Emsal Mahkeme Kararı İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 40. Hukuk Dairesi 2021/793 E. 2021/1091 K. 07.07.2021 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı henüz kesinleşmemiştir. Yararlı olması amacıyla eklenmiştir.

T.C.
İSTANBUL
BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ
40. HUKUK DAİRESİ
TÜRK MİLLETİ ADINA
BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ KARARI
DOSYA NO: 2021/793
KARAR NO: 2021/1091
İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ: İstanbul 10. Asliye Ticaret Mahkemesi
TARİHİ: 21/06/2017
NUMARASI: 2014/325 (E) 2017/877 (K)
DAVANIN KONUSU: Tasarrufun İptali (İİK 277 ve devamı)
KARAR TARİHİ: 07/07/2021
Yukarıda yazılı İlk Derece Mahkemesi kararına karşı istinaf yasa yoluna başvurulması üzerine Dairemiz Heyetince yapılan müzakere sonucunda;
GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ: Davacı vekili dava dilekçesinde özetle: Davacının, davalılar …, … AŞ ile … AŞ’den olan alacağı nedeniyle İstanbul …İcra Müdürlüğünün … esas ve … esas sayılı dosyalarından kambiyo senetlerine mahsus icra takibinde bulunulduğunu, icra dosya borçluları tarafından sunulan 04/06/2007 tarihli mal beyanı dilekçeleri ile tüm malvarlıkları üzerinde TMSF tarafından haciz ve tedbir uygulandığını, borcu ödeme imkanlarının bulunmadığını bildirdiklerini, davalı …’in, … Televizyonu, … Gazetesi ve … AŞ başta olmak üzere birçok medya kuruluşunun sahibi iken hakim hissedarı bulunduğu … AŞ ve TMSF tarafından el konulmasını müteakip bütün ticari işletmelerine ve mal varlığına TMSF tarafından haciz konulduğunu, bu işlemler esnasında davalı …’in kendi şirketleri üzerinden olaya müdahil olarak TMSF ile imzalamış olduğu 03/05/2005 tarihli protokol çerçevesinde 443.000.000 USD bedel üzerinden yıllara yayılan taksitler halindeki ödeme planı ile …’e ait tüm ticari işletme ve mal varlığını iktisap ettiğini, … ile … arasında 12/06/2012 ve 08/08/2002 tarihli 2 adet gizli sözleşmenin mevcut olduğunu, davalı …’in gizli sözleşmeleri TMSF’ye ihbar etmesi üzerine, fon tarafından alınan 30/03/2007 tarihli 2007/138 sayılı kararla … Grubuna dahil tüm şirketlerle, …’in …na dahil tüm şirketlere el konulduğunu, 12/06/2002 tarihli ve 08/08/2002 tarihli sözleşmelerin ortaya çıkması üzerine, davalılar …, … Yayıncılık AŞ, … AŞ’nin alacaklılarına zarar vermek ve mal varlıklarını kaçırmak kastıyla, davalı … ile hileli işlemlere giriştiğini ve böylece davalı …’in diğer davalılara tüm ticari işletmeler ve malvarlıkları üzerine geçirdiğinin sabit olduğunu, davalılar arasındaki tasarrufların İİK gereğince iptale tabi olup alacaklıların haklarını hiçbir şekilde etkileme imkanına sahip olmadığını beyanla, öncelikle TMSF’nin 30/03/2007 tarih 2007/138 sayılı kararında ismen belirtilen devre konu tüm tasarruflar üzerine, İİK’nın 281/2. maddesi gereğince ihtiyati haciz konulmasını, TMSF’nin kararında ismen zikredilen tüm tasarrufların iptalini ve icra dosyaları üzerinden cebri icra yetkisi verilmesini, tahsilde tekerrür olmamak ve icra dosyaları ile sınırlı olmak kaydıyla, icra dosyalarında davalı …’in de sorumluluğuna hükmedilmesini talep ve dava etmiştir. Davalılar … AŞ ve … AŞ vekili cevap dilekçesinde: İİK’nın 284. maddesine göre tasarrufun iptali davasının 5 yıllık hak düşürücü süreye tabi olduğunu, davacının iddia ettiği gibi ortada iptale tabi tasarrufun varlığı kabul edilse dahi, davanın açıldığı tarihe kadar 5 yıllık hak düşürücü sürenin geçtiğini, ayrıca davalılara husumet yöneltilemeyeceğini, davacının, … ve … arasında vuku bulan iki adet sözleşmeye dayanarak muvazaalı tasarrufun iptalini talep ettiğini, oysa davalı şirketlerin sözleşmelerde taraf olmadığını, sözleşmelerde taraf olmayan ve bu sebeple de pasif husumet ehliyeti bulunmayan davalı firmalara karşı açılan davanın bu sebeple reddi gerektiğini, ayrıca davacının dava açmakta hukuki yararı olmadığını, TMSF’nin işlemlerinin esas itibariyle taraflar arasındaki muvazaalı işlem nedeniyle firmaların temettü hariç ortaklık payları ile yönetim ve denetime el konulması niteliğinde olduğunu, bu işlem sonucu, taraflar arasında vuku bulmuş olan işlemin hükümsüz hale geldiğini, dava konusu edilen işlemlerin ilişkin olduğu tüm firmaların, …’in TMSF’ye olan borcu nedeniyle TMSF’nin yönetim ve denetimine geçtiğini, daha sonra alınan ticari ve iktisadi bütünlük kararı ile de, bu firmaların TMSF tarafından satışa çıkarıldığını, bu işlem ile davada varılmak istenen hedefin zaten gerçekleşmiş olduğunu, dolayısıyla bu işlem sebebiyle davanın konusuz kaldığını beyanla, davanın reddine karar verilmesini talep etmiştir. Davalı … vekili cevap dilekçesinde: davalı …’e karşı açılan davada tasarrufun iptali şartlarının bulunmadığını, davacının dava dilekçesi ekinde sunduğu bonoların vadelerini gösteren 2006 yılında, gerek düzenleyiciler … AŞ, gerek …. AŞ ve gerekse iki adet bonoya aval vermiş görünen …’in tüm mal varlığına TMSF tarafından el konulmuş olduğunu ve bu kişilerin, hiçbir borçlarını ödeyemeyecek halde bulunduklarının herkes tarafından bilindiğini, davacının ise, bonoların vadesinde ödememe protestosu düzenlettirip en azından mal varlıklarının ne durumda olduğunu çok daha iyi bileceğini, bonoları kendisinden ciro yoluyla devraldığı temel ilişkinin tarafları konumundaki kişilere müracaat etmek imkanına sahipken, bu yolu kullanmadığını ve bonoların düzenleyenlerin eski mali durumlarına kavuşmalarını