya mahkemeye iptal başvurusu olmaması üzerine kararın kesinleştiğini,hakem heyetinin 07.04.2006 tarihli ve 2006/13 sayılı toplantısında davalı şirketin ve bu şirketin maliki olduğu “İstanbul ili, Fatih ilçesi Eminönü/…” semtinde bulunan …’daki 44 adet bağımsız bölümün ve şirket hisselerinin tamamının değerlemesinin yapılması için dosyayı bilirkişiye gönderdiğini, bilirkişi heyeti ve tarafların iradeleri ile davalı şirket ve şirketin maliki olduğu …’daki bağımsız bölümlerin kıymetinin 3.500.000-$ bedel olarak takdir edildiğini, hakem heyeti yargılamasının 25.11.2006 tarihli, 2006/20 sayılı toplantısında tarafların kendi iradeleri ve rızai taksimleriyle taşınmazların tamamının …’a devredildiğini,buna karşılık davacıya … Ltd.Şirketinin taksim edildiğini,işbu tutanağın davacı tarafından hakem heyeti huzurunda imza altına alındığını,nitekim 20.10.2007 tarihli hakem heyeti kararının 6. Sayfa 13 nolu maddesinde;“İstanbul Eminönü İlçesi, … Pafta, … ada, … parseldeki zemini …/… hisseli … A.Ş.ne ait 26 adet bağımsız satış mağazalarının tamamı ile şirket hisselerinin tamamı …’a verilmiştir.” ifadeleri ile davalı şirketin tüm hisselerinin tarafların ortak mutabakatları ve rızai taksimleri doğrultusunda …’a verilmesinin kararlaştırıldığını, ayrıca yine hakem heyeti kararının ardından davacı …’dan yedinde bulunan davaya konu hamiline hisse senetlerinin …’a teslim edilmesinin talep edildiğini, buna karşın davacının hisse senetlerini kaybettiğini, bulamadığını inandığı bütün değerlerin üzerine yemin ederek beyan ettiğini, hakem heyeti kararında yer alan davalı şirketin hisselerinin tamamının devri ve davacının hisse senetlerini kaybettiğini,bu nedenle teslim etmediği yönündeki ifadelerinin doğrudan görgüye dayalı şahitleri olan hakem …’ın huzurda dinlenmesini talep ettiklerini, hakem heyeti kararının tarafların itiraz etmemesi üzerine kesinleşmesinin ardından davalı şirketin 24.06.2008 tarihinde yönetim kurulu kararında davacı …’un başkanlığında … ve …’ın katılımıyla;”sayın … 15,000 hisseye isabet eden 15.000,00-YTL tutarındaki hisselerini …’a satmasına ve diğer hissedarların hisselerinin …,…, … ve …’e satılmasına karar verilmiş, işbu karar mevcut başkan davacı … tarafından imza altına alındığını, bu karar doğrultusunda davacı …’un şirkette bir hissesi kalmadığını,taraflar arasında yaşanan tüm bu gelişmelerden sonra davacının huzurdaki davada, davalı şirketin halen hissedarı olduğuna ilişkin bu beyanları karşısında başta davalı şirket yetkilileri olmak üzere tarafların on yıllara dayanan uyuşmazlıklarının çözüme kavuşturulmasında etkin rol oynayan doğrudan görgüye dayalı şahitlikleri olan hakem heyetinin büyük bir şaşkınlık yaşandığını, hakem heyeti kararı ve davalı şirketin 24.06.2008 tarihli yönetim kurulunda alınan kararlar mevcutken davacının huzurdaki beyanlarına başkaca bir itiraz sunulmasına ihtiyaç olmadığını, davanın reddini savunmuştur.
