Görüntülediğiniz mahkeme kararı henüz kesinleşmemiştir. Yararlı olması amacıyla eklenmiştir.
T.C.
İSTANBUL
BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ
40. HUKUK DAİRESİ
TÜRK MİLLETİ ADINA
BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ KARARI
DOSYA NO: 2019/3378
KARAR NO: 2021/1910
İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ: İSTANBUL 12. ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ
TARİHİ: 30/05/2018
NUMARASI: 2016/901 (E) 2018/511 (K)
DAVANIN KONUSU: Tazminat
KARAR TARİHİ: 15/12/2021
Taraflar arasında görülen davada verilen ve yukarıda tarih numarası gösterilen karara karşı istinaf kanun yoluna başvurulmakla; re’sen dikkate alınabilecek hususlar ayrık olmak üzere istinaf talep ve gerekçeleri ile tarafların ilk derece mahkemesinde ileri sürdükleri iddia ve savunmalar esas alınmak sureti ile dosya incelendi;
GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ: Davacı vekili, 06/09/2006 tarihinde meydana gelen trafik kazasında trafik sigortası bulunmayan … plaka sayılı eşinin kullanmış olduğu araçta yaralanan davacı bakımından şimdilik 1.000,00 TL sürekli sakatlık tazminatının davalıdan tahsiline karar verilmesi talebinde bulunmuştur.Davalı vekili, zamanaşımı savunmasında bulunarak davanın reddini talep etmiştir. İlk derece mahkemesince yapılan yargılama neticesinde, davanın zamanaşımı süresi içerisinde açıldığı kabul edilerek geçici iş göremezlik ve sürekli iş göremezlik zararından oluşan 57.500,00 TL maddi tazminatın davalıdan tahsiline karar verilmiştir. Karara karşı davalı vekili, 8 yıllık zamanaşımı süresi geçmiş olmasına rağmen davanın zamanaşımı noktasında reddedilmemesinin doğru olmadığını, maluliyet raporları arasındaki çelişki giderilmeden karar verilmesinin hatalı olduğunu, avans faizine hükmedilmesinin doğru olmadığını, araç sürücüsünün, davacının eşi olması nedeniyle aile bireylerinin menfaat birliği göz önünde bulundurularak davanın reddi gerekirken kabulüne karar verilmesinin de doğru olmadığını belirterek istinaf başvurusunda bulunmuştur. Dava, trafik kazasından kaynaklanan sürekli iş göremezlik tazminatı istemine ilişkindir. 2918 sayılı Yasanın 109. maddesinde; “Motorlu araç kazalarından doğan zararların tazminine ilişkin talepler, zarar görenin, zararı ve tazminat yükümlüsünü öğrendiği tarihten başlayarak iki yıl içinde zamanaşımına uğrar. Dava, cezayı gerektiren bir fiilden doğar ve ceza kanunu bu fiil için daha uzun bir zaman aşımı süresi öngörmüş bulunursa, bu süre, maddi tazminat talepleri için de geçerlidir.” denilmek suretiyle zamanaşımı süresi düzenlenmiştir. Somut uyuşmazlığa konu olayın, kazanın gerçekleştiği tarihte yürürlükte bulunan 5237 sayılı Kanun’un 89/1. maddesindeki cezayı gerektiren bir fiil olması nedeniyle(takipsizlik kararı verilmesi sonuca etkili değildir), dava, aynı Kanun’un 66/1-e maddesi gereğince 8 yıllık zamanaşımı süresine tabidir.Uygulama ve öğretide kabul edildiği üzere, zamanaşımı failin ve zararın öğrenildiği tarihten başlatılmalıdır. Zarar görenin zararı öğrenmesi demek, zararın varlığı, mahiyeti ve esaslı unsurları hakkında bir dava açma ve davanın gerekçelerini göstermeye elverişli bütün hal ve şartları öğrenmiş olması demektir. Bedensel zararın gelişim gösterdiği durumlarda zamanaşımına başlangıç olarak hastalık seyrinin yani gelişimin tamamlandığı tarihin esas alınması