beklediğini, işbu davaya konu oluşturabilecek ve davalı …’in mal varlığına dahil olup diğer davalılardan edindiği bir hak da olmadığını, bu bakımdan huzurdaki davanın husumet nedeniyle reddi gerektiğini, alacaklıların tasarrufun iptali davası açması için öncelikle elinde bir aciz vesikasının bulunmasının şart olduğunu, ayrıca uyuşmazlık konusu olay kapsamında bir tasarrufun iptalinden söz edilebilmesi için ilk şartın bonoların borçlularının, davalı …’e yapmış oldukları bir tasarrufun bulunması olduğunu, davalı …’in diğer davalılarla herhangi bir sözleşme aktetmediğini ve bu şirketlerin mal varlığından davalının kişisel mal varlığına hiçbir değer aktarılmadığını, davalının, kendisine mal varlığı aktarımı yapıldığını iddia ettiği şirketlerin TMSF’nin kontrolünde olarak ve tüm mal varlıklarıyla birlikte halen mevcut ve faaliyette olduklarını, dolayısıyla davacının bir tasarrufun iptali talebi yöneltecekse, bunun adresinin anılan şirketler olması gerektiğini, bu bakımdan davanın husumet nedeniyle reddi gerektiğini, davalı … ile … arasında akdedilen 08/08/2002 tarihli ve hiçbir zaman uygulama alanı bulmamış, sonradan taraflarca hükümsüz ve geçersiz kılınmış sözleşmenin 5. maddesinde de yine davalı …’in, …’in herhangi bir borcunu üstlenmediğini beyanla, öncelikle davanın TMSF’ye ihbar edilmesini ve haksız davanın reddini talep etmiştir. Müdahil TMSF vekili beyan dilekçesinde: davalılardan … AŞ hakkında ticari ve iktisadi bütünlük kararı alındığını, ayrıca … AŞ ve yine davalı … AŞ hakkında temettü hariç ortaklık hakları ile bu şirketin yönetim ve denetimlerin devralınmasına karar verildiğini, davaya konu senetlerin, hayatın olağan akışına uygun düşmeyecek bir şekilde uzun vadeli olarak (4 ila 7 yıl) düzenlendiğini, senetlerle ilgili olarak ödeme tarihlerinden itibaren yaklaşık bir yıl sonra ve Medya ve … Grubu şirketlerinin Fon tarafından devralınması akabinde icra takibine geçildiğini, senetlerin lehtarı olan … AŞ’nin … AŞ’den kaynaklanan borçlarının devam ettiğini ve yapılan takiplere rağmen bahse konu borçların tasfiyesinin halen sağlanamadığını, … AŞ’nin … AŞ’den kullandığı krediye ilişkin ödeme yükümlülüklerini yerine getirmediği gibi, bu kredi bedelini aktardığı … Grubu şirketlerinden teminat olarak aldığı senetleri bağlantısı bilinmeyen bir üçüncü şahıs aracılığıyla takibe koyarak Fonun … Grubundan olan alacaklarının tahsilini teminen değerlendirebileceği mal, hak ve varlıklara yönelttiğini beyanla, haksız davanın reddini talep etmiştir. İlk Derece Mahkemesince yapılan yargılama sonucu, davalılardan … yönünden açılan davanın husumet nedeniyle; diğer davalılara karşı açılan davanın ise esastan reddine karar verilmiş, karara karşı davacı vekili ile davalı … AŞ vekillerince istinaf başvurusunda bulunulmuştur. Davacı vekili istinaf dilekçesinde aşamalardaki yazılı ve sözlü beyanlarını tekrarla, davalılar arasında zorunlu dava arkadaşlığı bulunması nedeniyle tek bir hüküm verilmesi gerektiğini, husumet nedeniyle reddedilen davalarda maktu vekalet ücreti verilmesi gerekirken nispi vekalet ücretine hükmedildiğini, taraflar arasında tasarruf işlemi olmadığı gerekçesiyle verilen ret kararında, davanın ön koşulu bulunmaması nedeniyle reddedilmesi üzerine yine AAÜT uyarınca maktu vekalet ücreti verilmesi gerektiğini, mahkemenin somut bir tasarruf işlemi bulunmadığı yönündeki gerekçesinin dosya içeriğine uygun olmadığını, taraflar arasında hileli ve danışıklı işlemler bulunduğunu, davalı … ile … arasında düzenlenen gizli sözleşmelerde davalı borçlu …’e ait medya varlığının davalı …’e ait Merkez grubuna devredilmesinin kararlaştırıldığını, medya varlığının devredildiği, merkez grubunun sahibinin … olduğunu, gizli sözleşmelere göre bunun yarı hissesinin davalı borçlu …’e ait olduğunu, TMSF kararlarında açıkça taraflar arasında ticari işletme devri bulunduğunun belirtildiğini, 08/08/2002 tarihli sözleşmedeki açık düzenlemeye rağmen davalı …’in BK’nın 110. maddesinde düzenlenen sorumluluğu üstlendiğini, gizli sözleşmeler kapsamında davalı …’e iade edilen medya varlıkları üzerinde tasarrufun iptal edilmesinin yasal bir zorunluluk olduğunu belirterek ilk derece mahkemesi kararının kaldırılmasına ve davanın kabulüne karar verilmesini istemiştir. Davalı … AŞ vekili istinaf başvurusunda özetle: Şirketin davaya dayanak olan İstanbul … İcra Müdürlüğünün … Esas sayılı dosyasında borçlu olarak göründüğünü, diğer icra dosyasında bu davalının borçlu olmadığını, davanın kabulü veya reddi halinde harç ve vekalet ücretinin her iki icra takibindeki harca esas değere göre ayrı ayrı hesaplanması gerektiğini, buna göre bu şirket ile davalı … davalı olarak değerlendirilerek vekalet ücretinin buna göre hesaplanması gerektiğini ve sonuç olarak her bir davalı ile ilgili yargılama giderleri ve vekalet ücretinin ayrı ayrı takdir edilmesi gerektiğini belirterek, bu yönleri ile kararın kaldırılmasını talep etmiştir. Dairemizce HMK’nın 355. maddesi kapsamında istinaf itirazları ve kamu düzenine ilişkin hususlarla sınırlı olarak yapılan inceleme sonunda: Davalı … AŞ vekilinin istinaf başvurusunun HMK’nın 353/1-b/1. maddesi uyarınca esastan reddine; Davacı vekilinin istinaf başvurusunun kabulü ile ilk derece mahkemesi kararının HMK’nın 353/1-b/2. maddesi uyarınca düzeltilerek yeniden esas hakkında karar verilmek üzere kaldırılarak İstanbul … İcra Müdürlüğünün … E. sayılı takip dosyası ile ilgili olarak; Davalılar …, … AŞ, … AŞ ve … hakkında açılan davanın, davalıların taraf sıfatlarının bulunmaması (husumet) nedeniyle reddine, İstanbul … İcra Müdürlüğünün … E. sayılı takip dosyası ile ilgili olarak; Davalılar … AŞ ile … AŞ hakkında açılan davanın, davalıların taraf sıfatlarının bulunmaması (husumet) nedeniyle reddine, Davalılar … ve … hakkında açılan davanın esastan reddine karar verilmiştir. Dairemiz kararına karşı davacı vekili ile davalılar … AŞ ve … Tic. AŞ vekilleri tarafından temyiz başvurusunda bulunulmuş, Yargıtay 17. Hukuk Dairesinin 2020/333 Esas ve 2021/1388 Karar sayılı ilamıyla: 1-Davacı vekilinin dava dilekçesinde, İİK’nın 277 ve devamı maddeleri gereği tasarrufun iptali ile BK’nın 179-180 ve yine BK’nın 110. maddesi gereğince üçüncü kişinin davacının alacağından sorumlu olması gerektiği yönünde istemde bulunduğu, talepler arasında terdit söz konusu yapılmadığı, tümünün eş değer olarak kümülatif olarak istenildiği, talep sonuçları ve hukuki sebepleri farklı olan bu taleplerin farklı yargılama usulü ve farklı inceleme merciilerine tabi olduğundan birlikte görülme imkanının olmadığı, davacının tasarrufun iptali dışındaki diğer taleplerinin tefrik edilerek görülmesi gerekirken, birlikte görülmesinin usul ve yasaya uygun bulunmadığı; 2-(…) Borçlulardan … AŞ ve … AŞ davacı alacaklı hakkında İstanbul 14.Asliye Ticaret Mahkemesinin 2008/328 Esas sayılı dosyasından menfi tespit davası açıldığı, verilen ilk kararların bozulduğu ve son olarak Yargıtay 11. Hukuk Dairesinin 2020/5584 Esasını aldığı, anılan kararın henüz kesinleşmediği, bu halde davalılardan borçlu … dışında kalan diğer borçlular … AŞ ve … AŞ tarafından açılan menfi tespit davasının bekletici mesele yapılması gerekirken bu hususun göz ardı edilmesinin usul ve yasaya uygun bulunmadığı; 3-Hakkındaki takip kesinleşen ve menfi tespit davası açılmayan dolayısı ile ön sorun bulunmayan borçlu … yönünden yapılan incelemede, uyuşmazlığın anılan borçlu ile davalı üçüncü kişi sıfatı ile dava açılan … arasında İİK’nın 277 ve devamı maddeleri gereğince iptali gerektiren bir tasarruf işleminin bulunup bulunmadığı noktasında toplandığı, ilk derece mahkemesi ve istinaf mahkemesi alınan bilirkişi raporları doğrultusunda bu davalılar arasında bir tasarruf işleminin olmadığı sonucuna varmışlar ise de varılan sonucun dosya kapsamına uygun düşmediği, Dosyadaki bilgi ve belgelere göre davalı … hakim ortağı olduğu … AŞ’yi zarara uğrattığı gerekçesi ile … AŞ’nin BDDK’ya devredildiği ve davalı borçlu …’in mallarına TMSF tarafından 27.11.2000 tarihinde el konulduğu, 03.05.2005 tarihinde davalı …’in, TMSF ile anlaşarak …’e ait değişik medya kuruluşlarını işletmek üzere lisans hakkını aldığı, ancak daha sonra gelişen olaylar nedeni ile …’in TMSF’ye şikayet dilekçesi vererek, TMSF’nin bilgisi dışında …’le 12.06.2002 ve 08.08.2002 tarihli anlaşmalar yapıldığını belirterek, bu sözleşmeleri TMSF’ye sunduğu, 12.06.2002 tarihli sözleşmede özetle, … ve …’e ait şirketlerde, her ikisinin eşit hisse ve eşit yönetim hakkına sahip olduklarının, bu prensiple oluşturulan şirketin üçüncü şahıslarla ve şirketlerle yaptıkları ortaklık ve anlaşmalarda aynı prensibin geçerli olduğunun, birbirlerinden bağımsız olarak ve birbirlerinin rızası olmadan basın-yayın, TV, iletişim ve bunların yan kollarında faaliyet göstermelerini sağlayacak şirketler kuramayacaklarının ve kurulmuş olanlara ortak olmayacaklarının belirtildiği, 08.08.2002 tarihli sözleşmede ise özetle … Gazetesi ve … Televizyonu başta olmak üzere şu anda … Grubu bünyesinde faaliyetlerini sürdüren tv, gazete, basım, yayım vs faaliyetlerinin tümünün “Merkez Şirketler” vasıtasıyla yürütüleceği, Merkez Şirketlerin tamamının sahibinin …’e ait … AŞ ve … Grubuna mensup kişiler olarak görülmekte ise de gerçekte iş bu protokolde açıkca belirtildiği üzere sözkonusu şirketlerin hisse ve yönetim yapısı … grubu ve … grubu arasında %50 şer oranında olmak üzere, eşit hisse ve eşit yönetim şeklinde olduğu, söz konusu şirketlerin %50 sahibinin … grubu, %50 sahibinin … grubuna ait olduğu, … hakkındaki yargısal engeller kalktığı takdirde kendisinin talebi ile söz konusu şirketlerdeki %50 hissenin … tarafından … veya …’e yada onların önereceği kişilere devredileceği, bu sözleşmenin inanç sözleşmesi hükümlerine haiz olduğu, Anılan sözleşme kapsamları birlikte değerlendirildiğinde, davalı borçlu …’e ait … Grubu bünyesinde bulunan tv, gazete vs faaliyetlerinin tümünün …’e ait Merkez Şirketler vasıtası ile yürütüleceği ve bu durumda Merkez şirketlerde %50 oranında borçlu …’in pay sahibi olacağının belirtildiği, …’in davalı …’e ait şirketlerde %50 pay sahibi olmasının karşılıksız olmadığı, aslında … Gazetesi ve … Televizyonu başta olmak üzere … Grubu bünyesinde faaliyetlerini sürdüren tv, gazete, basım, yayım vs nin devredildiği, … hakkındaki yasal engellerin kalkması halinde şirketteki hissenin … veya belirlediği şahsa devredileceği şeklinde bir inanç sözleşmesi niteliğinde olduğunun anlaşıldığı, İnanç sözleşmelerinin salt borç doğuran akit niteliğinde olmayıp aynı zamanda tasarruf işlemini de bünyesinde barındırdığı(YİBK-20/6 05./2.1947 tarihli kararı), inanç sözleşmesinin, inananla inanılan arasında yapılan, onların hak ve borçlarını belirleyen, inanan tarafından devredilen hakkın, inanılan tarafından inana geri verme şartlarını içeren bir sözleşme olduğu, somut olaya indirgendiğinde; inanan …’in, kendi