İLK DERECE MAHKEMESİ KARARI: İstinaf incelemesine konu kararı veren ilk derece Mahkemesince eldeki dava hakkında yapılan yargılama sonunda, “…davacının hisse devrine dair protokol,yönetim kurulu kararı çerçevesinde ve dava tarihi itibariyle yaklaşık dokuz (9) yıl geçtikten sonra dahi hamile yazılı pay senetlerini elden teslim ile devretmemesi öncelikle taraflar arasında oluşan güven ilişkisine aykırıdır. Esasen kanun koyucunun bu kadar uzun devam eden süre zarfında payın elden teslim yoluyla devir edilmemesi haline bağlanan hukuki müeyyideyi kazuistik yöntemle düzenlememesi kabul edilebilir. Zira hayatta gerçekleşebilecek her türlü hukuki uyuşmazlığın kanunda düzenlenmesi soyut norm sistemi ile hazırlanan kanunlarda mümkün değildir. Payını devreden ve şirket ile bağını devam ettirdiği de ispatlanamayan davacının, dokuz yıl sonra bu paya bağlı dava haklarını kullanmasına mahkemece izin verilmesi hakkın kötüye kullanılmasına da izin vermek sonucunu doğurur. TMK.m.2 hükmüne göre bir hakkın kötüye kullanılmasını “hukuk düzeni” himaye etmemelidir.Nitekim açıklanan Yargıtay HGK’nun emsal ilamında da belirtildiği üzere, hakkın kötüye kullanılması yasağı,somut olayda olduğu üzere hamile yazılı senedini elden teslim suretiyle devrini gerçekleştirmeyen davacının bu duruma dayanarak davalı şirket aleyhine açmış olduğu genel kurul kararının yokluğuna dair talebin kabulü açısından bir sınır teşkil etmeli,bu nedenle bu yöne ilişkin davacının davasının ise ret olunması gerektiği kabul edilmelidir.Güven sorumluluğunun Türk pozitif hukukunda özel bir kanuni düzenlemesi bulunmamakla birlikte; Türk hukuk öğretisinde dürüstlük kuralından hareketle bir olayda güven sorumluluğunun gerçekleşebilmesi için şu şartlar aranmaktadır: Olayda bir “güven” unsuru bulunmalı, zarar gerçekleşmeli, yaratılan hukuki görünüme güvenin pozitif olarak korunması anlamında geçerlilik sonucu bağlanmamalı, zarar ile yaratılan hukuki görünüş arasında nedensellik bağı söz konusu olmalı, başka hukuki kurumların uygulama alanına giren herhangi bir durum söz konusu olmamalı, hukuki görünüşü yaratan kimse kusurlu olmalı, kişinin haklı güveni, yani olayda iyiniyeti bulunmalıdır.(Yargıtay HGK 2012/19-670E.2013/171K.sayılı ilamı)Hal böyle olunca davalı şirketteki payını devreden davacının,davalı şirketin yönetim kurulunca dahi bu yönde karar alındıktan yaklaşık dokuz (9) yıl geçmesi sonrası,davalı şirket ile olan ortaklık ilişkisinin son bulduğu noktasında davalıda güven uyandırdığı,oluşan bu güven çerçevesinde davacının,azınlığa kanunun tanıdığı hakları da kullanmayacağını bir anlamda izhar ettiği, bu güvene dayalı olarak tarafların hukuki konumlarını belirledikleri,taraflar arasında karşılıklı olarak bir güven ilişkisinin dokuz yıllık sürede oluştuğu,bu sürenin oluşumuna bizzat davacının düzenlediği protokol ile bizzat davacının imzaladığı yönetim kurulunun kararının da referans niteliği taşıdığı açıktır.Bu nedenle davacı kendi kusuru ile davalı şirkette, dokuz (9) yılı aşan süre ile oluşan güvene aykırı hak talep etmesi hukuken korunamaz.Bir başka deyişle davacı,çelişkili davranış yasağını ( venire contra factum propium) açıkca ihlal etmiştir ki günümüz hukukunun en önemli kaynaklarından olan ve Roma hukukunda dahi benimsenen bu ilkeyi ihlal eden davacı hukuken korunamaz.Yapılan açıklamalar karşısında dava açıldığı tarih itibariyle hukuken kötü niyetli olarak kabul edilmesi gereken davacının açmış olduğu davasının …” reddine karar verilmiştir. Bu karara karşı davacı vekili tarafından istinaf başvurusunda bulunulmuştur.