gerekir. Gelişen bir durumun varlığı iddia edilmediğine göre davacı taraf, eşinin kullandığı aracın karıştığı trafik kazasından kaynaklı fail ve zararı kaza tarihi itibarıyla öğrenmiştir. Buna göre, kaza tarihi 06/09/2006 olup, 25/08/2016 tarihinde açılan eldeki dava, sekiz yıllık ceza zamanaşımı süresinden sonra açılmıştır. İlk derece mahkemesinin zamanaşımına ilişkin gerekçesi yerinde değil ise de; davalı tarafın usulüne uygun bir şekilde ileri sürdüğü zamanaşımı savunması bulunmamaktadır. Şöyle ki; Maddi hukuktan kaynaklanan bir defi ve savunma aracı olan zamanaşımının yargılamanın hangi aşamasında ileri sürülmesi gerektiği konusunda 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununda açık bir düzenleme bulunmamakta ise de zamanaşımı definin, savunmanın genişletilmesi ya da değiştirilmesi yasağının başladığı ana kadar ileri sürülmesi gerektiği konusunda tereddüt bulunmamaktadır. 01/10/2011 tarihinde yürürlüğe giren 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununda, iddia ve savunmanın genişletilmesi veya değiştirilmesi yasağı 141. maddede hüküm altına alınmış olup anılan maddede; “(1) Taraflar, cevaba cevap ve ikinci cevap dilekçeleri ile serbestçe; ön inceleme aşamasında ise ancak karşı tarafın açık muvafakati ile iddia veya savunmalarını genişletebilir yahut değiştirebilirler. Ön inceleme duruşmasına taraflardan biri mazeretsiz olarak gelmezse, gelen taraf onun muvafakati aranmaksızın iddia veya savunmasını genişletebilir yahut değiştirebilir. Ön inceleme aşamasının tamamlanmasından sonra iddia veya savunma genişletilemez yahut değiştirilemez. (2) İddia ve savunmanın genişletilip değiştirilmesi konusunda ıslah ve karşı tarafın açık muvafakati hükümleri saklıdır.” düzenlemesine yer verilerek, yargılamanın aşamalarına göre bir ayrım yapılmıştır. Bu düzenlemede, yargılamanın ilk kesiti olan dilekçelerin teatisi (verilmesi) aşamasında iddia ve savunmanın genişletilmesi veya değiştirilmesi yasağı söz konusu değildir. Tarafların cevaba cevap ve ikinci cevap dilekçesi ile iddia ve savunmalarını serbestçe genişletmesi yahut değiştirmesi mümkündür. Savunmayı genişletme veya değiştirme yasağı kural olarak ikinci cevap dilekçesinin verilmesi ile başlar. Ne var ki, davalının süresi içerisinde cevap dilekçesi vermeyerek münkir duruma düşmesi halinde savunmanın genişletilmesi yasağı, cevap dilekçesinin verilme süresinin bitiminden itibaren başlar. Bir başka ifadeyle, davaya yasal süresi içerisinde cevap vermemiş olan davalının, süresinden sonra vereceği cevap dilekçesi ile zamanaşımı defiinde bulunabilmesi ancak davacının muvafakat etmesi ile mümkündür. Aksi halde savunmanın genişletilmesi yasağı nedeniyle zamanaşımı defiine değer verilemez. HUMK’un 202. maddesi uyarınca davacının açık ya da zımni muvafakati yeterli iken, 6100 sayılı HMK’nin yürürlüğünden sonra tarafların açık muvafakati olmadığı sürece iddia ve savunma genişletilemeyeceğinden, zamanaşımı savunması dikkate alınamaz. Somut uyuşmazlıkta dava dilekçesi meşruhatlı bir şekilde davalı tarafa 06/09/2016 tarihinde tebliğ edilmiş olmasına rağmen davalı vekilinin, HMK’nin 127/1. maddesinde öngörülen yasal 2 haftalık süre geçtikten sonra 21/09/2016 tarihinde cevap dilekçesi vermiş olduğu görülmektedir. Bu durumda, davalı vekilinin yasal süre içerisinde cevap dilekçesi vermeyerek münkir duruma düştüğü anlaşılmaktadır. Hal