şirketlerinin devri karşılığında …’e ait Merkez grup şirketlerinde edindiği %50 hissesini, resmi olarak devir almayıp inanan sıfatı ile … uhdesinde bıraktığının, ancak hakkındaki yasal engelin kalması halinde kendisine veya kendisinin belirleyeceği sözleşmede adı geçen kişilere devredeceğinin (iade edileceğinin) kararlaştırıldığı, dolayısı ile borçlu …’e ait … Grubu şirketlerinin devri karşılığında, … Grubu şirketlerinin %50 hissesini elde ettiği, aksi görüşte olduğu gibi salt yönetimle ilgili bir devir söz konusu olsa idi, yani bir mamelek devri olmasa idi sadece yönetim hakkı ile ilgili açıklamaların yer alması gerektiği, oysa her iki sözleşmede de eşit yönetim, eşit hisse devrinden söz edildiği, Nitekim, 17. Hukuk Dairesinin 2010/1520 Esas 2010/4365 Karar sayılı ilamında da davacıları … AŞ ve … AŞ, davalısının … Bankası AŞ (Alacaklı), … AŞ (Borçlu) olduğu davada mahkemece … AŞ’nin davacı şirketler ile borçlu şirketin ortağı olduğu, arada organik bağ bulunduğu, mülkiyet karinesinin borçlu, dolayısıyla alacaklı yararına olması nedeni ile ispat yükü kendisine düşen üçüncü kişilerin istihkak iddialarının ispatlanmadığından davanın reddine ilişkin kararının Dairece onandığı, bu dosya bilgileri ile davalı borçlu … grubuna ait “Medya grubu” şirketlerinden olan … AŞ’nin de hem borçlu … AŞ’nin hem de üçüncü kişi …’e ait Merkez şirketler grubu bünyesindeki … AŞ ve … AŞ ortakları arasında organik bağ bulunduğu, borçlu … AŞ adresinde yapılan hacizde haczedilen menkuller üzerinde üçüncü kişi olarak … Grubu şirketlerinin hak iddia ettiklerinin anlaşılmakta olduğu, Öte yandan TMSF’nin 14.06.2007 tarih 2007/261 nolu kararında da: “…12.06.2002 ve 08.08.2002 tarihli sözleşmelerin imzalandığı tarihten bu yana varlığını sürdürmüş olduğunu ve sonuçta banka kaynağı ile edinilmiş bulunan banka hakim ortağının medya sektöründeki tüm varlıklarının en küçük maddi değerli teferruat niteliğindeki yayın cihazı vb. varlıklardan içerik, dağıtım/bayi ağı, frekans kullanım hakkı ve markalar gibi en önemli varlıklara kadar tam anlamıyla bir bütün olarak … Grubu’na edindirilmiş olduğunu ortaya koyduğu.” “..Halen … Grubu’nun uhdesinde ve kullanımında bulunan tüm mal, hak ve varlıkların en küçük teferruatları ve en önemli varlıkları da dahil olmak üzere tüm unsurlarının, … Grubu’ndan intikal ettiği, ilave edilen varlıkların edinilmesinde 2002 yılından beri kullanılan … Grubu varlıklarının semeresinin en önemli kaynak olduğu, nitekim gizli inanç sözleşmelerinde de … Grubu’nun ve tarafların medya sektöründe edinecekleri yeni varlıkların da mülkiyetinin müşterek olacağının düzenlendiği, dolayısıyla tüm bu mal, hak ve varlıkların … AŞ hakim ortağı … Grubunun varlıklarına dahil olduğu ve 5411 sayılı Bankacılık Kanunu hükümleri doğrultusunda Fon tarafından hakim ortak grubundan olan Fon alacaklarının tahsilini teminen değerlendirilmesi gereken bu Gruba ait varlıklar arasında yer aldığı.” dikkate alınarak … AŞ hisselerinin Fon adına tesciline karar verilerek …’in Fona olan borçlarına mahsup edilmesine karar verildiğinin belirtildiği, Bu kararda yer alan açıkmalardan da davalı …’e ait mal varlıklarının davalı …’e ait şirketlere aktarılarak bir birlik oluşturduğunun anlaşıldığı, bu halde taraflar arasında bir tasarruf işleminin olmadığından söz edilmesinin mümkün olmadığı, nitekim 28.06.2007 tarih, 2007/288 sayılı ve 23.08.2007 tarih 2007/420 sayılı kararlar ile de oluşturulan …-… Ticari İktisadi Bütünlüğü, her iki grup şirketlerinin birleştiği, borçlu …’e ait şirket ve kaynaklarının bu bütünlük içine aktarıldığının kabulü ile oluşturulduğu, devirler sonucu oluşan bu iktisadi bütünlüğün 05.12.2007 tarihinde 1.100.000.000,00 ABD dolarına ihale edilerek 24.04.2008 tarihinde ihale alıcısına devir ve temlik edildiği, İhaleden önce davalı …’in hakim ortağı olduğu şirketler grubu olan …Grubu ve … ve grubu ile TMSF arasında imzalanan 29.08.2007 tarihli protokolün 2:1 maddesinde ise TMSF aleyhine açılan dava ve takiplerden feragat edilmesi karşılığı, … Grubuna konulan nakit değerlerin, sermaye ve mal varlığı katkısı ile mal ve hizmet alımından doğan geçmiş dönem borçları kapsamında … Grubu’na dahil edilmiş bir kısım mal ve şirket hisselerinin iadesini ve ihale bedelinden 120.000,00 TL doların … Grubuna iadesinin kararlaştırıldığı, TMSF’nin 23.06.2008 tarihli müzekkere cevabında bu iadenin, … Grubunun oluşumu ve faaliyetleri aşamasında, … Grubundan intikal eden varlıklar arasında yer almayan, …Grubunun faaliyetleri sırasında edinilen veya … Grubundan aktarılmış nakit değer, varlık ve şirketlerin … Grubuna iadesi olarak açıklandığı, Bu protokol gereğince bir kısım mal ve varlıklar ile ihale bedelinden 120.000.000 ABD dolarının … Grubuna ödendiği, (…) Dava konusu olayda, satışın borçlu … ve Grubuna ait borçlardan dolayı yapıldığı, yapılan sıra cetveline göre artan bir paranın kalmadığı, Bu durumda tasarrufun iptali istemi ile açılan bu davanın konusu kalmadığından, konusu kalmayan dava hakkında karar verilmesine yer olmadığına karar verilerek, HMK’nun 331/1. maddesine göre davanın konusuz kalması halinde hakim davanın açıldığı tarihteki tarafların haklılık durumuna göre yargılama giderini takdir ve hükmetmeyeceğinden, davalı borçlu … ile ilgili davanın, ön koşulları mevcut olup … ile yapılan işlemlerin mal kaçırma amacı ile yapıldığı bu hali ile davacının haklı olduğu gözetilerek, yargılama giderinin buna göre belirlenmesi