İSTİNAF SEBEPLERİ: Davacı vekili istinaf dilekçesinde özetle; pay sahibi olan müvekkili …’un usulüne uygun olarak genel kurullara davet edilmemesi, genel kurula katılma, oy kullanma, karar alma ve bunun gibi kanundan doğan haklarının ortadan kaldırılması ve genel kurul toplantılarına davetin yetkili kişi veya organlarca yapılmamış olması nedeniyle; davalı şirketin 21.06.2016, 24.07.2015, 02.03.2012 ve 24.06.2008 tarihli olağan genel kurulları ve genel kurulda alınan kararları ile 01.08.2008 tarihli olağanüstü genel kurulun ve genel kurulda alınan kararın yok hükmünde olduğunun tespitine karar verilmesi gerektiğinden davanın reddine karar verilmiş olmasının usul ve yasaya aykırı olduğunu, Mahkeme tarafından bütün bu hususlar değerlendirilmeden hüküm verilmiş olması maddi vakıaya, dosya kapsamına ve hukuka aykırı olup, kararın ortadan kaldırılması ve davanın kabulüne karar verilmesi gerektiğini, kararının istinaf incelemesi yapılarak ortadan kaldırılmasına ve neticede davanın kabulü ile Davalı …’nin; 21.06.2016, 24.07.2015, 02.03.2012 ve 24.06.2008 tarihli olağan genel kurulları ve genel kurulda alınan kararları ile 01.08.2008 tarihli olağanüstü genel kurulun ve genel kurulda alınan kararın yok hükmünde olduğunun tespitine karar verilmesini, Yargılama giderlerinin ve vekalet ücretinin karşı tarafa yüklenmesine karar verilmesini talep etmiştir.
GEREKÇE: Dava genel kurul kararlarının yok hükmünde olduğunun tespiti istemine ilişkindir. İlk derece mahkemesince dosyaya toplanan deliller esas alınarak davanın reddine karar verilmiştir. Karara karşı davacı vekili tarafından yukarda yazılı sebepler ile istinaf başvurusunda bulunulmuştur. İstinaf incelemesi HMK’nın 355. maddesi uyarınca istinaf başvuru nedenleri ve kamu düzenine aykırılık yönüyle sınırlı olarak yapılmıştır. Genel kurul kararları birer hukuki işlemdir. Hukuki işlemlerin sakatlığı ve bunlara bağlanan yaptırımlar genel olarak borçlar kanununda düzenlenmiştir. TBK 27 ve 30 gibi. Bu durumda butlan ve yokluk hallerinin sonuçları bakımından TBK 27 hükmüne tabi olmakla birlikte sebepleri hakkında TTK da yapılana özel düzenleme geçerlidir. TTK da butlan halleri hakkında düzenleme içermekle birlikte yokluk müeyyidesinin hangi hallere ilişkin olduğuna dair bir düzenleme içermemektedir. Bu durumda “yokluk” müeyyidesiyle ilgili genel hükümlere müracaat gerekmektedir. Bir genel kurul kararının kurucu unsurlarının olmaması halinde karar “yok” hükmündedir. Şirketler hukukundaki emredici hükümlere göre, genel kurul kararlarının oluşabilmesi için iki kurucu unsur gereklidir: Birincisi genel kurul toplantısı yapılması, ikincisi toplantıda karar alınmasıdır. Bunların birisindeki eksiklik halinde, işlem (karar) hiç doğmamış sayılır; yani baştan itibaren yoktur. Uygulamada karar alınmadığı halde alınmış gibi gösterilmesi, Bakanlık temsilcisinin bulunması gereken toplantılarda bulunmaması, sahte imza ile karar alınması, usulüne uygun davet ve toplantı yapılmaması, toplantı yapılmadan elden dolaştırma usulü ile imzaların alınması, mektup, e posta ile genel kurul kararı alınması gibi durumlar kurucu ve şekli unsur eksikliği nedeniyle yok hükmünde görülmektedir. Borçlar hukukuna göre butlan bir hukuki işlemin hukuk düzeni tarafından öngörülen geçerlilik şartlarını içermemesi nedeniyle başlangıçtan itibaren hüküm ve sonuç doğurmamasıdır. Geçersiz hukuki bir işlem, sözleşme ya da karar kurucu unsurları içermekle birlikte geçerlilik unsurlarından kamu düzenini ilgilendirecek derecede önemli olanları içermemesi halidir. Geçersizlik halleri genel kural niteliğindeki TBK 27 maddede düzenlenmiştir. Genel kurul kararı şekil ve usul bakımından geçerli olmakla birlikte konusu itibarıyla TBK 27 ye aykırı ise geçersizdir. Alınan bir genel kurul kararı TBK 27 maddesine