böyle olunca, az yukarıda açıklandığı üzere, süresi içerisinde cevap dilekçesi vermeyen davalı tarafın ileri sürdüğü zamanaşımı definin, savunmanın genişletilmesi yasağı nedeniyle, mahkemece dikkate alınması usulen mümkün bulunmamaktadır. Davacı vekilinin buna ilişkin açık bir muvafakati de yoktur. İlk derece mahkemesinin zamanaşımına ilişkin ret gerekçesi yerinde değil ise de; zamanaşımı savunmasının reddi sonucu itibarıyla doğru olup, davanın zamanaşımı doğrultusunda reddi gerektiğine ilişkin istinaf başvurusunda haklılık bulunmamaktadır. Davalı vekilinin maluliyet raporuna ilişkin istinaf itirazının değerlendirilmesinde ise, kaza tarihinde geçerli olan sosyal sigorta sağlık işlemleri tüzüğüne göre maluliyet oranının belirlendiği, çelişki oluşturduğu iddia edilen engelli sağlık raporunun hangi yönetmeliğe göre düzenlendiğinin belli olmadığı, dolayısıyla çelişki oluşturacak mahiyette olmayıp, Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi Adli Sağlık Kurulu Raporunun hüküm vermek bakımından yeterli olduğu, rapor içeriğindeki maluliyet oranlarındaki farklılığın yaşa göre değişkenlik gösterdiği, bunun bir çelişki olmadığı, raporun düzenlendiği tarihteki yaşa göre belirlenen maluliyet oranı üzerinden hesaplama yapılmış olmasının usule uygun olduğu görülmektedir. Diğer yandan davacının içerisinde bulunduğu araç sürücüsünün, davacının eşi olması, 3. kişi konumundaki davacının tazminat hakkına halel getiren bir husus değildir. Ancak avans faizine ilişkin koşullar oluşmamış olmasına rağmen hükmedilen alacağa avans faizi üzerinden hükmedilmiş olması doğru olmamıştır. Bu yöne ilişkin istinaf başvurusu yerindedir.
KARAR: Gerekçesi yukarıda açıklandığı üzere; 1-Davalı vekilinin istinaf başvurusunun kabulüne, 2-6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun 353/1-b/2. maddesi hükmü uyarınca ilk derece mahkemesi kararı bütünüyle kaldırılmak suretiyle düzeltilerek yeniden esas hakkında kararla, davanın artırılan değer ile birlikte kabulüne 57.500,00 TL’nin, temerrüt tarihi olan 21.05.2015 tarihinden itibaren yasal faizi ile birlikte davalıdan tahsiline, 3-Harçlar yasası uyarınca alınması gereken 3.927,83 TL karar harcından peşin alınan 222,20 TL’nin mahsubu ile geri kalan 3.705,63 TL bakiye harcın davalıdan tahsili ile hazineye gelir kaydedilmesine,4-Davacının yaptığı 1.677,40 TL yargılama giderinin davalıdan tahsili ile davacıya verilmesine, 5-Davacı kendini vekille temsil ettirdiğinden lehine Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi gereği 6.675,00 TL vekalet ücreti takdirine, bunun davalıdan tahsili ile davacıya verilmesine İstinaf yargılama giderleri bakımından: 6-İstinafa başvuran davalı tarafından yatırılan istinaf karar harcının istek halinde iadesine, 7-Davalı tarafça yatırılan 98,10 TL istinaf başvuru harcı ile 59,10 TL tehiri icra harcının, davacıdan tahsil edilerek davalı tarafa ödenmesine, 8-İstinaf incelemesi duruşmalı yapılmadığından, vekalet ücreti hükmedilmesine yer olmadığına, 9-İstinaf talep eden tarafından yatırılan gider avansından artan kısmın yatıran tarafa iadesine, Dair, dosya üzerinde yapılan inceleme sonunda dava değeri (57.500,00 TL) göz önünde bulundurulmak sureti ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun 362/1-a maddesi gereğince her iki taraf yönünden kesin olarak oybirliği ile karar verildi.15/12/2021