gerekirken, hatalı değerlendirme ile yazılı şekilde karar verilmesi isabetli olmadığı, 4-Kabule göre ise, İİK’nın 282. maddesi gereğince, tasarrufun iptali davalarında borçlu ve borçlu ile hukuki muamelede bulunan veya borçlu tarafından kendilerine ödeme yapılan kimseler ile bunların mirasçıları aleyhine açılacağı, bu madde gereğince borçlu ve üçüncü kişilerin mecburi dava arkadaşı konumunda oldukları, Somut olayda davacı alacaklının iki ayrı takip dosyasından, borçlular …, … AŞ ve … AŞ aleyhine takip yaptığı, görünürde tasarrufun sadece … tarafından yapıldığı düşünülse de dosya içerisinde mevcut belgeler ve TMSF tarafından alınan karar ve protokollerden … AŞ ve … AŞ’nin hakim ortağının … olup yapılan devir işlemlerde bu iki şirketin isminin geçtiğinin de anlaşıldığı, öte yandan, …’in 12.06.2002 ve 08.08.2002 tarihli sözleşmede imzası bulunan ve kendi Grubu adına, karar verip imza atan … olması nedeni ile davacı alacaklının davalılara husumet yöneltmesinde bir sorun olmadığı halde, davanın husumetten reddine karar verilmesinin de hatalı olduğu” şeklindeki gerekçelerle hükmün HMK’nın 371. maddesi gereğince bozulmasına karar verilmiştir. Yargıtay 17. Hukuk Dairesinin anılan bozma ilamı üzerine duruşma açılarak tarafların bozma ilamına karşı beyanları alınmış ve bozulmasına karar verilen 2019/1005 Esas ve 2019/251 Karar sayılı kararında direnilmesine karar verilmiştir. Dava, İcra İflas Kanunu’nun 277. ve devamı maddelerine dayalı tasarrufun iptali istemine ilişkindir. Öncelikle dava koşulları bakımından; takip borçlularının aciz halinde oldukları ve takibin kesinleştiği konularında uyuşmazlık yoktur. Ayrıca davacının gerçekten alacaklı sıfatına sahip olması, tasarrufta bulunan kişinin de gerçekten borçlu olması koşullarının da somut olayda gerçekleştiği değerlendirilmiştir. Bu tür davalarda davalı borçlunun, davacı alacaklıya karşı gerçek bir borcunun bulunmadığını ya da borcun ödenmiş olduğunu ileri sürerek ayrı bir menfi tespit davası açması ve açılacak dava sonucunda icra takibine konu borcun bulunmadığının belirlenmesi halinde tasarrufun iptali davasının dayanağının kalmayacağı ve davanın bu yönüyle ön koşullarından birinin gerçekleşmeyeceği kural olarak kabul edilmekle birlikte, somut uyuşmazlıkta borçlulardan … AŞ ve … AŞ’nin davacı alacaklı hakkında İstanbul 14.Asliye Ticaret Mahkemesinin 2008/328 Esas sayılı dosyasında açtığı menfi tespit davasının, eldeki tasarrufun iptali davasından sonra açılmış olması ve davanın reddine ilişkin kararın temyizi üzerine Yargıtay 19. Hukuk Dairesinin 2018/1966 Esas 2019/5105 Karar sayılı 12/11/2019 tarihli kararıyla onanmasına karar verilmesi nedeniyle bu davadaki davacıların başarı ihtimali ve eldeki davanın açılış tarihi de dikkate alınarak sürüncemede kalması birlikte değerlendirilerek ilk derece mahkemesinin menfi tespit davasını bekletici mesele yapmaması dosya içeriği ile usul ve yasaya aykırı bulunmamıştır. (Aynı yönde; tasarrufun iptali davasından sonra açılan menfi tespit davası bekletici mesele yapılmadan karar verilen mahkeme kararlarına karşı temyiz incelemesinde onama kararlarına ilişkin Yargıtay 17. Hukuk Dairesinin 2014/20990 Esas 2017/3853 Karar, 2017/3604 Esas 2018/5264 Karar sayılı ilamları) Nitekim, Yargıtay 11. Hukuk Dairesinin 2020/5584 Esas-2021/551 Karar sayılı 28/01/2021 tarihli ilamıyla davacıların karar düzeltme isteminin reddine karar verilmiştir. Diğer yandan; davacı iki adet bonodan kaynaklanan alacağını tahsil amacıyla davalılardan … AŞ ile … hakkında İstanbul … İcra Dairesinin … esas sayılı dosyasında; yine … İcra Dairesinin … esas sayılı dosyasında davalı … AŞ aleyhine 8 adet bonodan kaynaklanan alacağını tahsil amacıyla icra takipleri yürütmüştür. Davacının dava dilekçesindeki talebi; davalılar … ile … arasında imzalanan 12/06/2002 ve 08/08/2002 tarihi sözleşme ve protokole dayalı olarak Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu tarafından 30/03/2007 tarihli karar ile el konulan şirketlerle ilgili tasarrufların iptali ile tasarrufa konu değerler üzerinde, davaya dayanak icra dosyalarındaki alacak miktarları kadar cebri icra yetkisi tanınması ve ayrıca davalı …’in söz konusu icra dosyalarındaki borçtan, diğer borçlular ile birlikte sorumlu olduğuna karar verilmesine ilişkindir. Davacı vekili yargılama aşamasında 29/08/2007 tarihli protokol ile Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu tarafından davalı üçüncü kişi …’e iade edilen nakit ve şirket hisseleri üzerinde, -davalılar … ile … arasındaki 12/06/2002 tarihi protokoldeki taahhütler uyarınca davalı borçlu …’in %50 ortaklık hakkı olması nedeniyle- buna ilişkin tasarrufların iptaline karar verilmesini istemiştir. Bu tür davalarda iptal davasına konu olan işlemin mutlaka bir tasarruf işlemi olması gerekir. Takip borçlusunun mülkiyet hakkını doğrudan etkilemeyen, bu hakkı üçüncü kişiye devretmeyen işlemlerin tasarruf işlemi olarak kabulü olanağı yoktur. Somut uyuşmazlıkta olduğu üzere, Yargıtay 17. Hukuk Dairesinin bozma kararında da niteliği “gizli inanç sözleşmesi” olarak belirlenen “borçlandırıcı işlem”in içerdiği hak davalı üçüncü kişiye devredilmemiştir. Devredilmesi özel şekle ve yönteme tabi olup borçlunun mal varlığından çıkmamış olan mal veya haklarla ilgili inanç sözleşmelerinin gereği yerine getirilmediği (örneğin hisse devirleri) sürece birer taahhütten öteye gidemediği anlaşılmaktadır. Yargıtay 17. Hukuk