göre kanunun emredici hükümlerine, ahlaka, kamu düzenine, kişilik haklarına aykırı veya konusu imkansız ise hükümsüzdür. Bu genel düzenlemenin yanında 6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu(TTK)’nun 447 Maddesinde, genel kurulun, özellikle; Pay sahibinin, genel kurula katılma, asgari oy, dava ve kanundan kaynaklanan vazgeçilemez nitelikteki haklarını sınırlandıran veya ortadan kaldıran, pay sahibinin bilgi alma, inceleme ve denetleme haklarını, kanunen izin verilen ölçü dışında sınırlandıran, Anonim şirketin temel yapısını bozan veya sermayenin korunması hükümlerine aykırı olan kararların kararlarının batıl olduğu hüküm altına alınmıştır. İptal davasından farklı olarak genel kurul kararlarının butlanı TTK’nın 447’nci maddesinde düzenlenmiş ve herhangi bir süre ile sınırlandırılmamıştır. Genel kurul kararlarının Yokluk ile Butlan sebepleri birbirinden farklı olmakla birlikte müeyyidesi bakımından bir farklılık yoktur. Her iki sebebe dayanan tespit istemleri zaman aşımı ve hak düşürücü süreye tabi olmadan ilgili herkes tarafından ileri sürülebilir. Genel kurul kararlarının butlanı yada yokluğunun tespiti istemi kural olarak herhangi bir süreye tabi değilse de bu hak hakkın kötüye kullanılması niteliğinde olmayacak şekilde dürüstlük kuralı çerçevesinde kullanılmaldır. Ögretide ve Yargıtay uygulamalarında bu hususun ileri sürülmesi bir kararın uygulanmasını ve bu uygulamanın sonuçlarına yıllarca itiraz etmeden rıza ve tahammül gösterilip de sonradan butlanın ileri sürülmesi ve bir kimsenin kararlarının butlanı eskiden beri bilmesine rağmen buna menfaati icabı ses çıkarmayıp da ancak hesaplamayadığı sonuçlarını gördükten sonra kararın butlanı tespiti dava etmesi hakkın kötüye kullanılması niteliğinde sayılmıştır. Kesin hükümsüzlüğün ileri sürülmesi hakkının kötüye kullanılması mahiyetinde ise kesin hükümsüzlüğü ileri süren korunmaz. Somut uyuşmazlıkta tarafların aralarında uzun süre devam eden uyuşmazlık ve ortaklıklarının tasfiyesi konusunda anlaştıkları, bu konuda tahkime başvurdukları, hakemlerce verilen 22/10/2017 tarihli kararın 13. maddesi ile davacıya ait dava konusu şirket hisselerinin dava dışı şirket ortağı …’a devredileceğinin hüküm altına alındığı, hakem kararına yönelik iptal davası açılmadığı, bilahare davalı şirketin davacının da hazır bulunup başkanlık ettiği 24/06/2008 tarihli yönetim kurulu kararı ile davacı hisselerinin dava dışı …’a satışına ilişkin karar alındığı ve yeni ortaklık yapısının davacı olmadan oluştuğuna dair yönetim kurulu kararı alındığı, ancak hamiline yazılı şirket hisselerinin dava dışı ortağa fiilen zilyetliğinin teslim edilmediği, davacının hakem kararının ve yönetim kurulu kararının kendisine yüklediği hisse senetlerinin teslimi borcunu yerine getirmeyerek iyi niyetli davranmadığı, bilahare bu işlemlerden 9 yıl sonra genel kurul kararlarının yokluğuna ilişkin eldeki davayı açmış olmasının dürüstlük kuralları ile bağdaşmayacağı anlaşıldığından usul ve yasaya uygun ilk derece mahkemesinin kararına yönelik istinaf talebin reddine dair aşağıdaki şekilde karar verilmiştir.
KARAR: Yukarıda ayrıntısı ile açıklanan nedenlerle; 1-Davacı vekilinin istinaf başvurusunun HMK’nın 353(1)b-1 maddesi uyarınca ESASTAN REDDİNE, 2-Davacı tarafından başvuru sırasında istinaf karar harcı peşin olarak yatırıldığından başkaca harç alınmasına yer olmadığına, 3-Davacı tarafından istinaf aşamasında yapılan yargılama giderlerinin kendi üzerinde bırakılmasına, 4-Kararın, HMK’nın 359/4 maddesi uyarınca Dairemiz Yazı İşleri Müdürlüğünce taraflara resen tebliğine, Dair, dosya üzerinden yapılan inceleme sonunda, gerekçeli kararın taraflara tebliğinden itibaren 2(iki) hafta içerisinde Yargıtay’a temyiz yasa yolu açık olmak üzere oy birliğiyle karar verildi. 13/10/2022