Dairesinin süregelen uygulamalarında da görüldüğü üzere, örneğin tapuya şerh verilmek suretiyle güçlendirilmemiş olan taşınmaz satış vaadi sözleşmelerinin, resmi şekilde yapılmış olsalar dahi, sözleşmelerin tarafı olan üçüncü kişi nezdinde birer taahhüt muamelesi oldukları, iptale tabi tasarruf olarak değerlendirilemeyecekleri kabul edilmektedir. Dava dilekçesine, dosya kapsamına ve aşamalarda davacı tarafın yazılı beyanlarına göre iddia esasen davalı … ile davalı … arasındaki gizli anlaşmalara (12/06/2002 ve 08/08/2002 tarihi) dayandırılmaktadır. Ancak, sözü edilen anlaşmaların içerdikleri hükümler itibariyle bir hakkın devrine ilişkin hükümler içermedikleri, karşılıklı borç vaatleri içeren “borçlandırıcı işlem” niteliğinde oldukları, sözleşme taraflarının mal varlıklarından herhangi bir değerin diğer tarafın malvarlığına geçmediği, dolayısıyla İİK’nın 277. ve devamı maddelerinde düzenlenen iptale tabi tasarruf kapsamında değerlendirilemeyecekleri anlaşılmaktadır. Yine davacı tarafça; dava açıldıktan bir süre sonra Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu ile davalı … arasında düzenlenen 29/08/2007 tarihli protokole göre …’e iadesi kararlaştırılan mal varlıkları ile ilgili tasarrufun iptali talep edilmekte ise de bu iadenin davacının icra takibinde borçlu olan davalı … ile veya gizli sözleşme olarak nitelendirilen sözleşmelerle ilişkilendirilmesi olanağı yoktur. Bu işlemde tasarruf, davalı borçlu … (veya takiplerdeki diğer borçlular) tarafından değil, ilgili mevzuatı uyarınca işlem yapan TMSF tarafından yapılmış olup TMSF’nin 30/03/2007 tarihli kararla el konulmasına karar verdiği ve 29/08/2007 tarihli kararla bir kısmının iadesine karar verilen şirket ve varlıklarla ilgili olarak davalılar … ve …’in gizli sözleşme ve protokol hükümleri çerçevesinde tasarrufi işlem yaptıkları (davalı …’in alacaklılarını zarara uğratmak amacıyla bu varlıklar üzerinde davalı üçüncü kişi … lehine işlem yaptığı veya ticari işletmeleri tamamen veya kısmen devrettiği) de ispatlanabilmiş değildir. Buradan hareketle; davalılar … ile … arasındaki sözleşme ve protokol iptale tabi tasarruf olarak nitelendirilemeyeceğine göre, Yargıtay 17. Hukuk Dairesinin bozma ilamında sözü edilen Dairenin 2010/1520 Esas 2010/4365 Karar sayılı ilamında “davalı borçlu … grubuna ait ‘Medya grubu’ şirketlerinden olan … AŞ de hem borçlu … AŞ’nin hem de üçüncü kişi …’e ait Merkez şirketler grubu bünyesindeki … A.Ş ve … A.Ş ortakları arasında organik bağ bulunduğunun” belirtilmesinin sonuca etkisi yoktur. Diğer yandan, davalılar … ile … arasındaki sözleşme ve protokol içeriklerinde 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun 179. ve 180. maddeleri anlamında ticari işletme veya malvarlığı devrinden söz etme olanağı da yoktur. Anılan sözleşmelerde mevcut bir şirket veya mal varlığının devrinin değil, yönetiminde izlenecek esasların belirlenmiş olmasına, anılan kanun hükümleri uyarınca işletmeyi devralan kişinin sorumluluğu için söz konusu mal varlığı değerlerinin devredilmiş olmasının zorunlu olmasına, somut olayda davalı borçlular ile davalı üçüncü kişi … arasında devir işleminin gerçekleştiğinin ispat edilememiş olmasına, gizli sözleşmelerdeki işlemlerin ticari işletme devri olarak kabul edilmesi halinde dahi, davalı …’in hakimiyetinde bulunan şirketlere geçirildiği iddia olunabilecek malvarlığı değerlerine TMSF tarafından el konulmasına göre, Borçlar Kanunu’nun 170. ve 180. maddeleri kapsamında ticari işletme devri söz konusu değildir. Yine, yukarıda açıklandığı üzere, 08/08/2002 tarihli sözleşmede belirtilen şirketlere TMSF tarafından el konulması üzerine bu sözleşme uyarınca yapılması düşünülen işlemlere ilişkin borç taahhüdü veya projeleri hayata geçirilmediğinden, davalı …’in 08/08/2002 tarihli sözleşmenin 5. maddesine göre 818 sayılı BK m.110 anlamında, yerine getirmek zorunda bulunduğu üçüncü kişinin fiili ve dolayısıyla bu davalının herhangi bir kişisel sorumluluğu da bulunmamaktadır. Yargıtay bozma ilamında; İİK’nın 277 ve devamı maddeleri gereği tasarrufun iptali ile BK’nın 179-180 ve yine BK’nın 110. maddesi gereğince üçüncü kişinin davacının alacağından sorumlu olması gerektiği yönündeki istemleri bakımından, davacının tasarrufun iptali dışındaki diğer taleplerinin tefrik edilerek görülmesi gerekirken, birlikte görülmesinin usul ve yasaya uygun bulunmadığı belirtilmiştir. Davacı taraf esasen, davalı borçlu ile davalı üçüncü kişi arasındaki sözleşme ve protokolün ticari işletme devri niteliğinde olduğunu ve iptale tabi olduğunu ileri sürmekte, bunun yanında 08/08/2002 tarihli protokolde “işbu taahhüt BK m.110 hükmündedir” hükmüne göre davalı …’in borçtan sorumluluğuna hükmedilmesini talep etmektedir. İİK’nın 277 ve devamı maddeleri gereği açılan tasarrufun iptali davaları, aynı Kanun’un 281/1. Maddesi gereğince basit yargılama usulüne tabidir. Buna göre, anılan maddelere göre açılan tasarrufun iptali davasının, yazılı yargılama usulüne tabi olan örneğin tapu iptali ve tescil veya menfi tespit davası ile birlikte görülmesi, bozma ilamında ifade edilen gerekçelerle (farklı yargılama usulü ve farklı inceleme merciilerine tabi olduğundan) mümkün değildir. Ancak, usul ekonomisinin ve davaların makul süre içinde bitirilmesi yükümlülüğünün gereği olarak nihai talebi bir bütün oluşturan (somut olayda olduğu üzere üçüncü kişinin işletmeyi devraldığı iddiasıyla sorumluluğu ve İİK 280/III maddesi uyarınca ticari işletmenin devri nedeniyle tasarrufun iptali birlikte ileri sürülmekle) ve biri hakkında verilecek karar diğerini doğrudan ilgilendiren uyuşmazlığın, bütün olarak ele alınarak çözülmesi gerektiği değerlendirilerek 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun 110., 179. ve 180. Maddeleri kapsamındaki talepler konusunda dosyanın tefrik edilmemesi gerektiği değerlendirilmiştir. Nitekim, uygulamada tasarrufun iptaline ilişkin davalar çoğunlukla İİK 277 ve devamı maddeleri ile birlikte TBK’nın 19. maddesine dayalı olarak açılmasına rağmen, TBK m.19 hükmüne göre açılan davalarda yazılı yargılama usulü uygulandığı halde, aynı vakıalara dayanılması, her iki dava türünde uygulanan ortak hükümler, usul ekonomisi vs. sebeplerle tefrik edilmeyip birlikte görülmekte olup Yargıtay 17. Hukuk Dairesi uygulamaları da aynı yönde oluşmuştur. (Yargıtay 17. Hukuk Dairesinin 2016/18181 E. 2016/12061 K., 2019/472 E. 2020/5682 K., 2018/30 E. 2020/4061 K., Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin 2020/1938 E., 2020/3267 K. Sayılı ilamları) Aynı şekilde, somut uyuşmazlıkta olduğu üzere, 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun 110., 179. ve 180. Maddeleri kapsamındaki talepler ile birlikte ileri sürülen İİK m.280/III maddesindeki iptal sebepleri bakımından da birlikte tartışılması gereken, farklı yargılama usulüne tabi olmakla birlikte inceleme mercii farklı olmayan uyuşmazlıkların aynı dosyada ele alınmasının da (biri hakkında verilecek karar diğerini doğrudan ilgilendiren uyuşmazlığın, bütün olarak ele alınarak çözülmesi gerektiği değerlendirilerek) usul ekonomisine aykırılık oluşturmayıp Yargıtay uygulaması da aksini öngörmemektedir (Yargıtay 17. Hukuk Dairesinin 2013/13453 E. 2013/14064 K., 2014/23033 E. 2015/5518 K sayılı ilamları). Kaldı ki, eldeki dosyada her iki talep bakımından davanın, açıldığı tarihte yürürlükte bulunan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 507 ila 511 maddelerinde (6100 sayılı HMK m.316 ila 322) düzenlenen basit yargılama usulüne göre (süreler, delillerin sunulması, dilekçe teatileri vs. nazara alındığında) görülmemiş, yazılı yargılama usulü uygulanmıştır. Belirtilen nedenlerle ve İlk Derece Mahkemesinin bu yöndeki gerekçesinde dosya içeriğine, usul ve yasaya aykırılık bulunmadığı anlaşılmakla davacı vekilinin bu hususlara ilişen istinaf itirazlarının yerinde olmadığı sonucuna varılmıştır. Ancak; Davacı tarafın alacağına dayanak gösterdiği iki ayrı icra takibi mevcut olup İstanbul … İcra Müdürlüğünün … esas sayılı dosyasında borçlular … AŞ ile …; 2007/ 9021 esas sayılı dosyasında ise borçlu … AŞ’dir. Davacı tarafça her iki icra dosyası için kesinleşen alacağı bakımından cebri icra yetkisi verilmesi istenilmiş ise de, esasen her iki icra dosyasının borçluları birbirinden farklı olup 2007/9022 esas sayılı icra dosyasının borçluları ile borçlularla tasarrufi işlem yaptığı ileri sürülen davalı üçüncü kişi … mecburi dava arkadaşı; 2007/9021 esas sayılı dosyada ise borçlu … AŞ ile davalı üçüncü kişi … zorunlu dava arkadaşı konumundadır. Ne var ki mahkemece her bir icra dosyası için ayrı ayrı hüküm kurulması gerekirken her iki icra dosyasının borçlularının tamamı ile davalı üçüncü kişi …’in zorunlu dava arkadaşı oldukları kabul edilerek hüküm kurulmuştur. Bu bağlamda, 2007/9021 esas sayılı dosyada borçlu görünen … AŞ ile davalı üçüncü kişi … arasında bir tasarruf işlemi bulunmadığından; anılan dosyada davalılar … ve … AŞ hakkında takip yapılan borçlu olmayıp davalı üçüncü kişi …’in dosya borçlusu ile tasarruf işlemi mevcut olmadığından tüm davalılar yönünden davanın pasif husumetten reddine; 2007/9022 esas sayılı dosyada ise; borçlu görünen … AŞ ile davalı üçüncü kişi … arasında tasarruf işlemi bulunmadığından … AŞ ile ilgili davanın husumetten; dosya borçlusu … ile davalı üçüncü kişi … arasında sözleşme ilişkisinin yani borçlandırıcı işlemin tasarruf işlemi olmaması nedeniyle esastan reddine karar verilip husumet nedeniyle haklarındaki davanın reddine karar verilen davalılar lehine (ret sebebi aynı olmakla) tek vekalet ücretine; haklarındaki dava esastan reddedilen ve zorunlu dava arkadaşı olan davalılar lehine de (yine ret sebebi aynı olmakla) tek vekalet ücretine hükmedilmesi gerektiği anlaşılmakla davacı vekilinin aleyhine hükmedilen vekalet ücretine ilişkin istinaf itirazları yerinde görülmüştür. Davalı … AŞ, davalılardan … ile iptale tabi tasarruf işleminin tarafı oldukları iddiasıyla haklarında açılan davada (2007/9021 esas sayılı icra dosyasında) zorunlu dava arkadaşı olup 2007/9022 esas sayılı icra dosyasının borçluları olan … AŞ ve … ile dava arkadaşlıkları yoktur. Buna göre her iki icra dosyasında bu davalı yönünden davanın husumetten reddine karar verilmesi gerektiğinden, lehine hükmedilecek vekalet ücreti de husumet nedeniyle hükmedilmesi gereken vekalet ücreti olacaktır. Bu nedenle davalı … AŞ vekilinin vekalet ücretine yönelik istinaf itirazlarının yerinde olmadığı sonucuna varılmış; Belirtilen nedenlerle, Yargıtay 17. Hukuk Dairesinin 2020/333 Esas 2021/1388 Karar sayılı 16/02/2021 tarihli ilamıyla bozulmasına karar vrilen Dairemizin 2019/1005 Esas 2019251 Karar sayılı 17/10/2019 tarihli kararında direnilmesine, HMK’nın 353/1-b/2. maddesine göre düzeltilerek yeniden esas hakkında karar verilmek üzere İlk Derece Mahkemesi kararının kaldırılmasına karar verilmiştir.
H Ü K Ü M: Yukarıda açıklanan nedenlerle: Dairemizin 2019/1005 – 2019/251 Esas ve Karar sayılı kararında direnilmesine, Buna göre; A-1. Davalı … AŞ vekilinin istinaf başvurusunun HMK’nın 353/1-b/1. maddesi uyarınca esastan reddine; 2. Davacı vekilinin istinaf başvurusunun kabulü ile yukarıda esas ve karar numarası verilen ilk derece mahkemesi kararının HMK’nın 353/1-b/2. maddesi uyarınca düzeltilerek yeniden esas hakkında karar verilmek üzere kaldırılmasına, 2.1. İstanbul … İcra Müdürlüğünün … E. sayılı takip dosyası ile ilgili olarak; Davalılar …, … AŞ, … AŞ ve … hakkında açılan davanın, davalıların taraf sıfatlarının bulunmaması (husumet) nedeniyle reddine, 2.2. İstanbul … İcra Müdürlüğünün … E. sayılı takip dosyası ile ilgili olarak; -Davalılar … AŞ ile … AŞ hakkında açılan davanın, davalıların taraf sıfatlarının bulunmaması (husumet) nedeniyle reddine, -Davalılar … ve … hakkında açılan davanın esastan reddine, 2.3. Harçlar Kanunu gereğince alınması gereken 59,30 TL karar harcının, peşin alınan 212.820,50 TLden mahsubu ile 212.761,20TL’nin karar kesinleştiğinde ve talep halinde davacıya iadesine, 2.4. İstanbul … İcra Müdürlüğünün … E. sayılı takip dosyası bakımından; -Karar tarihinde yürürlükte bulunan AAÜT gereğince 2.725,00 TL maktu vekalet ücretinin davacıdan alınarak kendilerini vekil ile temsil ettiren davalılar …, … AŞ, … AŞ ve …’e verilmesine, 2.5. İstanbul … İcra Müdürlüğünün … E. sayılı takip dosyası bakımından; -Karar tarihinde yürürlükte bulunan AAÜT gereğince 2.725,00 TL maktu vekalet ücretinin davacıdan alınarak kendilerini vekil ile temsil ettiren davalılar … AŞ ve … AŞ’ye verilmesine, -Karar tarihinde yürürlükte bulunan AAÜT gereğince (dava dilekçesinde 2007/9022 esas sayılı takip dosyasındaki alacak olarak belirtilen 9.168.992,00 TL üzerinden) 156.889,92 TL nispi vekalet ücretinin davacıdan alınarak kendilerini vekil ile temsil ettiren davalılar … ve …’e verilmesine, 2.6. Davacı tarafından yapılan yargılama giderlerinin üzerinde bırakılmasına, 2.7. Davalı … tarafından yapılan 50,00 TL yargılama giderinin davacıdan alınıp bu davalıya verilmesine, 2.8. Davalılar … AŞ ve … AŞ tarafından yapılan 41,00 TL yargılama giderinin davacıdan alınarak bu davalılara verilmesine, 2.9. Davalı … tarafından yapılan 21,00 TL yargılama giderinin daacıdan alınarak bu davalıya verilmesine, 2.10-Davacı tarafından yatırılan ve kullanılmayan gider avansının talep halinde ve karar kesinleştiğinde iadesine,
İSTİNAF BAŞVURUSU BAKIMINDAN: B.1. Davacı tarafından istinaf aşamasında yatırılan 85,70 TL istinaf başvuru harcı, yargılama gideri olan 325,00 TL olmak üzere toplam 410,70 TL yargılama giderinin davalılardan alınarak davacıya verilmesine, 2. Davacı tarafından yatırılan istinaf peşin karar harcının talep halinde iadesine, 3. Davalı … AŞ tarafından yatırılması gereken 59,30 TL istinaf karar harcından peşin yatırılan 31,40 TL’nin mahsubu ile bakiye 27,90 TL peşin karar harcının bu davalıdan alınarak hazineye gelir kaydına, 4. Davalı … AŞ tarafından istinaf aşamasında yatırılan yargılama giderlerinin üzerinde bırakılmasına, 5. Taraflarca istinaf aşamasında yatırılan gider avansından harcanmayan kısmın ilgilisine iadesine, 6. Yargıtay bozma ilamı üzerine incelemenin duruşma açılarak yapılması nedeniyle; -Karar tarihinde yürürlükteki AAÜT uyarınca 4.080 TL vekalet ücretinin davacıdan alınarak davalılara verilmesine, -Karar tarihinde yürürlükteki AAÜT uyarınca 4.080 TL vekalet ücretinin davalılardan alınarak davacıya verilmesine, Davacılar vekilleri, davalı … vekilleri ve feri müdahil TMSF vekilinin yüzüne karşı, diğer tarafların yokluğunda, gerekçeli kararın tebliğinden itibaren iki haftalık süre içinde Yargıtaya temyiz yasa yolu açık olmak üzere verilen karar açıkça okunup anlatıldı.07/07/2021